(11) Al….. Bu…..
From: terzibaba13@hotmail.com
Subject: RE: Merkez Efendi hikâyesi yorumu
Date: Sun, 23 Feb 2014 16:41:49 +0200
Aleyküm selâm Al….. bey kardeş oğlum. Gönderdiğiniz dosyayı indirdim yerine kaydedeceğim inşeallah okudum güzel olmuş elinize dilinize sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib etsin inşeallah.
Zuhuratınızda oldukça ilginç. Hacı ve bayram bunlar bir bakıma gönül âleminin ifadeleridir. Gönül Hacc'ını yapabilen kimselerin bu halleri aynı zamanda onlar için hususide olan bir bayramlarıdır. Câmi ise bilindiği gibi Allah'a ibadet için girilen bulunduğu yerde kâ'be'i Muazzamanın temsilcisi olan mekândır. Aynı zamanda Allah ve câmi isminin toplu halidir. Bu mekâna ehli zahirde girer ehli batında. Orada dolaşan baş beden kaydından kurtulmuş bir Hakk ehli olduğunu düşünebiliriz, Orada onu tanıyacak zaten çok az kişi olduğundan diğerlerinin dikkatini çekmez ancak onun meşrebinde olanlar onu tesbit edebilirler. Herkese selâmlar Nü…. Annenizinde selâmları vardır. hoşça kalın Efendi Babanız.
Date: Sun, 23 Feb 2014 13:42:38 +0200
Subject: Merkez Efendi hikâyesi yorumu
To: terzibaba13@hotmail.com
S.A. Babacığım gecikmeli olsa da hikâyeyle ilgili yazdığım birkaç satırı gönderiyorum.
Bu arad küçük bir zuhuratım var. Onu arzedeyim.
Büyükçe bir camideyim. (hacı bayram gibi hatırlıyorum) cuma namazı sanıyorum. oldukça kalabalık. Saflardan birine ilerlerken, ayakların arasında bir kafanın karpuz gibi yuvarlanıp kendisine yer aradığını görüyorum. insanlar üstüne basmamaya dikkat ediyor. Kafa tıpkı bir insan gibi gözleriyle kendisini tanıyanlarla selamlaşıyor. Adamı yani sadece kafayı görüp dikkatle bakan birkaç kişi var ama çoğunluk tepki vermiyor. hatta safın birinde ona da yer açıyorlar.
Sizin ve Annemin ellerinizden öpüyorum.
------------------------
“MERKEZ EFENDİ HAZRETLERİ” HİKÂYESİNE KÜÇÜK BİR YORUM:
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başlarım, her işe olduğu gibi buna da.
Yani Er-Rahmân ve Er-Rahîm isimlerini hatırlayarak ve zikrederek. Hal böyle olunca bu soruya cevap verebilme cüretine soyunurken, bu iki ism-i şerifin anlamı haykırılıyor sanki kulaklarıma. İçimden bir ses, bu soruya “Belâ” yani elbette ki “Ben de her şeyi merkezinde bırakırdım” de bırak diyor.
Bunun gerekçesi olarak ifade etmem gerekirse; Er-Rahman'ın ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, varlıkları ayırt etmeyerek tamamına sayısız nimetler ihsan eden, Er-Rahîm’in de, irade sahipleri için kat kat rahmet-i ilâhiyyeyi ifade ettiği göz önüne alındığında bunun üzerine, “Ben olsam…” diye bir söz beyan etmek hadsizlik olur diye düşünüyorum. Kendi mertebemden, yani aşağılar cihetinden.
Bu hikâyenin yorumlanmasını isteyen makamın maksudunu dikkate aldığımda ise hikâyenin “Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi” anlayışı bir seyirle yorumlanması gerektiğini düşünüyorum.
Biliyoruz ki; Er-Rahmân, Er-Rahîm isimleri iki türlü rahmet ifade eder. Er-Rahmân isminin ifade ettiği rahmet, hiçbir şarta, hiçbir gayret ve iradeye bağlı olmayarak ihsan edilen rahmettir. Bu öyle geniş bir rahmettir ki, bütün varlıkları kaplar. Bunda çalışan - çalışmayan, suçlu - itaatli, imanlı - imansız ayırt edilmez.
Er-Rahîm isminin ifade ettiği rahmet ise, Rahmân'ın lütfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki en az bire on'dur. Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allah'ın daha fazla ve hatta sınırsız ve hesapsız mükâfatları da vardır.
Bu açıklamadan âcizane çıkardığım sonuç Cenab-ı Allah’ın rahmetinin âlemi kuşattığıdır. Rahmetin içinde bir noksan aramak da, kişinin ancak rahmetten aldığı nasibini idraksizliği ile mümkündür.
Hikâyedeki, soruya gelecek olursak; bana göre, “Her şeyi merkezinde bırakırdım!” şeklinde verilen cevap bütün ef’al alemi içinde her yönden geçerlidir. Ancak bunun idraki ve ispatı için sınırsız bir bilgi ve olup bitene her cihetten ve evveli-sonu ile bakabilmek şartı vardır. Bu şartı mutlak anlamda yerine getirmek ise muhaldir.
Sınırlı insanın sınırsızı kavraması söz konusu olamaz. Yaşanılan olaylarda insan gözü ve idrakiyle zaman zaman “Eksik-yanlış-kötü” gibi algılanan sıfatlar, hâdiselerin sonuna bakıldığında karşımıza “Tamam-doğru-güzel” şeklinde çıkabilmektedir.
Diğer bir deyişle bizim “şer” dediğimizin aslında “hayr” olduğunu gördüğümüz ve anladığımız zamanlar olur. Bu türden hâdiseleri birbirimize anlatır dururuz. Peki ya sonunu göremediğimiz, hâdiseler ne olacak. İşte burada sâlim bir aklın yanı sıra îkan sahibi bir gönül devreye girecek, şeksiz şüphesiz bir iman ile şer gözükenin hayr’dan başka bir şey olamayacağı gerçeği idrak edilecektir.
Çünkü her düşen yaprağın ondan habersiz olamayacağı ve dahi buna bağlı olarak Hakk’ın hiçbir zuhurunda “şer” den söz edilemeyeceği hakikati tartışılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır. Farklı düşünce ve idraklerde ise bakılan değil bakanda sorun olduğunun altı çizilmelidir. Yani tek’i çift gören gözdedir problem, görülende değil.
Burada yeri gelmişken küçük bir hikâyenin özetini paylaşmak isterim.
Kozasından çıkmak isterken zorlanan kelebeği seyreden adam, beşer aklıyla onu bu sıkıntıdan kurtarmak ister. Eline bir makas alıp kelebeğe yardım eder. Maksadı kelebeğin çabuk uçmasını sağlamaktır. Oysa sonuç hüsrandır. Kozasından çıkmak için mücadele etmeyen kelebek adamın yardımı sonunda büzüşür, kurur ve uçamadan ölür.
Dostları ilə paylaş: |