Padişah: Mülkün sahibi, aynı zamanda “Nefahtü min Rûhîdir”. Yaşlanmış olması ve kendinin hayat hikâyesi, irfâniyet yolunda katedilen mertebelerdir. Bunlar insanın kendi iç dünyasında geçirdiği manevî evre-leridir. Esfel-i Sâfilîn’e kul olarak, kulunda inen yine kendidir.
Ceddi: Kulun geçmişte kalmış beşer yönleri, kavimsel alışkanlıklar, beşer nefsi, hevâ nefsi, izâfî nefis ve topluca aşılan nefis mertebeleri. Bunu bize işaret eden nokta, padişah bu çalışmalarda üç çalışmayı da çok uzun buluyor. Yani olayların oluşması detaylarıyla vâhdaniyyetin kesretinde oluyor.
Dördüncü etapta, son gelinen noktada, bu kadar uzun hayat hikâye-lerini Tevhîd noktasından en özlü bir şekilde sıralayabiliriz:
Vahdet’ten kesrete ve kesretten Vahdet’e doğru, kul hangi FITRAT üzere ise o ÜSLÛP’ta, ilâhî arzuya en uygun şekilde yazması lâzımdır ki, rûh, akıl, nefis üçlüsü en arzu edilen dengeye ulaşsın. İşte bu varılan sekinette nefs-i sâfiye üzere tevhîd mertebelerini katetmek mümkün olsun, yani rûhun beden üzerindeki zaferiyle… Ki varılan dördüncü etapta hakîkatleri hâle göre idrâk etsin.
YAŞADILAR’da (HAY-AT) nefis atına binen binici HAY’dır; zîrâ Yâ’sîn’i Şerif’te “Sen ancak HAY olana ‘inzâr’ edersin” denmektedir.
Burada mürid olan kul mürşidinin rehberliğinde İlme’l, Ayne’l, Hakka’l Yakîn’i yaşamıştır. Bu Kadir Sûresi’nde aynı gecede yaşanan üç hâl gibidir. Birincisi tenezzülât, ikincisi idrâk, üçüncüsü ise fecre kadar Rûh ve melâikelerin, SELÂM’ının inmesidir.
HAYAT, NEFİS ve RÛH arasındaki Cihad-ı Ekber’den doğmuştur. Nihayet kendi varlığının Hakk’ta fâni olmasıyla Tevhîd-i Sıfat’a, Fenâfillâh’a, sonra da Gayrullah’ın dahi HAKK olduğunu idrâk edince kesretteki bütün farklılıklar yok olmuş, ZÂT’a ulaşmıştır.
Bu yolculuk BÂTIN’dan gelip ZÂHİR’de şerh olan bütün âlemlerin ve İnsan’ın tekrar BÂTIN’a dönmesidir.
ÖLDÜLER (LÂ) Hem yok eder, aynı anda var eder. Bu devamlı “L”dan ilâha, ilâhtan “L”ya olan her an yeni bir şendir.
DOĞDULAR (İLÂHE) Nefis ile rûhun mücadelesidir. Bundan doğan hayattır.
YAŞADILAR (İLLÂ)
ÖLDÜRDÜLER (ALLAH) Nefsin zafiyetlerinden kurtularak, rûhun nefse bedene hâkim olmasıdır. İlâhın zamir alarak hüviyetin insanda ortaya çıkması. Buradaki kalıcı hikâyeyi yazacak olan TARİHÇİ, NEFÎS olan nefistir; zîrâ bir şeyin kalıcı olması, BEKÂ bulması için Allah’ın arzusuna göre olması lâzımdır. Bu nefis geçmişte rûhun kendisine verdiği hareketle tekâmülünü, terakkîlerini bir tarihçi gibi kaydetmiştir. Bu ancak yazar dediğimiz aklın yardımıyla olmalıdır.
YAZAR ise akıldır. Kalem Sûresi 68/1 “Nûn vel kalemi ve mâ yestûrun”da olduğu gibi bu yazar sıradan bir yazar değildir. “Nefahtü min rûhi”yle gelen Nûr-u Muhammedî olan kalemi taşıyan bir nefestir; Allah’ın EZEL’de belirlediği kaderi yazandır. Levh-i Mahfuzu yazan İlâhî Nûr’dur.
Bir Hadîs’i Şerîf’te “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir” denmiş. Diğer bir Hadîs’i Şerîf’te “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır” denmiştir.
Akılda kalıcı bir hikâye yazması için, o da Allah’ın gösterdiği yolda, bir İnsan-ı Kâmil’e mülâki olmuş kulun aklıdır. Bu nokta müridin mürşidinde DOĞUM tarihidir.
Padişah’ın “ŞİMDİ OLMUŞ” demesinde artık kul, zaman ve mekân kayıtlarından kurtulmuş, Allah isimler, fiiller ve sıfatların tevhîdiyle ZÂT noktasında HÜVE’yi çizmiştir; bu da âyet-i kerîmedeki “İNNÂ LİLLÂHİ İNNA İLEYHİ RÂCİÛN”dur.
Bu “TÎN” Sûresi’nde “VETTÎNİ VEZZEYTÛNİ VETTÛRİ SÎNİN VE HAZEL BELEDİL EMİN LEKAD HALÂKNEL İNSANE FİY AHSENİ TAKVİM” olarak ifade edilmiştir.
Artık ortada kul kalmamış, her şey HAKK olmuştur; Kelime-i Tevhîd’e gelinmiştir.
Dostları ilə paylaş: |