|
Nefsin Sıfat Ve Mertebeleri - 22-23-24 Nisan 2016 www.kalpehli.com
|
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
NEFSİN SIFAT VE MERTEBELERİ
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf, 12/53)
Nefs Nedir?
Kur'an -ı Kerim'de üç yüze yakın yerde “nefs” kelimesi geçmektedir. Bu kelime, filozoflar, kelâm, fıkıh ve tefsir alimleri tarafından muhtelif manalarda kullanılmış; ruh, can, kalp, ceset, benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi yirmiyi aşkın mana verilmiştir. Aslında nefsin mahiyeti tam olarak kelimelere dökülemeyecek kadar derindir. O yüzden nefsi en iyi kavrayanlar kâmil velilerdir.
Nefs kelimesi, sufiler arasında muhtelif makamlara göre, farklı manalarda kullanılmıştır. Fakat genel olarak bu kelime tasavvuf dilinde iki manaya gelir. 1
Hayvanî nefs, insanî nefs
Birincisi: “Bir şeyin özü, zatı, kendisi” anlamındadır. Buna ‘hayvanî nefs' de denir. Hayvanî nefs, Halk Alemi (Yaradılmışlar Âlemi)’ndendir . İnsanî nefsin bineği ve bütün şehvetlerin kaynağıdır. His, hareket ve hayat menbaıdır . Beş duyu organı ve diğer kuvveler vasıtasıyla hayatı, eşyayı kavrar.
İkincisi: “Rabbin emrinden olan insanî ruh, manevi sıfat” anlamındadır. Hayvanlarda bulunmayan bu nefse, konuşan insanî nefs, nefs -i nâtıka da denir. Emr Alemi'ndendir. Allah Tealâ tarafından insana üfürülen ruh, bedene taalluk edince ‘nefs' adını alır. Yeri iki kaşın arasıdır. İnsanın içi ve dışıyla irtibatlıdır. Asıl hâkimiyeti beyin ve manevi bir lâtife olan ‘kalp' üzerindedir. Yürek dediğimiz kanı pompalayan maddi kalple de irtibatlıdır.
Bu nefs hayvanî nefse mağlup olursa, hayvanların aşağısında şeytanların mertebesine düşebilir. Mevlâ'nın yardımıyla hayvanî nefse galip gelirse, ruhanileşip meleklerden üstün mertebelere çıkabilir. 2
Nefsin lüzumu ve faydaları
Konuyla ilgili olarak akla şu sual gelebilir: Nefs ve şeytan olmasaydı da, hepimiz cennete gitseydik olmaz mıydı?
Böyle bir soru, öğrenmek kasdıyla değil de itiraz maksadıyla olsaydı, Allah korusun, imanı götürürdü. Çünkü Allah'ın takdirine rıza göstermek imanın şartlarındandır. O neylerse güzel eyler. Ayrıca mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Bizler O'nun işlerindeki hikmetleri tam manasıyla kavrayamayız.
Ancak, kömür ruhlarla elmas ruhları birbirinden ayırmak Allah'ın hikmet ve adaletinin gereğidir. Eğer nefs ve şeytan olmasaydı, Hz . Ebubekir (r.a) ile Ebu Cehil'in makamı bir olacaktı. Oysa bunların biri elmas, diğeri kömür. Ayrıca, şu imtihan dünyasının kurulmasının da bir manası kalmayacaktı.
Nefs ve şeytan faydalı birer alet mesabesindedir. Tıpkı ateş veya bıçak gibi. Ateşi evimizi ısıtmakta, yemeğimizi pişirmekte, etrafımızı aydınlatmakta ve daha birçok faydalı işlerde kullanırız. Ama dikkat edilmezse ateş insanın evini yakar. Bıçak elini doğrayabilir. Fakat kimse ateş evimi yakar, bıçak elimi doğrar diye bunları kullanmaktan vazgeçmez.
Aynen bunun gibi, nefsin sayısız faydaları, yanlış kullanıldığı taktirde de büyük zararları vardır. Mesela nefs yaratılmasaydı insan ve hayvanlarda yeme, içme, evlenme, üreme arzusu olmayacaktı. Yaşamak ve hayatta kalmak için barınma, ısınma, tehlikelere karşı korunma, düşmanla savaşma, ihtiyaçları giderme, icat ve keşiflerde bulunma gibi yetenekler de bulunmayacaktı. Kısacası hayat olmayacaktı.
Daha da önemlisi, nefs ve şeytanla mücahede kalmadığı için, mümin ahirete yönelik amellerden mahrum kalacaktı. Büyük cihad sevabı kazanamayacak, mertebesi yükselmeyip sabit kalacak, cennet ve Cemâlullah'tan yoksun olacaktı. 3
Nefs ve diğer lâtifeler
Fakat bunca faydalarına rağmen nefs, başıboş bırakıldığı zaman azgın bir at gibi binicisini helâke sürükler. Zira onun istekleri bitmek tükenmek bilmez. İnsanı şehvetlerinin esiri olan bir hayvan haline getirmek için uğraşır. Bu yüzden bizlere acıyıp, merhamet eden Rabbimiz, nefse hakim olup zararlı arzularından korunmamız için kalbin bir şubesi olarak aklı yarattı. Peygamberleri vasıtasıyla da önümüze bir kitap koyup, iyilik ve kötülüğün ne demek olduğunu gösterdi.
Akıl, Allah'ın emirlerini ve nefsin, şeytanın arzularını inceler. İyiyle kötüyü, Allah'ın emrine uygun olanla olmayanı birbirinden ayırt eder. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da doğruyu, güzeli, hakikati kalbe bildirir. Ayrıca ruh vasıtasıyla hafıza, mürşid, melek ve doğrudan Allah’tan gelen tesirler de kalpte toplanır. Beyin vasıtasıyla beş duyu organından gelen tesirler ile nefsin ve şeytanın telkinleri de kalpte toplanır.
Gelen bilgi ve telkinleri değerlendiren kalp; aklın, vicdanın veya topyekûn ruhun dediklerini tercih ederse, nefsin arzularını yerine getirmez. Yani beyin vasıtasıyla kendisine bağlı olan el, ayak, ağız, dil gibi uzuvlara nefsin isteğini yaptırmaz. Şehvet, gazap ve aklî hilelerin esaretinden kurtulur. Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanır . Namus, haya, takva, sabır, kanaat, şecaat, neşe, huzur, müsamaha, lütuf, yumuşaklık, vakar, metanet ve güzel suret sahibi olur. Lâtifeleri zikirle cilalanır, geldiği ulvi alemlere yükselerek Rabbine vasıl olur. Ebedi saadete ulaşır. 4
Nefsin hâkimiyeti
Şayet kalp nefse tabi olursa, o zaman hayvanî nefs, toprak, su, hava, ateş lâtifelerinin yardımıyla ruh lâtifesinin yolunu keser. İnsanı mütemadiyen aşağılara doğru çeker. Toprak, ibadette gevşekliğe ve Allah'ın emirlerine uymamaya sevk eder. Su, riya ve münafıklığa götürür. Ateş, gazap, kin, hiddet, intikama yöneltir. Hava ise, kibir ve benliğe sevk eder. Böylece nefs, askerleriyle birlikte akıl ve diğer lâtifeleri emrine alır.
Bu şekilde nefsinin emrine giren insan, yırtıcı hayvanlar gibi hiddetlenir, kızar, dövmek ve sövmekle etrafındakilere saldırır. Şehvet galebe edince, hayvanlar gibi boğazının ve eteğinin düşkünü olur. Firavun'un kendisini tanrı olarak ilan ettiği gibi, o da her şeyde üstünlük ve efendilik iddiasına geçer. Kulluk ve tevazudan hoşlanmaz. Bütün ilimlere heves eder, her şeyi bildiği iddiasına kalkışır. Alim dendiği zaman sevinir, cahil dendiği zaman canı sıkılır. Bu şahsın bir de şeytanlık vasfı vardır ki, bununla akıl ve düşüncelerini kötülükte kullanır. Aldatma ve hile yollarına başvurur, kötülüğü iyilik gibi göstermeye çalışır. İşte bu da şeytanlık ahlâkıdır. 5
Nefsin Mertebeleri
Emr Âlemi’nden rabbanî bir lâtife olan insanî nefs, sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvanî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbi'ne vasıl olur.
İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere yükselebildiği gibi, geri de düşebilir. Bu mertebe ve isimleri sırasıyla görelim: 6
1-Nefs-i Emmâre: Devamlı kötü işleri emreden nefs demektir. Bu nefsin sıfatı, hep kötü işleri istemektir. Kötü işleri güzel görür, kalbi devamlı o tarafa çeker. Ahiret derdi, ölüm düşüncesi, hesap korkusu, azap kaygısı yoktur. Sadece keyfini, şehvetini, rahatını düşünür. Buna ulaşmak için helal haram diye bir sınır tanımaz; her yolu kullanmak ister.7
Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah'ın düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf a.s.'ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.“8 buyrulmaktadır.
Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs -i emmarenin sahibi, ya fasık ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tevbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır. 9
2-Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefs demektir. Tövbe ve terbiye ile bir derece uyanan nefs, bu merhalede kendi işlediği kötülükleri önce zevk alıp yapsa da peşinden pişman olur, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Ancak günah önüne gelince, duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ile kötülükler arasında bocalar durur. Eğer nefs, ilahi rahmet ve manevî bir feyiz ile desteklenirse, bu halden kurtulur. Kur’an-ı Hakim’de:
“Kıyamet gününe ve devamlı kendini kınayan nefse yemin ederim ki..”10 ayeti, bu sıfattaki nefse işaret etmektedir.11
Levvâmede, nefsin bazı sıfatları aynen bulunur, iyileşme, kötü olan yönün eleştirilmeye başlanmasıdır. Bu durumda, Kur'ânî emirlere saygı ve bağlılık artmıştır. Namaz, oruç, sadaka vermek gibi salih amellerde fazlalaşma görülür. Amellerini Allah için yapar, ancak bunun böyle olduğunu, halkın da bilmesini ister. Artık nefs bu vasfıyla tövbekârdır.12
Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor.
Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp'tir. Âlemi Berzah Alemi'dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi'dir. Uykuyla uyanıklık arasında -genellikle oturma halinde- Misal Alemi'nden bir çok manalar temessül eder. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir. 13
3-Nefs-i Mülhime: İlham, feyiz ve keşfe ulaşan ve hayırda kalbe yoldaş olan nefs demektir. Nefs tövbe ile günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulup itaate yönelirse, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Artık, haramdan kaçar, hayırlara koşar. İbadet ve zikirden lezzet alır. Kalbinde ilahi aşk ateşi parlayama başlar. Bu nur ile iyi ve kötüyü seçer. Ancak şeytan kalbine girmeye yol arar. Peşini bırakmaz. Günah ile kandıramazsa, ibadetleri içinde kandırmaya çalışır. Kendini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir. İçine azaptan emniyet hissi verir, Haktan koparmaya uğraşır. Bu mertebedeki hak yolcusuna kamil bir mürşid nezaret ve yardım ederse, tehlikelerden kurtulur. Yoksa, gizli yollarla tehlikeli hâllere düşme ihtimali mevcuttur.14
Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.15
4-Nefs-i Mutmainne: Huzur bulmuş, sakin olmuş, rahatlamış, ızdırabı dinmiş, şek ve şüphesi gitmiş nefs demektir. Bu mertebe, Yüce Allah’a dostluk yani velâyet mertebesidir. Bu merhalede nefs, kalple birlikte bütün ilahi emirlere sevgi ile uyar. Şek ve şüphesi kalmaz. Izdıraplardan kurtulur. Manevî tecellilere ulaşır; feyizlenir, tatlanır, artık her işte Yüce Allah’ın rızasını hedefe alır. O’na teslim olur. İtaati süreklidir. 16
Allah'a doğru giden bu nefs sahibinin kalbi, tam ve gerçek bir inanışa sahiptir. Şeriatın bazı sırlarını elde etmiş, cömertlik, doğruluk, yumuşak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı dillilik gibi güzel sıfatları kazanmıştır. Daima tevekkül, tefvîz, teslim, sabır, rıza halleri içindedir. Kalbi, her an huzur ve sükûn içinde, şükür ve senâ eder, kusurları örter, hataları bağışlar, İslâm'ın emirlerinden zerre kadar ayrılmaz. Hz. Peygamberin (s.a.v) ahlâkını güzel bir şekilde yaşar ve bundan zevk alır. Allah'ın izniyle, birtakım keşif ve ilhamlara sahiptir.17, 18
Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmıştır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır'dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır. 19
Kur’an-ı Hakim’de: “Ey mutmain olmuş (Allah ile huzur ve sükûna ulaşmış) nefs! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. Gir salih kullarımın arasına; gir cennetime.”20 Ayetiyle anlatılan nefs, Allah Teala’nın aşkı ve zikri ile mutmain olmuş nefstir. Yine bu ayette aşağıdaki üç makama işaret edilmektedir. 21
5-Nefs-i Râdiye: Allah’tan razı olan, O’ndan gayri her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbine nazar eden nefs demektir. Bu sıfata ulaşan nefs, kendi iradesini Yüce Allah’ın iradesine teslim eder. O’nun için sever, O’nun için kızar; O’nun için yaşar. Acı tatlı her şeyde ilahi rızayı arar, edebi korur. Herkese rahmet olur, kimseye sıkıntı vermez. Bütün insanlara şefkat gözüyle bakar. 22
Seyri Allah'tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut (Ruhanîler) Âlemi; mahalli, Sırrın Sırrı'dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O yüzden başkasını irşad edemezler. Şeytan onların şeklinde başkalarının rüyalarına girip yoldan çıkarabilir. 23
6-Nefs-i Merdıyye: Yüce Allah’ın kendisinden razı olduğu nefstir. Bu nefs sahibi öyle terbiye olmuştur ki, ne yapsa Allah rızasına uygun olur. Günahları unutur; ilahi aşk denizinde yüzer; her şeyi ile âleme rahmet olur. Ona keşif ve keramet olarak ne verilse, o Allah rızasında başka bir şeye iltifat etmez. Bu makam büyük velilerin, ariflerin, kâmil insanların makamıdır. 24
Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırt edilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgisinden dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine yabancı bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mürşidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Bunların kıyafetinde şeytan başkasının rüyasına giremez. Seyri Allah'tan (Seyr-i anillâh )'dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ'dır. 25
7-Nefs-i Kâmile: Kâmil, olgun, tertemiz, sâfi nefs demektir. Bu makamdaki nefs sahipleri, Allah Teala’nın en seçkin, en has kullarıdır. Onlar, ilahi aşkı ve edebi en üst düzeyde temsil eden kutup insanlardır. Onlar, Allah’ın yeryüzündeki delili ve gerçek peygamber varisidirler. Halkı irşad ile görevlidirler. Bütün güzel ahlakları bünyelerinde toplamışlardır. Gavs, kutup diye anılan zatlar bu makamdadır. 26
Seyirleri Allah'ladır (Seyr-i billâh). Âlemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri Ahfâ'dır . Önceki bütün nefslerin güzel vasıflarını üzerinde toplamışlardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan gafil olmazlar. Onların muradı Allah'ın murad ettiği şeydir. Rızaları da öfkeleri de Mevlâ iledir. Allah için olan işleri yaparlar. Bunun için çevrenin ayıplaması ve çekiştirmesinden ürkmezler. 27
Onlar Yüce Hakkı sever; halk da onları sever. Onlar Allah’tan korkar; halk da onlardan korkar. Onlar Yüce Allah’a hizmet eder; bütün alem de onlara hizmet eder. Onlar, Yüce Allah’tan razıdır; kâfir ve gafiller hâriç, cümle âlem de onlardan razıdır. 28
Cenab-ı Hak onlarla âlemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Allah'ın emirlerine riayet edenleri kendi öz çocuklarından çok severler. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.
Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah'a yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. Sıradan bir nazarları dahi dünya ve içindekilerden üstündür. Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır? 29
İşte tasavvuf terbiyesinin hedefi, bu kamil insanla buluşup kamil insan olmaktır. Bu yola giren ve kamil insanı kendisine rehber eden herkes, derece derece nefsini terbiye edip Yüce Allah’a yakın olur. Ebedi saadeti bulur. Bunun için ne yapılsa, ne kadar emek verilse azdır.30
Kıssa: Bedeli ödenemeyen cevher
Ebû Bekir Şiblî hazretleri, kurtuluşun Allah dostlarında olduğunu anlayarak, Bağdat'taki Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin dergâhına geldi. Dünyadaki mertebesine göre izzet ve ikramla karşılanması gerekirdi. Çünkü büyük bir hadis âlimi ve aynı zamanda vali idi. Peki, nasıl karşılandı? Ebû Bekir Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine:
- Sizin yanınızda meşhur bir cevher varmış. Bunu, ya bana hediye edin veya satın, dedi.
- Satacak olsam bedelini ödeyemezsin. Hediye edecek olsam kolay kazanılmış malın kıymeti olmaz. İkisi de sana uymaz, dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri.
- Öyleyse ne yapalım?
- Git, bir yıl kibrit sat, dedi.
Ebû Bekir Şiblî hazretleri bir sene kibrit sattı. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bir yılın sonunda ona:
- Bu iş ticaret ve şöhret kapısıdır. Şimdi git, kapı kapı dolaşarak dilencilik yap, buyurdu.
Ebû Bekir Şiblî hazretleri:
- İşittim ve itaat ettim, dedi.
Ve dilenciliğe başladı. Hadis âlimi bir vali hiç dilenci olur mu?
Demek ki, Ebû Bekir Şiblî hazretlerinin bedeninde ve ruhunda Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin gördüğü mânevî bir illet/hastalık var. Bu yolda hem izzet sahibi nefsi beslemek hem de ârifibillah olmak yoktur.
Onun için Ebû Bekir Şiblî hazretleri (k.s) Bağdat'ta bir yıl dilencilik yaptı. Çalmadık kapı, geçmedik sokak bırakmadı. Sonunda artık kimse bir şey vermez hale geldi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine durumunu anlattı:
- Sultanım, önceleri biraz verdiler ama şimdi hiçbir şey vermiyorlar dedi.
- Şimdi kendi kıymetini/değerini artık bildin mi? Hani sen emir idin otuz yıl hadis okumuştun; bak şimdi bir metelik bile etmiyorsun. Onun için şu dünyaya bel bağlama; ben, sende halâ makam ve şöhret izlerini görüyorum: Bir sene daha dilencilik yap.
Ve böylece Ebû Bekir Şiblî hazretleri bir sene daha dilencilik yaptı. Artık onun nefsi, yere atılmış peçete/mendil gibi oldu. Anladı ki hiç bir izzet bâki/ebedî değildir. Emirlikten ve ilimden gelen gururu dört senede temizledi. Sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine mürid oldu.31
Nefsi Dizginlemek
Nefsi alt etmek zorlu ve meşakkatli bir iştir. Çünkü diğer düşmanlar gibi onu tamamen tepelemek mümkün değildir. O aynı zamanda insanın bir bineği bir aleti yerindedir. Denilir ki bir bedevi Arap birisine şöyle hayır duada bulunmuş:
"Nefsin hariç Allah bütün düşmanlarını kahretsin!"
Zira zararlı olmasına rağmen onsuz olmaz. Bu durumda onu terbiye etmeli, hayırlı işlerini yapabilecek kadar güçlendirmeli; haddi aşmaması için de zayıf bırakmalı ve hapsetmelisin. Yani sen, tedavisi çok zor ve hassas bir konu ile karşı karşıyasın. Nefsi takva ve vera gemi ile dizginleyerek pek çok faydalar elde edilecektir.
Bu dik başlı bir binek, zorlu ve huysuz bir hayvandır. Gem vurmakla boyun eğmiyor. Bunun çaresi, gem ile itaat altına alınıp boyun eğinceye kadar onu tahkir ve zelil etmektir.
Alimlerimiz (rh.a.) derler ki: Nefsi tahkir etmek ve arzularını kırmak üç şeyle mümkündür:
1. Arzularına set çekmek: Yani yemini azaltmak. Dik başlı bir hayvan, yemi azaltılınca uysallaşır ve yumuşar.
2. Ağır yük vurmak: Nefse ağır ibadet yükü yüklemek. Zira bir binek hayvanı, eğer yemi azaltılıp yükü arttırılırsa uysallaşır ve boyun eğer.
3. Allah'tan yardım istemek: Nefsine karşı sana yardımcı olması için Allah'tan yardım dilemeli ve ona niyazda bulunmalısın. Bunların dışında kurtuluş yolu yoktur.
Eğer bu üç esası sürekli uygularsan, Allah'ın izni ile dik başlı nefs sana boyun eğer. Artık ona dilediğin gibi hükmeder, dizginlersin. Şerrinden de emin olursun. 32
S. Muhammed Raşit hazretleri (k.s) nefsin kötülüğünden bahsederken önceki sadatlardan şöyle örnek verdi:
"Bir gün Seydayı Tahi'ye bir sofi ziyarete gelmişti. Sofiye şeyhinin sohbetini etmesini söyleyince sofi Şeyhim derdi ki: "Gübre olunmadıkça su üstünde kalınmaz." Bu söz Seydayı Tahi'nin çok hoşuna gitti. Vallahi çok doğru bir söz, bundan daha güzel bir şey olmaz. İnsan nefsini gübre etmedikçe su üstünde kalamaz. Gübre hafif olup su üstünde kaldığı gibi insan nefsini hafif tuttukça yükselir su üstünde kalır, ağır tutarsa suyun dibine batar. İnsan nefsini gördüğü müddetçe Rabbine kavuşamaz."33
Diğer bir sohbetinde de: “İnsan yüzünü samimi olarak Allah Teala'ya döndürüp salih amel işlerse ancak kurtuluşa erebilir. Nefs aynen azgın ata benzer. Dizginleri zaptedilmeyen azgın at gibi sahibini yere çarpıp parçalar, belki kendisi de beraber parçalanır. Yani hem kendini, hem de sahibini felakete götürür. Ama atın dizginleri sağlam olarak tutulur, ona hakim olunursa, at koşar, yönelir, ağzından köpükler akar ve felakete sebeb olmadan sahibine teslim olur. İşte nefs de böyledir, hakim olunursa insanı Allah'a götürür. Allah'a ancak nefse hakim olursa ulaşılır. Allah'a ulaşmak iki adımdır. Birinci adım nefsin üzerine konur, ikinci adımda Allah'a ulaştırır.” buyurmuştur. 34
Nefsin Arzuları Ve Terbiyesi
Şiddetle kötülüğü emreden nefs, iblisten daha büyük bir düşmandır. Zira şeytan ancak nefsin heva ve azgın istekleri ile insana üstünlük sağlayabilir. Nefs, yapısı gereği kendini güvende görür; gaflet içinde, rahat, tembel ve vurdumduymaz bir hayat sürmek ister. Sürekli olarak boş ve batıl şeylerin peşinde koşar. Ondan kaynaklanan her şey yanlış ve aldatıcıdır. Eğer nefsin isteklerini kabul eder ve onlara tabi olunursa helake sürükler. Onun ince hesaplarından gafil olunursa gaflet deryasında boğulunur. Nefsin arzularına dur deyip ona karşı gelinmezse, insanı doğru cehenneme götürür.
Nefs için asla hayra dönme ümidi yoktur. O, bütün belaların başı, rezaletlerin kaynağı, İblis’in hazinesi ve bütün kötülüklerin yuvasıdır. Onu, gerçek manasıyla ancak yaratıcısı tanıyabilir: “Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”35 Yani insanların işlediği hayır ve şerlerin hepsini bilmektedir. İnsan, ahiret yurdu için neler yaptığı hususunda ömrünün geçen kısmı üzerinde şöyle bir düşünürse; bu tefekkür onun için kalbini yıkayıp temizleme yerine geçer. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:
“Bir saatlik tefekkür, bin yıllık ibadetten hayırlıdır!”36 (Yukarıdaki ifadeler Ebu’l-Leys’in tefsirinden alınmıştır.)
Akıllı kişiye yaraşan şudur; geçmiş günahlarına tevbe etmeli, ahirette kendisini kurtaracak ve Allah’a yaklaştıracak amelleri düşünüp araştırmalı, uzun emelleri bırakmalı, tevbede acele etmeli, Allah’ı çokça zikretmeli, yasak ve haramları terk etmeli, nefsin meşru olmayan isteklerine sabretmeli ve onu sabra alıştırmalı! Nefs onun her isteğine boyun eğenler olanlar için bir puttur, nefsine kulluk eden gerçekte puta kulluk etmektedir. Allah’a (c.c) ihlasla ibadet eden kişi de nefsi tepelemiş demektir!
Kıssa
Anlatıldığına göre Malik b. Dinar (rh.a) döşeğinde yatıyordu. Canı, bir bardak ballı süte sıcak pideyi bandırarak yemek istedi. Hizmetçisi gidip istediğini getirdi. Malik b. Dinar (rh.a) onları eline aldı ve bir süre onlara baktıktan sonra:
- Ey utanmaz nefs! Otuz sene sabrettin, şurada azıcık bir ömrün kaldı! dedi ve elindeki bardağı fırlattı, nefsinin isteğine karşı sabretti ve vefat etti.
İşte peygamberlerin, velilerin, sadıkların, aşıkların ve zahidlerin halleri böyle idi.
Yahya b. Muâz er-Râzî (rh.a) der ki:“İbadet ve riyazet ile nefsinle cihad et! Riyazet; az uyumak, az konuşmak, canlıları incitmemek ve az yemektir. Çünkü az uyku, irade duruluğu sağlar; az konuşmak birçok belaları önler; canlıları incitmemek, insanı hedefine ulaştırır ve az uyku nefsin azgın arzularını öldürür. Çok yemek kalbi katılaştırır ve nurunu giderir. Hikmetin nuru açlıkla elde edilir. Oburluk Yüce Allah’tan uzaklaştırır!”
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Kalplerinizi açlıkla nurlandırınız! Açlık ve susuzluk silahıyla nefsinizle cihad ediniz! Açlıkla cennetin kapısını çalmaya ısrarla devam ediniz. Zira nefsini terbiye etmek için mücadele edenin mükâfatı, Allah (c.c) yolunda cihad edenlerin mükâfatına denktir. Allah Teala katında, nefsi açlık ve susuzlukla terbiye etmekten daha sevimli bir amel yoktur. Midesini sürekli dolu tutan meleküt âlemine asla giremez! Oburluğa devam eden ibadetlerden lezzet alamaz!”37
Hazret-i Ebü Bekir-i Sıddik (r.a) şöyle buyurur: Rabbime ibadetin zevkini alabilmek için; müslüman olduğumdan beri doyasıya yemedim. Yine Rabb’ime kavuşma iştiyakından dolayı kana kana su içmedim!”
Yahya (a.s)’dan nakledildiğine göre: Bir gün arpa ekmeği ile karnını doyurmuştu. 0 gece uyuya kaldı ve gece zikrini yapamadı. Allah Teala ona şöyle vahyetti:
- Ey Yahya, kendin için benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun? Yahut bana yakın olmaktan daha hayırlı bir muhit mi buldun?... İzzetim ve Celalim hakkı için eğer Firdevs cennetine muttali olsaydın ve cehennemi hakikatiyle kavrasaydın; gözlerinden yaş yerine irin akıtarak ağlar ve kumaş yerine demir elbise giyerdin!38
Seyyid Muhammed Raşid (k.s) Hazretleri nefs hakkında şu sohbeti yapmıştır: "Nakşibendi yolunun bütün çalışmaları evradı nefsi öldürmek ve yok etmek içindir. Nefs ölüp gittikten sonra her şey düzelmeye başlar. İnsanın evini yıkan en büyük düşmanı kişinin nefsidir. Onun için insanın kendinden haberi olmalı, nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır. Bir kimse ki nefsini yener. Zikirle, letaifle nefsini ezer, ortadan kaldırırsa, o zaman Allah'la o kimse arasında bir engel kalmaz. Nice çalışıp amelini tamamlayan kimse vardır ki Allah'ın keremi ve ihsanı olmadığı için nefsini yok edememiştir. İnsanı helake götüren nefsidir."39
Seyda hazretleri Gavs hazretlerinin bir sohbetlerinde şöyle buyurduklarını nakleder: "Nakşıbendilerinin üstadları bağlılarına hep aynanın arka tarafındaki kusurları göstermiştir. Aynanın ön tarafındaki iyilikleri göstermezler. Kişi aynanın arka tarafına bakınca da kendilerini iyi görmezler yaptıklarını beğenmezler. Nefslerinin kötülüğünü görürler. Nefsleri vücud bulmaz. Artan amellerini görmezler, amelleri yok diye yakınır, arttırmaya çalışırlar. Böyle olunca Âlemlerin Rabbi onların manevi derecelerini arttırır, rızasını nasib eder. Başkaları ise aynanın ön yüzüne nazar eder, iyiliklerini görür, nefsleri vücud bulur, kendilerini büyük görürler. Başkalarının kusurunu görürler, kendilerini onlardan üstün görürler. Makamları yükselmez, terakki edemezler. Bazen kazandıkları rütbelerini kaybederler. Bundan dolayı Nakşibendi Sadatları bağlılarını bu türlü kibir ve ucubdan korur, kusurunu gösterir, iyiliğini saklarlar." 40
Kıssa: Nefsin Derdi Ne Zaman Derman Bulur?
Cüneyd-i Bağdadî (k.s) anlatıyor: Bir gece uykum kaçtı. Kalktım vird edindiğim namazımı kılmaya başladım. Daha önceden bulduğum manevî tadı ve yüce Rabbime yaptığım münacaatın zevkini bulamadım. Hayret ettim. Uyumak istedim uyuyamadım. Kalktım oturdum. Oturmaya da güç yetiremedim. Daraldım, kapıyı açıp dışarı çıktım. Bir de baktım ki abaya sarılmış birisi yolda duruyor. Beni fark edince başını kaldırdı ve,
"Ey Ebû Kasım, niçin geç kaldın?" dedi. Ben de, "Efendi, sizinle bir sözleşmem yoktu ki!" dedim. Adam,
"Evet, öyle ancak ben kalpleri istediği gibi çeviren Rabbimden senin kalbini bana yöneltmesini istedim" dedi. Ben de,
"İstediğini yaptı; hacetin nedir?" diye sordum; adam,
"Nefsin derdi ne zaman devası hâline dönüşür? Bu nefs ne zaman dertten kurtulur?" diye sordu, ben de,
"Nefs, kötü arzularının aksine hareket ederse, derdi derman bulur, hastalıklarından kurtulur" dedim. O zaman adam nefsine yönelip,
"Dinle, ben bunu sana yedi defa söyledim; sen Cüneyt'ten işitmeden kabul etmedin. Bak şimdi ondan da işittin!" dedi ve dönüp gitti.
Adamın kim olduğunu anlayamadım, daha sonra hakkında bir bilgiye de ulaşmadım."41
Alimlerimiz der ki: Bir günahı Allah için terk etmek kadar kalbe huzur veren bir şey yoktur. Haramlardan kaçmak en büyük ibadettir. Sıhhat ve afiyetin birinci şartı, mikroptan korunmaktır. Kalbin sıhhati ve huzuru için gereken ilk şey, onun tadını bozan, nurunu karartan günahları terk etmektir.
Allah için terk edilen her günahın yerine kalbe manevi bir tat verilir; öyle ki mümin onun zevkini ta ruhunda hisseder.
Kalbin yüce Allah’ı tanıması ve sevmesi farzdır. Günahlar bu sevgiye mani olduğu için terk edilmesi emredilmiştir. Ayrıca her günahın insan namus ve şerefini zedeleyen yönleri de vardır.
Bütün Peygamberler (a.s), kulları hevadan kurtarıp yüce Mevla'ya kulluk yapmaları için gönderilmiştir. Bütün Allah dostları, nefslerinin kötü arzularına karşı durabildikleri için veli olmuşlar ve ebedi saadete kavuşmuşlardır. Haramda huzur yoktur; helaller keyfe kâfidir. Emniyet, edeptedir. Ebedî huzur yüce Allah iledir.
Allah Teâlâ buyurur ki: “Kim Rabbinin makamından korkarak nefsini kötü arzularından alıkoyarsa, onun varacağı yer cennettir.”42
Resûlullah (s.a.v) buyurur ki: "Ümmetim için en korktuğum şey, hevaya (nefsin kötü arzularına) uymak ve uzun emeldir. Hevaya uymak onları haktan alıkor; uzun emel de ahireti unutturur."43, 44
Nefs Terbiyesinde Tasavvufun Rolü
Alimlerimizin beyanlarına göre herkesin vücudunda nefs bulunur ve hiçbir zaman oradan çıkmaz. Nefs, Allah'ın emridir, vücuda konulması bir hikmet ve bir ilâhi irade sebebiyledir. Bilinmelidir ki insan vücudundaki nefsin sıfatlarını değiştirmek yani kötü sıfatları iyi hale çevirmek mümkündür; bu da mücahede ve riyazet ile olur.
Tasavvufun gayesi, mücahede ve riyazet ile nefsi yenmektir. Sıfatları değişen nefs , emmareden levvameye , levvameden mülhimeye ... yükselir.
Şeytan, insanın maddi ve manevi temizliği için elzem olduğu gibi, nefs de elzemdir. Ataullah İskenderî (k.s.) “el- Hikemü'l Ataiyye ” isimli eserinde buyuruyor ki: “Şeytan taharet mendili gibidir. İnsan vücudunu temizler. Şeytana itaat edenleri gördüm, kendilerine hiç faydası dokunmadı. Karşı duranları da gördüm, onlara hiçbir zararı dokunmadı.”
Nefs nasıl bir varlıktır? Ulemanın bildirdiğine göre nefs bir sıfat değildir. Bir varlıktır. Yani göz gibi kulak gibi bir yaratıktır. Haset, hırs, kin, nefret, kendini beğenme gibi haller onun sıfatlarıdır.
Allah Tealâ bize nefsin meselesini şöyle bildirmiştir: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, elbette biz onlara yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.”45 Buradaki mücahede nefsle mücahedeye de işaret eder.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki: “Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunmaktayız.” Sordular: “Ey Allah Resulü, büyük cihad nedir?” Buyurdu ki: “O nefsle yapılan cihaddır .”46
Yine buyurdular ki; "Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir"47
Bazıları nefsin ruh gibi olduğunu söylerler. Silsile-i Sâdât'tan Abdülhakim Hüseynî k.s. Hazretleri bu konuda şöyle buyurmuştur: “ Nefs, iki başı olan kırkayağa benzer. Bir başı alnının ortasındadır. Öbürü de karnının altındadır. Alnı ortasındaki nefs vücudun baş ve gövde kısmına hükmeder. Gözler, kulak ve aklın birçok meseleleri onun tesirinde kalır. Karnın altındaki nefs de bulunduğu mıntıkaya hükmeder.”
Kötü huyların ve çirkin işlerin ortaya çıkmasına sebep nefstir. Nefsin böyle yaratılmış olmasının hikmeti ise kemalâta basamak olması, er kişi ile her kişinin ayırt edilebilmesidir.
Nefs yaratılmışların en karanlığı ve en cahilidir. Allah'a ve Resulullah'a karşı adeta harp eder. Allah Tealâ, emmare olan nefsine uyan için, “onlar nefsini ilâh edindi” buyurmuştur. Bu halden kurtulmanın ilacı nefsle mücadele ve onun isteklerine muhalefettir.
Alimlerimizin beyanına göre nefs ile şeytanın fitnelerinin farkı şöyledir: Dinin kötü gördüğü bir hale inat halinde gelişen arzu nefstendir. Bu sürekli haldeki meyil duruma göre halden hale giriyorsa, değişiyorsa, bu da şeytandandır.
Mürşid eli tutan nefs, emmareden levvameye girer. Levvamede bulunan kişi, günah işlediği zaman kendini ayıplar. Mülhime mertebesinde ise günahlardan kesilme başlar.
Allah Tealâ buyurmaktadır ki: “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, şüphesiz cennet onun yegâne barınağıdır.”48
Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur : “Allah bir kuluna hayır murad ederse nefsinin ayıplarını ona gösterir.”49
Nefsin hilesiyle kalp ve diğer lâtifeler koma halindedir. Zehirli yemler beden kafesindeki kekliği öyle uyuşturmuş ki, uykusundan uyanamaz. Onları Emr Alemi'nden haberdar edecek, zikir kamçısıyla uyandıracak kişi kâmil mürşidlerdir. Mürşid, sesiyle, bakışıyla aslî vatandan bahs eder. Dilsiz dilsizle konuştuğu gibi, kâmil üstad da lâtifelerle dilsiz konuşur, onlara nereli olduklarını hatırlatır.
Nebilerin ve bütün mürşidlerin yaptıkları iş, işte budur. Yüce alemlerin kandilini yakarak gönülleri aydınlatmaktır. Ta ki insanoğlu nasıl bir çamur deryasında yüzdüğünü görsün. Sonra da kabiliyetini işleterek asıl ülkesine dönmeyi arzu etsin.50
Rabbim bizleri nefsimizin ve şeytanın şerrinden korusun. Bu imtihan yurdunda Rabbimizin isteği doğrultusunda günahlardan kaçınıp rızasına uygun davranışlarda bulunmayı nasip etsin. Nefsimizi razı olduğu amellerle meşgul eyleyip hoşnutlukla cennetine girmeyi nasip etsin. Allah bizleri dünya ve ahiret sevdiklerinden, sadatlardan ayırmasın. Amin…
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Dostları ilə paylaş: |