1.bölüm: Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler.
İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman dilimi için ciltler dolusu yazılanları özetleyen bir cümle, bu öz anlatımı beğenip tercih eden bir padişah, ve padişahın onayladığı bu cümle yerine, “hayata bakışınız doğrultusunda, siz nasıl bir cümle kurardınız?” sorusu... Hikâyenin sonunda bize sorulan bu soru ile karşılaşınca, tefekkürümüz cümlede geçen her bir kelimeyi ve bu kelimelerin mânâlarını birçok yönden ve yerden düşünmeye sevk ederek, önümüze birçok soruyu ve cevâbı çekip getirdi..
Doğdular ifadesi ile düşündük, doğum nedir diyerek. Doğum denilen olgu nasıl anlaşılmalıdır? Bâtının toprak elbisesini giymesiyle vechini şehâdet âleminde göstermesi doğmak mıdır? Her mertebe ve her âlem için bir doğumdan söz etmek mümkün olabilirken, “kün” emrinin dilenmesi ve “feyekün” ün gelmesiyle ilminde ilmiyle gerçekleşen doğum ilk midir? Doğmak olgusu için öncelik ve sonralık söz konusu mudur? Hz. Ali’nin ”el’an kemâkân” ifadesini düşündüğümüzde...
Fiiler âlemi olan şahâdet âlemine doğan olarak adlandırılan varlık bu âlemde yüzünü göstermesiyle perdelerin tamamlanması gerçekleşerek aslından, özünden perdeli olması, özünü unutması ve aşağıların en aşağısına, uzakların en uzağına atılması hâliyle, dirilmeyi bekleyen, ölü hükmüne giren midir ki, ikiz kardeşi olan Kûr’ân ile buluşmasıyla ancak dirilmesi mümkün olacaktır. Ve ilk emirdir gelen, “ikra” sözüyle. Okuması istenir, hem enfüste hem âfâkta, ve okumanın görmek yaşamak olduğuna dikkat çekilir, “Âyetlerimizi âfâkta ve enfüste onlara göstereceğiz,” âyeti ile. Esfel-i sâfiline atılması, uzakların uzaklarına gönderilmesi, gayriyetiyle ölü hükmüne sokarken, ancak uzakların uzak-ları olan bu âlemde “kün” emriyle dilenenlerin seyri, müşâhede ile şâhid olunması, gayriyetinde ayniyetini yaşaması mümkün olabildiğinden, hakîkatiyle doğabilmek ve perdeleri tanıyıp, perdeyi ve ardındakini görebilmek için gerekli ve çok değerli olan bu âleme getirilmeyi doğum olarak da düşünürüz.
Dostları ilə paylaş: |