GöNÜlden esiNTİler: Bİr hiKÂye biR Çok yorum: (3) (bakara “İnek” HİKÂyesi) necdet ardiç



Yüklə 2,17 Mb.
səhifə6/34
tarix26.10.2017
ölçüsü2,17 Mb.
#14925
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34

Selâmün Aleyküm , 

 

Efendim halinizi, hatırınızı sorarakellerinizden öpüyorum,

 

Bakara hikâyesi ile ilgili olarak, Kûr’ân'da Yolculuk Sohbetleri Bakara Sûresini yazılı metne aktardığım için ilgili bölümün metnini size gönderiyorum,

 

Not: 10-a nolu sohbet bende olmadığı için (internette bulamadım),  54-55-56-57-58 nolu ayetlerin sohbetini aktaramadım,



ayrıca  191-192-193-194-195 nolu ayetlerin sohbetide kayıtlarda yok,

       


bunların dışında (kontrol yapmadan), yazma işlemi bitmek üzere, zannediyorum bayram çıkışı bitecek, bu dosyayı size mail olarak mı göndereyim yoksa geldiğimizdemi takdim edeyim,

   


Sağlıcakla Kalın , Ta…… Ka….. Çorlu 

O zamanlar benî isrâîl arasında şöyle bir hadise olmuş;

Yahudi zenginlerinden birini öldürüp iki köyün arasına koymuşlar, o günlerdeki anlayışa göre de, maktul hangi yerleşim birimine yakınsa katilin o yerleşim biriminden olduğuna karar verilir ve kâtilin kimliği onlardan araş-tırılırmış. İşte bunu bilen kâtil cesedi tam iki köyün sınırına bırakmış, iki köyde bulunanlarda bize yakın değildir, size yakındır diyerek neredeyse aralarında kavgaya başlayacaklarmış, bunun üzerine sorunu çözmek üzere Mûsâ (a.s)’a geliyorlar.

Mûsâ (a.s)’da onlara “Rabbim bana bir inek(bakara) kesin onun bir uz-vuyla (dili veya kuyruğu ile) ölüye vurun o dirilecektir” diye bildirdi diyor, sonra onlar ineği kesip, bir uzvuyla ölüye vuruyorlar ve ölü diriliyor, dirildik-ten sonra “beni yeğenim öldürdü” diyerek tekrar ölüyor. Öldürülen kişi evli değilmiş ve çocuklarıda yokmuş, kardeşinin bir çocuğu varmış, o da mirasın bir an önce kendisine kalması için amcasının canına kastetmiş.

Şimdi o ineğe gelelim, bütün vasıfları belirtildikten sonra, ineği aramaya başlıyorlar ve beni isrâîl köyleri arasında o vasıfta bir tek inek buluyorlar, bu inek kimindir diye araştırdıkları zaman, ineğin sahibi genç bir delikanlı çıkıyor, meğerse gencin babası genç yaşta vefat eden mü’min bir yahûdî imiş, vefat ettiğinde çocuk küçükmüş, ve sahip olduğu küçük bir buzağısı varmış, komşu-ları ve yakınları vasıtasıyla, buzağı yavaş yavaş büyümüş, onu çayıra salmış-lar, kendi kendine büyüsün diye, çevresindekilerde bunu bildiği için o salma bir inek olarak çayırda büyümüş ve görenlerde ona bir şey yapmamışlar.

Çocuk büyüdüğü zaman “bu sana babandan kalma mirastır, al artık ondan faydalan” diyerek ineği kendisine vermişler. Bu genci bulup ineği bize sat bunu diye teklifte bulunduklarında genç “satmam, o babamın hatırası” demiş, bunun üzerine çok ısrar etmişler ve sonunda genç “satarım ama derisi dolusu altın isterim” diyor, işte ayette “ve ma kâdu yef'alun” az daha vazge-çeceklerdi” dediği yer burası, çünkü bu para çok geliyor gözlerine, fakat neti-cede içlerinden atak, işbitirici birkaç kişi çıkıyor ve sonunda gencin isteğini kabul edip ineği alıyorlar.

Burada bir başka hikmet var ki o da, Cenâb-ı Hakk mü’min kuluna böyle bir yönden nimetlerde bulunuyor, eğer beni İsrâîl daha baştan yani Cenâb-ı Hakk onlara bir inek kesin dediğinde yani inek hakkında hiçbir özellik mevzuu-bahis değilken, istenilen sıradan bir inek iken, çünkü orada ineğin kendisi değil uzvu lâzımdı, onlar belki işi atlatırız diye bir sürü soru sordular, fakat bu onla-rın başına iş açtı, peki bu bizim başımıza ne iş açacak şimdi;

Evvela mühim olan şu, bir şey yap dediği zaman onu yapmaya çalışmalı yani şeyhi bir dervişe bir şey söylediği zaman, derviş olabildiğince onu yapma-ya çalışmalı fazla teferruatına girmemeli, neden, niçin, olur mu, olmaz mı vb. gibi akıl yürütmeden, ne isteniyorsa mümkün olduğu şekilde yapmaya bakması lazım, o anda beşeri aklıyla bir şeyler düşünürse, o zaman şunu da yapıver, derler yani daha büyük yükler biner sırtına.



67-) Ve iz kâle mûsâ likavmihi innAllahe ye'muruküm en tezbehu bekareten, kâlû etettehızünâ huzuva* kâle e'ûzü Billâhi en eküne minelcahiliyn;

Mûsâ kavmine: "Muhakkak ki Allah size, bir inek boğazlamanızı emrediyor" demişti.

"Sen bizimle alay mı ediyorsun?" dediler.

Mûsâ: "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi.

Bakara Sûresine ismini veren Âyete gelmiş bulunuyoruz, bakar bilindiği gibi inek demek veya eti yenebilen hayvan cinsinden demek.

Bu olay mühim olmalı ki koskoca bir Sûre’ye isim olmuş, Bakara Sûresi Kûr’ân-ı Kerîm’in en uzun Sûresi, okumaya başlayacağımız bu Âyetler bir ha-diseyi hikâye ederek bize anlatıyor, bizler bu hikâyenin içerisinden almamız gereken ne özellikler var onları anlamaya çalışalım, yoksa buradaki gaye yak-laşık 3500 sene evvel yaşanmış bir hâdiseyi Kûr’ânı Kerim’de sadece tekrar etmek değil, onu tekrar etmekle birlikte onun hakikati bizlere neler veriyor onu almamız lazım, biz bunları alırsak Kûr’ân-ı Kerîm’den yararlanmış oluruz yoksa okuduklarımızı sadece tarihi bir vesika olarak okumuş oluruz.

“Mûsâ bir zamanlar kavmine şöyle bir söz söyledi, muhakkak ki Allah size bir inek kesmenizi emrediyor, dedi”

Bunun öncesinde benî İsrâîl Mûsâ (a.s.)’a bir olguyla geldi, Mûsâ (a.s.) bunun üzerine onlara bu cevabı verdi, ayetlerin devamında bunu anlayacağız.

Onlarda bunun üzerine “Ey Mûsâ sen bizimle alay mı ediyorsun” diye cevap verdiler, Mûsâ (a.s.)’da “câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım”dedi, yani onu câhillikle suçladılar, nasıl bir işle bize geliyorsun gibi. Levvâme mertebesinin hakikatine gelmiş bulunuyoruz.

“Ey dervişler, ey müslümanlar o vakti hatırlayın Mûsâ (a.s.)’ın kavmiyle olan bir konuşması vardı.”

Burada Mûseviyyet mertebesi itibariyle meseleye bakmamız gerekiyor, Mûsâ kavmi demek tenzîh mertebesinde yaşayan insanlar ve onun altındakiler demektir, tenzîh ise Cenâb-ı Hakk’ı ötelerde zannedip arayıp bulmaya çalış-maktır.

“Mûsâ (a.s.) kavmine Allah size bir inek kesmenizi emrediyor dedi” ,

Burada kesilmesi istenen inek ile kastedilen nefsi levvâme’dir, bu basamağı atlamadan kişi öteki basamaklara geçemez. Mânâ âlemindeki basamakların arası, bildiğimiz basamakların arası gibi zıplayarak aşılacak gibi değildir, ancak yaşayarak, tahakkukla aşılması gerekir.

Burada ineğin (bakara’nın) yani nefsi levvâmenin kesilmesi emrediliyor, demek ki daha önce nefsi emmâre kesilmiş olması lazım ki, bakara ermedi-liyor, bunun üzerine kavim yani bizdeki nefsi mülhimenin evham tarafı(ilham tarafı değil), sen bizimle alay mı ediyorsun? diyor, levvâme nefiste evham olduğu için, kendindeki vehmin ortadan kalkmasını istemiyor, bunun üzerine (Mûsâ) (a.s.) çok güzel bir cevapla “cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” bu bendeki ilim, hakikat-i İlâhiyye ilminden başka bir şey değildir eğer bu sözü bana isnad ediyorsanız ben cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, size anlat-maya çalıştığım ilim tenzih mertebesinden gelen İlâh-î bilgidir, bu ilmin dışına çıkmaktan ve câhil olmaktan Allah’a sığınırım, diyor.


68-) Kalüd'u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, kâle inneHU yekulü innehâ bekaretün lâ faridun ve lâ bikrün, avanün beyne zalike, fef'alû ma tü'merun;

Dediler: "Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın"

Dedi ki"Muhakkak O diyor ki, o ne yaşlı ne de çok genç, ikisi arası bir inektir"

Artık emredileni uygulayın.

Mûsâ (a.s.) öyle dedikten sonra, onlar peki o zaman, “bizim için Rabbine dua et, nasıl bir inektir bunun mahiyetini bize beyan etsin” diye karşı teklifte bulundular, yani Mûsâ (a.s.) Ben câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım deyin-ce işin ciddiyetini anladılar ve dediler ki, nasıl bir inek ki bunun mâhiyetini bize bir daha anlat, Rabbına o dua ettikten sonra Rabbim der ki dedi, muhakkak ki o inek ne çok gençtir nede çok yaşlıdır, işte böyle bir ikisinin arasıdır, o halde emir olunduğunuz şeyi işleyin dedi onlara (Mûsâ) (a.s.)

Diğer yönüyle bunu kendimize alalım;

Hâdiseyi anlatan bizdeki akl-ı küll, kavimde bizdeki güçlerimiz oluyor.

Kendimizi derviş olarak düşündüğümüzde, Allah câmi esmâsı bu sahneyi bizde oluşturuyor ve mertebe-i (Mûsâ) ve bize bağlı güçlerde bizim kavmimiz oluyor, bizdeki güçler o ineği keseceğiz ama hangi çalışmalarla, hangi sistem içinde o ineği keseceğiz bunun yolunu göster diyorlar.

Beden mülkünde, beden sahrasında bu oyun oynanmaya başlıyor artık, o gün benî İsrâîl sahrasında oynanmış, bugün kendi varlığımızda oynanıyor bu oyun. O bir bakara’dır, ne yaşlıdır ne çok gençtir, burada dervişin hâlini anla-tıyor, evvelâ bir dervişte bakara’lık olması lâzım yani bir dervişin inek ahlâkın-da olması gerekir, çünkü o mübarek hayvan (bâzı insanların ona taptığı şekil-de değilde, vericiliği şekliyle) bize sütünü verir, etini verir, derisini verir, kemi-ğini verir yani herşeyini verir ve biz bunların hepsinden faydalanırız ve önüne bir avuç ot, bir avuç saman koyarız o bunu alır bembeyaz tertemiz biz içecek olarak bize iade eder, hiçbir şey beklemeden, sabahtan akşama kadar koşarız, onu kullanırız, bütün zorlu işlerimizi ona yaptırırız, bir dervişin de bu halde olması gerekiyor, hiç bir şey beklemeden hep fayda, hep fayda temin etmesi gerekiyor, işte ineğin vasıflarından biri bu şekilde örneklenmiş.

Ayrıca benî İsrâîl Mısır’dayken Mısır’lılar ineğe tapıyorlardı, putperestlik hükmü ayrı olarak, ineğe tapmalarının sebebi iyi niyete dayanıyor aslında, bütün ihtiyaçlarını inek tarafından giderdiklerinden onu put edinmişler, hürmet babından tazim ediyorlar, işte böyle bir varlığın kesilmesi emredildiği içinde biraz acaiplerine gitti onların, başka bir şey kes denilseydi belki onu hiç düşünmeden keseceklerdi.

Bizde de nefsi emmâremiz terbiye edilmezse bir İlâh hükmündedir, beşeriyet hükmüde bizde olduğundan onu kesmemiz biraz zorlaşıyor, yani duygularımız, hissiyatlarımız, benliklerimiz, varlıklarımız hep bu inek hükmü altında toplanmış ve onun kesilmesi gerektiğide burada açıkca belirtiliyor, eğer o inek kesilmeden orada bırakılırsa, bizim yerimiz orası olur ve o mertebede kalırız ve kendi hakikatlerimizi de idrak edememiş oluruz.

Yol devam edecek, yolcuda ne yaşlı olacak, ne genç olacak, çocuk olursa aklı bu ilmi almaya yetmez, buluğa ermiş olacak kişi en azından tasavvuf ha-kikatlerini idrak edebilmesi için, kendini tanıyabilmesi için, çok yaşlı olursa, bu işlere çok geç başlamış olursa onunda belirli bir hayat anlayışı vardır ve ondan sıyrılması zor olur ama bunun istisnaları her zaman vardır o ayrı konu, fakat genel olarak bu ikisi arası bir kemalde olması lazım, O halde fazla sorup so-ruşturmayın hemen bu işi yapın, ineği kesin.




69-) Kalüd'u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ levnüha* kâle inneHU yekulü inneha bekaretün safrau, fakı'un levnüha tesürrünnazıriyn;

Dediler: "Bizim için Rabbine dua et bize ne renk olduğunu bildirsin!" "

Dedi ki “Kesinlikle O diyor ki, o sapsarı parlak renkli bir inektir ki, bakanlara zevk verir."

Benî İsrâîl kavmi tatmin olmadı ve tekrar dediler ki, “Rabbine dua et, bunun rengi nedir bize onu da bildirsin”

Mûsâ (a.s.) dedi ki “Muhakkak ki Rabbim der ki o şöyle bir inektir, sarı bir inektir, rengide parlaktır, ayrıca o ineğe bakanlar sürur bulurlar,hoşlanırlar, üzerinde hiçbir alacası yoktur.”
Kavim yani nefsi mülhime ve onun vehim yönü, “onun hakkında bize biraz daha mâlûmât ver, rengi nasıl olacak” diye soruyor, ve işi zora koşmak istiyor, fakat bu seferde, kendine zorluk çıkartıyor. Rengi nasıl olacak, diye sorması, demek ki bir renklenme hadisesi de var orada , levvâme nefse gelin-ce kişi emmâreye göre biraz güzelleşmiş oluyor, emmâre nefiste ben yaparım, ben ederim derken, burada niye yaptım, niye ettim, keşke yapmasaydım diye üzüntü duyar ve tevazu sahibi olmaya başlıyor ve rengi de güzelleşmeye baş-lıyor, ayrıca kendisinde oluşmaya başlayan ilahi muhabbet ile de rengi sarar-maya başlar, ve onu gören kişi kendisinden emin olur artık, bakanlar sürur bulur, hoşlanır ondan. Bazen birisi gelir yanınıza, ona bakarsınız ve bundan bana zarar gelmez diye içinize kanaat gelir, fakat başka birisi gelir, nefsi em-mârenin şiddeti içerisinde, çirkinliği içerisinde olduğu için, bu sefer ondan uzaklaşmaya çalışırsınız çünkü zarar geleceği aşikar gibidir adeta.
Renginin parlak olması ise yapmış olduğu zikirlerinden, oraya gelinceye kadar yapmış olduğu iyiliklerden kendisinde bir parlama meydana gelmiştir.

Üzerinde hiçbir alacası olmayacak, yani vahdet rengine bürünmüş olacak,

Bakara 2-138 ayet “SıbğatAllah* ve men ahsenü minAllahi sıbğaten- Allah boyası! Allah boyası ile boyanmış olmaktan güzel ne olabilir!

işte daha burada başlıyor bu ayet, ve burada sarı renkten bahsediyor, yalnız bu boyama işi yüzeysel bir hadisedir, onu sıyırdığınız zaman altındaki rengi çıkar, süngerin suyu emdiği gibi zamanla kişinin bütün varlığına Hakk’ın varlığının en derinine kadar sirayet etmesi lâzım ki, kesildiğinde de yine vahdet renginin içinden çıkması lâzım ama evvela üstü düz, pürüzsüz renk olacak ki, ardından içerisi düz renk olsun



70-) Kalüd'u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ ma hiye, innelbekara teşabehe aleynâ ve innâ inşaAllahu lemühtedun;

Dediler: "Bizim için Rabbine dua et açıklasın bize nasıl bir inek kesmemizi istiyor; zira bu tarife benzer çok inek var? İnşaallah biz tam istenileni buluruz"

Yine yetinmiyor beni İsrâîl kavmi ve tekrar, “bizim için yine Rabbına dua et onun mâhiyetinden bize biraz daha haber versin, bizde bu özelliklerinden onu bulalım ve muhakkak inşaAllah biz onu bulup doğru yola ulaşırız yani bu mesele hakkında doğru yolu buluruz”

Gerçi onlar zora koşuldukça koşuluyor ama bize de malumat çıkıyor, yani levvâme nefsin özelliklerinden bahsedilmiş oluyor, bakın onlarda “inşaAllah” diyorlar eğer buradaki inşaAllah’ı demeselerdi zâten o ineği bulupta kesecek halleri yoktu, kesemeyeceklerdi çünkü nefisleri onları hep vazgeçirecekti, onun neticesindede başlarına çok büyük kavgalar gelecekti.

71-) Kâle inneHU yekulü innehâ bekaretün lâ zelulün tüsiyrul'Arda ve la teskıylharse, müsellemetün lâşiyete fiyha* kâlül' ANe ci'te BilHakkı, fezebehuhâ ve ma kâdu yef'alun;

Dedi ki “Muhakkak O diyor ki: o boyunduruğa bağlanmamış, toprak sürmemiş, serbest bırakılmış dolaşan, alacası olmayan bir inektir"

Dediler: "İşte şimdi Hakk olarak ortaya koydun isteneni."

İşte bundan sonra boğazladılar. Neredeyse yapamayacaklardı!

Bunun üzerine Mûsâ (a.s.) tekrar Rabbine danışıyor, “muhakkak ki O der, yani Rabbim der, o öyle bir bakara’dır yeryüzünü sabanla sürmek için boyunduruğa koşulmamıştır ve ekinleride sulamak için dolaba bağlanmamıştır, böylece ala-casız bir inektir” bunun üzerine onlar “işte şimdi bize Hakk olarak geldi, yani bu kadar izahat bize yeter” dediler, hemen onu buldular ve kestiler, yalnız az daha bu işi yapmayacaklardı vazgeçeceklerdi, zor bu iş diye ama aralarından birkaçı çıktı, hadi artık uzatmayın bu kadar soru yeter gelin şunu hemen bulalım, keselim dediler, buldular ve kestiler ama pahası biraz ağır oldu onlara.



Burada dervişliğin çok güzel özelliklerinden bahsediyor, boyunduruğa girmemiştir yani şartlanmalar içerisine girmemiştir, derviş mutlaka bu böyle-dir, şöyledir diye kesin değerlendirmede bulunmamalıdır, boyunduruğa girme-si hür düşünememesi demektir.
Ark çevirmemiş, ekin sulamamış olacak, bugün dervişliğin genel olarak tarikatlarda görülen hadiseleri bunlar, boyunduruğa koşulmak ve ekin sula-mak, şeyhler o kadar yükseltiliyor ki dervişte bu artık kesin bir çizgi haline yani boyunduruk haline geliyor, şeyhten kurtulması mümkün olmuyor herşeyi onda buluyor, tabi ki her yolun bir eğitim sistemi olacak o konu ayrı, fakat Hakk’ın yerine haşa o kişiler getirilmiş oluyor ve bizde putperestlik yok derken o kişinin şahsında putperestliği icad etmiş oluyoruz, örneğin günde binlerle belirtilen çok fazla rakamlara ulaşan zikirler çekiliyor, bunlarda hep kendi yerinde dönüp durmaları sonucunu doğuruyor, o yükü çekecek, o dolabı çevirecek takati kalmıyor, hem o şekilde şartlanmış oluyor bunun yanında boyunduruk altına girerekte şartlanıyor.
En büyük eksiğimiz günün yaşantısına bu fiilleri uyduramamaktan kaynaklanıyor, o günün şartlarını bugünün insanına yapıştırmaya çalışıyoruz fakat olmuyor, bütün o hükümler yani şeriat, tarikat, hakikat, marifet var fakat sistemini değiştirerek kullanmak gerekiyor, çünkü hükümlerin değil, sisteminin hükmü geçmiş, ama bunlar düzgün bir şekilde nasıl yapılır ayrı konu, yeri gelmişken bazı şeyleri tespit için söylüyoruz.
Biz kendimizi kabirden çıkarmaya çalışıyoruz, beden kabrinden çıkar-maya çalışıyoruz, bu işin eğitimi diyerek kendilerini toprak altına ve kabirlere sokanlar var, Hz. Resûllüllah (s.a.v.) toprak altında bulmadı ki Rabbini miraçta buldu, biz onun ümmetiyiz ve mirac ehliyiz toprak ehli değiliz ki biz, bizim sistemimiz derviş odaklıdır yani bu işi sen kendin yapacaksın, kimse yapmaz başka, kendi işini kendin yapacaksın.
Yeryüzünü sürmemiş, demesinin bir başka özelliğide kendi beden mülkü-nü fazla karıştırmayacak, yeryüzü demek bizim varlığımız bizim kendi dünya-mız, sürerek bunu fazla karıştırmayacağız, eşelememiş olacağız, ve sulamamış olacağız, çünkü bu nefsi emmâre, nefsi levvâme toprağını sürüp, karıştırıp su-larsak iyice azar, biz onları beden ve nefis yolunda değil Hakk yolunda kulla-nacağız. Ve alacasız olacak, yani muhabbetinde bir fiske kadar acaba ve şüp-hecilik gibi şeyler olmayacak, ne mal,mülk, ne ana-baba, ne çoluk-çocuk, bunlar tabi ki olacak ama Allah sevgisinin altında olacak.

72-) Ve iz kateltüm nefsen feddare'tüm fiyha* vAllahu muhricün ma küntüm tektümun;
Hani siz birini öldürmüştünüz de, onun hakkında tartışıp birbirinize düşmüştünüz. Allah sakladığınızı açığa çıkarandır!
Ve devam ediyor bunun sebebini anlatıyor şimdi, hani siz bir nefsi öldür-müştünüz, onun hakkında tereddüte şüpheye düşmüştünüz, Allah muhakkak ki sizin gizlediklerinizi ortaya çıkarır. Burada katledildiği söylenen nefs, emmâ-re, levvâme, mülhime vb mânâsına değil ,insân-ı kasteden nefs kelimesi, yani siz içinizde mevcut olan insân tarafınızı kesmiştiniz, yani hükümsüz hâle getirmiştiniz.
Bakın çoğul olarak kullanılıyor, siz yapmıştınız diyor yani herkesin var-lığında bu tecelli etmiş gibi, yani herbirerlerimiz bu hükmün içerisinde, şöyle diyelim,biz henüz nefsi levvameyi kesememiş iken, bize evhamda gelir ilhami yoldan düşüncelerde gelir ve insani hakikatler gelir gönlümüze, ama siz bun-ları kesmişsiniz diyor, nefsi emmarenin, levvamenin işine gelmediği için, böyle bir zamanınız vardı ve bu hususta münakaşaya düşmüştünüz, çelişkiye düş-müştünüz, muhakkak Allah sizin gizlediklerinizi ortaya çıkartır yani bunu niye yaptınız samimiyetiniz derecesi nedir, Allah bunu bilir ve ortaya çıkartır



73-) Fekulnadribuhü Biba'dıha* kezâlike yuhyillahulmevta ve yuriyküm ayatihi le'alleküm ta'kılun;

O zaman “bir parçasıyla ona vurun" dedik. İşte böylece Allah hayat verir ölüye. Size böylece işaretlerini gösterir, umulur ki aklınızı kullanırsınız.

Biz onlara dedik ki, o kesilen bakara’nın bir uzvuyla ölen kişiye vurun, Allah işte böylece ölüleri diriltir, umulurki Allah’ın böylece murat etmiş olduğu ayetlerde akıl edersiniz.

Yani bakın Cenâb-ı Hakk burada doğrudan doğruya devreye giriyor ve “Biz” dedik ki diyor, az evvel Rabbine sor ey Mûsâ diye Rab’tan bir konuş-mayla başladı sonra Allah gizlediklerinizi ortaya çıkartır dedi bakın hep Allah’ı ve Rabbi dolaylı konuşmayla anlatan bir oluşum var, burada ise Cenâb-ı Hakk bizzat kendi Zâtından “Biz” dedik ki diyor, “bazı parçasıyla vur” dedik, sonra bakın yine başkası anlatıyor, “işte böylece Allah ölüleri diriltir” diyor, aynı hadise bakın kaç mertebeden anlatıyor, işte tek düze anlatmakla bunun içinden çıkılmaz, onun için çıkılmıyor zâten, bakın kaç mertebe, rubûbiyyet mertebesi var, Ulûhiyyet mertebesi var, ahadiyyet mertebesi var, “Biz” diyor Cenâb-ı Hakk sıfat-ı subûtiyesi ile birlikte ifadeleri var, aynı hikâye içerisinde kaç mertebeden mevzuat var.

“Bazı parçalarıyla vur” dedik, Mûsâ (a.s.)’ma mı? vur demiş, yoksa kavminden birisine mi vur dedi, kime dediği belli değil, sonuçta ineği kestiler dili veya kuyruğu ile o ölünün üstüne vurdular, yani bizde ölmüş olan o bilgi-nin üstüne kuyruğu veya diliyle vurdular o bizdeki bilgi tekrar meydana çıktı, tekrar dirildi, burada diliyle vurulduğunu düşünürsek daha uygun olur çünkü dil kelâm ifadesi olduğundan o da ondan aldığı ilhamla konuşmaya başladı, ve beni nefsi mülhime, nefsi levvâme, nefsi emmâre öldürdü diye haber verdi ve tekrar öldü, çünkü o ilim mertebesini gördü işini gördü.

Aynı şekilde İsâ (a.s.) çamuru aldı eline ve bir kuş sûretinde yaptı, ona üfledikten sonra o uçmaya başladı, burada Cenâb-ı Hakk “biizniHi” yani “Benim iznimle uçmaya başladı” dedi.

Burada da Allah’ın bizâtihi izniyle konuşmaya başladı, demek ki zaman zaman Cenâb-ı Hakk bazı mahallerde Zâti tecellisini ortaya getiriyor ve Zâti tecellisi, Zâti kudreti ortaya geldiğinde de biz zannediyoruz ki o işi oradaki kişi yaptı, hayır, Allah’ın oradaki rolü veya işi oynaması var, Enfal 8/17” ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnAllahe rema-attığında sen atmadın, atan Allah'tı” Âyetinde belirtilen hâdise orada meydana geliyor, İsâ (a.s.)üflediği zaman orada üfleyen Allah’ın kendisiydi, işte burada da vuran Allah’ın kendi-siydi, Zâti tecellisinin falan kişiden zuhura gelmiş olmasıdır, niye İsa (a.s.) her zaman kuş sûretinde çamuru yapıpta uçuramıyor “BiizniHi” olduğu için, Zat tecellisi meydana geldiği zaman uçabiliyor, işte aynı hadise buradada var, “Biz dedik ona vur” diye, Allah bir şeye “kün” “ol” dediği zaman o şey hemen olur.

Ve Allah ölüleri böyle diriltir, yani bir sebep hâlkeder ölüleri diriltir, bizde ölmüş olan insanlık hakikati bir kelâm-ı İlâh-î tarafından vurulduğu zaman, vurmak illâ ki bir maddeyi başka bir maddeye vurmak değildir, kelâm lisanı ile de vurmak olur, yani onu uyandırmak olur, nefha-i İlâhiyeyi oraya gönderdiği zaman, bakın üfledim, nefesim aynaya vurdu deriz orada bir darp yok ama oraya ulaşması var, kimde ki Hayy esmâ-i İlâhiyesinin zuhuru varsa karşı tarafa o esmâ-i İlâhiyyeyle vurduğu zaman orada mutlaka yeni bir hayat meydana gelir.
Ne zaman ki bir ağızdan Allah’ın “kün” emri ortaya geliyor işte o ölü kalpleri ancak bu kelâm diriltir, işte böyle bir nefha-i ilâhiyye ye kişi ulaşamaz-sa onun ebedi hayatı bulması mümkün değil, kendine ulaşması yeniden varol-ması mümkün değil, Sad 38/72 “ve nefahtü fiyhi min rûhi” hadisesinin bir özelliğide budur. Umulur ki siz akledersiniz, yani muhakkak, kesin olarak şöyle yapın, böyle yapın değilde, düşünerek, çalışarak, araştırarak umulur ki bu hâle ulaşırsınız demek istiyor,

74-) Sümme kaset kulubüküm min ba'di zâlike fehiye kelhıcareti ev eşeddü kasveten, ve inne minel hıcareti lema yetefecceru minhül' enhar* ve inne minha lema yeşşakkaku feyahrucü minhülma'* ve inne minha lema yehbitu min haşyetillah* ve mAllahu Biğafilin amma ta'melun;
Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu.

Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, Allah’ın haşyetinden düşüp yuvarlanır Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.

Yukarıdaki hâdise oluştuktan sonra öldürülmüş olan kişi dirildi ve “beni yeğenim öldürdü” dedikten sonra tekrar bâkî âlemine döndü ve kâtilin ortaya çıkmasıyla beni İsrâîl’in arasında o zor devir kapanmış oldu, mesele aydınlan-dığı için rahatlıyorlar fakat bir müddet sonra; Sizlerin kalpleriniz katılaştı, Hakk yolunda giden bir kimse belirli aşamalara geldikten sonra o mevzular üzerinde rahatlar ve nefsi emmâreyi, nefsi levvâmeyi aştım diyerek rehâvete kapılıp çalışmalarını sürdürmezse, daha ileriye gitme çabalarında bulunmazsa bu Âyet-i Kerîme onun üzerinde faaliyete geçer. Onların kalpleri taşlar gibi oldu, hatta taştan daha katı oldu, Bir kimse belirli bir tarikat ahkâmını yaşa-dıktan sonra çeşitli sebeplerle orada kaldıysa işte onun kalbi katılaştı ve taşlar gibi oldu, hatta taştanda daha katı oldu.



Yüklə 2,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin