GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (4) Bİr ressam hiKÂyesi necdet ardiç


>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?)



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə245/255
tarix10.01.2022
ölçüsü1,28 Mb.
#99827
1   ...   241   242   243   244   245   246   247   248   ...   255
>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?) dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür.

>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum) demiştir.

Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya çalışacağım.

(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.

(2) Hangi mertebedendir.

(3) Eğer başka türlü resimler “İnsan veya doğa” olsa idi hangi mertebelerden olurdu?

(4) Ressamın resimlerin içini doldururken renk ve düzenleme seçeneği varmı’dır? Yoksa boyamakta da mecburmu’dur.?

(5) Ressamın yaptığı işten kendisinin hangi mertebede olduğunu düşünebiliriz.?

(6) Diğer mertebelerin birinde olan kimseye yukarıdan nasıl ve neler çizgi çizilirdi?

Bunlar ve benzeri sorularla sizlerde bazı ilâveler geliştirerek cevaplarınızı zenginleştirebilirsiniz Cenâb-ı Hakk tefekkürlerinizi arttırsın.



*************

Şimdi yavaş, yavaş hikâyeyi tekrar incelemeye başlayalım. Hikâye bir iş yeri veya bir oda, da, biri içeride olan ve biride dışarıdan gelen iki kişi arasında ilginç bir tefekkür yönüyle başlamaktadır.

Oda da buluşan iki insânın özellikleri “düşünen” varlıklar olduklarını göstermektedir. O halde bu iki kişi gaflet ehli değil, Hakk’ın Zâtından yola çıkarak mecbur oldukları birinci, yeryüzüne iniş-nüzül, seferini yapmış ve aslına doğru dönüş-uruc, seferini yapmasını idrak etmiş bulundukları hâlin bilincinde olan kimselerdir.

Her kişinin, bilindiği gibi İlmi İlâhide bir programı vardır, bu prog-ramın ismine a’yân-ı sâbite, denmekte’dir ve iki yönü vardır, birinin hükmü “kaderi mutlak,” diğeri ise “kaderi muallâk” diye ifade edilmektedir. “Kazâ-i mutlak,” değişmez, çünkü (emri irâdi) dir ki hükmü kevne dönük değildir. “Kazâ-i muallâk” ise (emri teklifi) yönüyle kevn’e dönüktür. Kevn’e-zuhura dönük olan her şeyde değişebilen bir özelliktedir. A’yân-ı sâbite, programında Zât-ı İlâhinin bütün özellikleri belirli bir oranda mevcuttur, değişik terkipler olarak bütün insânlara hepsinin ayrı bir özelliği ile verilmiştir. Bazılarının eksisi bazılarının artısıdır. Hiçbiri bir birine benzemez.

Birinci nüzül-iniş seferini tamamlayarak fiziki mânâ da anne “rahmi” nden aslında Cenâb-ı Hakkı’n “rahîm” ismi şerifinden “zâhir” ismi şerifine geçişi olan muhteşem oluşumun-doğuşun, aslında bir “ölüm” olduğunu gene bize Rabb’ımız,

(Mülk Sûresi 67/2) (Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için “ölümü ve dirimi” halkeden O’dur, O. Güçlüdür, bağışlayandır.

Diyerek açık olarak bildirmiştir. Ancak biz zâhirdeki yeni gelen çocuğun aslından ayrıldığı için ağlayarak “ınga, ınga” diye ses çıkararak nefes aldığını görünce diri zannediyoruz, Aslında o çocuk fiziken doğmuş mânen ölmüştür. İlk çıkardığı “ınga, ınga” sesleri ise geldiği bâtın-aslî âleminden fizik olarak zuhura geldiği zâhir âleminin yaşantısına nasıl uyacağının endişeleridir. Bu yüzden “ınga, ınga” diye feryadı aslında (ayn ve gayn) harflerinin ifade ettiği mânâyı dile getirmeye çalışma feryatlarıdır. Ayn, sesi ve mânâsı “aynını, zâtını, kendisini, özünü” ifade etmektedir. Gayn ise “ayrılığı, gayrılığı, uzaklığı” ifade etmektedir. İşte çocuk dediğimiz muhteşem yapı yeni küçük olarak ana rahminde inşa edilmiş o âlemin en muhteşem beyti bu vesile ile aslından ayrılmasının bâtıni bilinci ile “ınga, ınga” (aynımdan gayrıma) geldim feryatlarıdır.

İşte bu gayriyyet içinde dünya yaşantısını sürdüreceği mahalle gelmiş olan, çocuk ismi verilen yeni zuhur. İçinde bulunduğu zâhir isminin gereği olan hayata başlamaktadır. Bu hayat ise yoğun kesif ağır madde özellikli bir yerdir. Bu yüzden bir ismi de esfeli safilin-aşağıların aşağısıdır. Bu âlemde yaşayan kimse doğuşundan itibaren bu âlemin özellikleri içinde nefes alıp verdiğinden nefsinin özellikleri üzerinde oldukça ağır bir şekilde etkili olmakta ve değer yargıları bu oluşumlar içinde nefsi benlik olarak belirlenmektedir.

Böylece kişinin kimliği bireysel nefsine dönük olarak şekil alıp değerlendirilmekte kişi de bu anlayış üzerine hayatını dünya menfeatları üzerine binâ etmektedir ve sadece düyasını imar etmek için çalışmaktadır. Bunun sebebi de nefsini daha güzel daha zengin bir hayat içinde geçirmesini temin için elinden gelen her şeyi yapmakta böylece farkında olmadan gafletinden (gayr) hükmünde olan ve neticesi olmayan (ölü) bir hayatın peşinde koşmaktadır. Çaresi gene kendinde bulunan (ayn) hakikatine kendi iç, öz varlığına (ayn)ı na dönmesi gerekmektedir.

İşte farkında olmadan bu haller içinde yaşayan kimse, ben kimim sorularını samimi olarak sormaya başlarsa, araştırmalarında kendisine yardımcı olacak vesileler karşısına çıkacaktır. Böylece kişinin ikinci yolculuğunun da “uruc-yükselme” kapıları açılmış olacaktır. Bundan sonrası kendi gayret ve çalışmalarına bağlı olacaktır. Yukarıda bahsedilen Âyet-i Kerîme’nin ifadesi ile (Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için.) yapacağınız fiillerinizi ve yaşantınızı kayda alıyoruz hükmünü, idrakle anlayarak hayatınızı ona göre tanzim etmenin gereği ortada olacaktır.

Hayat hakkında bu kısa genel bilgiyi verdikten sonra, şimdi hikâyedeki iki arkadaşın hâlini daha iyi anlamamız zor olmayacaktır.

Hikâyede geçen “ressamın bulunduğu mekân” kendinin “vücûd” mülkünden bir bölümdür. Yaptığı işten kendinin bu sûretler hakkında ihtisas sahibi olduğu ve seyru sülûk üzere olan bir kimse olduğu görülmektedir. Bu sahne o kişinin “nefs-i emmâre ve nefs-i levvâme” mertebesi itibariyle yaşadığını göstermektedir. Eğer o kişinin “seyru sülûğu” tamamlanmış ise daha başka sahnelerdende hikâyeler olabilirdi. Ancak sahnemiz budur ve bunun üzerinde konuşabiliriz. Bu kişinin birçok hayvân resimleri çizmesi, bu mertebe hususunda oldukça bilgi sahibi olduğunu ifade etmektedir. Burası onun daha evvelce farkında olmadığı daha sonradan farkına vardığı içindeki (hayvânat bahçesidir.)

Dışarıdan gelen arkadaşı ise daha evvelce ünsiyyet ettiği halde, farkında bile olmadığı “Esmâül hüsnâ” arkadaşlarından, hattâ kardeşlerinden olan. Alîm isminin özelliklerinden olan “zekâ” bölümü-nün tasavvur yönüyle, kimlik kazanıp, soruşturarak faaliyyete geçmesidir. Dışarıdan gelmesi aslında kendinde olupta farkında olmadığı için faaliyyet dışı kalmış olan bu özelliğinin faaliyyete geçmesidir.

Aklı-Zâtı, olan aslına! >(yapılacak başka resim yokmu! Ne den hep hayvân resimleri yapıyorsun?) diye sormaktadır. Cevap olarak, >(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum) demiştir.

yukarıdaki çiziyor” dan kasıt, İlmi İlâh-î de kişinin A’yân-ı sâbite,sinin “Kaderi mutlak,” değişmez, bölümüdür. Yukarıdan kasıt ilk kaynak olan İlmi İlâh-îdir. Kişi bunun üzerinde bir tasarrufta bulunamaz. Yukarıdan çizilen sadece bir çerçevedir. Bu mertebede ancak hayvânlık sınırları çizilir. A’yân-ı sâbite, de sadece hayvân sûretleri yoktur bütün mertebelerin dış hat tasvirleri vardır. Burada kişinin mertebesi gereği, kendine hayvân sûretleri gönderilip içlerinin boyanması, yani ahlâklarının belirgin hale gelip kendi üzerinde iyi halleriyle faaliyyet gösterip, kötü hallerinden uzaklaşmak için mücadele edilmesi istenecektir.


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   241   242   243   244   245   246   247   248   ...   255




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin