Bu karınca-insân zâhir görücü idi. Olayların zâhirine bakıp hüküm vermekteydi.
3708. O karınca dedi: O “sanatkâr parmakdır ve kâlem fiilinde dal, budak olan eserdir”.
Yani , “Bir küçük karınca bir kâğıt üzerinde kâlemin türlü türlü nakışlar yaptığını görünce şaşırıp, kendince sır addettiği bu hali diğer bir karıncaya açtı ve “ Şu hâlemin hünerine bak, ne güzel nakışlar yaptı! “ dedi. O karıncanın görüşü bundan ileri olduğundan ona cevaben dedi ki: “O nakışları yapan san’atkar, kâlem değil parmakdır ve bu kâlem parmağın eserine tabi olur.
Burada iki görüş ortaya çıktı, Birinci karınca Nakşı-Resmi yapan kâlem ile âlet olan bedeni görmekteydi. Öbür karınca Vahdet işinin tahakkuku, parmaklar yani Allah’ (c.c.) bizâtihi Ef’âl-i İlâhisiyle faaliyette olduğunu ve bu Vücûdu İzâf-i âleminden Nakş ve sûret eserlerinin bu Allâh’ın Ef’âline tabi olduğunu söyledi.
Bu görüş ile Ef’âl-i İlâh-îye yansıyan Bâtın yani Esmâ-i İlâh-îyye olduğu anlaşılıyor. Görüşler sanki Ef’âl ve Âlet gibi de olsa, üstteki hesaplardan bu mertebelerin sonuna gelip bir üstte nazar ve müşahade vardır. Keşften bahsedilmekte ki Vahidiyet sahasını müşahade Nefs-i sâfiye’den başlamaktadır.