NEFSİN MERTEBELERİ (11 Ocak 2017)
Nefsin birçok mana ve sıfatları vardır. Nefs, “insanın zatı” anlamına gelir. Ayrıca, ruh, hayat, can gibi manaları da vardır. Emir âleminden olup yeri iki kaşın arası olan ve diğer latifelerle birlikte üzerinde zikir çekilen manevi sıfata da “nefs” denmiştir. İnsanın ruhu olan manevî cevhere “nefs-i nâtıka” da denir.
Nefs Nedir?
Kur'an -ı Kerim'de üç yüze yakın yerde “nefs” kelimesi geçmektedir. Bu kelime, filozoflar, kelâm, fıkıh ve tefsir alimleri tarafından muhtelif manalarda kullanılmış; ruh, can, kalp, ceset, benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi yirmiyi aşkın mana verilmiştir. Aslında nefsin mahiyeti tam olarak kelimelere dökülemeyecek kadar derindir. O yüzden nefsi en iyi kavrayanlar kâmil velilerdir.
Nefs kelimesi, sufiler arasında muhtelif makamlara göre, farklı manalarda kullanılmıştır. Fakat genel olarak bu kelime tasavvuf dilinde iki manaya gelir. 1
Hayvanî nefs, insanî nefs
Birincisi: “Bir şeyin özü, zatı, kendisi” anlamındadır. Buna ‘hayvanî nefs' de denir. Hayvanî nefs, Halk Alemi (Yaradılmışlar Âlemi)’ndendir . İnsanî nefsin bineği ve bütün şehvetlerin kaynağıdır. His, hareket ve hayat menbaıdır . Beş duyu organı ve diğer kuvveler vasıtasıyla hayatı, eşyayı kavrar.
İkincisi: “Rabbin emrinden olan insanî ruh, manevi sıfat” anlamındadır. Hayvanlarda bulunmayan bu nefse, konuşan insanî nefs, nefs -i nâtıka da denir. Emr Alemi'ndendir. Allah Tealâ tarafından insana üfürülen ruh, bedene taalluk edince ‘nefs' adını alır. Yeri iki kaşın arasıdır. İnsanın içi ve dışıyla irtibatlıdır. Asıl hâkimiyeti beyin ve manevi bir lâtife olan ‘kalp' üzerindedir. Yürek dediğimiz kanı pompalayan maddi kalple de irtibatlıdır.
Bu nefs hayvanî nefse mağlup olursa, hayvanların aşağısında şeytanların mertebesine düşebilir. Mevlâ'nın yardımıyla hayvanî nefse galip gelirse, ruhanileşip meleklerden üstün mertebelere çıkabilir. 2
Nefs ve diğer lâtifeler
Fakat bunca faydalarına rağmen nefs, başıboş bırakıldığı zaman azgın bir at gibi binicisini helâke sürükler. Zira onun istekleri bitmek tükenmek bilmez. İnsanı şehvetlerinin esiri olan bir hayvan haline getirmek için uğraşır.
Bu yüzden bizlere acıyıp, merhamet eden Rabbimiz, nefse hakim olup zararlı arzularından korunmamız için kalbin bir şubesi olarak aklı yarattı. Peygamberleri vasıtasıyla da önümüze bir kitap koyup, iyilik ve kötülüğün ne demek olduğunu gösterdi.
Akıl, Allah'ın emirlerini ve nefsin, şeytanın arzularını inceler. İyiyle kötüyü, Allah'ın emrine uygun olanla olmayanı birbirinden ayırt eder. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da doğruyu, güzeli, hakikati kalbe bildirir. Ayrıca ruh vasıtasıyla hafıza, mürşid, melek ve doğrudan Allah’tan gelen tesirler de kalpte toplanır. Beyin vasıtasıyla beş duyu organından gelen tesirler ile nefsin ve şeytanın telkinleri de kalpte toplanır.
Gelen bilgi ve telkinleri değerlendiren kalp; aklın, vicdanın veya topyekûn ruhun dediklerini tercih ederse, nefsin arzularını yerine getirmez. Yani beyin vasıtasıyla kendisine bağlı olan el, ayak, ağız, dil gibi uzuvlara nefsin isteğini yaptırmaz. Şehvet, gazap ve aklî hilelerin esaretinden kurtulur. Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanır . Namus, haya, takva, sabır, kanaat, şecaat, neşe, huzur, müsamaha, lütuf, yumuşaklık, vakar, metanet ve güzel suret sahibi olur. Lâtifeleri zikirle cilalanır, geldiği ulvi âlemlere yükselerek Rabbine vasıl olur. Ebedi saadete ulaşır. 3
Nefsin hâkimiyeti
Şayet kalp nefse tabi olursa, o zaman hayvanî nefs, toprak, su, hava, ateş lâtifelerinin yardımıyla ruh lâtifesinin yolunu keser. İnsanı mütemadiyen aşağılara doğru çeker. Toprak, ibadette gevşekliğe ve Allah'ın emirlerine uymamaya sevk eder. Su, riya ve münafıklığa götürür. Ateş, gazap, kin, hiddet, intikama yöneltir. Hava ise, kibir ve benliğe sevk eder. Böylece nefs, askerleriyle birlikte akıl ve diğer lâtifeleri emrine alır.
Bu şekilde nefsinin emrine giren insan, yırtıcı hayvanlar gibi hiddetlenir, kızar, dövmek ve sövmekle etrafındakilere saldırır. Şehvet galebe edince, hayvanlar gibi boğazının ve eteğinin düşkünü olur. Firavun'un kendisini tanrı olarak ilan ettiği gibi, o da her şeyde üstünlük ve efendilik iddiasına geçer. Kulluk ve tevazudan hoşlanmaz. Bütün ilimlere heves eder, her şeyi bildiği iddiasına kalkışır. Alim dendiği zaman sevinir, cahil dendiği zaman canı sıkılır. Bu şahsın bir de şeytanlık vasfı vardır ki, bununla akıl ve düşüncelerini kötülükte kullanır. Aldatma ve hile yollarına başvurur, kötülüğü iyilik gibi göstermeye çalışır. İşte bu da şeytanlık ahlâkıdır. 4
İnsandaki bu nefis, varlık olarak bir tane olmakla birlikte sıfatları itibariyle birçok ismi vardır.
1-Nefs-i emmâre: Devamlı kötü işleri emreden nefis demektir. Kur’an-ı Kerim’de,
“Hiç şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder. Rabbim’in acıyıp korudukları müstesna” (Yusuf 12/53) ayeti, bu sıfattaki nefsi tanıtmaktadır.
Kâfirlerin, münafıkların ve devamlı günaha dalan kimselerin nefsi bu sıfattadır. Bunun tedavisi, samimi tövbe ve terbiyedir.
Naklederler ki, Yahya b. Muâz’ı (k.s) bir davete götürmüşlerdi, ama az yemiş ve daha fazla bir şey de yememişti. Hâne sahibi ısrar edince, dedi ki:
— Senin üzerine düşen yemeği takdim etmek, bizim üzerimize düşen de bedenlerimizi tehzib etmektir. Biz bir an bile riyazet kamçısını elimizden bırakmayız, zira nefsimizin heva ve hevesi pusuya oturup bizim için tuzak kurmuştur. Eğer bir an nefsin dizginini salıversek, bizi götürüp felâket girdabına fırlatır!5
2-Nefs-i levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefis demektir. İyilik ile kötülükler arasında bocalar durur. Eğer nefs, ilâhî rahmet ve manevi bir feyiz ile desteklenirse, bu halden kurtulur. Kur’an-ı Kerim’de,
“Kıyamet gününe ve devamlı kendini kınayan nefse yemin ederim ki..” (Kıyâme 75/1-2) ayeti, bu sıfattaki nefse işaret etmektedir.
Ebû Türâb-i Nahşebî şöyle anlatmıştır:
“Ben terbiye yoluna girdikten sonra, nefsim benden bir şey istemedi; ancak bir seferinde nefsim benden ekmek ve yumurta istedi. Ben de o sırada bir seferdeydim. Bu arzumu yerine getirmek için yoldan ayrılıp bir köye doğru yöneldim. Köye giderken aniden bir adam üzerime atladı, yakama yapışıp:
—Bu da hırsızlarla beraberdi’ dedi. Beni yüz üstü yere yatırdılar; sırtıma yetmiş sopa vurdular.
O sırada bir sûfî oradan geçiyordu, beni görünce tanıdı ve adamlara:
—Ne yapıyorsunuz? Yazıklar olsun size! Bu, Ebû Türâb-i Nahşebî’dir’ diye bağırdı. Bunu işiten adamlar beni serbest bıraktılar ve benden özür dilediler. Sonra o sûfî beni evine götürdü ve önüme ekmekle yumurta getirip buyur etti. Ben de nefsime dönüp:
—Yetmiş değnekten sonra, haydi bunları ye’ dedim.” 6
3-Nefs-i mülhime: İlham, feyiz ve keşfe ulaşan ve hayırda kalbe yoldaş olan nefis demektir. Nefis tövbe ile günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulup itaate yönelirse, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Bu mertebedeki hak yolcusuna kâmil bir mürşid nezaret ve yardım ederse, tehlikelerden kurtulur. Yoksa gizli yollarla tehlikeli hâllere düşme ihtimali mevcuttur.
Ebu'l-Fadl şöyle anlattı:
– Ben, yaptığım taatlerin Allah katında makbul olmadığını biliyorum! Kendisine bunun sebebin sorduklarında şöyle der:
– Çünkü ben, bir amelin makbul olması için gerekli şartları biliyorum. Bu şartları yerine getirmediğimi de biliyorum. Dolayısıyla amelimin makbul olmadığını anlıyorum!
– O halde bu amelleri niçin yapıyorsun? diye soranlara şöyle cevap verir:
– Bir gün Cenab– ı Hakk'ın durumumu ıslah etmesini umuyorum. O zaman da nefsim hayırlı amelleri işlemeyi şiar edinmiş olur! İşin başında nefsi hayırlı işlere alıştırmak gerekmiyor mu? 7
4-Nefs-i mutmainne: Huzur bulmuş, sakin olmuş, rahatlamış, ıstırabı dinmiş, şek ve şüphesi gitmiş nefis demektir. Bu mertebe, yüce Allah’a dostluk yani velayet mertebesidir. Manevi tecellilere ulaşır; feyizlenir, tatlanır, artık her işte yüce Allah’ın rızasını hedefe alır. O’na teslim olur. İtaati süreklidir. Kur’an-ı Kerim’de,
“Ey mutmain olmuş (Allah ile huzur ve sükûna ulaşmış) nefs! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabb’ine dön. Gir (salih) kullarımın arasına; gir cennetime.” (Fec4 89/27-30) ayetiyle anlatılan nefis, Allah Teâlâ’nın aşkı ve zikri ile mutmain olmuş nefistir.
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri şöyle diyor:
Bu yolda bir süre, devamlı ibadet eden insanlarla bir arada bulundum. Ama onlar arasında Allah yoluna olan sevgim çoğalmadı, mânevî yaşantımda ilerlemeler göremedim. Bir müddet de sadece farz ibadetlerle yetinen insanlar arasına karıştım. Onların yaşantısı da bana tesir etmedi. Allah’a olan sevgimi artırmadı. Allah Teâlâ’ya şöyle dua ettim:
“Ey rabbim! Sana ulaştıracak hangi yola gireyim?”
Mâna âleminden bir ses işittim, şöyle diyordu:
“Ey kulum! Nefsini bırak, hemen gel.”
Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin bu anlattıklarını, İbrahim-i Havvâs hazretleri şöyle yorumladı:
“Allah’a giden yol, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine en güzel ve en veciz şekilde anlatılmış oldu. Gerçekten bir mümin, nefsin arzu ve isteklerini terketmiş olsa, her an Allah Teâlâ ile birlikte olur.”8
5-Nefs-i râdiye: Allah’tan razı olan, O’ndan gayri her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabb’ine nazar eden nefis demektir.
6-Nefs-i mardiyye: Yüce Allah’ın kendisinden razı olduğu nefistir. Bu nefis sahibi öyle terbiye olmuştur ki, ne yapsa Allah rızasına uygun olur.
7-Nefs-i Kâmile: Kâmil, olgun, tertemiz, safi nefis demektir. Bu makamdaki nefis sahipleri, Allah Teâlâ’nın en seçkin, en has kullarıdır. Gavs, kutup diye anılan zatlar bu makamdadır.
İşte tasavvuf terbiyesinin hedefi, bu kâmil insanla buluşup kâmil insan olmaktır. Bu yola giren ve kâmil insanı kendisine rehber eden herkes, derece derece nefsini terbiye edip yüce Allah’a yakın olur.
Menkıbe
Cafer b. Süleyman, Osman'dan naklediyor: Ebu Zer bir yerde konaklamış dinleniyordu.
"Ne istiyorsun, ey Ebu Zer?" diye sordum. Ebu Zer; "Uyuyacak bir yer arıyorum. İşte şu nefsim var ya, o bir binektir. Ona iyi davranmazsam, beni taşımaz" dedi.9 Yani dengeyi korumak ve nefis atına ihtiyaç miktarınca yem vermek.
Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadisi-i şerifinde “Nefsini bilen Rabbi'ni bilir” buyurarak, kişinin Rabbi'ne hakiki kul olabilmesinin yolunun, nefsini tanımasından geçeceğini ifade etmiştir.
Her nefs terbiye edilerek salih bir karakter kazanabilir. Hadis-i şerifte beyan edildiği üzere, “Her insan bir fıtrat üzere doğar. Sonra annesi babası onu yahudileştirir, hıristiyanlaştırır, mecusileştirir.”10 Bu mukaddes haberin işaretinden de anlaşılıyor ki, insanlar çevrelerinin etkisiyle hayır ve şer istikametlerinde yönlendirilebilir. Bu itibarla nefs terbiyesinin lüzumu ve önemi açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
S. Abdülhakim Hüseynî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Nefs, iki başı olan kırkayağa benzer. Bir başı alnının ortasındadır. Öbürü de karnının altındadır. Alnı ortasındaki nefis vücudun baş ve gövde kısmına hükmeder. Gözler, kulak ve aklın birçok meseleleri onun tesirinde kalır. Karnın altındaki nefsde bulunduğu mıntıkaya hükmeder.” 11
Menkıbe
Bir Allah dostu şöyle sohbet etmiş: “Eski devirlerde bir adam varmış. Yetmiş sene durmadan ibadet etmiş. Oruç tutmuş. Cumartesiden cumartesiye iftar edermiş. Bir gün yüce Allah'tan bir dilekte bulunmuş. Fakat kabul edilmemiş. Bunun üzerine nefsine demiş ki:
Senin uğursuzluğun yüzünden dileğin kabul edilmedi. Eğer sende hayır olsaydı mutlaka isteğin olurdu!
Adamın nefsi hakkındaki bu samimi sözleri üzerine yüce Allah insan suretinde bir melek göndermiş. Melek de şöyle demiş: Ey Âdemoğlu! Samimi olarak şu bir anlık nefsini kötülemen, yetmiş yıllık ibadetinden daha hayırlıdır.12
Ebû Süleyman ed-Dârânî (rah) şöyle derdi: ‘’Nefse ait arzulardan birini terk etmek, kalbin ıslahı için bir yılı oruç ve ibadetle geçirmekten daha faydalıdır.”13
Menkıbe
Hz. Şuayb a.s.'a soru soran bir kişi: Ben her türlü günahı işliyorum, Allah beni cezalandırmıyor, demişti.
Allah Teâlâ’da Şuayb a.s.'a şöyle buyurmuştu: Ey peygamber! O kimse günah işleyip duruyor. Günahlarından ötürü kederlenmiyor, vicdan azabı duymuyor. Günah günahı artırırken pişman olup tövbe etmiyor. Bu, benim ondan uzaklığımın, onu muaheze ettiğimin, cezalandırdığımın alameti değil midir? 14
Menkıbe
Mevlânâ Câmî (k.s) bir gün bir kimseye, "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. O da,
"Hamdolsun huzurluyum. Sıhhat ve afiyette bulunduğum halde dünyayı terk ederek bir köşeye çekildim. Cenâb-ı Hakk'ın zikri ile meşgul oluyorum" dedi. Mevlânâ Câmî buna cevap olarak,
"Huzur ve afiyet bu değildir. Huzur ve afiyet, insanın nefsinin emmârelikten kurtulup, itminana kavuşmasıdır. Nefsi itminana kavuştur da ister sakin bir köşede otur, isterse insanların arasında"15 buyurdu.
Nefis tezkiyesi; onu küfür, cehalet, kötü hisler, yanlış itikatlar, fena ahlâklardan temizlemektir. Kısacası İslâmiyet’e aykırı her türlü itikadı, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır.
Tasavvufta tezkiye, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak ve bu suretle ruhun hükümranlığına imkân sağlamaktır.
Nefsi tezkiyeye çalışmak ve bu uğurda ciddi bir gayretle seyrü sülûke girmek, ehemmiyetine ve zorluğuna binaen "cihad-ı ekber" kabul edilmiştir. Nitekim bu tabiri Hz Peygamber (s.a.v) pek zorlu geçen Tebük Gazvesi'nden dönüşlerinde bizzat ifade ederek ashabına, "Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuşlardır.
Hâlbuki dönmekte oldukları sefer, pek büyük bir gazveydi. Zira seferin başından sonuna kadar münafıkların fitneleri ve şeytanın vesveseleri eksik olmamıştı. O yıl şiddetli bir sıcaklık ve kuraklık hüküm sürmüştü. Kat edilen yol, oldukça uzundu ve yaya yürümeye müsait değildi. Meyvelerin toplanacağı hasat mevsimi de gelip çatmıştı. Kendilerini kalabalık bir düşman ordusunun beklemekte olduğu haberi ise, bu gazveyi daha da zorlu bir sefer kılmaktaydı. 30.000 kişiyi aşan sahabe ordusu, 1000 km. gitmiş ve geri dönmüştü. Medine'ye yaklaşırken âdeta şekilleri değişmişti. Derileri kemiklerine yapışmış, saç-sakal birbirine girmişti. Hal böyleyken Resûlullah'ın (s.a.v) söylediği bu sözün hikmetini merak eden bazı sahabiler, hayretler içinde,
"Yâ Resûlallah! Halimiz meydanda, bundan daha büyük cihad olur mu?" dediklerinde Hz. Peygamber (s.av),
"Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunmaktasınız" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resülü, büyük cihad nedir?" diye sorunca, "Büyük cihad, Allah'a güzel kulluk için nefsinizle vereceğiniz mücadeledir"16 buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuya şöyle dikkat çeker: "Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki o iyi ve sağlam olursa bütün beden sağlam olur. O bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Bilesiniz ki o, kalptir." 17
KAYNAK: Arifler Yolunun Edepleri s. 126-129.
Dostları ilə paylaş: |