Türk Boylarında Tamgalar ve Eski Kırgız-Oğuz Etnik Bağlantıları / Prof. Dr. Oljobay Karataev [s.386-390]
Kırgız Milli Üniversitesi Tarih Fakültesi / Kırgızistan
Bizim bu bilimsel makalede sunacak olduğumuz mesele, Türk dilli halklarda (Türk boylarında) geçmişten beri varlığını korumakta olan ilk damga işaretleri ve bunların anlamını açıklamaktır. İlk damga işaretleri etnik grupların, etnik tarihin, etnik kültürün araştırılıp öğrenilmesinde tarihi yazılı kaynaklar, yer=su, kabile=soy, halk adlandırılmalarının yanı sıra başlıca değerli kaynak olarak hizmet etmektedir. Ağaç üzerlerinde, mezar taşlarında, vb. eşyalarda bulunan damgaların ve buna benzer işaretlerin etnik tarihin araştırılmasındaki yeri büyüktür. Şüphesiz ki, asırlarca yazılı büyük kaynakların yokluğunda veya onların pek seyrek rastladığı koşullarda ilk damga işaretleri bazı etnik grupların yayılma bölgesini belirlemeye büyük katkıda bulunmuştur (bk. Vaynberg, Novgorodova, 1976, 66. s.). Kabileler arasında kullanılan ilk damga işaretleri Türk-Moğol, Fin-Ugor dilli halklarda çok eskiden kullanılmış, bazı bölgelerde istisna olarak korunmuş, bugünkü Kırgızlarda ise sürekli kullanılarak günümüze kadar gelmiştir. Mülkiyeti ve bağımsızlığı ifade eden işaretler tarım, vb. yerlerde kullanılmıştır. Türk dilini kullanan bazı ülkelerde bir düzeyde kullanılmamıştır, yani ilk damga işaretleri Türk dillerinin secerelik karizmasındaki Kırgız-Kıpçak, Oğuz-Türkmen, Türk-Uygur lehçelerinde konuşan halklara (Kırgız, Türkmen, Kazak, Karakalpak, Hakas, Altay, Lakay, Tuvalılar, Başkurtlar, Nogaylar) özgüdür. Kırgızların ve onların göçebe hayatındaki ilk damga işaretlerinin içinden özel olarak etnik adlandırmaları (etnik adları) bildiren işaretler Kırgız boy adlarında mevcuttur. Mesela, Koş (çift) damga Munguş boyu, Cagalmay (Bozdoğan) damga Munguş boyu, Aça (çatallı) damga Coru boyu, Koş (çift) bıçak Bagış boyu, Cogoru (yüksek) damga Kıtay boyu, Tömön (alçak) damga Kıtay boyu, Kılıç damga Sayak ve Basız boyları, Keser (keskin) damga Basız boyu, Ay damga Bağış boyu, Ay damga Saruu boyu, Cogoru çekti (Yukarıya çekti) Bağış boyu, Tömön çekti (Aşağıya çekti) Munduz boyu, Aça (çatallı) Munduz boyu, üç “3” ok Basız boyu, üç ”3” ok damga Kantlılar, Orok (orak) damga Kantlılar, Nayman damga, Konurat damga, Tata damga Solto ve diğer boylar için kullanılmıştır.
Boyları bildiren ilk damgaları, isimleri tarihe karışmış etnik grupları, insanların birbirinden ayırt edebildiği boy özelliklerini bu damgalara hizmeti dokunmuş etnik yapıdaki anlamlı kaynaklar olarak sayabiliriz. Damga, ülke ve boylar arasındaki anlaşmalarda, kararlarda ve diğer önemli işlerde genel boy özelliklerinin, ayrıca zenginlik ve dört büyük hayvanın belirtilmesinde kullanılarak bağımsızlık işaretini göstermiştir.
Göçebelik zamanında boyların bağımsızlığının, şahsiyetinin simgesi olan ve genel varlıklarını bildiren ilk damgalar çok kutsal olarak görülmüştür (bk. Butanaev, 1990, 100-104. s.).
İlk kullanılan damgalar insanoğlunun hayatında Tunç Devri’nden itibaren yer almaya başlamıştır. Sonuçta, onların asıl anlamları ve ortaya cıkış sebepleri genel olsa da, ilk kullanılmaya başlayan damgaların ortaya çıkış zamanlarını tam olarak açıklamak zordur (bk. Vaynberg, Novgorodova, 1976, 66. s.).
Alimlerin fikirlerine göre boylar için ilk kullanılmaya başlayan damga işaretleri sosyal aktivitelerin ve evrimin gelişmesine bağlı olarak kavimlerin varlığını bildiren damgalardan farklı şekilde belirli bir noktaya kadar ulaşabildi. Sosyal aktivitelerin gelişmesinde yönetici olan insanlar tarafından ilk damgaların günlük hayatta kullanılması yeterli derecede olduğu bilinmektedir (bk. Simçenko, 1965, 3. s.).
Yukarıdakilerin en eski olanı boy ve varlığı anlatan ilk damga işaretidir. Bunun dışındaki ilk damga işaretlerinin önemli kısmı ‘Totemleri’ anlatarak yapısı bakımından boy-akraba, soylu toplumun elemanlarını kutsal sayarak güzel düşünen insanların fikirlerini ifade etmiştir.
İlk kez kullanılmaya başlayan damgalar hukuki işaret olarak aile, boy, soylu toplumun liderleri arasında çeşitli alanlardaki anlaşmalarda, kararlarda kullanılmıştır. İlk damga işareti gelecekteki mülkiyet için de geçerli olmuştur. Babadan oğula geçerken yapısı bakımından hiç değişmemiştir. Bu örneklerden yola çıkarak boyların meydana gelmesini aile mülkiyetinin paylaştırılmasına göre açıklamak mümkündür (bk. Simçenko, 1965, 3. s.).
Türk dilli halkların içinden ilk damga işaretlerini kullanan boy olarak Prof. Dr. V. Ye. Butanaev Hakasları göstermiştir (bk. Butanaev B. Ye., Etniçeskaya istoriya Hakasov, XVII.-XVII. asırlar. M, 1990.).
Soylu toplumların ortaya çıkışı ve kabilelerin biraraya gelmesi ile soyluluk için ilk bilimsel kitapta ilk damgalar kullanılmaya başlamıştır. Bütün kabile birliklerinin başında en güçlü soyun vekilleri durmuşlardır. Çok eski zamanlarda kabile başkanı kabilesinin adına damgasını vururdu (bk. Simçenko, 1965, 5. s.).
Şayet, bu başkanlık miras olarak babadan oğula değil, beylik hakimiyetine geçerse, o zaman hakimiyetlik görevini üstlenen başkan kendi atalarının damgalarını kabilesinin adına kullanma hakkına devam etmiştir. Rus araştırmacısı V. B. Simçenko’nun bilimsel görüşlerine göre yukarıdaki olaylar bütün kabileler arasında ilk damga konusunda anlaşmazlıklara yol açmıştır. Nitekim, birçok kaynaklara göre kabilenin, kabile birliklerinin vekilleri başkanlarının yaşlılardan (aksakallardan) olmasını istiyorlardı. Kabileler ilk damga işaretini bütün cemaatin işareti olarak kabul etmemişlerdir (bk. Simcenko, 1965, 5. s.).
Damga işaretlerinin bölgesel-idari yapılardaki farklılıklara göre her zaman değişmesi sıradan bir görünüş idi. Bazı damga işaretleri anlam ve içeriklerine göre özel yerlerde kullanılmıştır. Bunlar kutsal işaretlerden sayılırdı. Kutsal damga önemli iş kaynaklarında, anlaşmalarda kullanılmıştır ve bu olayı batıl inançlar izlemiştir. Eski Türk boylarından biri olan Sarı Uygurlarda (Güney-Doğu Çin) As damga, Yag damga, Sun damga ve diğer damgalar Şamanların Tanrılarını ifade etmiştir. Mesela, Damga-Han=“Şaman Tanrısı”, “Aydınlık verici”, “Hayat veren” anlamlarına gelmektedir (bk. Malov 1957, 111. s.).
Daha sonraki kategorilerdeki işaretlerin içinde ayrı ayrı sınıflara has damgaların birçok değişik manaları bulunmaktadır. Eski İgresiz damgası (resim işaretlerinde) Şaman harfi idi ve o, Sibirya’da yaşayan birçok halkın arasında yaygın şekilde kullanılmıştır (bk. Simçenko 1965, 6. s.). Mesela, İskitlere ait taş kalıntılardaki parça halinde olan bazı işaretler sadece askeri araç gereçleri “donanımlarını” veya el sanatını ifade etmeyip, sembolik (dini ve tasavvufi) işaretleri de belirtmiştir. Bu yüzden bazı damga işaretlerinin sırrını anlamak zordur, bu damgalar basit resmi işaretten sembole doğru geçen asrı, tam anlamıyla sembolden harfe doğru giden aşamaları yansıtır veya gösterir (bk. Vaynberg, Novgorodova 1976, 67. s.).
En fazla damga işaretlerinin bulunduğu bölgeler olarak Çin yazılı kaynaklarında gösterilen Hakas-Minusinsk, Tuva-Moğolistan bölgeleri sayılmaktadır. Bunların dışında Altay Dağları, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kırım Yarımadası, Güney Rusya ve diğer bölgelerde bulunan kaya, taş yüzlerine yazılan işaretleri, arkeolojik araştırmalarda bulunan kaynakları delil olarak gösterebiliriz.
Türk dilli halklara ait olan damgaların araştırma kaynakları VIII. asırdan itibaren en fazla Çin yıl beyannamelerinde bulunmaktadır.
Tan İmparatorluğu’nun (VIII-X. asır) resmi saray tarihçisi Su Muyan Fu, ülkenin önemli devlet adamı Yan Sa Fu, bunlarla birlikte o zamanın çok bilgili insanı Van Pu’nun başkanlık ettiği özel komisyonlar 618-804, 804-852, 853-907 yıllarında Çin’e (Tan İmparatorluğu’na) komşu olarak yaşayan göçmen halklar ve onların adları, bindikleri atlarının özellikleri, sahipleri hakkında bilgiler toplamışlar ve bu bilgileri kağıda dökmüşlerdir. “Tanhujao” adlı bu özel bilgi antolojisi 961 yılında tam olarak işlenip yayınlanmıştır (bk. Zuev A., 1960, 93.s.). Hatırlatılacak olan bir mesele, eskiden (M.Ö. III-M.S. III. asırlar) Çin Hanedanlıkları için yaşadıkları bölgeleri bilinen, uzakta yaşayan halkları, kabileleri, ülkeleri kontrol altına almak mümkün olmasa da (Mesela, Türkler, Kırgızlar, Rum İmparatorluğu, Sasaniler Devleti), onlardan haraç toplamak sıradan bir gelenek haline gelmişti.
Tan İmparatorluğu’nda damga işaretlerinden yola çıkarak gerekli olan atların hangi halka, kabileye ait olduğunu belirleyip, atların kalitesine, vs. özelliklerine göre özel uzmanlar değer biçmişler. Bu tarihi kaynaklarda İszeguların (Kırgızlar) atları ile Gu-li-ganların (Kurıkanlar) atlarının cinslerinin benzerliği hakkında bilgi geçer. Bilindiği gibi, Kurıkanların (Çince: Gu-li-gan) şimdiki Baykal gölüne yakın bölgelerde yaşadıkları, Kırgızlara tabii oldukları hakkında bilgiler Çin yıl beyannamelerinde, Doğu, Müslüman kaynaklarında (Hudud’ül-Alem’de) bulunmaktadır.
Kurıkanların (Yakutların ataları) bazı kısımları bugünkü Sahaların boylarını teşkil etmişlerdir. Bizim daha çok önem vereceğimiz mesele, Çin kaynaklarında bulunan damgalar ve onların türleridir. Ayrıca bu damgaların bugünkü Kırgızlarda, Türkmenlerde hâlâ mevcut olduğu bir gerçektir.
Eski Türk damgaları hakkında Orhun yazıtlarında da bilgiler bulunmaktadır. Moyun Çor’un hatırasında “… beyaz otağımı tahtım ile birlikte pınarın yanına dikip, Tanrı’ya dua ettim, kurban kestim. Damgalarımı ve yazımı taşa yazmaları için emir verdim…. Tavşan yılında (751 yılında) Tatar’ı anlaşmaya davet ettim…, bin, on bin yıla (sonsuza) kadar korunacak olan işaretlerimi (damgalarımı) taş üzerlerine yazmaları için emir verdim…” sözleri mevcuttur (bk. Malov, 1959, 40. s.).
Yenisey’deki Kurganda bulunan hatırada “… yer üstünde kalan damgalarım var, sayısız hayvanım kaldı” şeklinde geçer (bk. Malov, 1952, 49. s.).
Tuva’daki hatırada “…er atim Yol Apa Ben…, asnuki atlarim esintim. Baga ben er, alti yuz tamka at…” olarak geçer (Hemcik Nehri Circagi E. 41, M. 34., Eski Tuva’daki Türk Yazıları, Hatıraları. 1-2. Kızıl, 1963, 14-15 s.).
Mahmud Kaşgari’nin “Divan-ı Lügat-it-Türk”ünde, eski Oğuzlar ve onların damgaları hakkında çok değerli bilgiler bulunmaktadır. “Oğuzlar Türklerin bir kabilesidir, onlar Türkmenlerdir. Onlar 22 boydan oluşur. Her bir boyun diğerlerinden ayıran işaretleri olan damgaları mevcuttur. Bu işaretler üzerine hayvanlarını tanırlar. Bu kabileleri yakından tanımak için kabilelerin hepsini dolaştım” (bk. Mahmud Kaşgari, cilt 1, 90 s.).
XIII. asrın meşhur tarihçisi Reşideddin “Cami’üt-Tevarih”te Oğuz-Türkmen kabileleri ve onların seceresi, damga işaretleri, kutsal saydıkları kuşu, genel toplantıda dağıtılan öküzü, ayinleri, mitolojileri, misafirlerine ikram ettikleri kemikli etleri hakkında çok değerli bilgiler vermektedir.
Türk dilli hakların kabilelerinin damgaları hakkında C. A. Aristov, P. T. Kuzeev, V. V. Radlov, D. N. Sokolov, V. V. Barthold, D. Kafesoğlu, R. Kereytov, N. A Baskakov, S. M. Abramzon, vb. yazarların eserlerini kaynak olarak göstermek gerekir. Özellikle, N.A.Aristov’un eserlerinde damgaları inceleyerek öğrenme metodları ile büyük başarılar elde edilmiştir (bk. Simçenko, 1965, 2. s.). Yazar, damga işaretlerini göz önünde bulundurarak incelemiş, özel ve kabile damgalarının farklarını tespit etmiştir. Soydan ailenin bölünüp çıkışından sonra damga şekillerinin bazı değişikliklere uğradığını yazar (bk. Aristov, 1894, 284-286. s.).
N. A. Aristov ilk olarak Türk damgalarının kabile Tanrısını ifade ettiğini belirtir. Kendi fikirlerinde toplumdaki ilişkilerin gelişmeleri üzerine harflerin özel bir şeyi ifade eden damgaya geçtiğini ileri sürmüştür. N. A. Aristov ilk olarak Orhun-Yenisey’deki eski Türk dilli halklara ait yazıtlardaki Runik harfler Türk damgalarından kaynaklanarak meydana gelmiştir düşüncesini ortaya atmıştır. Runik harflerinin (38+1) 29 türünün Türk damgasına benzediği ileri sürülmektedir (bk. Kuzeev, 1994, 83-96. s.). Daha sonraları S. V. Kisiyev’in karşı çıkmasına rağmen Orhun harflerinin yarısına yakınının “Arami” yazısından olmadığı, Merkezi Asya bölgelerine ait olduğu fikrini Otto Donner ve W. Thomsen’in görüşleri desteklemiştir.
Günümüzde elimizdeki kaynaklara ve bilim adamlarinin fikirlerine dayanarak Orhun-Yenisey’deki Runik harflerin çoğunluğunun Merkezi Asya’daki (Güney Sibirya, Moğolistan, Tarbagatay) etnik-kültürel çevrelere ait olduğu sonucuna varabiliriz.
Yukarıda belirtilen mesele, Türkoloji ve Türk dilli halkların tarihinde derin şekilde incelenmemiştir. Fakat, Kırgız-Oğuzların arasındaki etnik-kültürel ilişkiler hakkında bilgiler mevcuttur. Mahmud Kaşgari “….Kırgız, Oğuz, Kıpçak, Çaruk, Yağma, Tohsi, Çigil dilleri saf Türk dilleridir” demiştir. Kırgızlar ile Oğuz dilli kabilelerin etnik ilişkileri ta Güney Sibirya ve Moğolistan topraklarında başlamış, şimdi Kırgızların etnik çevresinde devam ettiği kesin olarak bilinmektedir. Buna kabile-soy, halk, yer-su adları hakkında, kabilelerin damgaları hakkında, halk folkloru hakkında kaynaklardaki mevcut bilgiler delil olabilir. “Oğuzname”de Kırgızların kökünün Oğuz Han’dan çıktığından bahsedilir. Bu bilgiler Kırgız secereleri ile tahkim edilir. Ebulgazi Bahadır Han (XVI. asır) Oğuz Han’ın Kırgızların eski ataları olduğunu yazar (bk. Abul Gazi, 1906, 23.s.).
Yukarıdaki Kırgız damgaları ile Oğuz kabilelerinin damgalarının karışıklıkları Mahmud Kaşgari (XI. asır) ve Reşideddin’in (XIV. asır) eserlerine dayanılarak giderilmistir. Bu karışıklıklar eskiden gelen Kırgız-Oğuzların etnik-kültürel ilişkilerini tam olarak gösterir.
Vaynberg B. I., Novgorodova A. A., Zametki o Znakah i Tamgah Mongolii//Istoria i Kultura Naradov Sredney Azii (Drevnost i Srednevekove) M., 1976, s. 66-74.
Butanaev V. J., Etnicheskaya istorya hakasov v XVII-XVIII vv. M., 1990.
Şimçenko U. B., Tamgi narodov Sibiri XVII veka. M., 1965.
Malov S. E., Jazik geltih uigurov. Alma Ata, 1957.
Zuev U. A., “Tamgi Loshadey iz Vassalnih Knyajestv” (Perevod iz kitayskogo socineyia VIII-X vv. Tanhuyao. T. III, Szyuan 72, str. 1305-1308)//Noviye Materyali na Drevney i srednevekovoy İstorii Kazahstana. Trudi IIAE AN. Kaz. SSR. T. VIII, 1960. -s. 93-135.
Pamyatniki drevneturkskoy pismennosti Tuvi. Kisil, vip. I-III,1963.
Mahmud Kaşgari. Devonu Lugatit Turk (Tyrki suzlar devonu). T. I, Taskent 1960.
Rasid ad Din, “Jami at-Tavarih”. T. I, Kn. I M., L., 1952.
Aristov N. A., Jivaya Starina. Vip. III-IV. SPb., 1894.
Kuzeev R. L., Proishojdenye Bashkirskogo Naroda. M., 1974.
Ebulgazi., Rodoslovnoye Drevo Turkov. Kazan, 1906.
S. E. Malov., Eniseiskaya Pismennost Turkov. M., L., 1952.
S. E. Malov., Pamyatniki Drevneturkskoy Pismennosti. Mongolii i Kirgizii. M., L., 1953.
Arkeolojik Kaynaklara Göre Orta Yenisey Kırgızları / Doç. Dr. Sergei G. Skobelev - Dr. Vladimir N. Nechiporenko - S.V. Pankin [s.391-396]
Novosibirsk Devlet Üniversitesi / Rusya
On üçüncü yüzyıldaki Moğol istilası, asırlar boyunca Orta Sibirya’nın güneyindeki geniş topraklarda ve Sayan-Altay dağlık bölgesinde yaşayan büyük ve eski bir Türk kavmi olan Yenisey Kırgızlarının yaşamlarını tümüyle etkilemiştir. İşgallerden başlayarak Rusların Sibirya’ya gelmesine dek gelen dönemi onların tarihinde karanlık dönem olarak adlandırıyorlar. Bu tanım, ilk önce, yazılı kaynaklarda bu tarihin bu dönemine ilişkin çok az bilgi verilmesine bağlıdır. Gerek Kırgızların kendileriyle ilgili, gerekse de XIII-XIV. yüzyıllarda Güney Sibirya’da yaşamış komşu halklarla ilgili tüm bilgiler günümüzde L. R. Kızlasov’nun başkanlığındaki araştırmacılar grubu tarafından hazırlanmış “Hakasya Tarihi” adlı çalışmada daha derli-toplu ve tam şekilde ifade edilmiştir (İstoriya Hakasii, 1993, s. 117-134). Bu bilgilerin büyük bir kısmı, Moğol istilası, Kırgızların ve Güney Sibirya’nın diğer haklarının Moğol egemenliğine karşı isyanları ve Moğol orduları tarafından bu isyanların bastırılması dönemi olan XIII. yüzyılla ilgilidir. XIV. yüzyıl ve daha sonraki dönemlerle (XVII. yüzyıla kadar) ilgili olarak tarihçilerin elinde bu halkla ilgili sadece birkaç net olmayan hatırlatmalar vardır. Bu durum, Orta Çağ Dönemi’ne ait birçok yazılı kaynaklarda büyük ölçüde adı geçen bu Türk halkının Moğollar sonrası dönemde ne kadar zor şartlar altında bulunduğunun bir kanıtıdır (İstoriya Hakasii, 1993, s. 66-131). Bu yüzden Yenisey Kırgızlarının tarihinin bu dönemine ait en küçük bir bilgi bile büyük önem taşıyor. Günümüzde bu konu üzerine temel kaynaklar arkeolojik bulgulardır. Zira yazılı kaynaklarda herhangi bir yeni bilginin ortaya çıkması beklenmemektedir. Bu yüzden Yenisey Kırgızlarının son Orta Çağ ve Yeni Çağ’ın başlarına ait abideleri üzerindeki arkeolojik araştırmalar büyük önem kazanmaktadır. Günümüzde, gömülme şekline göre muhtemelen Moğol döneminde ait olan sadece birkaç gömü ve mezar araştırılmıştır (Örneğin, S. A. Teplouhov tarafından Krasnoyarsk şehri yakınındaki Çasovennaya dağında yapılan kazılar). Ne yazık ki, gömülerde bulunmuş eşyaların bizzat Yenisey Kırgızlarına ait olduğunu söylemek imkansızdır. Aynı zamanda XVIII. yüzyıla kadar tüm tarihleri boyunca Kırgızlarda ölenlerin yakılması gibi belirleyici bir kültürel-etnik özelliğin olması da ölülerin gömüldüğü adı geçen kabirlerin onlara mal edilmesini imkansız kılmaktadır. Muhtemelen bu kabirler ya yerli Türk olmayan topluluklara (Krasnoyarsk kenti bölgesinde XVIII. asrın başlarına kadar Ket dilinde konuşan topluluklar yaşamışlar) ya da belli bir göçmen topluluğa aittir.
Son yıllarda Novosibirsk Devlet Üniversitesi’nin arkeoloji grubu tarafından Yenisey ve Abakan boyundaki son dönemlere ait mezarlıklarda yapılmış kazılar sonucu, aralarında Yenisey Kırgızlarının Moğol egemenliği altında oldukları döneme ait olanların da bulunduğu bazı ilginç bulgulara rastlanmıştır. Şöyle ki, orta ve son Orta Çağ Dönemi’ne ait I. Koybalı Mezarlığı’ndaki 4 No’lu höyükteki kremasyon/yakma geleneğine ait mezarın araştırılması sırasında tarafımızdan (bronz ve demirden yapılmış bazı diğer parçalarla birlikte) taştan yapılmış dört adet kemer kaplaması ortaya çıkarılmıştır. Sibirya’da benzer bulguların Orta Çağ’a ait olanlarına çok ender rastlanıldığından bu durum çok ilgi çekicidir.
I. Koybalı Mezarlığı Hakasya’nın Beysk ilçesinin Koybalı köyü yakınlarında, Abakan nehrinin sağ sahilinde, nehir vadisine paralel olarak uzanan dağ sırtlarının zirvelerinde ve yamaçlarındaki koyakta yerleşmektedir. Koyaktaki kabirlerin çoğu doğudan batıya sıra şeklinde dizilmiştir. Koyağın dibinden nehrin vadisi kısmen görülebiliyor. Mezarlıkta 30’dan fazla kabrin birkaçı dağın güney sırtının zirvesinde ve güney yamacındadır. Sadece bir obje (4 No’lu höyük) dağın kuzey sırtının güney yamacındaki küçük yükselti üzerinde bulunmaktadır. Abidenin yerinin topografik durumu genelde Orta Çağ Dönemi’nde Yenisey Kırgızlarına özgündür. Burada yaşayanlar mezarlık konusunda herhangi bir bilgiye sahip değildirler. Onlar buradaki objelerin kabir olmadığını düşünüyorlar. Kazılardan önce abidenin yerleştiği alanın bir bölümü çobanlar için bir yaz durağı olmuştur. Dışarıdan mezarlık, devonyen dönemine ait kum taşı parçaları ve kırma taşlarından yapılmış bir eskizi andıran, sadece çok yakından fark edilebilen ve birbirine çok yakın yerleşmiş küçük, eğik ve kısmen çimenle örtülmüş halka şekilli kaplamalar ve dairevi şevlerin sırası şeklinde bir görünüme sahiptir. Yüzeydeki objelerin dış görünümü de Yenisey Kırgızlarının ve onların Kıştımlarının (bağımlı, muhtemelen Türk olmayan topluluk) II. bin yılın başlarında inşa edilmiş mezar anıtlarının yapımına ilişkin genel kabul görmüş görüşlerle de uyumludur (Kızlasov İ. L. 1983, s. 21-24).
Söz konusu mezarlıkta tarafımızdan, yakma ve gömme geleneklerine ait kabirlerin bulunduğu 24 obje kazılmıştır. Moğollardan önceki, (XIII-XV. ve daha sonraki yüzyıllar) dönemlere ait büyük miktarda eşya bulgularına rastlanmıştır. Kabir eşyaları koleksiyonu genelde Yenisey Kırgızlarının ve onların Kıştımlarının (bağımlı topluluk) Orta Çağ’ın ortaları ve daha sonraki dönemlere ait maddi kültürlerine ilişkin mevcut görüşlere uymaktadır (Skobelev S. G. 1988, s. 4-18).
Bizi ilgilendiren 4 No’lu höyük, mezarlıktaki objelerin çoğu gibi koyağın dibinde veya dağın güney sırtında ve sırtın yamacında değil, tek başına dağın kuzey sırtının iç yamacında bulunmaktadır. O, kabirlerin esas grubundan biraz uzakta ve dağın yamacının üst kısmındadır. Bu höyük dağın kuzey sırtındaki tek höyüktür. Devonyen dönemine ait kum taşı levhalarının küçük ve orta boylu parçalarından yapılmış dairevi, eğik ve halka şekilli çıkıntılardan oluşmaktadır. Orta boylu bir çıkıntı 1-2 taş tabakasından yapılmıştır. Çimen tabakası kısmen rüzgarla savrulmuş ve ensizdir. Onun üzerinde çıkıntının taşları arasında bir zamanlar burada özel bir çukur kazılmaksızın toprak üzerine serpilmiş ve muhtemelen doğal etkenler sonucu kısmen karışmış küçük kireçleşmiş insan kemiği ve kömür parçaları gibi yakma kalıntılarına; ayrıca, muhtemelen kemer veya zırh kayışı için demirden yapılmış üç adet menteşeli kaplama, demirden yapılmış farklı ölçülerde üç adet çivi, hangi amaçla kullanıldığı belli olmayan (muhtemelen eyer parçaları) iki adet kenet, oval levha şekilli bronz kopça parçası, koni şekilli helezon yivli sapı bulunan üç yelekli ve üç levhalı ok sonluğu, muhtemelen kemer için kullanılan dört adet taş kaplama, muhtemelen bu kaplamalardan biriyle beraber kullanılan dikdörtgen şekilli ince bronz levha parçasından oluşan kabir eşyalarına rastlanılmıştır (Şekil:1-15).
4 No’lu kurganın yakınındaki küçük yalın alanda kum taşı parçaları yığını arasında esas objenin eklentisinde bir metreden az bir mesafede halka şekilli bir küpeyi andıran gümüş tellerden yapılmış bir eşya bulunmuştur (Şekil: 16). Bu eşyanın bulunduğu yer esas yapının doğusundadır. Onun (küçük ölçülü ve hafif olması nedeniyle) buraya, bölgede hakim olan batı rüzgarlarıyla höyükten atılarak getirildiği düşünülebilir. Höyükte bulunmuş demir eşyaların bir bölümü ateşte hafifçe yakılmış ve önemli ölçüde korozyona uğramıştır. Gömme geleneğine bakarsak, bu objenin Yenisey Kırgızları tarafından yapıldığını emin bir şekilde söyleyebiliriz.
4 No’lu höyükteki kabir eşyaları içinde menteşeli üç adet kemer kaplaması spesifik biçimleri sayesinde tarih belirleyici daha fazla özelliğe sahiptirler (Şekil: 1-3). Yenisey Kırgızlarının abidelerinde bunların birebir benzerlerine rastlanmamasına rağmen, bu kaplamalara yakın olanları bulunmaktadır (Kızlasov İ. L. 1983, s. 60). Kırgız kabirlerinden bulunmuş eşyaların,onların ayrı ayrı parçalarının özelliklerine göre kısmi kronolojisinin yapılması çabalarının artık gerçekleştirilmiş olması ve bu kaplamaların yapılış şeklinin özelliklerine göre (özgün çizgiler ve parçaların orantısı Yenisey Kırgızlarına özgü olan desenlere ve benzer mamullerin yüzeylerinin gümüşle kaplanması izlerine rastlanılmaması) L. R. ve İ. R. Kızlasovlar tarafından önerilmiş Askiz uygarlığı dönemlerinin (Kızlasov İ. L., 1983) hiçbirine ait olmaması nedeniyle onların hangi döneme ait olduklarını on yıldan az sapmayla belirlemek mümkün değildir. Bununla birlikte dış görünümlerine, kendilerinin ve ayrı ayrı parçalarının, (örneğin sonlukların) yapılış şekline göre onların Yenisey Kırgızlarına ve M.S. II. bin yıla ait olduğu görülmektedir. Kurganda bulunmuş eşyaların diğer eşyaların bir bölümü (kenet ve çiviler) çok geniş kullanım alanına sahip olup her hangi bir kronolojik özellikleri yoktur (Şekil: 4-8).
Bulunan eşyaların büyük bir bölümünün, Yenisey Kırgızlarının bu ve bazı komşu bölgelerdeki günümüze kadar araştırılmış abidelerinde benzerlerine rastlanılmamıştır. Bunlara özellikle ok sonluğu, gümüş eşya ve taş kaplamalar, II. bin yılın başlarına ait Kırgız abideleri için özgün olmayan bronz kopça parçası aittir. Şöyle ki, emin bir şekilde ne üç levhalı, ne de üç yüzlü adlandırılamayacak demir ok sonluğu, özellikle onu Güney Sibirya’nın Orta Çağ’ın son dönemine ait eşya koleksiyonu açısından ender kılan özgün bir biçimde hazırlanmış helezon yivli sapına göre bu döneme ait mevcut bulgular içinde sıra dışı göstermektedir (Hudyakov Y. S., 1986, s. 209-216; Kızlasov İ. L., 1983, s. 38). Tüm Sibirya’nın Orta Çağ Dönemi’ne ait abidelerinde de benzer bir eşyaya rastlanmamaktadır. Bununla birlikte bu ok sonluğu onu üç levhalı olarak adlandırmaya olanak sağlayan bazı özelliklere sahipse de son Orta Çağ’ın son dönemine ait olduğu söylenebilir. Zira araştırmacılara göre, Kırgızların yaşadığı bölgede X-XIII. ve hatta XVIII-XIX. yüzyıllarda üç levhalı ok sonlukları mevcut olmuştur (Kızlasov İ. L., 1983, s. 38, 50, 107, 116, 124; Kızlasov İ. L., 1999, s. 190). Keskin kapalı uçlara sahip halka şekilli bir küpeyi andıran gümüş tellerden yapılmış eşyanın (Şekil: 16) birebir benzerlerine de rastlanmamaktadır. Sadece, Ob nehri boyunda, Tomsk’ta Orta Çağ’ın son dönemine ait kabirlerden birinde şekil itibarıyla kısmen buna benzeyen ve küpe adlandırılan (ne yazık ki, hangi maddeden yapıldığı belirtilmemiştir) bir eşya bulunmuştur (Pletneva L. M., 1990, s. 66, Şekil 49).
Kemer üzerindeki taş kaplamalar (biri dikdörtgen şeklinde, ikisi siper şekilli ve en küçüğü kalp şeklinde) nefritten (yeşim taşından) yapılmış ve süt beyazı ve yeşilimsi renklerdedir. Normalde, bunların yeşil renkte olması gerekir. Süt rengini ise ateşte yakıldıktan sonra (yani, feldispata dönüşme) almış olabilir (deneyler RBA Sibirya Şubesi’nin Jeoloji ve Jeofizik Enstitüsü’nde yapılmıştır). Bunlar genelde çok fazla yıpranmamışlar. Sadece siper şekilli kaplamaların birinin üzerinde küçük bir çatlak, kalp şeklindeki ve muhtemelen daha fazla yakılmış kaplamanın üzerinde ise arka ve ön yüzeylerde parçalanma izleri bulunmaktır. Taş çok kaliteli bir biçimde işlenmiştir. Tüm kaplamalar kaypak yüzeye ve (dikdörtgen) kesme kenarlara, düzgün hatlara, titizlikle yapılmış deliklere sahiptir. Hatta deliklerin arka yüzündeki kenarlar titizlikle alınmıştır. Dikdörtgen şekilli (kareye yakın) kaplamanın üzerinde ön yüzünde bir kenardan diğer kenara kadar iki paralel çizgi çizilmiştir. Çizgilerden biri perçin deliklerinin kenarına teğettir. Kaplamanın arka yüzünün orta kısmında kenarları düzgün bir şekilde kesilmiş dikdörtgen şekilli taşın kalın yerinde küçük bir oyuk vardır. Siper şeklindeki kaplamaların üçer, dikdörtgen şekilli olanın dört ve kalp şekilli olanın ise iki perçin deliği vardır (Şekil: 11-14). Kalp şekilli kaplamada arka yüzün deliklerden birinde kaplamayı kemere birleştiren bronz perçinin bir parçası kalmıştır. Diğer kaplamalardaki deliklerde perçin izleri kalmamıştır. Kabirde önceleri muhtemelen dikdörtgen şekline sahip olmuş ince bronz levhanın bir parçası bulunmuştur. Onun bir köşesinde fazla yıpranmamış daire şekilli delik, diğer köşesinde ise parçalanmış benzer bir delik bulunmaktadır (Şekil: 11). Biçimine, ölçülerine ve deliklerin yerleşimine göre bu bronz levha en büyük (dikdörtgen şekilli) taş kaplamaya birebir benzemektedir. Kaplamalar kemere muhtemelen perçinler aracılığıyla monte ediliyordu. Bu perçinler daha güvenli olsun diye kemerin iç tarafındaki destek görevini yerine getiren benzer metal levhalara birleştiriliyordu.
Yenisey Kırgızlarının bugüne kadar araştırılmış kapalı arkeolojik bir bütün oluşturan abidelerinde araştırmacılar henüz kemer veya zırh kayışı için benzer nefrit kaplamalara rastlamamışlardır. Bunların tek benzeri O. B. Belikova tarafından kazısı yapılan Aşağı Çulım’daki Zmeyinkin Höyük Mezarlığı’nda 58 No’lu höyükte bulunmuş nefrit levhadır. Belikova onu Yenisey Kırgızlarının kültürlerinin yerel, Orta Çulım varyasyonuna ve son Orta Çağ (XIII-XV. yy.) Dönemi’ne ait etmiştir (Belikova O. B. 1996, s. 99). Bu levha yayvan dörtgen şekilli olup, yüzeyleri biraz eğilmiş ve birbiriyle ikişer ikişer “gizleme” yöntemiyle birleştirilmiş dört çift deliği bulunmaktadır (Belikova O. B. 1996, Şekil 45, 13). Onun uzunluğu 6 cm’den bir kadar fazla, genişliği 3 cm’dir. Bu da onun I. Koybalı Mezarlığı’ndaki 4 No’lu höyükten bulunmuş kareye yakın bir şekle sahip olan en büyük levhadan iki defa büyük olduğu anlamına gelmektedir. O. B. Belikova bulduğu levhanın kemer kaplaması olduğunu düşünmektedir (Belikova O. B. 1996, s. 92). Ancak levhanın kabirde bulunduğu yer (kelle kalıntılarının yanında bulunmuştur) ve levha üzerindeki bu büyüklükte bir eşyayı kemere monte ederken yeteri kadar dayanaklılık yaratamayacak deliklerin biçimsel özellikleri, levhanın kemerin bir parçası olduğunu net olarak söylemeye imkan vermemektedir. Gerçi, gizleme yöntemiyle hazırlanmış delikler aracılığıyla kemere birleştirilen küçük kaplama örneklerine İç Moğolistan ve Çin topraklarındaki Orta Çağ’ın son dönemine ait abidelerde rastlanılmaktadır (İstoriçeskie pamyatniki…, 1987, s. 94). Onun, baş giysisinin bir parçası olduğu ve iplerle baş giysisine birleştirildiği ihtimali daha yüksektir. I. Koybalı Mezarlığı’nın 4 No’lu höyüğünde bulduğumuz dört adet nefrit (yeşim taşı) kaplamaları ise büyük olasılıkla kemer parçası olduğunu söyleyebiliriz. Zira onlardaki deliklerin biçimi ayrıca özel destek niteliğindeki ek parçanın bulunması bunları perçinler aracılığıyla kemer üzerine sıkı bir şekilde bağlamaya olanak sağlamaktadır. Bu kurganın kabir eşyaları içinde, birebir benzerlerinin M.S. II. binyılın başlarına ve daha sonraki dönemlere ait Yenisey Kırgızlarının abidelerinde de rastladığımız levha parçası bulunan oval şekilli bronz kopçanın parçalarının bulunması kaplamaların kemer parçaları olduğunu söylememiz için ek dayanak oluşturmaktadır (Şekil: 10). Böylece Yenisey Kırgızlarının kendilerinin yaşadığı bölgede benzer türden kemerlere rastlanılmamıştır. Bu da gerek onun menşeini, gerekse de ait olduğu dönemi belirlemeye engel olmaktadır. Tesadüfi bulgular (bölgeden toplanmış) içindeki birkaç benzer eşya, menşelerinin özellikleri nedeniyle bu tür sorunların çözümünde yardımcı olamamaktadır. Biçimlerine göre tasvir ettiğimiz nefrit kaplamalara benzeyen ve daha önceki dönemlere ait olan (Erken ve Orta Çağ) metal kemer kaplamaları Güney Sibirya bölgesindeki kapalı höyüklerde çok sayıda bu tür mamullere rastlanılması, fakat bir tane de olsun taş kaplamaya rastlanılmaması nedeniyle birebir benzerler olarak kabul edilemez (Dobjanskiy V. N., 1990.) Bu durumda farklı dönemlere ait mamullerin tesadüfi benzerliğinden bahsedilebilir. Bunun dışında metal ve taş gibi birbirinden farklı imal özelliklerini de göz önünde tutmak gerekmektedir. Bu yüzden benzer kemerlerin kullanıldığı komşu bölgelere de bakmamız gerekir.
Kemer kaplamalarının yapımında nefrit ve diğer taşların kullanılması Doğu ve Orta Asya’da biliniyordu. Şöyle ki, bir Tszin dönemi yazarının “Büyük Tszin Dönemindeki Cezalandırıcı Seferlere İlişkin Notlar” adlı eserinde Çjurcjenlerin 1126 yılında Çin’den “nefrit ve altınla kaplanmış kemerler” aldıkları belirtilmiştir (Vorobev M. V., 1983, s. 90). Tszin İmparatorluğu’nun memurlarının kemerleri nefrit, fildişi ve gergedan boynuzu ile süsleniyordu (Vorobyov N. B., 1983, s. 92).
At koşum takımları için öngörülen taş kaplamalara da rastlanmaktadır. Şöyle ki, İç Moğolistan (Çin Halk Cumhuriyeti) bölgesindeki kazılarda bulunmuş son Kidan Dönemi’ne ait kabirlerden birinde bulunmuş, Tszı (zadegan unvanı) unvanlı bir ayana mahsus at koşum takımı akik taşından yapılmış 43 adet daire, ibre, beşgen ve altıgen şekilli kaplamalarla süslenmiştir. Son Kidan Dönemi’ne ait bir diğer kabirde benzer kaplamalara rastlanmıştır. Tüm bu parçaların eğik kenarları bulunmamaktadır. Bu da onları daha sonraki dönemlere ait kemer kaplamalarından farklı kılmaktadır (İstoriçeskiye pamyatniki… 1987, s. 94). Bu taş mamuller yapımı itibarıyla onlarla aynı döneme ait olan metal kaplamalara benzememektedir. Bu da Güney Sibirya bölgesindeki daha erken dönemlere ait metal ve daha sonraki dönemlere ait taş kaplamaların biçimlerinin tesadüfi benzerliğine ilişkin yukarıda söylediğimiz tezimizi doğrulamaktadır. Aynı zamanda son Kidan Dönemi’ne ait kabirlerden bulunmuş taş kaplamalardan bazıları daha sonrakiler için başlangıç kalıbı oluşturmuştur. Şöyle ki, ibre şekilli kaplamalar, kalp şekillilere dönüşmüş, beşgen şekilliler ise (koleksiyonda sayısı en çok olanlar) siper şeklini almış olabilir.
Bellidir ki, Ming İmparatorluğu döneminde (XVI-XVII. yy.) Çinliler deriden yapılan ve “yuyban”, “tszinban”, “tszyoban” adlandırılan dekoratif nefrit, metal veya boynuz levhalarla ve “gou” adlandırılan kopçalarla süslenen “geday” isimli kemerler kullanmışlardır. (Sıçev L. P., Sıçev V. L., 1975, s. 36). Şöyle ki, Ming Hanedanı’ndan olan İmparator Van Li’nin (Ven Li) (1573-1620) Çinli arkeologlar tarafından kazılmış türbesinin yakınındaki paviyonun standında bu hükümdarın beyaz nefritten yapılmış siper şekilli, kalp şekilli ve dik dörtgen şekilli büyük ölçülü (yaklaşık avuç büyüklüğünde, I. Koybalı Mezarlığı’ndan bulunmuş kaplamalardan üç-dört defa büyük) kaplamalarla süslenmiş deri kemeri sergilenmiştir. İmparatorun türbesinin yakınındaki onursal mezarlıktaki ordu komutanı heykelinin kemerinde de, kalp şekilliler de dahil olmakla benzer, fakat İmparator’unkine oranla çok daha küçük kaplamalar tasvir edilmiştir (Dingling Tomb, 1989, s. 46). Lyaonin eyaletinin Şenyan kentindeki eyalet müzesinin standında 1975 yılında Anşan kentinde yapılan Yuan Dönemi’ne ait Hanedan Mezarlığı’nın kazıları sırasında bulunmuş kemer parçalarının tam takımı sergilenmiştir. Bu kemerde yayvan oval şekilli çerçevesi bulunan siper benzeri kopça, akik taşından yapılmış kalp şekilli, dikdörtgen ve hatta kare biçiminde orta boyda kaplamalar, ayrıca kapalı keskin uçları bulunan liften yapılmış yüzük şeklindeki kalp benzeri iki metal kaplama bulunmaktadır. Metal kaplamalar I. Koybalı Mezarlığı’nın 4 No’lu höyüğünde yalın alandaki taş yığını arasında bulunan ve başlangıçta küpe olarak tanımladığımız gümüş eşyaya çok benzemektedirler (Şedevrı arheologii…, 1986, s. 16).
I. Koybalı Mezarlığı’nın 4 No’lu höyüğünde bulduğumuz nefrit kaplamalar biçimlerine göre kemerlerde kullanılmış daha sonraki dönemlere ait örneklere, gümüş mamül ise Şenyan Müzesi’ndeki Yuan Dönemi’ne ait kemer parçalarına daha çok benzemektedir. Belirtmek gerekir ki, Anşan kentinden bulunmuş kemerin üzerinde şekil itibarıyla sanki Yuan Dönemi gibi daha sonraki dönemlere özgü olmayan bir kopça bulunmaktadır. En azından Güney Sibirya arkeolojisi bulgularından ve günümüzde onlar için uygulanan kronolojik belirleme cetvelinden yola çıkarak bu kemeri aynen I. Koybalı Mezarlığı’nın 4 No’lu höyüğünde bulunmuş kopça parçaları gibi I. bin yılın son yüzyıllarına ait sayabiliriz. Ancak bununla birlikte Anşan’daki kabrin Yuan dönemine ait sayılması, özellikle de benzer eşyaların bulunduğu İmparator Van Li’nin türbesinin tarihi konusunda kuşku duymak için hiçbir neden bulunmamaktadır.
Araştırdığımız höyükte bulunan kaplamaların Anşan’daki Hanedan Mezarlığı’nda bulunan eşyalara oranla çok daha küçük ölçüde olduğundan yola çıkarak bizim incelediğimiz kemerin sahibinin Lyaonin eyaletindeki kabirden bulunmuş kemerin sahibi olan Yuan İmparatorluğu memuruna oranla daha aşağı sosyal statüye (ve
ya rütbeye) sahip olduğu düşünülebilir. Bu, I. Koybalı Mezarlığı’ndaki 4 No’lu höyükteki kabir eşyaları içindeki demir mamullerin (üç adet menteşeli kaplama ve ok sonluğu), eşyaların özelliklerine göre kesin bir şekilde dönemlere ayrılan Askiz uygarlığının kronolojik çerçevesine uymadığını; Sibirya’da benzer nefrit kaplamaların bulunduğu kazıyı yapan O. B. Belkova, tarafından yukarıda da belirtildiği gibi, Kırgızların Çulum’daki diğer abidelerinden daha sonraki döneme ait sayıldığını (Belkova O. B. 1996, s. 99-101) dikkate alırsak bulunmuş kaplamaların Yuan ve Ming dönemlerine ait Çin’de bulunmuş eşyalarla benzerliğini de göz önünde bulundurarak bu kurganın Moğol ve hatta Moğollardan sonraki döneme (yani XIV-XV. yy.) ait olduğunun düşünülebileceği anlamına gelmektedir. Muhtemelen, onun mezarlıktaki özel konumu da (diğer objelerden ayrı bulunması ve diğerlerine oranla daha yüksekte yerleşmesi) burada gömülmüş adamın özel sosyal statüye sahip olduğu fikrini desteklemektedir. Bu kabirde bulunmuş eşyaların benzerlerinin İmparator Van Li’nin ve bu İmparator’un türbesi yakınındaki onursal mezarlıktaki ordu komutanı heykelinin kemerlerinde de bulunduğunu dikkate alırsak onun kesin tarihi XVII. yüzyıla kadar uzayabilir. Ancak kabir eşyaları içindeki diğer parçalara özgü kronolojik nitelikli özelikler nedeniyle, ayrıca Ming Hanedanı döneminde Moğol egemenliğinden yeni kurtulmuş Çin’in “kuzey barbarları” konusunda tamamen soyutlanma politikası yürütmesi ve bu bölgeden kültürel sinyallerin Güney Sibirya’ya ulaşmamasına bağlı olarak bu ihtimal çok düşüktür.
Çin’de bulunmuş benzerinden yola çıkarak I. Koybala Mezarlığı’ndaki kemerin dış görünüşünün restorasyonu yapılabilir. Kopçanın bir kısmı kırılmış levhası muhtemelen çok da uzun olmamış ve kemere perçemler aracılığıyla birleştirilmiştir. Kopçanın her iki tarafında muhtemelen daha büyük taş kaplamalar (dikdörtgen şekilli) yerleşmiştir. Kemerin vücudun yanlarına gelen kısımlarında ise muhtemelen siper şekilli kaplamalar bulunmuştur. Bunları keskin uçları kopçaya taraf çevrilmiş kalp şekilli taş kaplamalar ve aynı şekilde yerleşen metal (lif) kaplamalar izlemiştir. Bel kısmında da dikdörtgen şekilli taş kaplamalar bulunmuş olabilir. Çin’de olan kemerlerde taş kaplamaların sayısı onlarcadır. Muhtemelen Abakan’da bulunmuş kemerin üzerinde de çok sayıda benzer kaplama bulunmuştur. Fakat gömme geleneğinin özellikleri nedeniyle onlar günümüze ulaşmamıştır. Anşan kentindeki kabirde bulunmuş kemer üzerindeki metal lif kaplamalar sadece iki tanedir.
Kırgızlara ait olduğu kesin olan kabirde (onlara özgü yakma geleneğine ait) muhtemelen Yuan İmparatorluğu memuruna özgü mevki işaretlerinin bulunmasını ya onun buraya bir savaş ganimeti olarak getirilmesi ya da (daha gerçekçi olanı) Kırgızlardan birinde benzer resmi rütbenin bulunması ve onun yerel yönetimden olmasıyla açıklanabilir. Bilindiği üzere, Güney Sibirya halklarının Moğollar tarafından 1293 yılında tamamen itaat altına alınmasından sonra Sayan-Altay dağlık bölgesi Lin-bey (Lin-Bey, Linbey) eyaleti adıyla Yuan İmparatorluğu’na dahil edilmiş ve Yuan Hanedanı’na sadık olan Orta Asya Kırgızları buraya göçürülmüştür (Kızlasov L. R., 1965, s. 59-61). Onların içinden çıkanlar Lin-Bey eyaletinin “Kırgız” bölgesindeki bu topraklarda yönetim yetkileri ve uygun mevki işaretleri almış olabilirler (İstoriya Hakasii…, 1993, s. 125, 128-129). Yazılı kaynaklardaki bilgilerden yola çıkarak, yalnız 1293 yılından sonra Kırgızların topraklarında bu bölgeleri Yuan İmparatorluğu’nun mevcut topraklarıyla birleştiren idari taksimatının yapıldığını söylemek mümkündür. Moğol kabilelerinin Yenisey Kırgızları üzerindeki egemenliği ise Yuan İmparatorluğu’nun 1368 yılında yıkılmasından sonra da XVII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Ruslar gelinceye kadar onlar Kuzey Moğol Devleti olan Altın-hanların egemenliği altında olmuşlar. Buna bağlı olarak, XI-XVI. yüzyıllar dönemi için bazen “Moğollar sonrası dönem” teriminin kullanılmasını doğru kabul etmek mümkün değil. Zira, Moğolların Kırgızlar üzerindeki egemenliği ve çeşitli kültürel etkileri Rusların Sibirya’ya gelmesine kadar devam etmiştir.
Dolayısıyla, I. Koybalı Mezarlığı’ndaki 4 No’lu höyükte büyük bir ihtimalle Yuan İmparatorluğu’nun Orta Yenisey havzası toprakları üzerindeki egemenliği döneminde (muhtemelen XIII. yüzyılın son yıllarından erken olmamak kaydıyla) veya daha sonraki dönemde (yani Moğolların feodalliklere parçalandığı dönemde) yaşamış bir Kırgız gömülmüştür. O, İmparator’un (veya Yuan Hanedanı’nın) yıkılmasından sonra bir Moğol bey hizmetinde bulunmuş ve mevki işaretleri olarak özel kaplamaları bulunan kemere sahip olmuştur. Muhtemelen, o, az veya orta sayıda bir insan grubu (Yenisey Kırgızları ve onların Kıştımları) üzerinde kendi hükümdarı adına yönetim yetkilerini gerçekleştirmiş, bu insanlar da onun kökenini göz önünde bulundurarak kendi, yani Kırgız mezarlığında gömmüşler. Özel statüye sahip olması nedeniyle, bu adamın cesedinin yakılmasından geriye kalanlar için höyük, bir bölümü muhtemelen daha önce yapılmış kabirlerin bulundukları yerden bir kadar kenarda ve yüksekte yapılmıştır. Bu kabrin bulunması ve araştırılması, orada bulunan eşyalar son Orta Çağ Dönemi’nde Moğolların egemenliği altındaki Yenisey Kırgızları toplumunun sosyo-politik düzeninin bazı yönlerini ortaya koyan bir görüntü sergilemektedir. Ne yazık ki, bu, günümüzde yukarıda
açıklanan nedenlerden dolayı gösterilen tarihi döneme ait edilebilecek benzer nitelikteki arkeolojik menşeli tek örnektir.
Kazısını yaptığımız mezarlıkta bulunan ve bir kısmı XIV-XVII. yüzyıllar Doğu Asya abidelerine benzeyen orijinal bulguları araştırırken ifade ettiğimiz önerileri, ilerideki araştırmalarımızda kullanmamız, ayrıca bu yeni bulguları bilimsel araştırmalar içine sokmamız Sibirya’nın en az araştırılmış son Orta Çağ’ın son dönemine ait eşyaların işlevinin ve kronolojisinin belirlenmesi konularında daha emin bir şekilde yönlenmeye olanak sağlamaktadır. Dolayısıyla, söz konusu araştırmalar Sibirya’nın büyük bir Türk halkı olan Yenisey Kırgızlarının “karanlık dönem”deki tarihinin çeşitli yönlerine ilişkin daha emin bir şekilde konuşabilmemize olanak sağlamaktadır.
Sonuç
Abakan bölgesindeki son Orta Çağ Dönemi’ne I. Koybalı Mezarlığı’ndaki kremasyon geleneğine ait 4 No’lu höyüğün kazıları sırasında kemer için gümüş ve nefritten (yeşim taşı) yapılmış kaplamalar, bu kaplamalardan biriyle beraber kullanılan dikdörtgen şekilli ince bronz levha parçası, oval levha şekilli bronz kopça parçası, koni şekilli helezon yivli sapı bulunan üç yelekli ok sonluğu, demirden yapılmış üç adet menteşeli kaplama ve diğer eşyalara rastlanılmıştır (Şekil: 1-16). Yapılan araştırma dışarıdan küpeyi andıran gümüş lif kaplamanın, dikdörtgen, siper ve kalp şekilli nefrit kaplamaların, ayrıca oval şekilli çerçevesi bulunan levha kopçanın benzerleri, Çin’deki Yuan (XIII-XIV. yy.) ve Ming (XIV-XVII. yy.) dönemlerine ait abidelerde bulunmaktadır. Burada onlar İmparator’un ve ordu komutanının kemerlerinin parçaları olarak yer almaktadır. X-XIV. yüzyıllar Askiz kültürü abidelerine özgü olmayan, sapında yivi bulunan ok sonlukları ve menteşeli desensiz demir kemer kaplamaları araştırılan höyüğün Koybalı Mezarlığı’ndaki kabirlerin çoğundan daha sonraki döneme, yani en erken XIV. yüzyıla ait olduğunu söylememize imkan verir.
Bu biçimde bir kemere Güney Sibirya bölgesinde ilk kez rastlanılmaktadır. Onun incelenmesi sonucu ortaya çıkan veriler bu bölge için hiç araştırılmamış XIV-XVII. yüzyıllar dönemine, yani Yenisey Kırgızlarının Moğolların egemenliği altında bulundukları döneme ait eşyaların tasnifini önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır.
Belikova O. B. Srednee Priçulıme v X-XIII vv. Tomsk, 1996.
Vorobev M. V. Kultura çjurçjeney i gosudarstva Tszin (X v. -1234 g.) M., 1983.
Dobjanskiy V. N. Nabornıe poyasa koçevnikov Azii. Novosibirsk, 1990.
İstoriçeskie pamyatniki kulturı Vnutrenney Mongolii. 30-letie muzeya Vnutrenney Mongolii. Pekin, 1987. (na kitayskom yazıke).
İstoriya Hakasii s drevneyşih vremen do 1917 goda. Pod redaktsiey L. R. Kızlasova. M., 1993.
Kızlasov İ. L. Askizskaya kultura Yujnoy Sibiri X-XIV vv. M., 1983.
Kızlasov İ. L. Skalnıe zahoroneniya - osobaya kategoriya pogrebalnıh pamyatnikov//Pogrebalnıy obryad. Rekonstruktsiya i interpretatsiya drevnih ideologiçeskih predstavleniy. M., 1999.
Kızlasov L. R. İz istorii plemen Altae-Sayanskogo nagorya v XIII-XIV vv. //Uçenıe zapiski Hakasskogo nauçno-issledovatelskogo instituta yazıka, literaturı i istorii. Vıpusk XI. Abakan. 1965.
Pletneva L. M. Tomskoe Priobe v pozdnem srednevekove. Tomsk, 1990.
Skobelev S. G. Otçet ob arheologiçeskih raskopkah v Beyskom, Emelyanovskom, Novoselovskom i Şuşenskom rayonah Krasnoyarskogo kraya v polevom sezone 1987 goda. Novosibirsk, 1988/Arhiv instituta arheologii Rossiyskoy akademii nauk.
Sıçev L. P., Sıçev V. L. Kitayskiy kostyum. Simvolika, istoriya, traktovka v literature i iskusstve. M., 1975.
Hudyakov Y. S. Voorujenie srednevekovıh koçevnikov Yujnoy Sibiri i Tsentralnoy Azii. Novosibirsk, 1986.
Şedevrı arheologii provintsii Lyaonin. Şenyan, 1986. (putevoditel po muzeyu; na kitayskom yazıke).
Dingling Tomb. Bejing, 1989. (albom-putevoditel; na angliyskom yazıke).
Dostları ilə paylaş: |