GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (6) her şey merkezinde’mi?



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə261/314
tarix07.01.2022
ölçüsü1,83 Mb.
#86787
1   ...   257   258   259   260   261   262   263   264   ...   314
(85) Ha… Yı…

Hayırlı günler Terzi babamız ve Nü….. annemiz,

Öncelikle sizleri hürmetle selâmlar ve ellerinizden öperim. Bu seneki tefekkür çalışmamı izninizle gönderiyorum.

Merkez efendinin, hocası Sünbül efendi ile yaşadığı bu hikâye, benim için oldukça zorlayıcı bir konu oldu. Henüz mertebeler hakkında câhil olmam ve hangi mertebeden konuştuğumu yada anladığımı bilemediğimden bu hikâyenin hangi mertebeden anlatıldığını daha doğrusu Müslihiddin Musa efendinin cevabının hangi mertebeden olduğunu anlamadığımı belirtmeliyim. Eğer söylediği "merkezinde bırakırdım" cümlesini yaşayan ve uygulayabilen birisiyse, bu mertebe "Zat" mertebesi olurdu herhalde… Böyle düşünmemin sebebi bunu, yani herşeyi merkezde bırakmayı uygulamanın benim için zor oluşu… Dille söylemek kolay tabi… Yalnızca lisanen, öğrendiklerime dayanarak, benimde cevabım böyle olurdu. "Her şeyi merkezinde bırakırdım."

Ama içim şöyle derdi, "Herşeyi değiştirmeye çalışıyorum ama sonunda merkezde bırakmaya mecbur kalıyorum çünkü değiştiremiyorum. Değiştiremediğim herşey de canımı yakıyor, kalbimi acıtıyor."

Ne yazık ki dilin söylediği ile kalbin inandığı aynı olmuyor. Kalbimin şu an ki haline göre herşeyi merkezinde bırakmak yada değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabullenmek bir hayal henüz.

Terzibabacım, şuan bilim dünyasının geldiği nokta tüm evrenin, mükemmelin ötesinde bir nizam ile varolduğunu ve her varlığın en güzel şekliyle bu dünyada kendi yaşamını sürdürdüğünü, bu yaşamın değişemez kanunlarla birbirine bağlı olduğunu bizlere kanıtları ile bildiriyor. İnsan elinin uzanamadığı herşey büyük bir uyum ve düzen içinde, yaşam döngüsünde, hayatını idame ettiriyor. Bunu değiştirmek mümkün değil ve insanoğlu zuhura geldiği nokta itibari ile bu aleme tek bir zerre bile ekleyemiyor yada çıkaramıyor. İki gözünün gördüğü dışında maddesel bir şeyi hayal dahi edemiyor. Musa efendi ta o zaman dan bu mucizevi duruma işaret etmiş aslında. Ama iş enfüsi âleme geldiği zaman herşey bambaşka oluyor. İnsan tüm varlıktan ayrılıveriyor. Âlemin nizamına uygunsuz hareket ediyor, (ettiğini zannediyor) yapıyor, yıkıyor, bozuyor, düzeltiyor. Herşeyi kendince değiştirmeye çalışıyor. İşte bu enfüsi beden âlemi içinden baktığım zaman, tüm bildiklerim tepe taklak oluveriyor.

Enfüsi yönden baktığımda, bu tefekkür çalışmasının bana en büyük faydası kendimle ilgili farkettiklerim oldu. Kendime aslında ne kadar işkence ettiğimin farkına vardım. Yalnızca kendi kendime değil, çevremdeki insanların bana ve de benim onlara ne kadar eziyet ettiğimin de farkına vardım. Her şey hakkında ne çok fikrim varmış meğer; herşeyin en iyisini ben biliyormuşum. İnsanlara bu fikirleri dikte ederken veya öğütler verirken, bana ne kadar bomboş gözlerle baktıklarını, o bakışların beni hiç dinlemeden, görmeden, delip geçtiğini ve uzaklara gittiğini farkettim sonrasında. Ve insanlar da bana fikir ve öğüt verirken benimde onlara aynı şekilde baktığımı. "Bilgi altın köstekli bir saattir, onu cebinizde saklayınız, yalnızca sordukları zaman çıkarır cevaplarsınız." demiş bilge bir adam. Öğüt vermekte böyle sanırım. Kimse de bana birşey sormuyor ve gelip öğüt istemiyorsa, ben kim oluyordum da onların hayatları hakkında ahkam kesebiliyor ve yaşamlarını eleştirebiliyor ve onları değitirmeye çalışıyordum. Sahi kimdim ben, hem karşımda ki kimdi asıl? Ona kız, bunu eleştir, bunu alıp buraya koy, olmadı yeniden kız, sinir harbi yaşa ve sonuç ta hiçbir şeyin değişmemesi… Değiştirdiğini sandığın ufak tefek şeylerin sonuçları ise hüsran ve üzüntü olsun. "Hepsi senin yüzünden oldu" Bu cümleyi hayatım boyunca ne kadar çok duyduğumu farkettim. Gelipte bana "Allah razı olsun ne iyi ettinde yaptın" denilen şeylerin tamamen içten gelen, pazarlıksız, saf iyi niyetle yapılan iyilikler sonucu söylendiğini farkettim. Karşılıksız ve nefsimin karışmadığı bu iyilik hali kimden geliyordu, nasıl değiştiriveriyordu herşeyi güzellikle… Ve hırsla, bencilce ve öfke ile yapılan müdahaleler nasıl nizamsız, hiç istenmeyen, kötü bir şekilde değistiriveriyordu bazı şeyleri... Aslında değiştirmek istediğimiz şeyler, hiç bilemediğimiz ve istemediğimiz şekilde sonuçlanıyorsa, değiştiren ne oluyordu herşeyi. Biz değiştiriyor olsaydık herşeyi, yaptıklarımızın sonuçlarınnın istediğimiz gibi olması gerekmezmiydi. Depresyonun dibine vurduğumuz anlarda neden bilge doktorlar, "hayatı olduğu gibi kabul et" diye öğüt veriyordu? Her şeyi değiştirebiliyorsak neden değiştiremeyip bunalımlara giriyorduk? Hiç birşeyi değiştirmek elimizde değilse, neden değiştirmeye çalışıyorduk?

Bazen sonuca ulaşıyorum aslında. Derinlerde biryerlerde, asıl kimliğimin yansımalarını yakaladığımda hiç birşeyi değiştiremeyen "ben" in aslında herşeyi değiştiren kudret olduğunu bilebiliyorum. Bazen bir an için, iç içe geçmiş hayatlarımızın birbirleri ile nasıl kuvvetli bağlarla bağlı olduğunu, birbirlerimizin hayatlarını nasıl değiştirdiğimizi, yaptığımızı sandığımız şeylerin aslında nasıl da bize yaptırıldığını, bunun ismine de "kader" denildiğini biliyorum. Bazen bunları hepsini yapanın "ben" olduğunu yakalayabiliyorum. Kazalar benim elimden çıkıyor. Acı veriyorum, yaralıyorum, üzüyorum, mutlu ediyorum, kızdırıyorum, dinliyorum, anlatıyorum, öldürüyor, yaşatıyorum. Bu yaptıklarım dünyada olanları sürekli değiştiriyor. Ama bu yaptıklarım aslında bir değişim mi bilemiyorum. Gerçekte "merkez" nedir tam olarak bilemiyorum. Sanki herşeyi değiştirmeye çalışırken, tam da olması gereken şekilde oluyor. Sürekli hayata bir müdahale içindeyiz. Ama sonuca baktığımızda bu müdahalelerimiz pek anlamlı gözükmüyor artık. Sonuç hiç beklemediğimiz şekilde gelişiyor. Merkezin anlamı, herşeyin olması gerektiği gibi olması oluyor. Ama biz sürekli değiştirmeye çalışırken, kendi ellerimizle oluşturduklarımızı beğenmiyor, sonra da yaşadıklarımızı çaresiz bir şekilde kabullenerek hayatlarımıza devam ediyoruz. Sanki tüm bu çabalarımız herşeyin olması gerektiği gibi olması için planlanmış ve bizlerde bu planın farkına varmadan, olan biteni kendimizin yaptığını zanneden kuklalarmışız gibi… Kendilerini hareket ettiren eli göremeyen ve olan biten herşeyin kendinden kaynaklı olduğunu zanneden bir kuklalar ordusu...

Yazımı bir yerlerde okuduğum ufak bir hikâye ile bitirmek istiyorum. Belkide sizin kitaplarınızdan birindeydi. Hatırlamadığım için affınızı rica ediyorum. Eski zamanlarda yaşayan bir derviş ile ilgili… Belki şimdi de yaşıyordur. Bu derviş evinde istirahatteyken, küçük bir çocuk, dervişin camının tam önünde, elindeki sopayı var gücüyle birşeylere vurarak gürültü yapıyormuş. Derviş dayanamamış, cama çıkmış. güzellikle söylemiş olmamış; kızmış gene dinletememiş. Sonunda çocuğu çağırıp eline biraz para vermiş, "git başka yerde oyna" demiş. Bir süre sonra bizim derviş duyduğu büyük bir gürültü ile yerinden fırlamış, cama koşmuş. Bir bakmış ki mahallenin tüm çocukları ellerinde sopalar, tam camının önünde ellerine geçirdikleri tencere tavaları dövüp ses çıkarıyorlar. "Napıyorsunuz çocuklar" diye çıkışmış tabi. Çocuklardan biri, "bu evde gürültü yapan çocuklara para veren bir adam varmış, bize de para versin diye bizde gürültü yapıyoruz" diye cevaplamış. Derviş dersini almış tabi; ama küçük bir problemi çözerken oluşturduğu bu daha büyük problemi nasıl çözmüştür bilemiyorum.

Tekrardan hayırlı günler diliyor ve sizin ve Nüket annemizin ellerinden öpüyorum.

Evlâtlarınızdan Ha… Yı...

------------------------


Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   257   258   259   260   261   262   263   264   ...   314




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin