Guatemala’nın “solcu” yeni başkanı Alvaro Colom’un ABD başkanı George W. Bush’la Beyaz Saray’da yaptığı görüşmenin üzerinden 24 saat geçmeden Izabal Muz İşçileri Sendikası (SITRABI) üyesi Carlos Enrique Cruz Hernández adında bir işçi, işi başındayken katledildi. Hernández’in üye olduğu SITRABI, Guatemala’nın ABD’yle imzalamış olduğu Orta Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (CAFTA)’nın yürürlükten kaldırılması ve çalışma hayatının yeniden düzenlenmesi için 23 Nisan tarihinde mahkemeye başvuran altı sendikadan biriydi.
Alvaro Colom hükümeti, iktidara geldiği birkaç aydan bu yana çalışma hayatında hiçbir ileri adım atamayarak ve başta muz işçileri olmak üzere emekçilere yönelik gerçekleşen tecavüz ve cinayet gibi olaylara soruşturma açmayı dahi başaramayarak kendisine güvenen kitleleri hayal kırıklığına uğratıyor. ABD’yle iki yıl önce (önceki sağ iktidar tarafından) imzalanmış olan CAFTA’nın yürürlüğe girmesinden bu yana sendikacılara yönelik işlenen suçlarda yaşanana patlama, Colom döneminde de devam etti. Sadece bu yılın ilk dört ayı içinde, 8 sendikacı katledildi, 1’i ağır yaralandı ve 2 sendikacı da araçlardan açılan ateş sonucu yaralandı, ayrıca Guatemala’nın en büyük işçi konfederasyonunun başkanının kızı kaçırıldı ve tecavüze uğradı.
Bununla devamlılık gösteren bir biçimde muz işçisi Cruz Hernández’in katledilmesi olayı da sendikaların CAFTA’ya yönelik protestolarını yükselterek hukuki yolla mücadele sürdürme girişimlerinden sadece 5 gün sonra meydana geldi. Bu cinayet Guatemala’nın solcularına 2007’nin eylül ayında yine SITRABI’nin kültür ve spordan sorumlu sekreteri Marco Tulio Ramirez’in kar maskesi giymiş bir grup tarafından fabrika mülkü üzerinde katledilmesini hatırlattı. Bu olay da, Savunma Bakanlığı’nın muz oligarşisiyle bağlantıda oldukları tahmin edilen bir askeri birimi, sendika bürosuna baskın yapmaları suçuyla disipline vermesinden hemen iki gün sonra gerçekleşmişti.
6 sendikanın imzaladığı mahkeme başvurusu, ABD’ye ihracat yapan beş şirketten dördünün Guatemala yasalarını sürekli biçimde ihlal ettiklerini belirtiyor; toplu sözleşme, örgütlenme özgürlüğü ve diğer düzenlemeleri rafa kaldırdıklarını, bu anlamda hukuken suçlu olduklarını ve işçilerin gasp edilen kazanılmış maddi haklarıyla birlikte, yasalarca düzenlenmiş sosyal haklarının da garanti altına alınmasını istiyordu. Bu şikâyet üzerine Birleşik Devletler Ticaret Temsilciliği, konunun hükümetler nezdinde yapılacak görüşmede ilk sırada ele alınacağını, sorunun çözülmemesi halinde, çözme yetkisinin, bağımsız bilirkişiler ve çalışma ekonomisi uzmanlarından müteşekkil bir tahkim kuruluna verileceğini açıklamıştı. Kulağa oldukça hoş ve rahatlatıcı gelen bu açıklamanın ardından, sonuçta ABD’nin asıl cevabı Guatemala devlet başkanı Alvaro Colom ile ABD başkanı George W. Bush’un görüşmesinin ardından geldi: bir muz işçisi iş başında katledildi.
Bir ülkenin özgünlüğü
Guatemala, ABD emperyalizminin dünya devriminin jandarmalığına soyunmasıyla denediği “modern” yöntemlerin uygulandığı ilk laboratuar olma özelliğine ve talihsizliğine sahip. Latin kültürünün egemen olduğu klasik bir Orta Amerika ülkesi olan Guatemala’da ABD ilk defa seçimle gelmiş bir solcu hükümeti (1945 yılında diktatör General Jorge Ubico’nun devrilmesinin ardından Devrimci Parti lideri felsefe öğretmeni Juan Jose Arevalo’nun %80’den fazla oyla iktidara gelmesi ve 1950’de yerine daha solda bir siyasi hat izleyen Jose Arbenz Guzman’ı) bir askeri darbeyle devirdi, ilk defa başka bir ülkenin ordusunu doğrudan kendisi eğitmeye başladı, 1960’larda gerilla mücadelelerine karşı ilk defa örgütlü kontrgerilla faaliyetini örgütledi ve ilk defa napalm bombasını burada kullandı, muhalifler ilk defa bu ülkede “kaybolmaya” başladı, 1980’lerde ilk defa köy koruculuğu sistemi yine bu ülkede başlatıldı.
Ancak Guatemala’nın sınıf mücadelelerine katkıları, ABD’nin bu kadar özgün tepkiler göstermek zorunda kalmasından da anlaşılabileceği üzere kötü anılarla sınırlı değil. Latin Amerika’da 20. Yüzyılın ilk devrimini de bu ülke yaptı. 1944 yılında ABD ve kahve oligarşisiyle işbirliği halindeki faşist General Jorge Ubico’nun devrilmesi bölgedeki umutları yeşerten bir siyasal devrimden başka bir şey değildi. İktidarı devirmek amacıyla askeri okul öğrencileri yine ilk defa bu ülkede sokaklara çıkıyordu. İlk defa 1945 yılında seçilen Juan Jose Arevalo, “manevi sosyalizmi” kuracağından bahsediyordu.
Arevalo’nun yerli bir sanayiyi ve ulusal burjuvaziyi teşvik ederken, bütün halkın temel haklarının anayasal ve pratik olarak tanınmasını amaçlayan “manevi sosyalizm”i, kıtada daha sonra en ileri örnekleri Peronizm’le ve bugünlerde de Chavizm’le yaşanan popülist/halkçı liderlik vasıtasıyla toplumu dönüştürme girişimlerinin kaynaklarından biridir. Bu anlamda yabancı sermayenin alanı kamulaştırmalar ve yerli sanayiyi teşvik açılımlarıyla daraltan Arevalo yönetimi, devletin eğitim ve sağlık başta olmak üzere temek hizmetlere yönelik yatırımlarını arttırıyordu. 1950’de seçimlerde Arevalo yerine seçilen genç subay Jose Arbenz Guzman ise iktidara geldiği yıl Guatemala Komünist Partisi’nin üzerindeki yasağı kaldırıyor, yüzbinlerce köylü ve yerliyi ilk defa toprak sahibi yapan toprak reformunu hayata geçiriyor, Amerikan şirketi United Fruit Company’nin muz ve kahve plantasyonlarındaki insanlık dışı çalışma koşullarına yönelik yasal ve fiziksel tedbirler dayatıyor, grevlere destek veriyor, Guatemala elektriğini tekelinde tutan Amerikan şirketi Electric Bond and Share’e karşı kamu mülkiyetinde olacak bir hidroelektrik santrali inşa ediyor, işçilerin eylemlerine güvenlik güçleri müdahale etmiyor ve bütün bunlar mülk sahiplerinin aleyhine olacak biçimde hayata geçirilen uygulamalarla sağlanıyordu.
1954 yılına gelindiğinde ABD harekete geçmişti bile. Guatemala’nın Honduras sınırından sızan CIA uzmanları ve askeri eğitmenleri Albay Castillo Almas’ın başında bulunduğu bir kontrgerilla birimi oluşturdular ve 1954 Haziran’ına gelindiğinde bu birim ülkeyi işgal etmeye başladı, 26 Temmuz’da Jose Arbenz Guzman istifa ettiğini açıklayarak ve ordu silahlarının halka dağıtılmasını reddederek Guatemala’yı yarım yüzyıl sürecek bir karanlığa soktuğunu bilmiyordu. Sonuçta faşist Almas birlikleri Guatemala’da iktidarı aldılar ve bütün ilerici unsurları katlettiler. Hemen 1955’te Guatemala petrolünü ABDli şirketlerine altın tepside sunan bir petrol yasası çıkarıldı, iki yıl sonra Amerikan Bankası, elde edilen rant gelirlerini kendi ülkesine aktarmak amacıyla açıldı. Bu sırada, CIA tarafından ordudaki sol eğilimlere destek olduğundan şüphelenilen devlet başkanı (yani CIA tarafından yetiştirilerek faşist bir darbe yapan) Castillo Almas faili meçhul bir cinayete kurban gitti.
Ancak Guatemala ordusundaki ilerici eğilimler tasfiye edilememişti ve özellikle Amerikan sermayesinin bu denli pervasızca ülkeye girmesi ordunun büyük kısmını rahatsız ediyordu. Özellikle 1959 yılında gerçekleşen Küba Devrimi’nin bütün kaynakları ve işletmeleri ulusallaştırması, dahası ABD’nin façasını bozması Guatemalalı genç subaylarda büyük bir sempati uyandırmıştı. İşte bu sırada, 1960 yılında ABD hükümetinin Küba’ya yönelik yapılacak Domuzlar Körfezi Çıkartması’nda kullanılacak paralı askerlerin Guatemala’da eğitilmesi teklifi geldi ve ordunun büyük kısmı ayaklandı. Öldürülen Armas’ın yerine 1958 yılında geçen Miguel Ydigoras, giderek toprağın ayaklarının altından kaymakta olduğunu görerek, sürgünde bulunan Devrimci Parti lideri ve eski devlet başkanı Juan Jose Arevalo’ya ülkesine dönerek seçimlere katılma çağrısında bulundu. Ancak bu çağrı, ABD destekli subaylar tarafından Ydigoras’ın da devrilmesiyle sonuçlandı. Operasyonun adı “dürüstlük operasyonu”ydu.
Kısaca geçmek gerekirse 1960 yılında ayaklanan subayların ayaklanmanın bastırılması ardından Honduras’a kaçan bir kısmı, liderleri Teğmen Alejandro de Leon öldürülünce 1962 yılında Guatemala soluyla bağlantıya geçtiler. Bu tarihte “Devrimci 13 Kasım Hareketi” adıyla gerilla mücadelesine başlayan subaylar ve Guatemala solu, komünist PGT’nin de silahlı mücadele kararı almasıyla birleşik bir gerilla hareketi oluşturarak United Fruit Company’nin merkezinin basılması ve kullanılmaz hale getirilmesi, ABD ve Batı Almanya elçilerinin kaçırılması gibi sansasyonel eylemler gerçekleştirdi. Yasal mücadele alanının nefes alınamayacak darlıkta olması nedeniyle birçok sol örgüt silahlı eyleme geçiyorlardı. 1966 yılında Devrimci Parti adayı Mendez Montenegro seçimleri kazanarak gerilla örgütlerine af karşılığı silah bırakmaları çağrısında bulundu. Ancak Devrimci parti adıyla siyaset yapmasına izin verilen grup, zaten düzenle organik ve ideolojik bağları oldukça kuvvetli bir siyasetçi tayfasıydı ve hatta Devrimci Parti’nin iktidara gelmesine izin verilmesi, ülke solunu ve gerillaları “düzen solu”yla tasfiye etme niyetinden başka bir şey değildi.
Gerillalara silah bırakma çağrısı yapan Mendez Montenegro, bir yandan da ABDli kontrgerilla uzmanlarını ülkeye çağırmış ve orduya da saldırı emrini vermiş durumdaydı. Sonuç olarak yaklaşık 10bin köylünün katledilmesine yol açan bir operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonda gerillaların merkezi kadroları da dağıtıldı. Ancak halka gözdağı vererek düzen içine çekmeye çalışan operasyonun sonuçları bunun tam tersi oldu. Düzene her türlü güvenini yitiren yerliler ve köylülerin katılımıyla gerilla hareketleri kitleselleşti. Guatemala’daki sınıfsal karşıtlığın içinde etnik bir farklılığın da olması (yönetenler İspanyol melezi Kızılderili ve yönetilenler saf Kızılderili) mücadelenin kitleselleşmesinin temel nedenlerinden bir diğeridir.
1970’lerde gerilla çekirdekleri belirli bir deneyime ve kurtarılmış bölgelere sahiplerdi. Bunlardan biri olan ve 1972 yılında Ixcan bölgesine yerleşerek 2-3 yıl içinde bütün bölgedeki en güçlü örgüt halini alan Yoksulların Gerilla Ordusu (EGP), 1980’lere gelindiğinde ülkenin en güçlü örgütlenmesi konumundaydı. Bu arada 1976 yılında Coca Cola fabrikasında gerçekleşen ve kitlesel destek gören grev, Guatemala oligarşisi ve ABD hükümetini kontrgerilla faaliyetlerini düzenli hale getirmeye yöneltti.
Ancak 1978 yılında patlak veren siyasi kriz sonrasında Kilise başta olmak üzere bütün düzen kurumları ikiye yarıldı. Bunu müteakiben köylerde “köy konseyleri” kuruluyor ve bölgenin denetimini ellerine alıyorlardı. Kilise içinden kopan taban örgütleri ve köylü kiliseleri, orduyla silahlı çatışmalara girmeye başladılar. Guatemala ordusu artık kırsal alanlarda egemenliğini yitirmişti. Küçük köylü cumhuriyetleri gerilla örgütleri tarafından korunuyor ve hatta köyün gençleri gönüllü gerilla oluyorlardı.
1982 Ocak ayında dört büyük gerilla örgütünün güçlerini birleştirerek Guatemala Ulusal Devrim Birliği (URNG)’ni kurması, kahve ve muz oligarşisinin yüreğine dehşet saçmıştı. Yardıma Amerikalılar tarafından kontrgerilla eğitimi alarak uzmanlaşmış ve gizli bir Protestan tarikatına üye General Efraim Rios Montt yetişti. Montt, bütün halka savaş açarak köylüleri soykırımdan ve ulaşılamayan köyleri de bombardımandan geçirdi, insanlar “kayboluyor”, idam ediliyor ve işkenceyle katlediliyordu. 1983’te gerilla örgütleri şehirlere saldırdılar, artık sokak aralarında ordu ve gerillalar çatışıyordu. Altındaki toprak kayan Mont, bu sefer daha sağcı bir asker olan Oscar Mejia tarafından devrildi. 1985’te muhalefetin katılamadığı bir seçim yapıldı ancak gerilla örgütleri çözülmemişlerdi ve sabotajlar ve ciddi eylemlerle hükümetin işleyişini fiilen durdurmuşlardı. 1987 yılında devlet URNG’yle masaya oturdu. Bu arada Montt ise 2007 eylülündeki genel seçimlerde Milliyetçi Cumhuriyet Cephesi’nden milletvekili seçilerek dokunulmazlık zırhına kavuşacaktı.
1987 yılında başlayan müzakereler 9 yıl sürdü. Bu arada taraflar defalarca ateşkes ilan ettiler ya da savaşa devam kararı aldılar. 1996 yılında imzalanan barış antlaşmasıyla 1960’ta subayların ayaklanmasıyla başlayan 36 yıllık iç savaşa son verilmiş oldu. Bununla beraber 1996 yılında imzalanan barış antlaşmasının birçok maddesi aslında Guatemala halkının taleplerini de doğrudan yansıtır nitelikteydi. Bu maddelerden bazıları şunlardı;
2. madde: Guatemala Cumhuriyeti hükümeti olarak, temel ilkelerin ve belirlenen kuralların çiğnenmeyeceğine, insan haklarının savunulacağına ve ihlal edilmeyeceğine garanti verilir ve siyasi irade olarak bunların hayata geçmesi sağlanacaktır. 4. madde: Guatemala halkı insan hakları ihlallerini ve iç savaş boyunca gizlenen tüm gerçekleri her yönüyle öğrenme hakkına sahiptir. Halkların kardeşliğini pekiştirmek ve demokratikleştirmeyi sağlamlaştırmak için halka geçmiş savaş süreci objektif ve tarafsız bir şekilde anlatılacaktır. 5. madde: Yerli Kızılderili halkın kimliğinin tanınması ve haklarının savunulması, Guatemala gibi çok uluslu ve çok dilli bir halk gerçeğinin olduğu göz önünde tutulursa, sağlam bir inşa süreci için kaçınılmaz bir olgudur. Tüm Guatemalalıların kendi kültürlerinin, siyasi ekonomik haklarının korunması ve sağlanması ülkenin çok kültürlü olmasının bir aynası olacaktır. 7. madde: Sosyal adaleti ve iktisadi gelişmeyi sağlamak için; toplumdaki tüm değişik katmanların ve halkın ortak çabası gereklidir. Ortak çabanın sağlanmasında devlet itici güçtür, ulusların gelişmesinde, yasaları belirlemede, kamu sektöründeki yatırımlarda ve hizmette yönlendiricidir. Devlet bu konuda vergilerin yükseltmesine ihtiyaç duymakta ve sosyal alandaki yatırımlar için özel yetki gerekmektedir. 9. madde: Devlet ve toplumun örgütlü sektörleri, tarım sorunu ve köylerin gelişmesi için ortak çabalar sarf edilmelidir. Bu halkın büyük bir bölümünün kırda sefalet ve haksızlıklar içinde yaşamasına karşı, daha iyi standartlarda yaşaması için cevap olacaktır. 10. madde: Demokratik bir sistemde sivil toplumu güçlenmesi önkoşuldur. Silahlı çatışmanın sonuçlandırılması kurumları yenilemek, Guatemala halkının özgür, adaletli, güvenceli ve barış içinde yaşaması için tarihi bir fırsattır. Guatemala ordusu görevlerini barış sürecine göre uygulamalıdır. 14. madde: Barış anlaşmasından çıkan sonuç ve ulusal muhtıranın yerleştirilmesi karmaşık ve uzun süreli bir süreçtir. Taraflarca üstlenilen sorumlulukları yerine getirmek ve devletin gerekli organları, sosyal ve siyasi gücünü bu prosedüre katmak gönüllülüğü gerektirir. Guatemala tarihinde demokratikleşmede ve gelişmede yeni bir sayfa açılmaktadır ve buna uygun gerçekçi bir uygulama ve adım adım atılması gereken bir strateji gerekmektedir.
Aslında antlaşma metnini tamamında bir siyasi program havası hâkimdir. Karşılıklı yükümlülükler olarak tanımlanan ise gerillanın silah bırakarak siyasi süreçlere katılabilmesi ve hükümetin ise yepyeni bir ideolojik yönelim kabul ederek Guatemala’da sosyal adaletçi bir devlet inşa etmesidir. Hükümetin bu antlaşma kapsamında verdiği tüm taahhütler taktik kapsamındadır ve hayata geçmemiştir. Öte yandan bu antlaşma gerilla mücadelesini çözmeyi başarmıştır. 1955 ve sonrasında Guatemala’ya yerleşmiş olan Amerikan sermayesinin yarattığı tüketim kültürüyle birlikte görece istikrarlı bir burjuva demokratik rejimi bu zamana kadar sürdürebilen ülke, bu sefer de neo-liberalizmin yarattığı tahribat nedeniyle ciddi bir yıkımın eşiğine geldi. 2007 başkanlık seçimlerine gelindiğinde ülkenin %80’i açlık sınırında yaşarken, iç savaş döneminde gerçekleşen insan hakları ihlallerine ilişkin dosyalar da depolarda çürümekteydi.
Alvaro Colom’un çıkmazı: ya hep ya hiç
Guatemala’da 2007 yılının kasım ayında gerçekleşen başkanlık seçimlerinde ilerici Alvaro Colom, rakibi faşist General Perez Molina’yı yenilgiye uğratarak Guatemala’nın yeni başkanı oldu. Colom, özellikle yerliler, köylüler ve Molina’nın seçilmesiyle muhtemel hale gelebilecek “eski günlere dönmek” istemeyenlerden oy aldı.
Alvaro Colom başkanlık için yemin ettiğinde yıkıntı halindeki bir ekonomi ve siyasal yapıyı teslim aldığının farkındaydı. Dahası iki yıl önce kendisinden önceki sağcı hükümet ABD ile bir serbest ticaret antlaşması imzalamıştı, eski diktatörlük yanlıları ve hatta bizzat diktatörlerden biri olan General Efraim Rios Montt dokunulmazlık zırhını kuşanmış biçimde meclisteydi, CIA Guatemala ordusu ve polis teşkilatı içinde iyice yerleşmiş durumdaydı ve aşırı yoksulluğun tetiklediği şiddet nedeniyle sokaklarda her gün 10-12 kişi ölüyordu. Ülkede neredeyse kırk yıldan bu yana bulunan kontrgerillalar kahve ve muz oligarşisinin emrindeki paralı askerler olarak işlev görüyor ve işçi sınıfının örgütlü kesimlerine yönelik terörist faaliyetlerini ABD’yle imzalanan serbest ticaret antlaşmasından sonra daha da sert biçimde sürdürüyorlardı.
Alvaro Colom, merkez sol bir siyasi formasyona sahip biçimde Guatemala devlet başkanlığına seçildiğinde ve hatta seçilir seçilmez ordu ve polis arşivlerini açarak, ülkede bir insan hakları mahkemesi kuracağını açıkladığında çoğu kişi Latin Amerika’da yeni bir sol iktidarla karşı karşıya olduğuna inanmıştı. Her ne kadar Umut için Ulusal Birlik adına seçime giren Colom’un devlet başkanlığıyla birlikte hatırı sayılır biçimde öne çıktığı doğruysa da, seçim sonrası meclisteki sandalye dağılımı özellikle kritik kararlarda Colom’un partisinin diğer partilerle uzlaşma arayışına girmek zorunda kalacağını gösteriyordu.
Ancak Alvaro Colom’un başındaki en önemli sorun, ülkede sürmekte olan şiddet ortamıydı ve hâlen de öyle. Neo-liberal tarım politikaları sonucunda kentlere göç eden ve bir süre sonra burada hayatını sürdürmek için suç işlemeye başlayan ve bazen kontrgerilla örgütlerinde istihdam edilen gençler, başta başkent Guatemala olmak üzere bütün kentlerde ciddi bir güvenlik sorunu yaratıyorlar. Dahası, serbest ticaret antlaşmasıyla dayatılan istihdam modeli, nüfusun büyük çoğunluğunu dışlayarak zaten yapısal sorunlarla malûl olan ülke ekonomisinin kronik yoksulluk ve işsizlik üretmesini engellemiyor, aksine tetikliyor.
Guatemala İşçileri Genel Merkezi (CTGT) genel sekreteri Pepe Pinzón, “şiddet ülkemiz için sıradan bir şeydir. Şiddetin temel kaynağı ise sivil polisler ve varlığına bir türlü inanılmayan kontrgerillalardır” dedikten sonra devam ediyor: “Hükümet ve patronlar sendikal mücadele hakkını engelleyebilmek için bir arada çalışıyorlar, büyük ölçüde organize biçimde hareket ediyorlar ve bu sorunların kaynağı hükümet olduğu zaman mücadele etmekte zorlanıyoruz”. Aslında şu anda Guatemala’da kendini solcu, ilerici, sosyalist, demokrat vs. şeklinde tanımlayan ve Alvaro Colom’u başkan yapan kişilerin ruh hali Pinzón’unkinden farklı değil. Sonuçta, kendi getirdikleri ve son şansları olarak gördükleri hükümeti düşürmek istemiyorlar, 50 yıldan bu yana ilk defa biraz olsun nefes aldıkları sırada bunu göze alamıyorlar ancak mevcut durum da hiç iç açıcı değil. Sendikacılar ve örgütlü işçiler katlediliyor, sivil polis üniversitelerde ve fabrikalarda kuş uçurtmuyor ancak Colom hükümeti bunların büyük çoğunluğu hakkında ne yasal bir takibat başlatıyor ne de rejimi değiştirebilmek adına radikal girişimlerde bulunuyor.
Öte yandan göreve geldiğinde yolsuzluk batağına batmış bürokrasiye yönelik olarak “ne pahasına ve nerede olursa olsun, hatta kendi ailem içinde bile, yolsuzluğa karşı mücadele edeceğim ve her türlü dokunulmazlığı kaldıracağım” diyen Colom, bu sözünü de tutabilmiş değil. Özellikle Guatemala halkının oldukça duyarlı olduğu “diktatörlük döneminde işlenen cinayetlerin faillerinin yargılanması” konusunda şubat ayı sonunda güzel bir başlangıç yapan Colom, ülke tarihindeki 36 yıllık iç savaş süresince ordu mensupları tarafından gerçekleştirilen katliamlar ve işkencelerin ayrıntılı olarak açıklığa kavuşabilmesi ve bu suçlara katılanların toplum önünde cezalandırılabilmesi için askeri dosyaların ilk kez açılacağını belirterek, “gerçeği öğrenerek doğruluk ve adalet üzerine kuruluşumuzu inşa etmeye başlayacağız” dedi.
Colom ayrıca her türlü belgenin kurulacak olan bir “insan hakları mahkemesi”nde delil olarak kullanılacağını söyledi. Colom’un bu açıklaması yakınlarından yıllardır haber alamayan on binlerce kişiyi sevindirdi. Guatemala halkının bu tür bir gecikmiş adalete ne kadar ihtiyacı olduğunun kanıtlarından biri olan, sendikacı oğlu 1984 yılında polis tarafından katledilen 80 yaşındaki Emilia Garcia “devletin bize cevap vermesi için 24 yıldır bekliyoruz. Tek istediğim oğlumdan geriye kalan ne varsa onu bulabilmek, o kayıp bir köpek değil, bir insan” diye konuşmuştu. Ancak meclisteki ve özellikle ordu ve polis teşkilatı içindeki dengeler, Colom’un bu işi şimdilik yavaştan almasına sebebiyet veriyor.
Alvaro Colom’un önünde, her ne kadar Guatemala’nın kendi yolunu çizmek istediğine dair demeçler veriyorsa da “ya hep ya hiç” anlamına gelen bir çatal ağzı bulunuyor. Colom hükümeti ya Küba hükümetiyle başlayan türden (şu anda Guatemala’da 300 Kübalı doktor tıp hizmeti veriyor) işbirliklerini başta Venezüella olmak üzere ALBA hattı üzeriden genişletecek ve CAFTA’yı tek taraflı olarak iptal edecek ya da ABD tarafından serbest ticaret antlaşmasıyla boyunduruk altına alınmış olan ekonomisiyle birlikte ABD-Meksika-Kolombiya bloğuna yanaşarak halkına yeni bir şiddet dönemi yaşatacak olmanın sorumluluğunu alacak.
Colom’un en ciddi çıkmazı ise kendisini radikal bir toprak reformu yapması amacıyla destekleyenlerin bu talebine yanıt verecek güçte olmaması. Colom’un iktidara gelmesinin ardından ilk toplantıyı Maya (yerli) Toplumu liderleriyle yaptığı ve 1996’da onaylanan ama az uygulanan barış anlaşmasının hükümetin toprak satın alıp topraksız çiftçilere dağıtmasına izin veren maddesini uygulayacağını açıkladığı biliniyor. Ancak bunu gerçekleştirebilmesi kahve ve muz plantasyonlarına sahip olan oligarşi ve ABD ile yürekli bir çatışmaya girmesini de gerektiriyor. Öte yandan kıtayı sarsmaya başlayan gıda krizi de Colom hükümetini radikal tedbirler almaya zorlayacak ciddi sorunlardan bir diğeri.
Sonuç olarak, her ne kadar demokrasi ve insan hakları konusunda samimi olsa da, en başta bunları yapacak cürete sahip olmaması, Colom hükümetinin yakın zamanda ciddi bir yönetememe krizine girmesine neden olabilir. Böyle bir zafiyet durumunda ise Guatemala’da sol, toparlanması tekrar mümkün hale gelmeyecek biçimde dağılabilir.
Soner Torlak
|