GiRİŞ amaç YÖntem



Yüklə 212,27 Kb.
səhifə3/7
tarix30.01.2018
ölçüsü212,27 Kb.
#41796
1   2   3   4   5   6   7


2.3 Türk Sinema Tarihi


1914 yılında başlayan Türk sinema tarihi, döneminin de getirdiği şartlar nedeniyle durgun yılların ardından Yeşilçam Filmleri’nin senaryoya dahil olmasıyla hızlı bir yükseliş yakalamış; erotik filmlerin sahne aldığı buhranlı yılların ardından yüksek bütçelerin katılımıyla ciddi bir endüstri halini almıştır.İlk dönemlerde yer alan filmleri tek tek ele aldığımız zaman, ortaya konmuş yapıtların gerçek anlamda Türk Sinemasını aksettiren yapıtlar olmadığı ortaya çıkıyor.1955 yılında Yaşar Kemal’in senaryosunu yazdığı Lütfi Ö. Akad’ın Duru Film yapımcılığında çektiği ‘Beyaz Mendil’le başlayan dönemin ise ;Türk edebiyatının başladığı yeni bir çağ olduğunu hemen görürüz.İlk dönemde görülecektir ki uyarlamalar, cıvık melogramlar kaba trükajlara dayanan komediler vardır.Her ne kadar bazı eleştirmenler 14 Kasım 1914 sabahı, saat dokuzda başlayan Ayastefanos meçhul asker anıtının yıkılışının çekimi Türk Sinemasının başlangıcı olarak görmek isteseler de bu doğru bir tanımlama olamaz.Olsa olsa bir belgesel filmdir.Üstelik saygıya değer bir yanı olmayan, hangi amaçla yapılmış olursa olsun, bir anıtın yıkım çekimidir.Doğrudan Türk Sinemasının belgesel filmcilik yönünü ilgilendirir.Çekimi Fuat Uzkınay’ın yaptığı uzunluğu 30m, olduğu söylenen bu filmin yapımcısı “Saşa Film” olarak tarihe geçmiştir.

Yakın zamanda ortaya konan tartışmaları Fuat Uzkınay’ın bu çekimi beceremediğini, aslında böyle bir çekim olmadığını ileri sürmekte.İlk 1-2 gün başarısız olsa bile yıkımın aylar boyu sürdüğü bir süreçte Fuat Uzkınay’ın bu çekimi başardığı,becerdiği varsayımını kabul etmek zorundayız.Eldeki belgelere göre daha sonra Foto Film Merkezi’nin Ankara’ya taşınması günlerinde nakledilen filmler içinde, büyük bir bobin olarak Ayastefanos Anıtı’nın Yıkılışı’nın da gittiğini biliyoruz.Bu bobin sonradan kaybolmuş olabilir.Ama bunun bizim Türk sinemasının dramasını araştırmaya, irdelemeye ve sağlıklı sonuçları ortaya koymaya çalıştığımız uğraşımız hiçbir ilgisi yok.Yani sinemamızı başlangıcından itibaren iki bölümde ele almalıyız:1914-1955 arası ve 1955-2007 arası…

93 Harbi'nin sonlanmasından I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar geçen süre içerisinde 19. yüzyıl başlarına görece durgun geçen Osmanlı-Rus ilişkileri bu süreç sonunda tekrar gerginleşmeye başlamıştır. Boğazları olası Rus tehdidine karşı güvenceye almak isteyen Osmanlı tarafının Dahiliye Nazırı Talat Paşa kanalıyla Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Dmitriyeviç Sazonov'a ittifak teklif etmelerine karşın olumlu cevap alamamaları, Britanya İmparatorluğu'nun Osmanlı Donanması'na teslim etmesi gereken Reşadiye ve Sultan Osman zırhlılarına el koyması gibi etmenler Osmanlı'yı Alman İmparatorluğu ile ittifak yapmaya itmiştir. Avrupa'daki kutuplaşmalar sonunda İttifak Devletleri içerisinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri içerisinde yer alan Rusya I. Dünya Savaşı'nın farklı taraflarında bulunmuş ve ilişkiler tamamen kopmuştur.

I. Dünya Savaşı'na giden süreçte iki ülke ilişkilerinin bozulmasıyla birlikte basında Rus zafer anıtı niteliği taşıyan bu yapının yıkılmasının gerekliliğine dair yazılar yer almaya başlamıştır. İstanbul Ansiklopedisi'nde, bu konudaki ilk yazının Aka Gündüz tarafından yazıldığı aktarılmaktadır. Ayrıca TaninTuran gibi yüksek tirajlı yayınlarda da abidenin yıkılması yönünde yazılar kaleme alınmıştır. 11 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı'nın Rusya ve müttefiklerine savaş ilan etmesini takiben iktidardaki İttihat ve Terakki Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın deyimiyle "harbi popüler hale getirmek" amacıyla propagandaya girişilmiştir. Basındaki propagandanın yanı sıra bunun bir parçası olarak14 Kasım 1914'te Britanya, Fransa ve Rusya'ya cihat ilan edilmiş; İstanbul sokaklarında Fransız, İngiliz ve Ruslara ait yerler yağmalanarak harap edilmiş], Rusların 93 Harbi'ndeki üstünlüğünün simgesi olan ve dönem Osmanlı gazeteleri tarafından utanç kaynağı olarak gösterilen Ayastefanos Rus Abidesi de tahrip edilen yapılardan olmuştur. Gazeteler, yıkımı izleyenlerin hatıratları ve resmî kaynaklar arasında abidenin yıkım aşamasına dair farklı anlatımlar olmakla beraber yıkımın nihai olarak 27. Süvari Alayı tarafından çan kulesinin dinamitlenerek gerçekleştirildiği konusunda kaynaklar hemfikirdir. Abidenin kaidesi dahil tüm kompleksin yıkılması ise üç ay kadar sürmüştür.

Abidenin yıkılması konusu aylar öncesinden konuşulmaya başlanmış, yıkımın devlet adına propaganda aracı olarak kullanılmak niyetiyle fotoğraflanması ve filme alınması planlanmıştır. Ordu adına Sadi Bey, Tanin gazetesi adına Ali Enis Bey, Photographie Resna adına Rahmizâde Bâhâeddin ve Tasvir-i Efkâr gazetesi adına ismi bilinmeyen bir fotoğrafçı abidenin yıkımını fotoğraflarla belgelemişlerdir. Ayrıca yıkılışın filme alınması için müttefik Avusturya-Macaristan menşeili Sascha-Meßter-Film ile anlaşılmış ancak savaş ilanı sonrası halk arasında yükselen ulusal duygular dikkate alınarak son anda filmi çekecek kişinin Müslüman Türk olması şartı getirilmiştir.Orduya katılmadan önce film göstericisi olarak çalışan, 11 Ağustos 1914'te askere alınan ve yedek subay olarak görev yapan Fuat Bey filmi çekmeye en uygun kişi olarak görülmüştür.Göstericiyi kullanmayı bilmesine karşın daha önce hiç alıcı kullanmamış olan Fuat Bey'e şirketin itiraz etmesine karşın birkaç saat boyunca makineyi nasıl kullanacağı öğretilmiş, gerçekleştirilen kısa bir deneme çekiminde başarılı olunca şirketin de onay vermesiyle abidenin yıkılışı Fuat Bey tarafından çekilmiştir. 14 Kasım 1914 Cumartesi günü saat 8.30'da150 metrelik filme siyah-beyaz olarak çekilen ve Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı olarak adlandırılan bu belgesel film günümüzde Türk sinemasının başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir.

1990


Ancak, 1990’lı yıllar, "büyük çöküşü" 1980’lerde yaşayan Türk sinemasının, tekrar eski günlerine dönemese de "Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasını" temsil etti. 

Nitekim, 1996’da vizyona giren "Eşkıya"nın 2, 5 milyon kişilik hasılata ulaşmasıyla Türk sineması için umut doğdu. Bu rakam, o dönem için büyük bir izleyici rekoruydu. Ardından seyirciler, 1997’de "Ağır Roman", "Masumiyet" ve "Hamam"; 1998’de "Gemide", "Akrebin Yolculuğu" ve "Hoşçakal Yarın"; 1999’da "Propaganda", "Her Şey Çok Güzel Olacak", "Gülün Bittiği Yer", "Salkım Hanımın Taneleri", "Harem Suare" ve "Mayıs Sıkıntısı" gibi peş peşe birçok popüler ve sanat filmini görme fırsatı buldu. 

1990’lı yılların en fazla film üretilen dönemi 1993-1994 dönemi oldu. En az film de 20 film ile 1997’de çekildi. 



Bu dönem, Türk sinemas
ının yurt dışında çok sayıda ödül almasıyla da dikkati çekti. Sinan Çetin’in yönettiği "Berlin In Berlin"de oynayan Hülya Avşar, 1993 Moskova Film Festivali’nde "En İyi Kadın Oyuncu"; Memduh Ün de "Zıkkımın Kökü" adlı filmi ile 1993 yılında İspanya Sinema Festivali’nde "En İyi Yönetmen" ödülünü aldı. Yine, "Tabutta Rövaşata" Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Derneği Jüri Ödülü’nü, "Hamam" filmi de Cannes Film Festivali’nde İtalyan Sinema Yazarları Derneği’nin seçiminde "En İyi Film", İtalya’da yabancı basının seçiminde "En İyi Yönetmen ve En İyi Müzik" Golden Globe ödüllerini aldılar. 


2000

Yerli yapımlar, Amerikan filmlerinin neredeyse tümüne hakim olan pazar payını 2000’li yıllardan itibaren düşürmeye başladı. 2000 yılında vizyona giren 15 yerli film arasından "Kahpe Bizans" yaklaşık 2 milyon izleyiciye ulaştı. "Vizontele", 2001’de 3 milyonu geçen izlenirlikle "Eşkıya"yı geride bıraktı. Derviş Zaim "Filler ve Çimen", Serdar Akar "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" adlı filmlerine bu yıl imza attı. 

Bu tırmanış, ilk yıllarda seyirci sayısına çok fazla yansımadı. TUİK’in verilerine göre, 2001 yılı hariç, 1997’den 2003 yılına kadar yerli yapımlara 2, 5 milyon civarında seyirci ilgi gösterdi. 

Türk filmleri için asıl dönüm noktası 2004 yılı oldu. "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", "Bekleme Odası", "Hababam Sınıfı Merhaba", "Neredesin Firuze", "Mustafa Hakkında Her Şey" gibi filmlerin sinema salonlarına geldiği 2004 yılında, "G.O.R.A" ve "Vizontele Tuuba" ciddi rakamlarda seyirci topladı. Aynı yıl yerli filmleri izleyen toplam seyirci sayısı 6 milyon 657 bine çıktı. 

2005’te vizyona giren 27 yerli yapımı toplam 6 milyon 795 bin kişi izlerken, Türk sineması 2006’da rekor yılını yaşadı. Gösterilen 33 yerli filme 10 milyon 838 bin kişi talep gösterdi. Bunun yanında, o yıllarda "Kurtlar Vadisi-Irak", "Babam ve Oğlum", "Organize İşler", "Hababam Sınıfı Askerde", "Hababam Sınıfı Üçbuçuk" seyirci sayısıyla dikkati çekti. 

Türk sinemasında 2006 ve 2007 yılları gişe başarıları ve ödüllerin geldiği yıllar oldu. 2008 ise sinemanın "altın yılı" haline geldi. "Rıza", "120", "Vicdan", "O.. Çocukları", "Recep İvedik", "Devrim Arabaları", "A.R.O.G" ve "Osmanlı Cumhuriyeti" geçen yılın gözde yapımları arasında yer aldı. 

Son birkaç yıldır Türk sineması gösterime giren yabancı filmlerle yarışır hale geldi, hatta onları geçti. Bu nedenle Türk halkı "kendi sinemasını en fazla izleyen halk" oldu. Bunlardan geçen yıl gösterime giren ve 31 hafta gösterimde kalarak en yüksek izleyici rekorunu alan 4 milyon 301 bin 641 izleyici ile "Recep İvedik" adlı yapım oldu. Şahan Gökbakar’ın senaryo yazarlığını ve başrolünü üstlendiği film, aynı zamanda tüm zamanların en çok izlenen Türk filmi unvanını da taşıyor. 

Bu filmi sırasıyla 4 milyon 256 bin 566 izleyici ile 2005 yapımı "Kurtlar Vadisi: Irak" ve 4 milyon bin 711 izleyici ile 2003 yapımı "G.O.R.A" izliyor. 

Çağan Irmak’ın yönettiği ve hala sinemalarda gösterilen "Issız Adam" iyi bir çıkış yaptı. Can Dündar’ın yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını üstlendiği "Mustafa" adlı belgesel de 1 milyon seyirciyi aştı. 

Son yıllar Türk sinemasının hem ulusal hem de uluslararası arenada birbiri ardına ödüllerin alındığı yıllar oldu. 

Örneğin, Cannes Film Festivalinde Nuri Bilge Ceylan’a "En İyi Yönetmen" ödülünü getiren "Üç Maymun", Oscar’da ilk 9 film arasına girerek "aday aday"ı oldu. 

Almanya’da yaşayan yönetmen Fatih Akın’ın yönettiği "Yaşamın Kıyısında", Özer Kızıltan’ın yönettiği "Takva", yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun filmi "Yumurta", Abdullah Oğuz’un "Mutluluk" adlı filmleri festivallerden eli boş dönmedi. 

Yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül’ün yaptığı "Beyaz Melek", 41. Houston Film Festivali’nde, "En İyi Uluslararası Yabancı Film" ve "Jüri Özel En İyi Yönetmen Ödülü" aldı. Ayrıca film, vizyona girdiği 2007 yılında 2 milyon 30 bin 444 kişiyi sinema salonlarına çekti. 

1914-2007 arasındaki bu büyük tarihsel süreci 10 döneme ayırmak zorunluluğu var:

1.Dönem:1914-1918.

2.Dönem:1918-1923.

3.Dönem:1923-1928.

Kemal Film ile İpek Film arasındakş karanlık dönem

4.Dönem:1928-1943.

5.Dönem:1943-1955.

6.Dönem:1955-1976.

Gelişim ve çöküş.

7.Dönemi:1976-1980 seks filmleri dönemi.

8.Dönem:1980 sonrası video filmleri dönemi.

9.Dönem:30 Haziran1984 başlangıç tarihli renkli televizyon etkisindeki sinema dönemi.

10.Dönem:1996 ve sonrası…



Türk sinema tarihinin, Sigmund Weinberg’in Lumiere kardeşlere ait bir filmi gösterime sunmasıyla başladığı düşünülmektedir…



Filmin adı “La Ciotat Garına Trenin Varışı”, sunulduğu yer Galatasaray’da bir birahane…



Tarih de 16 Aralık 1896 olarak kayıtlara geçmiştir


Lumiere kardeşler.


1908 yılında Sigmund Weinberg tarafından İstanbul’un ilk yerleşik ve sürekli sineması Tepebaşı’nda, Cinema Pathe adıyla açılmıştır



Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” isimli belgeselin, Türk sinema tarihinin ilk eseri olduğu varsayılmaktadır…



Varsayım olmasının nedeni ise, eserin hiçbir kopyasının günümüze ulaşamamasıdır



İlk konulu Türk filmi “Leblebici Horhor Ağa” olacakken, başrol oyuncularından birinin ölmesi üzerine çekimler yarıda kalmış…



İkinci deneme, 1914 yılında çekimlerine başlanan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” ise…



1. Dünya savaşı patlak verip, filmin oyuncuları askere alınınca ancak 1918 senesinde gösterime girebilmiştir.



Bu iki denemenin şansızlığı, ilk konulu Türk filminin ‘Pençe ve Casus’ olmasını sağlamıştır






İlk konulu Türk filmi tartışmaları halen devam etmektedir.

1917 yılında çekilen Pençe ve Casus’un senaristi ve yönetmeni Sedat Semavi’dir



Türk sinema tarihinin sansüre uğrayan ilk filmi ise, Mürebbiye’dir



Sansür nedeni, “Bir Fransız kızının, bu şekilde ahlaksızca gösterilemeyeceği, Anjel’in şahsında Fransızların küçük düşürülmesi” olarak verilecektir



Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi ise, 1917 yapımı “Bican Efendi Vekilharç” isimli eserdir.


Film çok beğenilince “Bican Efendi Mektep Hocası” ve “Bican Efendinin Rüyası” isimli diğer filmler de eklenince, Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi serisi de oluşturulmuştur.

“İstanbul Sokaklarında”, adını Türk sinema tarihine ilk sesli film olarak yazdırmış…

1931’de gösterime giren film, aynı zamanda Türk sinema tarihinin ilk ortak yapımı (Türkiye, Mısır ve Yunanistan) unvanını da almıştır



İlk Türk filmi yarışması, Türk Sinema Cemiyeti tarafından düzenlenirken…



“Unutulan Sır” ilk ödüllü film olarak tarihe adını gururla yazdırmıştır



Türk sinema tarihinin ilk korku filmi, 1949 yılı yapımı “Çığlık”…



İlk “Renkli” Türk filmi ise, 1953 yılı yapımı “Halıcı Kız”’dır



Uluslararası film festivallerinde ödül alan ilk Türk filmi ise, 1963 yapımı, “Susuz Yaz” isimli filmdir.



Yurt dışında adımızı ilk kez duyuran filmin başrollerini Erol Taş ve Hülya Koçyiğit paylaşmıştır.



Son olarak: 1914’de başlayan Türk sinema tarihine 6000’den fazla film sığdırıldığı bilinmektedir





  1. Yüklə 212,27 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin