Necdet Ardıç terzibaba13@gmail.com
Hayırlı akşamlar İr….. oğlum. yazını aldım okudum güzel olmuş ellerine diline sağlık yerine aktaracağım Cenâb-ı Hakk feyzini arttırsın inşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendş baban.
------------------------
MEN KÂNE LİLLÂHİ , KÂNE ALLAHU LEHU
(KİM ALLAH İÇİN OLURSA , ALLAH O’NUN İÇİN OLUR.)
Bu seneki sistem içi tefekkür çalışmalarımızı oluşturmak ve geliştirmeklik adına Kasım 2013 tarihinde her birerlerimize tevdi edilen yaşanmış bir olaya ait hikâyenin etüd edilmesi aşamasında gönül dünyamıza isabet eden tefekkür damlalarını not defterine kayıt etmeye başladıktan belirli bir süre sonra konunun deruni derinliğinden dolayı çok çeşitli alanlara kayarak konunun merkezinden uzaklaştığımı, ve gönlüme nazar ettiğimde belirli bir süre beklemem gerektiğini gördüm. Bu seneki dersi son aya kadar olgunlaşması, bu süreçte “Niyet hayır akıbet hayır” inancı ile Rabbimin neler bildireceğini ve göstereceğini beklemenin daha uygun olacağını düşündüm.
Hamd olsun Rabbim 2014 Mart ayı içersinde bir gece ma’nâ âleminde Çanakkale Şehitlik abidesi gibi bir yüksek binanın girişinde; Ey bir avuç topraktan ibaret olan canlar! Alemi siz yaratmış / halketmiş olsaydınız nasıl yaratır / halkederdiniz? sorusunu Alemi nasıl kurardınız diye fefekkür edilmesi gerektiğini ve cevap olarak “Âlemi kuran KUR’AN dır” diye ma’nâ cihetiyle zevki ilmi olarak yaşattırdı.
O Kur’an ki Ümmül kitap ve de tüm âlemlerin tafsilatlı olarak kemâlât ve meratib üzere açılmış halinden başka bir şey değildir. Âlemlerin halk ediliş kurgusu Kur’andadır, Kur’anidir ve Kur’ancadır. “Ümm” kelimesinin lügât ma’nâları olarak; Ana, anne, kaynak, asıl, menşe manalarına gelmektedir. ”Ümm” kelimesi yazılırken Elif ve Mim harfi kullanılmakta, okunurken iki Mim harfi olarak telâffuz edilmektedir. Okunuştaki ikinci Mim harfi aslı / kaynağı olan birinci Mim harfinin batınında meknuzdur.
Elif ahadiyet mertebesini, Mim ise Hakikati Muhammediyye ve âlemlerin varlık mertebesini, okunuştaki ikinci mim ise zuhurdaki Kamil İnsanı ifade ediyor diyebiliriz. Ümm kelimesinin ma’nâlarından yola çıkarak hikâyemiz de bahsedilen yaşantı ve oluşumlar içersinde ana belirgin tema ve kelime olarak “merkez ve merkezinde olma” yer almaktadır.
“Merkezinde olma” için bir iş ve oluşun adalet üzere ve kemâlinde olmasıdır diyebiliriz. En’am sûresi 115. âyeti celile;
”Ve temmet kelimetü rabbike sıdkan ve adlen, lâ mübeddile li kelimâtihi ve hüves semiül âliym.”
Mealen; Ve rabbinin sözü doğruluk ve adalet yönüyle tam kemalindedir.Onun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O hakkıyla işiten ve bilendir. Bu kemâlât dahi çıkış yerlerine göre;
-1-İnsan-ı Kamil /(Dehr-Zaman) gerek beden mülkünün gerekse üzerinde yaşadığı arz / dünyanın ve gerekse tüm dünyaları varlığında bulunduran âlemlerin merkezi olarak Tevhidi Hakiki makamında gayriyet libası ile âlemi kevnde asaleten var olmasıdır.
-2-Kamil İnsan /(Vakit ) gerek beden mülkünün ve gerekse üzerinde yaşadığı arz / dünyanın merkezi olarak Teşbihi Vahdet mertebesinde gayriyet libası ile şehadet aleminde vekâleten görünmesidir.
-3-İnsan/(İbnül vakit) ise içinde yaşadığı beden dünyasının/mülkünün merkezi olarak Teşbihi Kesret mertebesinde şehadet âleminde vekâleten görünmesidir.
Diğer bir şekilde de şöyle ifade edebiliriz.
-1-Beden dünyasının / mülkünün merkezi El-İnsan’dır.
-2-İnsanın merkezi ise kendi hakikati olan ayn-ı sabitesi yani vucudu Hakk’tır.
-3-Vücûdu Hakk’ında merkezi Zatı İlâhidir.
Bu üçlü oluşum, bir hakikatin üç vechesidir. Üzerinde yaşadığımız dünyamızda son devri âdem nesli üzerine Asr-ı Saadet döneminde Hakikati Muhammediyyenin nokta zuhur mahali Hz. Muhammed (a.s)’ın şahsında cem halinde bir hakikat güneşi olarak doğmuştur. Onun aydınlığı her birerlerimi-zin içini, özünü Kâmil İnsanlar kanalıyla ebedi olarak aydınlatacaktır. Bu hakikat; İnsân-ı Kâmil, Kâmil İnsan ve İnsan arasında meratibi ilâhi olarak âlemlerde devran edecektir. Ehli Hakk da bu devranı kendisinde ilmel, aynel ve hakkal yakiyn idrak ve yaşantısında seyran edecektir.
Yukarıdan beri ifade edilmeye çalışılan asli oluşumun Ümm/Merkez (aslidir, arızi değildir) varlığına dair şuur ve idrak edebilecek yegâne varlık, mertebelerine riayet şartı ile Zat-ı İlâhinin nefh ettiği nefhayı ilâhi ile keremnâ tacı giydirilmiş insandır. Şükründen ve kadrinden aciziz.
Bu konuda Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn-i Arabi Hazretleri;
İnsân-ı Kâmil hüviyyeti itibariyle Hakk’tır. Taayyünü itibariyle ise abd’tır. Binaenaleyh bütün evamir, İnsân-ı Kâmil’in kendi hakikatinden kendi taayyününe nâzil ve varid olur. Asâleten İnsân-ı Kâmil Hz. Muhammed Mustafa (a.s) Efendimiz olduğundan “Men reani fekad real Hakk” kelâmı münifi ile hüviyyeti âliyyelerinin Zat-ı Hakk ve taayyünlerinin dahi sıfatı Hakk olduğuna işaret buyurduklarını ifade etmiştir.
Mevzuu izâh aşamasında ma’nâ âleminde gösterilen Çanakkale Şehidler abidesine benzeyen yüksek yapıdan bahsedilmişti. O mübarek yapının üç kapısının üç İhlas suresini, ana / merkez kapısının da Fatiha suresini temsil ettiği de zevkan hissettirilmişti. Malumdurki İhlas suresi 4 ayetten müteşekkil olup, Fatiha suresi ise 7 ayettir. Üç ihlas suresinde 4x3=12 ayet, Fatiha sûresinde ise 7 âyet mevcud olup tamamı 19 âyet etmektedir. Bu da malûm olduğu üzere İnsân-ı Kâmil’in şifresi sayısıdır. Aynı zamanda üç İhlâs ve bir Fâtiha sûresinin derslerimizin sonunda okunması, bağlısı olmakla şükründen aciz kaldığımız kutlu yolumuzun uygulama esaslarından olduğu görülmektedir.
İhlâs sûresi Mushaf tertib sırasına göre 112. nci sure olup 1+1+2=4 4x3=12 eder,
Fatiha sûresi de malûm olduğu üzere 1. nci sûredir. 12+1=13 ederki ehli tarafından bu sayı değerlerinin ma’nâ ve hakikatleri gayet iyi bilinmektedir.
“Merkezinde olma” teriminin ana omurgasını zulmün karşıtı olan adalet kavramı teşkil etmektedir. Adaletli olmak aynı zamanda hikmetli davranmak demektir. Adalet oluşumunun kaynağı “ADL” kelimesinde yer alan Ayn harfi; Ayan-ı Sabite, Dal harfi; Delil, iş ve oluşlar (evamir) Lam harfi ise Taayyündür diyebiliriz. Özetlersek tüm iş ve oluşlar (Evamir) kendi hakikatinden taayyününe nazil ve varid olurken, aslına uruc / rücu etmeside bu iş ve oluşların esasını oluşturmaktadır diyebiliriz.
Ali İmran 109. ncu âyet; “Ve lillâhi mâ fissemavati ve mâ filard ve ilâllahi turceul umur.”
Mealen; “Göklerde ve yerde ne varsa Allah (Uluhiyyet) içindir. İş ve oluşlar Allah’a döndürülür.”
Yunus 44.ncü ayet; “İnnallahe lâ yazlimun nâse şey’en velâkinnen nâse enfusekum yazlimun.”
Mealen; “Muhakkak ki Allah insanlara hiçbir şeyle zulm etmez, Lâkin insanlar kendi nefislerine zulm ederler.”
Âyetlerinin ma’nâ nuruyla aşağıdaki veciz bir hakikat aklımızı, gönlümüzü ve vicdanımızı aydınlatarak bir sekinet bahşetmektedir.
;”Malum olsun ki, herbir nefs, kendi ayan-ı sâbitesinin gölgesi ve o ayan-ı sâbite dahi bir ismi ilâhinin gölgesidir. Ayan-ı sâbite hangi ilâhi ismin gölgesi ise o ilâhi ismin hazinesinde meknuz bulunan ahkâm ve asar bu âlemi kevn’de kendisinin gölgesi olan nefs’te zâhir olur. Ve kaza-yı ilâhi abdin ayn-ı sâbitesinin lisan-ı istidat ile vaki olan talebi üzerine nâzil olur.”
İşte gerçek adalet bu hakikatleri idrak ederek yaşamak “Merkezinde olmak” demektir.
“MERKEZİNDE BIRAKIRDIM “DİYE İFADE EDİLEN HAKİKAT TE BUDUR. Ancak bu anlayış; Hakikat mertebesinin anlayışı ve yaşayışıdır. Tarikat ve Şeriat mertebelerinde bu husus kendi anlayış mertebesinden idrak edilerek yaşanır ki delil olarak dayandığı ilâhi kelâm.
Zümer suresi 7. nci âyet; “İn tekfuru fe innallahe ganiyyun anküm ve lâ yerda li ibadihil kufra ve in teşkuru yerdahu lekum....ilahir.”
Mealen; “Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani'dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kullarının küfrüne razı değildir. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur.”
Bu hususta uygulanacak ana prensip “Vucud birdir, ancak vücûdun mertebelerine riayet şarttır.” diye ariflerce gayet öz olarak ifade edilmiştir. Bizlere düşen vücûdu Hakkın mertebelerini hakkıyla bilmek ve her mertebenin hak ve hukukunu koruyabilmektir. Yukarıda arz edilen âyetin ışığında; Vücûdu Hakkın mertebelerine riayet ederek hak ve hukuklarını korumak (Vikâye), Şükürdür vede Aşıkların şanındandır. diye ifade edebiliriz. Bu aynı zamanda Takva oluşumunu meydana getirir ki onunda kendisi içersinde mertebeleri ve yaşantıları mevcuttur.
Malûmdurki Tecelliyi İlâhi; Zâti tecelli ile Sıfâti ve esmâi tecelli olarak ikiye ayrılmıştır. Zâti tecellide kendi içinde ikiye ayrılır; Uluhiyyet ve Rububiyyet tecellisi.
Zelzele, toprak kayması, fırtına,sel, yangın gibi oluşumlar; Sıfat ve esma mertebesi kaynaklı Tecelliyi kahri olup, bir üst mertebeden Tecelliyi lutuf ile uzaklaştırılabilr. ”Allahım gazabından lutfuna sğınırım” mübarek hadisi şerifi bu hususa cevaz vermektedir. Zati tecelli karşısında ise “Euzu bike minke” “Senden yine sana sığınırım.” Mübarek hadisi şerifi bize yol göstermektedir.
Karanlıklar içersinde kalanların umudu , ışığı olupta yollarını aydınlatanlara SELÂM OLSUN.
ALLAH DOĞRUYU SÖYLER,DOĞRUYA İLETİR.
------------------------
Dostları ilə paylaş: |