Hazarlarda İkili Yönetimin Kökeni ve Yahudiliğe Geçiş Şartları / Prof. Dr. Constantine Zuckerman [s.481-490]
Bizans Tarihi ve Medeniyeti Araştımaları Merkezi (CNRS)
Şaşırtıcı derecede çok olan arkeolojik yayınlarla birlikte, büyük bölümünde yazılı kaynakların araştırılmasına dayanılan Hazar çalışmalarındaki son dalgalanmalar Hazarların siyasal, sosyal ve dini tarihi alanlarında yeterli miktarda gerçek ve somut veriler sunmaktadır. Bu alandaki diğer gelişmelerin yanı sıra, yapılan son çalışmalar da Hazar devlet yapısının kudretine ve Hazar’ın ikili yönetim (diarşi) yapısına ışık tutmaktadır.
Hazar siyasetini en kapsayıcı şekilde aktaran yazarlar, dokuzuncu yüzyılın sonu ve onuncu yüzyıl boyunca yaşamış olan Arap coğrafyacı ve tarihçiler olmuştur. Kronolojik olarak birbirine yakın olan bu kaynaklar, Hazaristan’ın siyasi yapısıyla alakalı oldukça statik bir görüş üretmişlerdir. Bu görüşe göre, devletin en tepesinde, gerçek bir iktidara sahip olmayan, sembolik bir kutsal hükümdar, yani “kağan” bulunmaktaydı ve onun şad, bey ya da han gibi yardımcıları kağana sembolik bir saygı göstermek şartı ile devleti yönetmekte, orduları kumanda etmekteydiler. Hazar diarşisi olarak bilinen bu durum, bilim adamları tarafından geleneksel olarak çok eskilere, Kağanlığın kuruluşuna dayandırılmakta ve kökenini Göktürk geleneğinden alan Hazar siyasetinin temel yapısal özelliği olarak algılanmaktadır. Meşhur bir makalesi Hazar araştırmalarında yeni bir basamağı teşkil eden Dieter Ludwig, kendi kendini müdafaa eden bu kavramı eleştirel bir incelemeye tabi tuttu.1 Ludwig, eskiden Hazarlara yapılan atıfların bütün iktidarı kağana mal ettiğini ve bu atıfların dokuzuncu yüzyıldan önceki dönemlere dair diarşinin herhangi bir türünün izlerini ortaya koyamadığını göstermiştir. Daha önce yapılmış çalışmalarda çok daha somut olarak bulunabilecek bu gözlem, Ludwig’i, dokuzuncu-onuncu yüzyıla ait verilerin sadece kendi zamanında geçerli olduğu ve bu yüzden geçmişe yönelik projeksiyonların yapılmaması gerektiği fikrine götürdü. Diarşi, Hazar siyasi yapısının baştan beri var olan bir özelliği olmayıp, daha sonra edinilmiş bir özelliğidir. Aynı tarihlerde ama Ludwig’den bağımsız olarak, daha önce kısa bir makale olarak yazdığı, daha sonra Ludwig’in çalışmasına atıflarla geliştirdiği “The Khazar State and Its Role in the History of Eastern Europe and the Caucasus2 isimli bir monograf kaleme alan Anatoliy P. Novosel’cev de aynı çizgide akıl yürütmekteydi.
Ancak, Ludwig ve Novosel’cev tarafından ileri sürülen fikirler, son zamanlarda yapılan pek çok çalışma üzerinde herhangi bir tesir icra etmedi, aşağıda genişçe bahsedeceğimiz gibi, Peter B. Golden’ın hiçbir değişiklik yapmadan geleneksel şemaya uyduğunu ve bunun Kevin A. Brook’un el kitabına da böyle geçtiğini burada not etmeye değer.3 Bu yüzden, ilk etapta çatışan yorumlara açıklık getirecek bir bakış teşebbüsü için, süregiden tartışmalara bir göz atmak konusunda iyi bir sebebimiz bulunmaktadır. Yeni unsurlar ortaya koymak kadar, gerektiğinde Ludwig ve Novosel’cev’in mantık yürütmesine yeniden müracaat etmek ve gerektiğinde de onlardan ayrılmak amaçlarımız arasındadır. Bu meseleye, sadece Hazar tarihinin bu çok önemli kavşaklarında dış ve iç baskıların karmaşık etkileşimini anlamak, açıklık getirebilecektir. Kağanın iktidar ve otoritesinin düşüşe geçiş süreci, Kağanlığı batıdaki topraklarından eden 830’lardaki Macar istilası tarafından tetiklenmiştir. Hazaristan’ın
860’ların başında Yahudiliğe geçişinin ise, şad’ın soyundan gelerek krallığa terfi eden ve bu kralın kurduğu bir paralel yeni hanedanı meşrulaştırdığı doğrulanmaktadır.
I. Diarşi’nin Kavramsal
Çerçevesi: “Göktürk Geleneği” veAşina Mirası Olduğu Varsayımı
İptidai bir Hazar diarşisi kavramı genellikle bir eski Türk geleneğine atıfla desteklenmektedir ve Hazarların bu geleneği etkinleştirdiği söylenmektedir. Daha spesifik bir şekilde söyleyecek olursak Hazar Kağanlığı’nın, İlk Göktürk Kağanlığı’nın hükümdarlık hanedanının bir evladı olan Aşina tarafından kurulduğu düşünülmekte ve Aşina’nın tamamen meşru bir şekilde Hazarları step imparatorluğuna taşımayı başardığı belirtilmektedir. Sadece karizmatik niteliklerinin açıklayabileceği ya da en azından mümkün kılabileceği şekilde, bu dönemde, esas hükümdarın yanında, devleti gerçek anlamda idare edecek bir yardımcı yönetici şef ithal edilmiştir.
Ancak, Hazar diarşisininya da çift başlılığınının-veya Golden’ın tabiriyle “İkili Kağanlık”ın4 bir Türk geleneğinden kaynaklandığını söylemek yanıltıcı olmaktadır. Kutsalkaderin (kut) yapıcısı, üstün hükümdarın yardımcılarının İlk Türk Kağanlığı’ndan başlayarak Türk devlet oluşumlarında yaygın şekilde yer aldıklarında hemfikiriz. Zaten bu, kağanın ve onun iktidarının kutsal orijini düşüncesinde ifadesini bulur, mesela tahta oturma sırasında yapılan ritüelde bülbül bağırsağı kullanılması da sırf kağanın kutsal kanının yerlere dökülmesinin istenmemesindendir.5 Şu da iyi anlaşılmalıdır ki, bir Türk Kağanının sureten/görüntüde kutsal olan konumu, gerçek otoriteyi ele almasını engellemez. Sonuç olarak, Türk kağanlarının yanısıra, Hazar şadlarına atfedildiği şekilde, bir kurumsallaşmış alternatif yönetici iktidar konumu bulunmamaktadır.
Birinci Göktürk Kağanlığı’nın toprak bakımından iki parçaya bölünmesi, Doğu’daki kağanın Batı’daki yabgu-kağan üzerinde nominal bir hiyerarşik üstünlüğünü netice verdi. Fakat, uygulamada ikincisinin birincisinden tamamen bağımsız olduğu ve her ikisinin de kendi saygın hükümranlık alanlarında tam yetkili hükümdarlar oldukları genel kabul görmektedir. Bu düzenlemeyi tanımlamakta “ikili/dual Kağanlık” ifadesi, pek bir ortak yönleri bulunmayan, Hazar diarşisinden çok daha uygundur.
Bu konuda, Aşina’nın varsayılan mirasından ya da hanedan transferinden çıkarılan herhangi bir fikir ise çok daha zayıftır. Çarpıtılmış bir metinden yola çıkıp, bu metni çok tartışmalı bir şekilde yorumlamak suretiyle A. Zeki Velidi Togan, Hazar diarşisini Hazar kağanlarının Aşina soyundan gelmelerine bağlamaktadır. Bu tezi ve bu tezin kışkırttığı itirazları açık bir şekilde anlamak çok önemlidir.
Bir Farsça coğrafya eseri olan Hudûdü’l-Alem (982/3), başkentleri Atil’in tasviri de yer alacak şekilde, Hazarların ülkesi hakkında kısa bir bölüm içermektedir. Bu şehir söz konusu eserde şöyle takdim edilmektedir: “Ansa’nın soyundan Tarkan Kağan diye tanınan hükümdarın tahtının bulunduğu yerdir. Şehrin yarısında Müslümanlar, diğer yarısında ise putperestler yaşamaktadır. Bu hükümdarın, bu şehirde her biri ayrı bir inanca sahip olan yedi hakimi bulunmaktadır. Çok önemli bir dava önlerine geldiğinde, günün hangi saatinde olursa olsun, bunlar hükümdardan yol göstermesini ya da dava hakkında karar vermesini isterlerdi.”6 Togan Ansa ismini Asena-Aşina şeklinde düzeltmiştir.7 Aşina’nın Hazarlarla birlikteliğinin muhtemel şartlarına dair birkaç tez ileri sürülmüştür. Omelian Pritsak, 620’lerde bir yönetici Türk boyundan gelme komutanın Kafkaslar’da bir Hazar ordusunu kumanda ettiğini belirtmektedir. Mikhail I. Artamonov ise, daha sonraki bir dönemde vuku bulan bir olayla bağlantılı bir hipotez ortaya atarak, 650’lerde Batı Göktürk Kağanlığı’nın nihai çöküşüne yakın bir tarihte, bir Aşina veliahdının kaçarak Hazarlara sığındığını ileri sürmektedir.8
Ancak, Hudûdü’l-Alem’ın mütercimi ve en önde gelen yorumlayıcısı olan Vladimir Minorsky, Togan’ın metin üzerinde yaptığı restorasyonu keyfi ve felsefik açıdan kabul edilemez bularak, red etti. O, Hudûdü’l-Alem’da yer alan Hazaristan ve komşu ülkelerin tasvirlerinin aynı kaynaktan türediğini gösterdi, bu kaynak şimdi yaygın olarak dil araştırmalarında, Fransızca’da Relation Anonyme ve Rusça’da Anonimnaya zapiska olarak bilinmektedir. Paralel tasvir ve tanımlamalara İbn-i Rusta ve Gardizi’nin eserlerinde de rastlanmakta, ancak hiçbir şekilde ismi Asena’ya çeivirecek bir yol bulunmamaktadır. Bu her iki metinde de Hazar hükümdarının ismi yer almakta ve bu isimler İbn-i Rüşt’te Işa (Ayşa), Gardizi’de ise Abşad şeklinde okunmaktadır. Minorsky, bu okumaların yaygın bir Türk unvanı olan “şad”ı gizlediği (bu analiz hiçbir şekilde benim bilgilerime ters düşmemektedir) ve Arapça bir terimin Farsça bir derleme olan Hudûdü’l-Alemyazarı tarafından yanlış anlaşılarak, hükümdarın unvanını, bu hükümdarın atalarının ismine nasıl dönüştürdüğünü gösterdiğini ileri sürmektedir.9
Hudûdü’l-Alem’ın ifadeleri, daha ileri boyutta, Novosel’cev tarafından da tartışılmıştır. Novosel’cev söz konusu eserlerin Batı Avrupa halklarından bağımsız bir bilgiyi sergilemediğini gözlemleyerek, paralel metinlerin yokluğunda bile, bunların Hazarlar hakkında devrim yaratacak yeni bir veri sağlamasının olanaksız olacağını farketmiştir. Novosel’cev, Minorsky’nin filolojik analizini kabul ederek, Hazar kağanların Aşina soyundan geldiğine dair teorinin kaynaklarda herhangi bir temelinin bulunmadığı sonucuna varmıştır.10
Minorsky’nin tezinin gücü, Togan’ın Hudud metnini restore etmesini “sehr zweifelhaft” şeklinde tanımlayan Ludwig’i de etkilemiştir, ancak yine de, Ludwig, Hazaristan’daki Türk geleneğinin süreklilik unsurlarından dolayı, Hazar Kağanları’nın Aşina soyundan geldiğini kabule meyl etmiştir.11 Benzer bir şekilde, Golden yayınları da Hudud’daki Aşina düzeltmesini üç soru işaretiyle belirtmesine rağmen, Aşina bağlantısının “Steplerdeki tek meşruiyet kaynağı olduğu” görüşünü devam ettirmiştir.12 Daha önce yapılmış olan bir çalışmada, Minorsky’nin analizinin tutarlılığını kabul etmesine rağmen Golden, “şartlara bağlı” tarihi kanıt ibaresiyle Togan’ın düzeltmesini muhafaza etmiştir.13 Ancak bu fasit bir tartışmadır. Hiçbir kaynak, Hazar Kağanlarının, Göktürk Kağanlarının varisleri olduğunu göstermemektedir. Şayet, Hazar hanedanın meşruiyeti için Aşina soyundan olması çok önemli olsaydı, bununla alakalı açık ifadelerin metinlerde bulunması gerekirdi. Görüldüğü gibi, tam anlamıyla bu modern kavram, a priori (baştan kabul edilmiş) formüle edilerek, daha sonra kendi görüşlerini desteklemek için delil olarak kullanılmıştır.
Hazar Kağanlarının bu hayali Aşina ataları, mevcut kanıtlar çerçevesinde, hiçbir şüpheye mahal vermeksizin reddedilirken, Hazar siyasetinin Göktürk geleneklerine bağlılığı inkar edilemez bir gerçeği oluşturmaktadır. Bu yüzden, Hazar diarşisi için bu geleneğin ne bir model, ne de bir açıklayıcı unsur olamayacağının üzerinde önemle durmamız gerekir. Kesin bir ifadeyle 660’larda, ortaya yeni çıkan Hazar Devleti’nin hükümdarı kendisi için üstün Kağan unvanını seçtiğinde, Göktürk Hanlığı’nın şartlarını düşünerek en yüksek seviyedeki yönetim gücünü tecessüm ettirmiştir. Geleneksel Türk Kağanlık modeli, en fazla, müstakbel diarşinin potansiyel bir doğma zeminini oluşturmaktaydı. Geriye doğru baktığımızda, kağanın başlangıçtaki kutsallaştırılmasının nasıl uzlet ya da iktidardan uzaklaşmaya doğru tekamül ettiğini görebiliriz. Göktürk Kağanlığı’nda olmayan bu transformasyon/dönüşüm, gerçek anlamda Hazaristan’da vuku bulmaktaydı. Bunun neden/niçin ve ne zaman olduğunu açıklamak da bize düşmektedir.
II. Kanıtların Durumu:
Kağan ve Bey
Şayet, Ludwig ve Novosel’cev’in tezleri üzerinde zor da olsa tekrar değinilmeye ihtiyaç duyan bir nokta varsa, o da kağanın başlangıçtaki tam muktedir pozisyonuyla alakalıdır. Hazar Kağanı’ndan ilk kez bahsedilen aynı çağa ait Ermeni Coğrafya’sının (670)14 kısa versiyonundan bu yana, en çok Yunanca, Ermenice, Arapça olmak üzere elimizden geçen çok sayıdaki kaynak, ilk kağanların yüksek monarşik iktidarları konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır. Kağan elçileri kabul ve savaş meydanlarında ordularını kumanda ederdi, kızlarını ya da kız kardeşlerini bir yabancı hükümdarla evlendirirdi ve bu görevleri yerine getirirken de otoritesini/yetkilerini hiç kimseyle paylaşmazdı. Yedinci yüzyılın sonlarından sekizinci yüzyılın ortalarına kadar kağan iktidarını bir bütün olarak elinde tutmuştur ve bu dönemde herhangi bir “şad”a dair ize rastlanmamıştır.
Bu net resim, Hazar tarihinin başlangıcına dair veriler yerine başka döneme ait veriler kullanılmak suretiyle, pek çok çalışmada muğlaklaştırılmış/karartılmıştır. Böylece, mesela, D. M. Dunlop, Ya’kubi’nin dokuzuncu yüzyılın sonunda) tasvir ettiği Şah Kavad’ın (488-531) kağanları ve yardımcısı (halife) tarafından kumanda edilen “Hazarlar”a karşı giriştiği savaşı misal olarak göstermektedir. “Kağan ve yardımcısının başı çektiği Hazarlar”ı böylesine erken bir tarihte keşfetmesinin başlangıçta verdiği şaşkınlığa rağmen, Dunlop bu kanıtı çifte hükümdarlığa bir delil olarak kabul etmeye meyl etmiştir.15 Bazı bilim adamları da yanılgıya düşerek, 628-629 yıllarında Azerbaycan’da konuşlanan ve Herakleios ile ittifak kuran Batı Göktürk Kağanlığı ordularını komuta eden Türk Şadı’nı, bir yüksek rütbeli Hazar zannetmekteler ve onun ordularının da Hazarlardan olduğu yanlışına düşmektedirler.16 Son dönem yazarları tarafından Hazarlara yapılan atıflardaki farklı zamanlara ait bilgilerin karıştırıldığına dair liste oldukça uzundur ve bunlardan Ya’kubi gibi bazıları, eserlerini yazdıkları zamana ait Hazar politik özelliklerini Hazarların geçmişine de yansıtmışlardır. Ancak, bilim adamları, zamanla bu atıfların çoğunu tasfiye ve reddetmişlerdir. Son zamanlarda üzerinde çalıştığım bir makalede göstermeyi umut ettiğim gibi, Hazarlar hakkındaki ilk güvenilir veri Ermeni Coğrafyası’nın (665) uzun versiyonunda bulunmaktadır ve Hazarların ülkesini, Barsillerin ülkesini feth edecekleri ve oradan da Kuvrat’ın oğullarını boyundurukları altına alacakları ya da sürecekleri, Orta İdil olarak göstermektedir. Bu zaferler dizisi, Batı Göktürk Kağanlığı’nın çöküşüne denk gelmekte ya da bu çöküşü takip etmektedir ve Hazar Kağanı’nın ortaya çıkmasını sağlayarak bir step hükümdarı olarak onu yönetim yetkileriyle donatmaktaydı.17
Hazarlar ve onların kağanlarının dış dünya ile olan ilişkileri hakkındaki kanıtlar yedinci yüzyılın sonlarından sekizinci yüzyılın ortalarına kadar yoğun şekilde bulunmaktadır. Ancak, bu dönemden sonra, diğer unsurların yanı sıra Kağanlık ve Halifelik arasında çoğunlukla barış içinde birlikte yaşama sözkonusu olduğundan ve bu döneme dair Ermeni ve Yunan kaynaklarının kalitesinin çok düşük olmasından dolayı, bir boşluk bulunmaktadır. Dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru yeni veriler ortaya çıktığında, bunlar Ludwig’in iyi bir şekilde vurguladığı bir değişimi göstermekteydiler. Hazar elçi heyeti, daha sonra Sarkel olarak bilinecek olan bir kale inşaatı için, Hazaristan’ın Kağan ya da Beyi (beg) adına 839 yılı yazı veya sonbaharında, Bizanslar’dan yardım talep etti.18 Bizans elçisi Constantine 861 yılında Hazar sarayına ulaştığında, kendisini kabul eden kağanın yanındaki ikinci adam “birinci müşavir” sıfatıyla tanınan nüfuzlu bir bey idi. Constantine ile buluşan Kağan, daha sonra kendilerine atfedilen kendi tebasıyla ve yabancılarla tamamen ilişkiyi keserek uzlet yaşadığına ve bütün kutsallık ve yetkilerinin yüksek rütbeli bir beyine geçtiğine dair imajla bağdaşır bir görüntü vermemekteydi. Yabancı elçinin kabulüne başkanlık etmekte, toplantının başından sonuna kadar sorular sormakta ve en azından elçinin algıladığı kadarıyla bütün kararları Kağan almaktaydı. Bu ifadenin önemi, kağanın tam yetkili bir yönetici olduğuna dair delillerin bulunduğu yedinci yüzyılın sonları ile sekizinci yüzyılda gücünün bey (ya da kral) tarafından gölgelendiğine dair anlatımların bulunduğu dokuzuncu yüzyılın sonları ve onuncu yüzyıl arasında bir geçiş bağlantısı sağlamasındadır.
Constantine’nin Hazar’a yönelik misyonu Slavca yazılmış “Constantine’nin Hayatı” isimli kitapta anlatılmaktadır, bu metne çoğu müsteşrik olarak eğitilmiş olan Hazarologlar tarafından fazla önem verilmemiştir. Bu metnin tabiatına, tarihine ve onun tarihsel değerine dair yanlış anlamalar, bu ihmalden beslenmiştir. Ancak günümüzde, “Constantin’in Hayatı”nın, Constantin’in talebelerinden biri tarafından ve onun kardeşi Methodious’un rehberliği altında bu azizin ölümünden sonraki on yıl içinde kaleme alınan, yani temelde o döneme ait bir eser olduğu düşünülmektedir.19 Methodius, Hazar’a yolculuğu sırasında Constantin’e refakat etmiştir ve bu bilgi bu kitabın ifadelerine özel bir değer katmaktadır. Bu metin, bir yabancı tarafından Hazaristan’ın anlatıldığı tek kaynaktır ve bu kitap sayesinde bir casusun ve anlatılan şartların bir şahidinin ülke hakkında elde ettiği ilk elden bilgilerin izini güvenli bir şekilde sürmek mümkündür.
Bu kitabın sunduğu veriler, sadece Hazaristan’ın siyasi yapısına dair son derece güçlü kavramaların altını oymakla kalmayıp, aynı zamanda bunların Yahudiliğe (bakınız daha aşağıya) geçiş tarihi konusunda da farklı bilgiler sunmaktadır. Metnin yeni farkedilen tarihselliğinin yaratmış olduğu sarsıntı en belirgin şekilde Pritsak’ın son zamanlarda bu kitapın ifade ettiği gerçekleri çürütme teşebbüsünde görülmektedir. Kağanın otoritesi ve Methodius ile başlayan dini inanç hakkındaki verilerin “Gerçek dışı ya da eksik” olmadığını kabul ederek, Pritsak “Constantin’in Hayatı”nın Hazaristan ile ilgili unsurlarının, metnin orijinal versiyonunun bir parçası olmadığını ve bunların daha sonra eklendiğini -her ne şekilde olursa olsun bu eklemenin Methodius’un ve onun ilk talebelerinin ölümünden sonra olduğunu- 800 yılından önceki dönemde Hazar siyasi yapısının yansıtıldığı yazılı Bizans kaynaklarına dayanarak”20 iddia etmektedir. “Constantine’nin Hayatı”nın metinsel tarihine bu radikal bakış metnin hiçbir analizi tarafından desteklenmediği gibi, bu Girgio Ziffer’in metodolojik ve filolojik itirazalarıyla karşılaşmaktadır.21 “Constantine’nin Hayatı”nın, Constantine’nin methiyesi niteliğindeki bir biyografide bulunan seçme olaylardan oluşan bir edebi kompozisyon olduğunu söylemeye aslında gerek bile yok. Fakat, bu hiçbir şekilde bu eserin anlattıklarının tarihsel gerçekliğine karşı bir tez değildir. Bu yüzden, Michel van Esbroeck, Hazar bölümüne paralel bilgiler veren birkaç muhtemel kaynağın izini sürdükten sonra, Methodius’un Kağan’ın sarayında bizzat bulunmasından dolayı “Constantin’in Hayatı”nın “gerçek bir tarihsel kanıt” olduğunda ısrar etmektedir.22 Okuyuculara kitaptaki Hazar bölümünün, methiyelerdeki “hükümdarların din değiştirmesi” şartının bütün kurallarına karşın, olumsuz bir atmosferde sona erdiğini hatırlatmak yeterli olacaktır: Kağan, Constantin’in ısrarlı bir şekilde Hıristiyanlığı kabul etmesi yönündeki teklifini kibarca geri çevirmiştir. Bu uygunluk arz etmeyen durum kitabın daha sonraki uyarlamalarında düzeltilmiştir, fakat güvenilirliğinin bir garantisi olarak orijinal metinde bu bilgiler hala durmaktadır.
Sarkel’in inşası ve Constantine’nin misyonu hakkındaki kanıtlar, Kağanlığın ilk zamanları ve son dönemindeki Hazar siyaseti hakkındaki dönemsel veriler arasında ihtiyaç duyulan bağlantıyı yaratmıştır. Bu, kağan hanedanının düşüşe geçişinin tedrici karakterini doğrulamakta ve şadın yükselişine dair yaklaşık bir tarih vermektedir. Biz aşağıda bu siyasi değişimin sebeplerini ve tam bir kronolojisini vermeye çalışacağız. Ancak, öncelikle, hükümdarlık hanedanının ortaya çıkışından ziyade Hazaristan’daki kriz durumunun kışkırttığı bir temel siyasi başkaldırı olarak, beylerin yükselmesini işleyen diğer bir kaynak grubuna göz atmalıyız.
Üst düzey Endülüslü bir Yahudi olan Hasdai b. Şaprut’un teşvikiyle, Hazaristan tarihini anlatan ve neredeyse aynı tarihlerde İbranice olarak üretilmiş olan iki paralel kaynak, Hazarların Yahudiliğe geçişi konusuna odaklanmıştır. İlki, Hasdai’nin elçisi Isaac bar Nathan için bir Yahudi Hazar tarafından Isaac’ın Bizans başkentinde geçirdiği 949/50 kışında Konstantianpol’de/İstanbul’da kaleme alınmış olan bir eserdir ve Kahireli Genizah’tan bir Anonim Mektup olarak bilinmektedir.23 İkinci metin, 950’li yılların başında kaleme alınmış olan Hazar hükümdarının Hasdai’ye verdiği çok iyi bilinen bir cevaptır. Anonim Mektup’a göre Hazarlar başlangıçta herhangi bir hükümdara sahip değillerdi. Ancak, sahip oldukları toprakları fethettikten sonra, ismi bilinmeyen bir düşmanın ağır saldırılarına maruz kaldılar ve bunları püskürtmeyi başaran bir komutanı hükümdarlık unvanıyla taltif ettiler, daha sonra bu unvan onun çocuklarına geçti; bu hükümdar ayrıca Hazaristan’a din olarak da Yahudiliği empoze etti. İddiaya göre, bu tarihlerde Hazarlar bir de hakim/yargıç konumu yarattılar ve buna Kağan ismini verdiler; bu tür “hakimlerin” kendi zamanına kadar atanmaya devam ettiğini kabul eden Anonim Mektub’un yazarı, takip eden anlatılarında bunlardan bir daha hiç bahsetmemekte ve daha çok kralların eylemleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Kral Yusuf’un cevabında olduğu gibi, Kağan’dan böyle bir durumda hiç bahsetmemektedir. Ancak, mektupta, Hazaristan’da “bir kral ortaya çıkınca” ülkesine Yahudiliği kabul ettirdi denmektedir -daha önce bu ülkenin krallara sahip olup olmadığına dair bir işaret bulunmamaktadır- ancak, bu yeni din Büyük Şef’in rızası olmaksızın benimsenemezdi (beklendiği gibi, rüyasında bir meleğin ona görünmesiyle kabul etmiştir). Bilim adamları uzun zamandır bu Büyük Şef’in (ha-sar ha-gadol) hemen hemen gizlenmiş olan Hazar Kağanı olduğunun farkına varmışlardır.24
Ayrıntılarda farklılaşmalarına rağmen her iki İbranice metin de, Hazar tarihini aynı derecede utanmazca tahrif etmişlerdir. Her ikisi de, Yahudiliğe geçişin başlamasından sonra meşru kağanlık hanedanının iktidarını gasp ederek Hazaristan’ı yöneten kralları parlatmaya ihtiyaç duymuşlardır. Ancak, bu iki metnin birleşik ifadeleri çok daha açıklayıcıdır. Din değiştirmenin gerçekleştiği dönemde, sadece insanların şartsız itaat ettiği tek insan olan Hazaristan’ın Büyük Şef’i değil, din değiştirmenin kendisi de -ve hükümdarlık hanedanının yaratılması da- ciddi bir askeri krizin akabinde meydana gelmiştir. Anonim Mektub’un ikinci göstergesine hakkettiği tüm dikkatin gösterilmesinde zaruret vardır.
III. Macar İstilası
Kağan’ın gücünün inişe geçmesini, tarihsel olarak saptanmış tedrici bir süreç olarak mülahaza eden birkaç bilim adamından biri olan Novosel’cev, açık bir şekilde bunun çerçevesini ve sebeplerini araştırmıştır. Novosel’cev, 737 yılında Mervan b. Muhammed’in Arap orduları tarafından aşağılayıcı bir hezimete uğratılan Hazaristan’da, kağanın durumunun, iyice zayıfladığını ileri sürmektedir. Ancak o da, yukarıda bahsettiğimiz bazı delilleri kaydetmek suretiyle zararın gösterilemeyecek kadar az olduğunu ve şad ya da beyin dokuzuncu yüzyılın başlarından önce gerçekten “ilk şemaya geçmediği”ni kabul etmektedir.25 Değişimin bu hızı, mümkün olamayacak kadar çok yavaştır. Daha da ötesi, bu, düşmanı başarılı bir şekilde püskürtmeyi başaran bir Hazar komutandan bahseden Anonim Mektup tarafından sunulan resim ile pek uyuşmamaktadır -böylece kağanın iktidarını darma dağın eden işgal her ne idiyse, onun çağdaşı-hükümdarlık hanedanının da kurucusu olmuştur.
Başka bir askeri bunalım Hazaristan’ın siyasi yapısını değiştirmek için daha makul bir çerçeve sağlamaktadır. Ben, son zamanlarda yazdığım bir makalede bu değişimi, 830’lardaki Macar işgali ile alakalandırmaktayım. Burası analizimi detaylarıyla yeniden anlatabileceğim bir yer değil, fakat ana hatlarıyla bahsetmek faydalı olacaktır.
Macarların Karadeniz’in kuzeyindeki steplerde ilk ne zaman görüldüklerine dair Macar tarihçiler arasında, son zamanlarda, iki ana yaklaşım yarışmaktadır. Bu ekollerden biri bunların bölgeye ulaşımını oldukça erken bir döneme dayandırmaktadır. Andràs Rona-Tas tarafından yazılan yeni bir monograf, bu durumun beliğ bir ifadesini içermektedir, Macarlar Hazarların yaşadığı bölgeye 670’lerde göç etmişlerdir.26 Golden’a göre bunların göçü “750 ile 800 (ya da 700 ile 800)”27 yılları arasında gerçekleşmiştir. Diğer bir ekol de, Macar göçünün kaynaklarda ilk kez bahsinin geçtiği 830’larda yapıldığını savunan Gyula Kristo’nun son zamanlarda yaptığı bir çalışma ile temsil edilmektedir.28 İki yaklaşım arasından birini seçmek konusunda herhangi bir ğüçlüğüm bulunmamaktadır. Hiçbir spekülatif fikir ya da tez, Hazarların yanında erken dönem Macar varlığının bulunduğuna dair, yazılı ya da arkeolojik kanıtlar gibi somut delil yokluğunu telafi edemez. Kaynakların onlardan ilk kez bahsettiği dönemde Macarlar tarafından yaratılan şiddet, daha erken tarihlerde, bölgede bir buçuk yüzyıla yakın bir süre barış içinde yaşadıkları gerçeğini yok etmez. Bu yüzden yazılı kaynaklar ve Macarların 830’larda bugünkü Başkurdıstan’dan göç ederek Karadenizin kuzeyindeki bozkırları istila ettiklerini ispatlayarak, bu kaynakları destekleyen son döneme ait zengin arkeolojik kanıtlara dayanmak suretiyle bir kaç nesil öncesinden formüle edilen yaklaşımı benimseyeceğiz.
Macarların Karadeniz bozkırlarında kaldıkları dönemde karşılaştıkları temel sorunu, yedinci yüzyılın sonlarından itibaren bu bölgeye hakim olan Hazarlarla olan ilişkileri oluşturmaktaydı. Bu döneme dair ana kaynağımızı oluşturan, Bizans İmparatoru VII. Constantine Porphyrogenitus tarafından kaleme alınmış olan De administrando imperio adlı eser oluşturmaktadır. Bu eser, Macarların “üç yıl boyunca Hazarlarla birlikte yaşadığına ve bütün savaşlarında Hazarlarla ittifak içinde savaştıkları”na29 dair esrarengiz ifadeler içermektedir.
Eserin tek nüsha olan bu el yazmasında belirtilen yıl sayısı açıkça yanlıştır: Şayet orijinal metinde belirtilen yıl sayısı üç idiyse, bu eserin yazarı, böylesine kısa bir dönem için, “bütün savaşlarında” ifadesini kullanmayacaktı. Bilim adamları bu rakamı değişik yöntemlerle değiştirmektedir ve hem tarihsel hem de paleografik temellerde bu süreyi, en kabul edilebilir olan 3 ile 50 yıl arasında düzeltmektedirler.30 Ancak, manzum bir resim içerisinden alıntılanan bu ifadeyle alakalı temel sorun, Macarlar ve Hazarlar arasındaki kısıtlayıcı bir ittifak konusunun, sadece De administrando imperio’nun kendi içindeki çelişkisi değil, diğer bütün kaynaklarla da çelişmesidir.
Macarların Karadeniz bozkırlarını istilalarının izleri, kronolojileri daha iyi saptandıktan sonra, tutarlı bir bütün oluşturan bir çok kaynakta sürülebilir. 836 ya da 837’de bir grup Bizanslı tutsak Bulgaristan’a kaçtılar ve Tuna nehrinin kuzeyinde Macarlarla karşılaştılar. Bu bilgi Macarlara yapılan en eski/erken atıftır. En geç 837’de olmak üzere -835 ya da 836 kadar erken bir tarihte de olması muhtemeldir- Kağan’ın Rus elçileri, Bizans sarayına giderken Karadeniz bozkırlarında bir uçtan bir uca katetmiştir. Ancak, İmparator Theophilus tarafından kabul edildikten sonra, en geç 838 yılında, elçiler ülkelerine dönüş yollarının vahşi barbar halklar tarafından engellenmiş olduğunu gördüler. 839 yılının yaz sonları ya da güzünde, Theophilus, daha sonra Sarkel ismini alacak olan Karadeniz bozkırlarındaki çok stratejik bir noktada kurulacak olan bir kalenin inşaatı için yardım talebinde bulunan bir Hazar heyetini kabul ederek onlara istedikleri yardımı sağladı. Bizans-Hazar işbirliğinin Ruslara karşı yapıldığını ileri sürmek için mantıklı bir sebep bulunmamaktadır. Her şeyden önce İstanbul’u ziyaret edenler Rus elçilerdi ve Ruslar Halifelikle ticari bağlantılarını sürdürebilmek için Hazaristan’a çok bağımlıydılar. Dolayısıyla bu işbirliğinin steplerde ortaya çıkan vahşi barbarlara karşı yapıldığı aşikardır.31
Geçmişi Anonyme Relation-Anonim İlişki’ye kadar dayanan bir geleneğin en eski mütercimi olan Arap coğrafyacı İbn-i Rüşt, “Hazarlar eskiden Macarlar ve etraftaki diğer halkların saldırılarına karşı hendeklerle kendilerini korurlardı”32 demektedir. Bu kanıt halihazırda Josef Marquart tarafından alıntılanmıştır. Marquart, Sarkel kalesinin inşaatına, Macarların, Hazarların hakim olduğu Karadeniz bozkırlarını yerleşmesinin barışçıl olmaktan başka her şey olabileceğine dair bir kanıt olarak bakmaktadır.33 Macarlar ile Hazarlar arasındaki karşı karşıya gelmeler Kırım’da 860’ların ilk yıllarına kadar devam etmiştir.34 Constantine Porphyrogenitus’tan öğrendiğimize göre, halkını yeni bir ülkeye getirmiş olan Macarların Şefi Lebedias, bir tarihte Kağan’dan bir asil Hazar kadınını eş olarak almıştır. Bu olay, Macarların Hazarların bir tebasına dönüştüklerini değil -ki bu daha çok Lebedias’ın kızının Kağan’ın hareminde olmasıyla ifade edilirdi-, fakat Lebedias’ın özerk bir hükümdar olarak tanındığını gösterir.
Ancak, Hazarların bu yeni komşularıyla ilişkileri hep gergin olmuştur. 860’lar ya da 870’lerde Hazaristan’ın “üstün iktidarına” karşı bir isyan baş göstermiştir. Şüphesiz bu isyan şadın konumunun mirasla geçen bir “hükümdarlığa” dönüşmesine karşı yapılmıştı-ve bu isyan, daha sonra Macarlara sığınan ve Kabar kabileleri olarak bilinen isyancıların üst üste yenilgiye uğratılmasıyla neticelenmişti. Karşı tarafa geçenlerin bu hareketinin bir step imparatorluğu için açık bir hakaret olduğunu hatırlatmaya bile gerek yok. Hazarların intikamı çok çabuk ve gaddarca geldi. 889 yılında, Hazaristan ortak düşmanları olan Peçeneklere karşı Oğuz Türkleri ile güçlerini birleştirdi ve onları tam bir hezimete uğrattı. Constantine Porphyrogenitus’a göre, Peçenekler, İdil ve Ural nehirleri arasında bulunan ülkelerini terk etmeye zorlandılar (katènagkathèsan) ve Macarların ülkesine göç ettiler ve burada onları yenilgiye uğratarak topraklarından sürdüler. Peçeneklerin göçe zorlanması galiplerin bakısıyla olmasından ve göç hareketine Hazar topraklarından da büyük bir katılım olmasından dolayı, Macarların Karadeniz bozkırlarından sürülmesinin şartlarının Hazarlar tarafından hazırlandığı çok açıktır. Macarların, Hanlığın Don’un batısındaki topraklarını istila ve işgalinden yarım asır sonra, Hazarlar bir vekalet yoluyla bunlarla eşitliği yakalamıştır.35
O zaman, bu şiddet dolu tarihe rağmen De administrando imperio neden Lebadias’ın Macarları ile Hazarlar arasında bir ittifaktan söz etmektedir? Düşmanlıklardaki sadece geçici bir duraksama niçin dönemin bir temel özelliği haline dönüştürülerek büyütülmektedir? Sanırım, bu tahrifat bir taraftan Macarların yenilgisini takip eden bir olay, öte yandan da Constantine Porphyrogenitus’un kaynağının tabiatından kaynaklanmaktadır. Macarlar, Peçenekler tarafından ülkelerinden atılmalarının hemen akabinde, Pontus steplerinin büyük bölümünü terk ettiler ve batıda “Interfluvium”da (Büyük kısmı bugünkü Moldova’da bulunan Atelkouzou/Etelköz) toplandılar, Hazarlar bunların arasından Lebedias ile ilişkisi olmayan yeni bir lider çıkardı -Almuş’un oğlu Arpat bu lider Hazar koruması altında yükseldi ve hükümdarlığını Hazar töresine göre ilan etti. Arpad’ın hanedanı, Karpatlar’ın batısındaki bugünkü ülkelerini işgal edildiği “Landnahme” dönemde ve daha sonra Macarları yönetmeyi sürdürdü. Yaklaşık altmış yıl sonra, Arpad’ın soyundan gelen bir kişi, Macar elçiliğinin başı olarak Konstantainapol’ü ziyaret etti. O ya da onun refakatçilerinden biri Constantine Porphyrogenitus’a Macar tarihi hakkındaki bilgileri sağladı.36 Bu bilgi kaynağının hükümdarlık hanedanının, halklarının bir eski düşmanı tarafından kurulduğu üzerinde durmamış olacağı anlaşılabilir bir gerçektir.
Siyasi bir gerekçe ile ulusal tarihin tahrif edilmesi modern bir icat değildir. Bu, birbirinden bağımsız ve farklı yollardan olmakla birlikte, aynı amaç ve ruh haleti doğrultusunda, Hazar tarihinin İbraniçe kayıtlarının iki yazarı tarafından da yapılmıştır. Benzer şekilde, Constantine’nin Macar bilgi kaynağı da büyük oranda aynısını yapmıştır. Her iki vakada da, hükümdarlık hanedanının orijini konusundaki gerçekleri örtbas etme teşebbüslerinden dolayı tarihsel anlatımın tamamında çelişkilere sebep olduğundan, bunlar çok dikkatli bir şekilde tetkil edilmelidir. Bu yaklaşım hiçbir anlamda step tarih anlatıcılarına has değildir. Aynı eğilim, Merovenj hanedanı dönemini karartmak ya da devre dışı bırakmak amacıyla Carolenj tarihçiliğinde de görülmektedir.
Kaynakların analizi ve Macarların Karadeniz bozkırlarındaki geçici ikametlerinin genel bir resmine dayanarak benim ileri sürdüğüm görüşler, son zamanlarda yapılan çalışmalarda bir akım haline dönüşen yeniden yapılandırmalarla ve Macar kabile oluşumunun Hazaristan’ın bir tebası ya da bir vassalı olarak gerçekleştiğine dair fikri paylaşanların çoğu ile önemli oranda farklılık göstermektedir.37 Bu fikir, Macarların Peçenekler tarafından ilk kez hezimete uğratılmasından, Karadeniz bölgesinden nihai atılmaları ve Orta Avrupa’yı istila etmelerine kadar geçen dönemi ayıran birkaç yıl için, yani çok kısa bir süre için, geçerlidir. Ancak söz konusu bu fikir, Macarların batıdaki Bulgar sınırından, daha önce Hazar Kağanlığı’na ait olan doğudaki Aşağı Don’a kadar olan coğrafyadaki geniş bölgeyi kontrol altında tuttukları dönem olan, 830’ların sonundan 880’lerin sonuna kadar geçen süreyi kapsayan, yaklaşık yarım asırlık döneme uygulanamaz.
Bu toprakların kaybedilmesi Hazar tarihi boyunca, Hazar gücüne ve prestijine vurulmuş olan en ağır darbedir. Macarlar topraklarını işgal ettiğinde, Hazarların bütün yaptığı, uğrayacakları zararı sınırlamak için çaba harcamak olmuştur. Anonim Mektup’a göre bu, daha sonra Hazaristan’ın ilk hükümdarı olacak olan ve bu ülkeyi Yahudiliğe geçirecek olan askeri liderin yükselmesini sağlayan şartlardı. Ona atıfta bulunan kaynaklar bunu, tam bir savunma başarısı olarak yad etmektedirler: O “kılıcına hükm etti ve Hazarlara karşı gelen düşmanlarını ülkeden attı”.38 Macarları Don üzerinde tecrit etmek bu şartlarda öyle çok da büyük meziyet gerektiren bir iş değildi.
IV. HazarlarınYahudiliğe Geçişi
Bey, 839 yılında ilk kez Hazar dış politikasının bir aktörü olarak ortaya çıktı, Kağanlığın iç politikasındaki ağırlığına da 861 yılında şahit olunmaktadır; Kağan’ın otoritesinin ise bir buçuk asır öncesine nazaran açıkça düşüşte olduğu görülmektedir. Bu, Kağan’ın sadece şahsi bir lider olarak değil, aynı zamanda bir kabile “kut”unun kurumsal organı olarak da ölümünü ilan edecek olan uzun süre sürüncemede kaldıktan sonra aşağılayıcı bir şekilde askeri açıdan çökmesinin vuku bulduğu tarihe denk gelmektedir. Anonim Mektup’un tarihsel şeması içinde, Hazaristan’da yaratılan yeni bir hükümdarlık hanedanı, yeni bir dine geçiş ile aynı zamana denk gelmektedir. Peki, Yahudiliğin Hazaristan’a girmesine dair diğer veriler bu kronoloji ile ne kadar uyumludur?
Hazarların Yahudiliğe geçişi meselesi uzun bir bilimsel tartışmanın konusudur, ancak burada bunlara ayrıntılı bir şekilde yeniden değinmeye ihtiyaç bulunmamaktadır, günümüzde bu konu çereçevesindeki tartışmalar bir temel sorun üzerinde yoğunlaşmaktadır. Arap tarihçi Mesudi’ye göre, Kağan Yahudiliğe Harun Reşid’in saltanatı sırasında, yani 809 yılından önce geçmiştir. Oysa, “Constantine’nin Hayatı” adlı esere göre ise, kitabın kahramanı 861 yılında Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman pirlerin meşhur bir münazarasına katılmış,-İbranice ve bazı Arapça kaynaklar buradaki diyalogları vermektedir-ancak o tarihte ne Kağan ne de onun halkı Yahudi dinine geçtiklerini ilan etmemişlerdir. Bir başka yerde ifade ettiğim gibi, Yahudiliğe geçişin iki aşamada olduğuna dair bir eski fikirle -ki bu kesin bir şekilde nazarı dikkate alınmaması gereken bir fikirdir- gayri ciddi bir şekilde oynanmadığı sürece, iki kaynak arasında gizlenemeyecek ve gizlenmemesi gerekecek kadar bariz bir çelişki bulunmaktadır.39
Aşağıda “Consantine’nin Hayatı”nın bir tarihsel belge olarak ne kadar değerli olduğu üzerinde israr etmekteyim. Bu metnin çekirdeğini Constantin’in Hazar misyonu oluşturmaktadır. Tıpkı, o dönemdeki Hazaristan’ın oldukça standart bir raporunu sağlayan Mesudi için olduğu gibi. Kağan’ın Harun Reşid döneminde din değiştirdiği, yazarın şimdi kaybedilmiş olan ve tebalara daha ayrıntılı yer ayırdığı diğer çalışmalarına atıflarla, sadece bir yan bilgi olarak ifade edilmekte. Diğer bir deyişle, bu gösterge tarihi bir bağlamdan gelmektedir ve bundan dolayı bir tarihsel eleştiriye maruz kalmamalıdır. Mesudi’nin, bu din değiştirmenin vuku bulduğu dönemde Hazaristan’ın tarihi hakkındaki önemli kaynaklara ulaşabildiğinden eminiz, fakat, (şu an bulunmayan) bu kaynakların Arapça’da var olup olmadığı, Mesudi’nin bu kaynakları bulmak için bir çaba sarf edip sarf etmediği (ya da sadece kendisine ulaşan rivayetleri yazmakla mı yetindiği), ve şunu eklemeye de ben cesaret gösteriyorum ki, referans göstermeden önce daha önceki kitaplarını kontrol edip etmediği (ya da basit bir şekilde alıntı yapıp veya hafızasında kaldığı şekliyle yanlış alıntılayıp alıntılamadığı) konusunda bir fikrimiz bulunmuyor.
Mesudi’nin dinlerini değiştirme tarihi olarak gösterdiği tarih ile “Constantin’in Hayatı”nda geçen tarih birbirleriyle çelişmemektedir. Daha ileri gidecek olursak, ikincisi o günkü şartları gösteren çok sayıda kitlesel kanıtlar tarafından da desteklenmektedir. 839-841 yılını gösteren Harun Reşid’in saltanatı sırasında din değiştirdikleri bilgisine baktığımızda, Bizans’ın kale inşaatı için bir Yahudi gücüne yardım etmesini imkansız görüyorum. Tersten gidecek olursak, Hazarların din değiştirmesinin, Konstantin’in misyonundan hemen sonra, yani 860’ların başında vuku bulması, I. Basileus’un (867-886) saltanatının başından itibaren başlattığı Bizans Yahudileri’ni Hıristiyanlığa çevirme kampanyasına açıklık getirmektedir. Hazarların Yahudiliğine dair en erken-ilk atıf Stavelotlu Christian’ın Matta üzerine yorumlarında bulunan ve dünyanın sonuna yaklaşıldığına dair bir işaret olarak iki olaydan bahsettiği yerde geçmektedir: Bunlar; Hazarların sünnet olarak “Yahudiliği tamamen ” takip etmeleri ve Bulgarların “şimdi vaftiz ediliyor” olmalarıdır. İkinci atıf, bu ifadelerin 860’ların sonlarına ait olduğunu göstermektedir.40 Hazar Yahudiliği’nin bir Yahudi kaynağına ilk kez yansıması ise Eldad ha-Dani’de (880) görülmektedir, en erken Arap atıfları ise bu din değişiminin yeni vuku bulduğunu anlatan İbn al-Fakih’de (903) görmekteyiz. Bu kanıtlar, Hazarların 800 yılı civarında Yahudiliğe geçtiğini ama olaydan endişe duydukları için sadece Yahudilerden değil en yakın ticaret ortakları olan Araplardan da bunu yaklaşık bir asır boyunca gizlediklerini göstermektedir.
Bu yüzden, Constantine ve Methodius’un Hazaristan’daki din konusunda yalan söylediklerini ya da onların öğrencilerinin veya öğrencilerinin talebelerinin Methodius’un doğru tasvir ve anlatımlarını bazı antik kaynakları kullanmak suretiyle tahrif ettiklerini ileri sürecek herhangi bir zemin mevcut değildir. Constantin’in katıldığı dini münazara da, Arapça ve İbranice kaynaklarda değişik bakış açılarından anlatılmaktadır ve bu kaynaklar, Hazaristan’ı din değiştirmeye hazırlayan böyle bir toplantının sadece bir kez yapıldığından bahsetmektedir. Hazarların Yahudiliğe geçişi tercih etmeleri, bunların geleneksel düşmanı olan Bulgarların 865 yılında ve hem ticaret ortakları hem de rakipleri olan Rusların da 867 yılında Hıristiyanlığa geçmesini tetiklemiştir.41
***
Constantine’nin hayatı ve diğer alakalı kanıtlar tarafından gösterilen Hazaristan’daki dinsel değişim kronolojisi, Hazar siyasetinin dönüşüm hızı ve şartları hakkındaki tezimizi tamamlamaktadır. Dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru, Kahireli Genizah’ın Anonim Mektubu’nda bahsedilen üç değişim unsuru -askeri bunalım, Yahudiliğe geçiş ve yeni bir hanedanın yaratılması- tek tek bağımsız ve birbirleriyle alakalı olarak kontrol edilebilir/gözden geçirilebilir. Macarlar, Yahudi komutan tarafından püskürtülen düşmanlardır. Söz konusu Yahudi komutanın, Hazarların yaşadıkları toprakları işgal etmelerinin üzerinden “pek çok nesil” geçmesinden sonra hükümdarlığa yükselmesi, Kağan’ın otoritesine yönelik bir kurumsal alternatif olarak hükümdarlık iktidarının hiçbir anlamda Hazar siyasetinin orijinal bir özelliği olmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir. Sonuç olarak, Hazar tarihi konusunda en iyi ve en eski bir araştırma olan kaynağımızın mantık yürütme yöntemine bağlı kalarak, biz, Yahudilik dininin benimsenmesinin Hazaristan’ın siyasi yapısındaki iktidar değişimini meşrulaştırmak için olduğunu düşünmekteyiz.
1 Ludwig 1982, p. 112-201.
2 Novosel’cev 1982, p. 152-157; Novosel’cev 1989, p. 134-144.
3 Brook 1999, cf. Petruhin 2001.
4 Golden 1992, p. 240.
5 Mesela, Czeglédy 1966, Erken dönem Türk modeleri ile Hazar modeli arasında açık bir ayrım yapmaktadır.
6 Wudud al-’Alam, 50, 1, çeviren Minorsky, p. 161-162.
7 Togan 1939, p. 270 ff.
8 Pritsak 1996, p. 232-236; Artamonov 1962, p. 171.
9 Minorsky 1955, p. 260-261.
10 Novosel’cev 1986; Novosel’cev 1989, p. 134-138.
11 Ludwig 1982, n. 102’den p. 130 (p. 58, notlar) ve p. 132’ye sırasıyla.
12 Golden 1993, p. 223 (soru işaretleri); Golden 1992, p. 237 (alıntı).
13 Golden 1980, p. 220.
14 Bu metin ve tarihi hakkında bakınız Zuckerman 2002.
15 Dunlop 1954, p. 20-22, cf. p. 159.
16 Bu yanlış Novosel’cev 1989, p. 88 tarafından da paylaşılmaktadır, Heraclius’un müttefikleri aşağıdaki yazarlar tarafından ikna edici bir şekilde Türk olarak tanımlanmasına rağmen, Bombacı 1970, cf. recently Zuckerman 1995b, Howard-Johnston 1999.
17 Zuckerman 2001.
18 Bakınız Treadgold 1988, p. 313; Zuckerman 1997b, p. 210-215.
19 Meyvaert ve Devos 1955.
20 Pritsak 1988, p. 298.
21 Ziffer 1989 (Constantine’nin Hayatı’nda Hazar bölümü hakkında son zamanlarda yapılan yayınların gözden geçirilmesiyle).
22 Van Esbroeck 1986, p. 348.
23 The text is in Golb and Pritsak 1982, see Golb, p. 90-95; Zuckerman 2000b, p. 458-460, on the date.
24 Kokovcov 1932, p. 76; Novosel’cev 1989, p. 136; Zuckerman 1995a, p. 252.
25 Novosel’cev 1989, p. 140-141, cf. Ludwig 1982, p. 166-168 şad’ın yükselmesinin tarihi hakkında.
26 Róna-Tas 1999, p. 319-324, 413-422.
27 Golden 1992, p. 260.
28 Kristó 1996.
29 Constantine Porphyrogenitus, De administrando imperio 38 (p. 171).
30 Zuckerman 1998, p. 664, n. 19, Yunan karakaterlerinden gamma (şekil 3’te gösterilmektedir) ve nu (şekil 50’de gösterilmektedir) ’ya benzerliklerine dair gözlemlerini anlatan Werner Seibt’in sözlü anlatımından alıntı.
31 Kaynak referanslar ve kronoloji için bakınız Zuckerman 1997a, p. 52-54.
32 Ibn Rusteh, Les atours précieux, çeviri. Wiet, p. 160.
33 Marquart 1903, p. 28.
34 Zuckerman 1997a, p. 67-73 (Noonan 1998-1999 bu çalışmada dikkate alınmamıştır).
35 Referanslar ve daha ayrıntılı analiz iöçin bakınız Zuckerman 1997, p. 60-64.
36 Howard-Johnston 2000, özellikle p. 324-325, Macarlar hakkında Constantine’nin kaynağı üzerine oldukça geleneksel bu bakış ile çatışmaktadır, fakat ben onun fikirlerini takip etmeye kendimi mecbur hissettim.
37 Zuckerman 1997a, 1998. Genel bakış ve eleştiri.
38 Golb & Pritsak 1982, p. 106-107.
39 Ayrıntılı bir tartışma, Zuckerman 1995a; cf. Shepard 1998.
40 Zuckerman 1995a, p. 245; Chekin 1997.
41 Peşi sıra gelen bu toplu din değiştirmeler için bakınız Zuckerman 2000a, p. 105-106.
M. I. Artamonov, Istorija Hazar, Leningrad 1962.
A. Bombaci, Qui était Jebu Xak’an?, Turcica 2, 1970, s. 7-24.
K. A. Brook, The Jews of Khazaria, Jerusalem 1999.
L. S. Chekin, Christian of Stavelot and the Conversion of Gog and Magog. A Study of the Ninth-Century Reference to Judaism Among the Khazars, Russia mediaevalis 9, 1997, s. 13-34.
Constantine Porphyrogenitus, De administrando imperio, ed. Gy. Moravcsic, trans. R. J. H. Jenkins, Washington DC 1967.
K. Czeglédy, Das sakrale Königtum bei den Steppenvölkern, Numen 13, 1966, s. 14-26.
D. M. Dunlop, The History of the Jewish Khazars, Princeton 1954.
M. van Esbroeck, Le substrat hagiographique de la mission khazare de Constantin-Cyrille, Analecta Bollandiana 104, 1986, s. 337-348.
P. B. Golden, Khazar Studies, I, Budapest 1980.
P. B. Golden, An Introduction to the History of the Turkic Peoples, Wiesbaden 1992.
P. B. Golden, Gosudarstvo i gosudarstvennost’ u hazar: vlast’ hazarskih kaganov, in Fenomen vostocnogo despotizma; Struktura upravlenija i vlasti, Moscow 1993, s. 211-233.
J. Howard-Johnston, Heraclius’ Persian Campaigns and the Revival of the East Roman Empire, 622-630, War in History 6, 1999, s. 1-44.
J. Howard-Johnston, The De administrando imperio: a re-examination of the text and a re-evaluation of its evidence about the Rus, in M. Kazanski, A. Nercessian & C. Zuckerman (eds. ), Les centres proto-urbains russes entre Scandinavie, Byzance et Orient (Réalités byzantines 7), Paris 2000, s. 301-336.
Wudud al-’Alam. Regions of the World, trans. V. F. Minorsky, London 1937.
Ibn Rusteh, Les atours précieux, French trans. by G. Wiet, Cairo 1955.
Gy. Kristó, Hungarian History in the Ninth Century, Szeged 1996.
P. K. Kokovcov, Evrejsko-hazarskaja perepiska v X veke, Leningrad 1932.
D. Ludwig, Struktur und Gesellschaft des Chazaren-Reiches im Licht der schriftlichen Quellen, PhD Thesis, University of Münster 1982.
J. Marquart, Osteuropäische und ostasiatische Streifzüge, Leipzig 1903.
P. Meyvaert and P. Devos, Trois énigmes cyrillo-méthodiennes de la “Légende Italique” résolues grâce à un document inédit, Analecta Bollandiana 73, 1955, s. 375-461.
V. Minorsky, Addenda to the Wudud al-’Alam, Bulletin of the School of Oriental and African Studies 17, 1955, s. 250-270.
Th. S. Noonan, The Khazar-Byzantine World of the Crimea in the Early Middle Ages: The Religious Dimention, Archivum Eurasiae Medii Aevi 10, 1998-1999, s. 207-230.
A. P. Novosel’cev, K voprosu ob odnom iz drevnejsih titulov russkogo knjazja, Istorija SSSR 1982/4, s. 150-159, reprinted in Drevnejsie gosudarstva Vostocnoj Evropy 1998, Moscow 2000, s. 367-379.
A. P. Novosel’cev, “Hudud al-Alam” kak istocnik o stranah i narodah Vostocnoj Evropy, Voprosy Isorii 1986/5, s. 90-103, reprinted in Drevnejsie gosudarstva Vostocnoj Evropy 1998, Moscow 2000, s. 380-399.
A. P. Novosel’cev, Hazarskoe gosudarstvo i ego rol’ v istorii Vostocnoj Evropy i Kavkaza, Moscow 1990; cf. Id., Hazarskoe gosudarstvo i ego rol’ v istorii Zapadnoj Evrazii, Slavjane i ih sosedi 10, 2001, s. 59-72.
V. Ja. Petruhin, K voprosu o sakral’nom statuse hazarskogo kagana: tradicija i real’nost’, Slavjane i ih sosedi 10, 2001, s. 73-78.
O. Pritsak, Turkological Remarks on Constantine’s Khazarian Mission in the Vita Constantini, in E. G. Farrugia, R. F. Taft and G. K. Piovesana (eds. ), Christianity among the Slavs: The Heritage of Saints Cyril and Methodius (Orientalia Christiana Analecta 231), Rome 1988, s. 295-298.
O. Pritsak, The Turcophone Peoples in the Area of the Caucasus from the Sixth to the Eleventh Century, in Il Caucaso: cerniera fra culture dal Mediterraneo alla Persia (secoli IV-XI) (Settimane di studio del Centro Italiano di Studi sull’Alto Medioevo 43), Spoletto 1996, s. 223-245.
A. Róna-Tas, Hungarians and Europe in the Early Middle Ages, Budapest 1999.
J. Shepard, The Khazars’ Formal Adoption of Judaism and Byzantium’s Northern Policy, Oxford Slavonic Papers 31, 1998, s. 11-34.
A. Zeki Validi Togan, Ibn Fadlan’s Reisebericht (Abhandlungen für die Kunde des Morgenlandes XXIV, 3), Leipzig 1939.
W. Treadgold, The Byzantine Revival 780-842, Stanford 1988.
G. Ziffer, Konstantin und die Khazaren, Welt der Slaven 34, 1989, s. 354-361.
C. Zuckerman, On the Date of the Khazars’ Conversion to Judaism and the Chronology of the Kings of the Rus Oleg and Igor. A Study of the Anonymous Khazar Letter from the Genizah of Cairo, Revue des études byzantines 53, 1995 (a), s. 237-270.
C. Zuckerman, La petite augusta et le Turc. Epiphania-Eudocie sur les monnaies d’Héraclius, Revue numismatique 150, 1995 (b), s. 113-126; cf. ibid., 152, 1997, s. 473-478.
C. Zuckerman, Les Hongrois au pays de Lebedia: Une nouvelle puissance aux confins de Byzance et de la Khazarie ca 836-889, in Byzantium at War (9th-12th c. ), Athens 1997 (a), s. 51-74.
C. Zuckerman, Two Notes on the Early History of the thema of Cherson, Byzantine and Modern Greek Studies 21, 1997 (b), s. 210-222, tr. in Russian: K voprosu o rannej istorii femy Hersona, Bahcisarajskij istoriko-arheologiceskij sbornik, 1, Simferopol 1997, s. 312-323.
C. Zuckerman, Vengry v strane Levedii. Novaja derzava na granicah Vizantii i Hazarii ok. 836-889 gg., Materialy po arheologii, istorii i etnografii Tavrii, 6, 1998, s. 659-684.
C. Zuckerman, Deux étapes de la formation de l’ancien état russe, in M. Kazanski, A. Nercessian & C. Zuckerman (eds. ), Les centres proto-urbains russes entre Scandinavie, Byzance et Orient (Réalités byzantines 7), Paris 2000 (a), s. 95-120.
C. Zuckerman, Le voyage d’Olga et la première ambassade espagnole à Constantinople en 946, Travaux et Mémoires 13, 2000 (b), s. 647-672.
C. Zuckerman, Hazarija i Vizantija: pervye kontakty, Materialy po arheologii, istorii i etnografii Tavrii, 8, 2001, s. 312-333 (Russian translation of The Khazars and Byzantium-The First Encounter, scheduled to appear in Proceedings of the International Colloquium on the Khazars, Jerusalem 2002).
C. Zuckerman, Jerusalem as the Center of the Earth in Anania Sirakac’i’s Asharhac’oyc’, in R. Ervine, N. Stone & M. Stone (eds. ), The Armenians in Jerusalem and the Holy Land, Leuven: Peeters 2002, s. 257-276.
Dostları ilə paylaş: |