GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (5) doğdular, yaşadilar, ÖLDÜRDÜler



Yüklə 1,01 Mb.
səhifə171/184
tarix07.01.2022
ölçüsü1,01 Mb.
#80530
1   ...   167   168   169   170   171   172   173   174   ...   184
Öldürdüler, öldüler ifadesiyle düşünürüz öldüren, öldürülen, ölen kimdir, ölüm nedir? Toprak bedenin fiiler âleminde dilenilen süresini tamamlamasıyla, dileyenin o birimdeki kayıtlı varlığını çekip, bâtın için varedilen zâhirde görünenin, aslı olan toprağa dönmesi midir ölüm? Asıl gaye olan diriliş için bu âlemde öldürülmesi gereken nedir? Diriliş idrâkdeki değişim ile gerçeleşiyorsa hangi idrâktir öldürülmesi gereken ve hangi idrâktir doğacak olan.

Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler. İfadesi tüm bu düşünülenler doğrultusunda farklı yerlerden bakış itibârıyla birçok başka kelimeler kullanılarak kurulacak farklı cümlelere dönüşebilir.

Olması dilenilen kün emriyle dilendiği özellikleri duyup, bu özelliklere uyarak yaşar ve tecrübe eder dilendiği özellikleri, seyredilmesi dilendiği süresi kadar, özelliklerini seyretmesi, uyandırılması ile mümkün olacağından perdenin perdeleyenden ayrı olmadığını idrâk edip yaşayana kadar uyku hâlindedir ne yapmaya geldiğini unutmuştur hatırlatılıncaya kadar. Ve hatırlamada ilim ile gelen idrâkin değişimi ile gerçekleşir.

Kün emriyle dilendikleri kayıtlı özelliklerini duydular.

Aşağıların aşağısına uzakların en uzağına atılmalarıyla, perdeler tamamlandı ve geldikleri yeri, duyduklarını unuttular.

Unutmalarından dolayı dileyenin dilediği özelliklerini yaşamalarına rağmen bu yaşayış farkında olmadan gaflet hâlinde gerçekleştiğinden idrâkte uyku hâlindeydiler, uyudular.

Ezeli nasiplerinde var ise, bir uyanmış olan kendilerine ulaşarak venefahtü ile uyanmalarını sağladı ve ölmeden önce uyandırılıp uyandılar,

Nasipsizlerden iseler, bâkî olan sadece Allah’tır hükmünce, her nefeste sorulan “bugün mülk kimindir?” sorusunu kıyametleri kop-tuğunda duyup uyandırıldılar.

Bu uyanma arasındaki derece farkı da Mülk Sûresi 22. âyetinde "Öyleyse yüzüstü sürünerek yürüyen kimse mi daha çok hidayete ermiştir, yoksa sırâtel mustakîm üzerinde düzgün (dimdik, seviyeli) yürüyen mi?" sözlerine dikkat çekilerek belirtilir.

Padişahın uygun bulduğu ifade olan “Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler,” cümlesine baktığımızda ise, bakmaya çalıştığımız yere göre bu ifade de doğru ve yerinde kabul edilir.

Bu cümleyi bir Mürşid-i Kâmil gözünden görmeye çalışarak şöyle düşünebiliriz: “Allah” esmâsına cami, Zâtî tecellî mahalli olan kâmil zâtların bu âlemde vehmi benliklerinden fenâ olmalarının ardından bakâbillâh üzere doğmalarıyla beraber, doğumları gerçek anlamıyla bir doğum olduğundan, DOĞDULAR kelimesi gerçek mânâsıyla doğum olgusunun yerinde kullanılmış olacaktır.

Şehâdet âleminde onların yaşamalarıda kendilerinde yaşayan Olanın varlığının kemâlâtıyla idrâki içerisinde gerçekleştiğinden ve gayriyetinde ayniyetin idrâki içinde gayrılık kalmadığından, var oluşları hep O olana işaret ettiğinden, “ben kulumu sevdiğim zaman gözünde gören kulağında duyan elinde tutan olurum” kudsî hadîsi ve “attığında sen atmadın” ve “Allah dilediğini yapar” âyetleri yaşandığından bu zâtların yaşamları da gerçek bir yaşam olarak ifade edilip gerçek anlamda YAŞADILAR kelimesi yerinde kullanılmış olacaktır

Hac bayramını yaşayarak, gönülleri bir Kâ’be hâline gelen ve gerçek hacı olma özelliğini kazanan bu zâtlar, “rabbin için kurban kes,” hükmüyle, ezeli istîdâda sahip nefislerini hakîkatleriyle tanıştırıp buluşturmak için, beşerî duygular ve düşüncelerle kayıtlı idrâkleri öldürme tasarrufuna sahip olmalarından dolayı da ÖLDÜRDÜLER olgusunun gerçek sahibi hükmündedirler. Ezeli istîdâdı müsâit olan nefisler bu zâtların tasarrufuyla vehmi benliklerinden, beşerî kayıtlanmalarıyla oluşan idrâklerinden, bir yandan öldürülürlerken, bir yandan da “venefahtü” ile diriltilirler. Ölme ve dirilme aynı anda gerçekleşir ki bu içi su dolu olan bir testinin akan bir suyun altına konulması sûretiyle bir taraftan içindeki suyu boşaltırken bir taraftan da dolması gibidir. Boşalan su kayıtlanılmış her idrâkin ölümünü ifâde ederken testiye dolan su ise “venefahtü” ile idrâkdeki diriliştir

Mürşid-i Kâmil’in irtibat hâlinde olduğu her varlık O’nun âleminde meydana gelendir ve kendi özelliklerinin “ne var âlemde o var Âdem’de” hükmünce mertebeler itibârıyla tarafından seyredilmesidir. Gerçek mânâda Âdem olanın yokluk, yalnızlık ve teklik müşâhedesi içinde kestiği kurb’anlarda bir mertebede kurb’an edilenin ölmeleri ve bir diğer mertebede “venefahtü” ile doğması hâli yine kendinde kendisiyle gerçekleştiğinden, bu ÖLÜM ve HAY vasfıyla dirilme de kendinden ayrı düşünülmeyecektir.

2.bölüm

Arkadaşı Fatma, “seni gördüm rüyamda başının üzerinde bir nûr vardı parıldayarak her yeri aydınlatıyordu,” diyerek heyecanla, kendisine sıra dışı gelen rüyasını anlatmak için durdurmuştu Onu.

Hızlı hızlı anlattığı rüyasını bir an önce iletmenin telâşı sesinde hissediliyordu. Zâten hızlı konuşan biriydi, daha da hızlanmıştı konuş-ması. Sözün arasına girmenin imkânı yoktu onunla konuşurken. Genel hâli buydu. Bazen anlattıklarına ilâve bir şey söylemek istediğinde lâfa girinceye kadar konuyu çoktan değiştirip bir başka konuyu anlatmaya başlamış olurdu. Alışmıştı onun bu hâline, söze karışıp yorum yapmanın derdine düşmeden dinliyordu söyleyeceklerini, tamamlaması için. Konuşmalarda daha çok dinleyici konumunda kalması yadırganan bir hâli de değildi zâten. “Manevîyat ile fazla mı ilgileniyorsun?” olmuştu Fatma’ nın sözlerini tamamlayan cümle. Gülümseyerek karşılık verdi arkadaşına, “ne güzel bir rüyaymış, hayırlısı olsun,” diyerek.

Önüne çıkan bilgilerle tanıştığı, adına tasavvuf denilen bir derya vardı, birkaç yıldır ilgisini çeken. Her fırsatta bir şeyler öğrenmeye çalıştığı, içine çeken bir dünya. Araştırmaya meraklıydı ilgisini çeken konularda. Ulaştığı sohbetler, tanıştığı arkadaşları olmuştu sanal âlemde, zaman zaman sorular sorarak sohbetlerine katıldığı. Târîkat-mürşid kavramlarıyla okuduğu satır aralarında gördüğü kadarıyla bir tanışıklığı olup, yaşam şekli itibârıyla uzaktı bu kavramlara. Bir mürşid bulmak gerektiğinden bile habersiz, bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu sadece Allah ve sistemi hakkında. Öğrenmeye çalıştıkça güçlü bir özlem de oluşmaya başlamıştı, bu hâl içinde olanlara yakın olmakla ilgili ve gönülden dökülen duası yapışmıştı diline, “sevdiklerinle yolumu birleştir,” diyerek.

Birkaç gün sonra bir Mürşid-i Kâmil’e vekili vasıtasıyla intisâb etmesiyle, anlatılan rüyanın bu hâlin müjdesi olduğunu düşündü. ”Sev-diklerinle yolumu birleştir,” diyerek dilinden düşürmediği duasına karşılığın müjdesiydi sanki duyurulan. Ve sonrasında hep hatırladı kendisinin mürşidi değil, mürşidin kendisini bulduğunu ve bulanın hakîkati itibârıyla kim olduğunu. “İşte sana öğretmenin, rehberin,” demişti sonsuz lütuf sahibi. Ve lütfun yüceliğinin zamanla daha çok farkına vardı öğretmenini tanıdıkça, ilminin derinliğini okuduklarında, dinlediklerinde görüp anlamaya çalıştıkça. Bir insanın ömründe başına gelebilecek en güzel şeyin başına geldiğini her geçen günde daha çok fark ediyordu.

“Atılan oklar yerini bulur,” diyordu Efendi’si. Geçen dört yıla yakın zaman zarfında gönlündeki oluşumlarla bu sözü yaşadığını fark ediyordu. Dinlediği her sohbette duyduğu Efendisi’nin sesiyle venefahtüyle buluş-tuğunu hissediyordu. Başlangıçta anlamakta zorlandığı konular karşısın-da, “bütün bunları nasıl öğreneceğim?” tedirginliği, atılan oklara, gönlü-nü açmaya bırakmıştı kendini. Atılan ok yerini bulacaktı, ne olsa öyle diyordu öğretmeni. Sen talepkar ol kayıtlamadan idrâkini açık tut sadece. Gönlün kilitlerinin kırılıp geleceklere açık hâle getirilmesinin oluşumuydu hissedilen.

Dört yıla yakın zamanda okuyup dinleyerek öğrenmeye çalışırken, bir yandan da kendini dinleyip öğrendikleriyle bağlantılı tanımaya çalışıyordu nefsini, Rabbini. Esmâların terkibinden oluşan Se…... İç dünyasında koskoca bir âlemin cümbüşünün seyriydi daldığı. Ardı arkası kesilmeyen değişken düşünce ve duygularla çoğu zaman sallantılı. Ve gözünü açtığında seyrettiği dış âlemi. Bağlantılarına dikkat etmeye çalışıyordu içerisi ve dışarısı denilenin. Zaman zaman yazıya döktü kendinde bulduklarını.

*************

Her an bana bakıyorsun, her an beni görüyorsun ve o kadar aşikâr duyuruyorsun ki gördüğünü, duyduğunu. Her yerden seslenip kulakları sağır eden sesinle, “seninleyim,” derken “seni görmedeyim,” derken, “beni gör, beni duy, bana bak, ne kadar yakınındayım hisset,” deyişinle. Hâlim ne olursa olsun rahmetimden akar gelir bir gülümsemedir, sevgidir bir çağrıdır, buluşmadır, kucaklamamdır her yönden sarılmamdır sarmamdır. Bak yanındayım, sendeyim, seninleyim, sen benimsin, ben sendeyim ve gördüğün duyduğun her yerdeyim ve her yer dediğin her yer diye baktığında seninle senin için beni göresin benimle göresin sevdiğimi duyasın diye var ettiğim, ve hallerim var benim seyredesin diye, her an yeni şeyler söylemedeyim, her yenilenende daha çok sevmeyi ve sevilmeyi dilemedeyim sende seninle. Daha çok duyasın, göresin sevesin diye, sürekli hayretini tazelemem içindir.

Bazen özlemeni severim, özlemeni isterim beni. Bazen yakarışın hoşuma gider perdemi çekerim duymak için senin çağıran sesini, sonra her an seni duyduğumu bilmeni isterim seslenirim serinliklerimle, sevgilerimle. Güneş olur ısıtırım, yağmur olur yıkarım, kar olurum, buz olurum tüm yanışların içinde. Akmak isterim senden güzelliklerimle, beni her halde gör her an seninle olduğumu bil diye. Kayıtlamanı istemem hiçbir halle, “her hâlin sahibi benim,” derim. “Ben her halde seninleyim bunu böyle bil, böyle duy, böyle gör,” derim. Bazen canında haşmetimle canın olduğumu duyarsın da sadece can kesilirsin hissedişinle. Belki acıtır biraz canda bulduğun bu duyuşa olan teslimiyetin güçlü özlemi; vermek istersin o an neyin varsa ki hiçbirşeyin olmadığını anlarsın. Sadece, sende var olan olduğumu bilmeni isterim hissedişinle.

Öylece kuşatır, sarılırım zerrelerine, duyururum sırrımdan “ÖZLE” diyen sesimi, ve adını koyamadan uyarsın öylece. Uyarsın kulak kesildiğin sesime, bana ve sözüme, özlersin sessizce sadece özlersin, adını koymadan hiçbir şeyle. Söylediğim gibi, istediğim gibi, dilediğim gibi özlersin. İçine dalarsın da özlemin, canını tutuşunla, yakınlığının içinde özlersin sonsuz derinliklerimce. Her nefesin daha da bir büyütür, her zerren ayrı ayrı özler, varlığın teslim olmanın hevesiyle en yalın en bakir hâlime ÖZlemin kendisi olursun benimle. Adını sorsalar, aradığın özlemse “o benim” dersin. Derin bir sızıdır duyduğun. Yol yol akarım içinde, sense bırakmak istersin kendini akışıma. Bilirsin özlerken özlendiğini, ne bir çaban ne gayretin olur gidermeye, özlersin öylece. Dayanamam özlem dolu hâline, dokunuşumu duyurmak isterim, kulak kesilirsin duymak için, hayran kalırsın, “burdayım, ellerimdesin, evirip çevireninim,” deyişime. “Seninleyim derim, çok özleyenim bak yanında-yım, sendeyim, sevdiğinim duy beni,” derim ve süzülürüm yanaklarından dilediğimce, gözlerinden akan damlaların, dokunuşum olmuştur okşamak için sessizce. Biçare dudakların karşılık vermek ister, lâkin şaşırır diyeceğini, seçemez söyleyeceğini, seyreder, “beni al, benimle anlat,” diyen kelimelerin koşturan hâlini, biçare dudakların… Yarı kıpırdayan hâliyle “canım” diyebilir fısıldayarak öylece.. Usul usul akarım duyuşların derin sessizliğinde…

Bazen de “sev,” derim “özle, çok özle dediğim gibi, sev sadece sev, çok sev,” deyişimi duyarsın seslenişimde. Öylece duyarsın, “özüne sırrı-na yapışarak sev, özünde sırrında duyarak sev” sözlerimi, ve hep uyarsın bu sözlere. Sadece seversin, bana uyar, benimle duyar ve benimle seversin. Sevgin olurum, sevdiğin olurum, sevenin olurum seninle.

“Sevil, çok sevil,” derim bazen, “çok sev, çok özle,” dediğim gibi. Çok sevilmek istersin o zaman, sırrımın tüm gücü sarar, sevilmek arzusu kaplar var gücüyle, kaynağı olursun sevginin, hedefi olursun duyuruş-umla. “Aşk benim, sevgi benim,” dersin, “tüm sevmeler benim içindir, tüm sevgiler benim içindir, sevgi adına söylenen tüm sözler benim için çıkar yola, âlem ki küçücük kalır o an sonsuzluğu arzulayana, tüm sevenlerin sevdiği benimdir bilmeseler de, bana söylenir tüm sözler seni seviyorumlar, kulağa dokunmadan daha gönlümün yüz bin kulağı yakalar söylenen her sözcüğü, sevgi adına söylenen her sözü, ve benim için der, hepsi benim için, bazen korkutur seni bu hâlim, bu güçlü sahiplenişim, sonra yine benimle kıskanırsın sevgileri, kıskanırsın senden gâfil olup sevenleri, kızdığın da olur bu sevgiyi göremeyip sevmeyi bilmeyenlere ve yine için acır sevginin tek kişilik, karşılıksız olduğu, özlemin kendisi olduğu duygusuyla, ve hiç geciktirmez gözlerin eşlik eder süzülen damlalarıyla...”

*************

Efendi Babacığım, son iki hafta içinde yaşanan, aile yakınlarında gerçekleşen bir doğum ve bir ölüm hâdisesi içinde yaşam hakkındaki tefekkürlerimi öğrendiklerim doğrultusunda yazıya dökmeye gayret ettim. İkinci bölüm için ise ne yazabilirim diye düşünürken kendimi seyir içinde ve zaman zaman yaşanan haller ile yazdıklarımın birkaçını paylaşmak sûretiyle birşeyler yazıldı, biraz hikâye diliyle. Her yazılan kabulümüzdür sözünüzden cesaret alarak da gönderiliyor Babacığım.

Sizin ve Nüket Annem’in ellerinizden hürmetle, muhabbetle öperim.

Se…… İY….. –ME…..




Yüklə 1,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   167   168   169   170   171   172   173   174   ...   184




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin