GüNÜMÜz türkcesiyle evliya çelebi seyahatnamesi: podgorîCE, İŞTİB, vidiN, peçOY, budiN



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə34/35
tarix05.09.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#77457
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35

365


bidir. Bu adacıkta birkaç mahzen ve yirmi kadar saz örtülü evle­ri var. Bu adada bu imaretlerden başka bir şey olmayıp bağ, bah­çe ve şebekeli bostanları vardır, vesselam. Beri taraftan yine konu­ya dönelim.

Bu aşağı büyük varoşun bir kapısı da Öziçeli Hacı İbrahim Camii altında küçük kapıdır ki batı tarafa, Tuna'ya açılır küçük kapıdır. Bundan araba girip çıkamaz, ama at güçlükle sığıp gi­rip çıkar. Bu kapıdan taşra asla varoş evleri yoktur.

Bu kapının iç yüzünde yukarı iç kaleye çark ve zemberek ile giden su dolabı işliği var.

İbretlik su değirmeni çarkı

Bu Üstürgon Kalesi'nin [96b] aşağı büyük varoşunun batı tarafı bitiminde küçük kapının iç yüzünde bir su işliği vardır. Üstü şindire tahta örtülü kubbesi var ve kubbe tahtadan olmak ile açık olması için o tahta kubbede bir baca deliği var. Maharet­li usta bu bacayı ustalık göstermek için yapmış, yerinde anlatıla. Bu bacadan güneşin ışığı vurur. Bu işliğin içi bir aydınlık mey­dandır. Bu baca altında 5 kulaç aşağı Tuna Nehri'nden gelme bir abıhayat yuvarlak havuzu var ve bu havuz içinde türlü dolaplar var, tüm âletleri ile çarkları kalın meşe, pelit ve santa ağaçların­dan olup Tuna içinde durur.

Bu çark, dolaplardan yüksek bir rneşe ağacından sanki ara­ba tekerleği gibi bir dolaptır. Fırdolayı tekerleği kenarında göz göz su girecek 50 adet odaları var. Ama bu dolap aşağı dolaplar gibi su içinde değildir, anılan işlik içinde aydınlık giren baca al­tındadır.

Bu dolabın orta mili adam kolu kalınlığı demir mildir. Aşağı Tuna içindeki ağaç dolapların çarkları ve milleri hep adam beli kahilliği demirden çarklar ve millerdir. Nice çarkları adam pa-zusu kalınlığı deve boynu gibi eğri büğrü sanatlı çarklardır ki demirci ustası bu ibretlik çarklara öyle sanat sarf etmiş ki sanki demirci Davud Nebî işidir.

Bu demir çarkların kenarlarında top güllesi gibi 40-50 tane yuvarlak demir gülleler vardır. Bu çarklar ve ağaç dolapları su zorla çevirince çarktaki yuvarlak taş gibi gülleler Tuna Nehri'ne vurup Tuna suyunu zor ile demir su künkleri içine kor. Çarklar döndükçe yuvarlak gülleler devamlı birbirine takip edip Tuna

TÖÖ

_> \J\J


suyunu demir künklcr tıkayıp aşağı akmaya koymayıp tâ yu­karıda iç kaledeki anılan çeşmenin haznesine varıp dökülüp on­daki çeşmeden akar. Tüm su künkleri demir nuışkat tüteng gibi boru künklerdir ve yalçın kaya arasında dik yukarı nice demir künkler bellidir.

Bu demir su yolları dik yukarı şadırvan gibi çıkar. Üç mina­re boyu ve 300 kulaç yüksek yere baş yukarı su çıkması ibret ve­rici ve seyirliktir. Ama bu anılan çarkları Tuna Nehri çevirmez, atlar ve sığırlar döndürmez, bu da bir seyirliktir.

Bu iç kale kayasının aşağısında su değirmenleri ve çarkla­rı olan işlik içinde bir kayadan yedi başlı ejder gibi bir ılıca suyu gürleyip akarak yirmi arşın aşağı Tuna Nehri'ne karışır, ama suyu o kadar sıcak değildir.

Bu ılıca suyuna eskinin ustaları bir yolla kayaları oyup bir tür yeraltı bendi yapmış ki Mihadi Laslo Kral zamanından beri, 260 yıldan beri bu ılıca suyunun başlangıcı belli değildir. Hatta Süleyman Han'dan beri bu kale İslâm elinde durup bu ılıca suyu yolu temizlenmeyip ve berrak suyunun kaynağı bilinmcyip hâlâ durur. Geçmişin ustası bu sıcak suyu işlik içinde olan değirmen çarkına uğratıp tüm çarkları bu ılıca suyu çevirip başka yoldan Tuııa'ya akar.

Su değirmeni çarklarının seyri

Bu işlik içinde bu çarkların hizmetine memur bir adamdır. Bu işliğe birkaç ahbap ile girip gönlümüzce yukarıda yazılan do­lap çarklarım, âletlerini gördüğümüzden sonra değirmenci ba­baya birkaç akçe verip,

"Pîrim, lütfeyle bu dolap çarklarının hareket, duruş ve dönü­şünü seyredelim " deyince,

"Oğullar bu çarkların şiddetli gürültü ve patırtısına takat gctiremezsiz ve ilk defa şadırvanı gökyüzüne fışkırınca ona da bakmaya cüret edemezsiz" dedi.

"Canım baba, biz âlem seyyahı ve benîâdem nedimiyiz, bari bunu da görmüş olalım. Her ne olacaksa olur" dediğimizde,

"İmdi oğullar korkman biraz uzak durun" deyip önce da­mın bacasının kapağını açıp işlik açıldı. Adı geçen ılıcanın Tuna'ya akan yolun kapatıp işlik içinde olan yüksek çarkın su girecek ağaç haneciklerin içlerine su dolunca hemen dolaplar

367

dönmeye başladı. Bir gürültü koptu ki sanki kıyamet gününde bir dinime günü olup bazı çarklar sağa ve nicesi sola dönüp bü­tün çarklar birbirlerine girip sanki saat gibi çarkları dönmeye başladı. Değirmenci koca kurnaz baba "Korkman oğullar" de­yip bir demir çeşme lülesi gibi lüleyi kuvvet ile burup çevirin­ce kaleye çıkan su borusundan insan boynu kalınlığı bir su yu­karı doğru baca deliğinden dışarı çıktı. 3 Süleymaniye minare­si boyu su gıjlayarak ve gürleyerek Öyle fışkırdı ki sonunda su gökyüzüne çıktı. Sonra gökkuşağı gibi şadırvanı baş aşağı Tuna Nehri'ne döküldü. Yarım saat seyrinde şaşırıp [97a] hayran ol­duk. Ama Allah bilir suyun ilk fışkırışında ödümüz patlayıp yerimiz toprak olayazdı.



Ta bu derece fakir Tuna Nehri zorla dar borular ile çeşitli yapma çark-ı felekler ile gökyüzüne beraber kaya başında olan yüksek kaleye su çıkmalıdır.

Bu şadırvan seyrini edip koca baba yine şadırvan çeşmesi lü­lesini bir sanat ile çevirip kapattıktan sonra su yukarı künkler ile yukarı çıkmaya başladı. Ama acayip ve garip sanatın seçkini Tuna Nehri havuzu içinde olan gülle gibi demir toplar biri biri ardı sıra Tuna suyunu demirden su borularına vurup suyu boru­lara zor ile tıkmasmdaki büyük sanattır. Ve,

Bir diğer büyük sanat: "Tuna suyu zorlukla alsın" diye şa­dırvan icat edip şadırvandan ziyadesi azar azar kaleye çıkıp bo­rular su ile dolduktan sonra şadırvanı kesip kaleye su çıkması büyü derecesinde ibretlik bir iştir. Sözün kısası,

İşitmek nasıl görmek gibi olur

dediği mısraın anlamı üzere anlatılması mümkün değil, görme­ye muhtaç bir değirmen, bir çark-ı felek dolabıdır ki bu kadar yüz yıldan beri asla bozulmamıştır. İnşaallah kıyamete kadar bu değirmen dönmekte devam ede, âmin.

Bu Tuna havuzu kale içindedir, ama kuşatma sırasında kâfirler Tuna Nehri'nin kale içine kehriz ile girdiği bilinmemesi için öyle saklamış ki bu kadar yüz yıldan beri ııe başlangıç yeri bilindi, ne göründü ve ne onarıldı, derler.

Bu çark-ı felek ılıcası suyuna kadın ve kızlar girip "Çark su­yudur" diye yıkanıp kırklanırlar. Zanlarınca bahtları açılıp uğur­suzluktan kurtulurlar bir gizlice ılıcadır. Zira daima kapalı durur,

368


anahtarı değirmenci babadadır. Her gün kırkar akçe maaşı var bir yaşk zattır. Hatta kâfirler iki kere bu kaleyi aldıklarında yine bu baba-yı âlemi kâfirler incitmeyip yine değirmenci baba imiş.

Hamd olsun hayır duasıyla şereflendik. Hatta Sadrazam Köprülüzâde Ahmed Paşa bizim gibi bu seyri edip parmağım ağzına götürünce babaya 50 altın ve 10 akçe zam verir.

İmdi azizim bu varoşun 3 adet kapısı bu çark değirmeni ka­pısında tamam olup bu 3 kapılı mamur varoş içinde toplam kat kat 2.900 adet tek ve iki katlı odalardır, ama bahçeleri olmadı­ğından başka asla avluları yok daracık basık evleri vardır. Hatta bazı evlerin ölülerini dışarı sokaklarda yıkarlar, gayet dar hane­leri vardır. Ama kuşatma sırasında bu varoşun evleri korunma­lıdır ve tahta örtülü evlerdir.

Ve tamamı 6 mahalledir. Hacı İbrahim Mahallesi, Alaybeyi Mahallesi, Mahkeme Mahallesi, Çarşı Mahallesi, Budin Kapısı Mahallesi, Taşra Varoş Mahallesi, İskele Mahallesi ve Tepedclen Mahallesi, bildiğimiz mahalleler bunlardır.

Hepsi 4 mihraptır, ikisi cumadır ve ikisi mahalle mescitleri­dir. Evvelâ Oziçeli Hacı İbrahim Camii, kurşun örtülü çatma na­kışlı tavanlı, sağlam vakıflı, kalabalık cemaatli ve uzun kârgir minareli yeni yapı güzel bîr camidir. Sonra,

Mahkeme Camii, eski yapıdır ve kalabalık cemaati vardır. Kıble kapısının üzerinde iri yazı ile tarihi budur:

Adı belli şehîdler var yanında

Şehâdet eyledi hep hâss u âmmı

Kimi sağında ve kimi solunda

Bu cami oldu şehîdler makamı

Sala oldu namaza başlanıldı

Kabul ola namazım bi't-tamömı

Muhanımed Mustafa'ya vakf olundu

Resulün âb-ı rîıyı hürmetiyçün

Görenler dediler tarihin anın

(—) (—) (—) (—) (—) (—)

Bu cami avlusunda birkaç adet uzun ağaç var, başka yerde bundan başka uzun ağaçlar yoktur. Ve mahkemesi bu camiin av­lu şundadır.

Ve 2 adet medresesi vardır. Biri Oziçeli Hacı İbrahim Medre-

369

sesi, biri bu Mahkeme Medresesi. Ve 4 adet sıbyan mektebi var­dır.



Ve 2 adet tekkesi vardır. Biri Üstürgonlu Ali Efendi Tekkesi'dir, biri Hacı İbrahim Tekkcsi'dir.

Ve ancak 1 küçük hamamı vardır.

Ve 210 adet dükkânlardır, ama bedesteni yoktur, fakat bü­tün değerli mallar bol bol bulunur. Çarşı içindeki küçük mey­danda bir lonca köşkü vardır. Bütün gaziler gaza mallarım bu­raya yığıp satarlar ve tüm serhat garipleri bu köşkte toplanırlar, tahta örtülü bir irfan yuvasıdır.

Bu şehrin hanı yoktur, ayıptır diye hayrat sahipleri han yap­mamışlar. Arap ve Acem'den bir garip misafir tüccar bu şeh­re geldiğinde bir haneye varıp kendi evi gibi orada kalıp bir iki ay kâr edip başka bir yere gider. Zira bu şehrin tüm kapıları ko­nuklara ve komşulara açıktır. Bir alay [97b] mücahit gaziler ol­duklarından yemeklerini yalnız yemezler, elbette bir gece misa-firsiz olmazlar. Onun için bu şehirde han yapmaya razı olmaz­lar, bir acayip bolluk gaziler şehridir.

Ve hepsi her şeyden pak ve temiz olduklarından sokakları da pak kaldırım taşı döşeli yollardır. Gayet sık ve mamur oldu­ğundan şehrin her tarafı, kaleleri ve hendekleri tamamen paktır. Btı aşağı varoşun imaretleri de bu yüzden yazıldı. Ama bu va­roşun dizdarı başkadır, zira kuşatma sırasında her biri askeriy­le cenge hazır olurlar.

Bu aşağı varoşun Budin Kapısı ile yukarı kale arasında Te-pedelen Palankası'na yönelik 4 adet büyük şeddadi yapı tabya­lar vardır. Onların dahi başka erleriyle bir dizdarı vardır. Bu 4 adet tabya önünden Tuna kenarına kadar, oradan kuzey tarafa yine Tuna kenarına kadar yukarı kaleyi kuşatmış kara tarafıdır ki bir Tuna'dan bir Tuna'ya kadar aşağı dereden yüksek bir kat palanka duvarlı dolma rıhtım kale duvarı var, ardı ve önü yol­dur.

Bu hesaba göre Üstürgon Kalesi hemen bir burunda bir yal­çın kaya üzerine kurulmuş. Hatta Matyaş Kral bu Üstürgon'a malik olunca bu yalın kat palanka duvar önünde alçak dereden bir Tuna'dan bîr Tuna'ya kadar kesmeye başlamış. Matyaş Kral ölüp vücudundan ve yapısından bir şey kalmamış, ama eğer

370


öyle olsa Üstürgon Kalesi Tuna Nehri içinde bir adada kalıp sağ­lam kale ve İskender Şeddi olurdu.

Bu yalın kat palanka duvarının hendeği önünden Budin Ka­pısı önünden aşağı Tuna kenarına Tuna'ya yönelik ve iskeleyi korutur su yolu kulesine kadar kalenin kıble tarafını bir kat pa­lanka duvar daha kuşatmıştır.

Kısacası, bu Üstürgon Kalesi kaç kat kaledir, diyecek değil­dir, zira bazı yeri 3 kattır ve bazı yeri 5 kattır. Ancak Tuna kena­rı 2 kat Kahkaha Şeddi gibi sağlam duvardır. Bir katı Tuna'ya ba­kar yukarı hisar duvarıdır ve bir kat duvarı Tuna Nehri kena­rında aşağı varoş duvarıdır. Diğer kara tarafları üçer, dörder ve beşer kat bölme bölme duvarlar, palankalar ve tabyalardır. Ger­çi bu kale küçüktür, ama şahin ve şehbaz yuvasıdır. Kuşatma sı­rasında ansızın bu kaleden 5.000 adet fitilli tüfengli, 1.000 adet atlı kağan arslan, gazi, dilâver yiğitler çıkar. Bunda olan bol ce-behane Ustolni Kalesi'nde yoktur, hâlen emin ola, Allah kıyame­te kadnr koruya.

Tepedelen Palankası'mn özellikleri

Bu güzel palanka Üstürgon Kalesi'nin kıblesinde bir dere aşırı ve bir ok menzili uzak bir eğimli tepe var, kâfirler bu tepe­den Üstürgon Kalesi'ni döve döve almıştı. Lala Koca Mehmed Paşa kaleyi kâfire verip yine kâfirden aldığı zaman bu tepeden kâfirin tepesini dövüp Üstürgon Kalesi'ni zorla verdi ve yine kâfirden aldı. Fetihten sonra 1014 senesinde Koca Mehmed Paşa Sultan Ahmed zamanında bu palankayı yeniden yapıp ismine Tepedelen Kalesi derler.

Bu da bir kızıl kaya üzerinde geniş yeşillik yerde bir sarp ve sağlam dolma rıhtım palanka, çatmalı ve şarampavlı kaledir. Fır­dolayı büyüklüğü tam 500 adımdır. Batı tarafa Üstürgon'a bakar bir küçük ağaç kapısı var ki bu kapıdan içeri araba giremez, zira sokakları ve evleri dardır. Hepsi 100 adet evleri vardır ve tama­men tahta örtülü ve tahta avlulu evlerdir.

Bir camii, dizdarı ve 200 adet erleri vardır. Yeteri kadar ce-behanesi ve iyi topları vardır. Bu kale yumurta gibi bir yalçın kaya üzerinde üstü geniş her tarafı cehennem kuyusu zeminde olmak ile üç tarafında hendek çukuru yoktur. Ancak kıble tara­fında kesme hendeği vardır.

371


Bu kale içre yalçın kayadan kesme bir abıhayat kuyusu var­dır, Tuna'dan suyu gelir derler.

Kısacası sarp palankadır, ama Allah korusun düşman gelin­ce önce bu hisara sarılıp alınca ardından Üstürgon Kalesi'ni top ile döve döve harap eder. Hemen buna çare odur ki bu Tepede-len kayasını beş on adet dörder ve beşer hazineli lağımlarla ha­vaya atıp lağımlarla bu tepeyi biraz alçaltsalar Üstürgon Kalesi, Kahkaha Şeddi olurdu, Allah kolaylık versin.

Hatta bir iki kere kâfirler tâ aşağıdan lağım edip bu kaya­yı atmak istemiş, kalından kavrattığı için lağımları geriye tepip nice bin kâfir Nemrud ateşinde kebap olup yerleri cehennem ateşi olur. Hâlâ lağım deliği aşağı kaya dibinde bellidir.

Bu Tepedelen Kalcsi'nden aşağı düz yeşilliğe inince Tuna Nehri kenarında bir ılıca suyu [98a] kaynağı olduğu mahalde, Narhane Palankası, yani Baruthane ateşgedesinin özellikleri

1014 tarihinde bu kaleyi de Koca Lala Mehmed Paşa yapmış­tır. Tuna Nehri kenarında bir alçak düz yeşillik yerde dörtgen şekilli dolma ve rıhtım bir sağlam palankadır. Fırdolayı büyük­lüğü 600 adımdır, ama alçak yerde olmakla hendeği yoktur. Ku­zey tarafa kapısı önünde hendeği asma köprüsü vardır. Ve dört köşesinde dört kulesinde sahi topları ve ınuşkat tüfengleri var­dır. Dizdarı, 200 adet erleri, cebeci, topçu ve barutçubaşı namlı ağaları ve.erleri vardır. Hisar içinde başka bir bölme içre nefer haneleri vardır. Baruthane işliği başkadır. Bunun da Budin ba­ruthanesi gibi ibretlik çarkları, dolapları ve tunç havanları var. Bunun da tüm çarklarını ılıca suyu döndürür. Bunun da ılıcası biraz seriııcedir. Acep hikmettir ki bu Üstürgon şehrinde yazıl­dığı gibi 3 adet ılıca vardır, üçü de sıcak değil, ılıkçadır. Bunda da iyi siyah barut işlenir. (—) (—) (—) (—)

Üstürgon şehri külliyatı övgüsünün tamamlanması

Suyu ve havasının tatlılığından o kadar güzelleri olur ki kız ve oğlanları son derece güzel yüzlü ve endamlı olur. Benleri­nin her tanesi Hâşimî beııi gibi bin kez Tatar müşgü değer gül çehreli, peri yüzlü ve melek görünüşlü oğlanları olur. Kadınla­rı asla kapıdan dışarı çıkmayıp son nefeste "O'nun ortağı yoktur." (Kur'ân, En'am 163) ile kapıdan çıkarıp Korite Bağları'nm mezar­lığına defn ederler.

372


Tüm halkı garip dostu, yumuşak huylu ve hüsn-i ülfet sahi­bi adamlardır. Üstürgon Ovası'nın yansı bağ, bahçe ve şebekeli bostanlardır. Hatta kalenin kıblesi yönünde top altında barut­hane olan yerde kefere zamanı İrşek şehri adıyla süslü bir şe­hir var imiş, sanki Direkli İrem Bağları imiş. Duvarlarından bir eser kalmamış. O kadar bağ, bahçe, nahlistan ve gülistandır ki sanki cennet bahçesidir. Bu bağların bir ucu tâ Süleyman Han Tepesi'ne varır ve bir ucu kaleden bir top menzili açıkta tâ Soş-kot Deresi'ne varır baştan başa bağlardır. Ösmanoğlu askerine "Saladır mahsulümüz helâl olsun" dediklerinde bütün gaziler çeşit çeşit sulu meyvelerinden yemekten bıktılar. Bütün meyve­leri, havası ve halkının yüz renkleri, işleri güçleri, kazançları, giysileri ve dilleri tamamen Budinli gibidir. Ama şehri koz içi gibi mamurdur ve sancağı da mamurdur.

Sancağı altında 150 pare mamur köydür, ama kâfiristanın tâ Yanık, Komaran, Beç ve Prag'a ve Pojan'a kadar gazileri seğirtip kâfirden baş dil alıp haraç dahi alıp esenlikle Üstürgon Kalesi'ne gelirler.

..................{2.5 satır boş)....................

Üstürgon Kalesi şehitlerinin ziyaret yerleri ..................(1.5 satır boş)....................

Bu ziyaret yerlerini ve Üstürgon Kalesi'ni elimizden geldiği kadar dostlarla gece gündüz gezip dolaştık. Gezintimizin 5. günü Sadrazam Köprülüzâde Ahmed Paşa derya gibi asker ile Üstür­gon Kalesi altına gelip çadır kurunca Üstürgon Kalesi'nden, Te­pedelen, Baruthane ve Ciğerdelen kalelerinden o kadar top şen­likleri ettiler ki yer, gök ve felek kubbesi güm güm gürleyip bir saat kadar siyah barutun dumanı mavi buluttan gitmedi. Bir sa­atten sonra Üstürgon Kalesi kara duman içinden beyaz nur gibi belli olup tüm burçları ve beden dişleri alemler, sancak, bayrak ve fılandıralar ile süslenmiş göründü.

Hemen o an sadrazam bir an durmayup Tuna Nehri kena­rına gelip önce altı oda yeniçeri ile Zağarcıbaşı İbrahim Ağa'yı, Kadızâde İbrahim Paşa'yı, Sührâb Mehmed Paşa'yı, Kaplan Paşa'yı ve Hısım Mehmed Paşa'yı tüm eyaleti askeriyle Tuna'dan gemiler ile karşı tarafa, Uyvar toprağına geçirip karşı tarafta ge­miler üzerine köprü yapmaya başladılar. Üstürgon tarafında da

373

sadrazam derya gibi asker ile köprü yapmaya başlayıp bir gece­de 10 adet gemi sadrazam tarafından ve 7 gemi karşı tarafta ya­pıldı. Gece gündüz herkes [98b] büyük köprünün tamamlan­masına gayret gösterdi.



Başımızdan geçen garip, gülünç bir olay Tanrı'nın hikmeti efendimiz Kadızâde İbrahim Paşa köprü yapmaya Tıma'nın karşı tarafına gemilerle geçip bu hakir Üs-türgon gezisi için beri tarafta kalıp tayinaümız olmadığından 11 baş atımız ve hizmetçilerimiz aç kalıp zahire ve ot bulmak için 5 kölemle ve 10 adet dostumla Üstürgon Övası'nın batı tarafına 5 saat gidip bir hoş yulaflı ve arpalı tarla bulup tüm atlarımı­zı bağlayıp yulafa salıp bizler arpa demetleri düğmeye başlayıp hemen birer çak yükü arpa peyda edip,

"Bre medet, asker bu mahalle gelmeden daha arpa düğelim" derken onu gördük: Üç yüz adet cürd atlı pür-silâh gözleri kız­mış şehbaz gazi yiğitler bize doğru gelip selâm vermeden,

"Bak-a nişlersiniz, demet mi düğersiz. Kalkın hey gidiler, arpa düğmeden ne bulursuz. Kalkın varalım kâfir kıralım, do­yum olalım, oğlan kız alalım, İslama ordusuna inşaallah doyum gelelim" dediklerinde hakir,

"Vallahi kardaslar atlarımız acur, hizmetkârlarımız aşa ek­meğe muhtaçtır. Bu kâfir diyarında bildiğimiz yer yok ve yol bi­lir kılavuzumuz yok. Nereye gideriz, arpamızı düğdük, biz dö­ner orduya gideriz" dediğimde,

"Bre var hey demetci gidiler" deyip hemen 300 adet şehbaz yiğitler at boynuna düşüp dağlar içine girip gittiler.

Biz de biraz arpa düğelim derken hemen yarım saat geçme­den bu gaziler bir kale altına varırlar. Görseler ki kale kapıları kapalı, hepsi hendek kenarına varıp Ahyolı ve Müsevre şehirle­rinin dağları çakalları gibi çağrışmaya başlayıp,

"Bre dizdar, bre kale gidileri, bre açın kapıları, bre yoğurt, bre ayran, bre ekmek, bre arpa ve bre at nalı var mı" diye her biri bir çeşit bağırıp çakal gibi çağrışırlar. Kimisi de,

"Bre serhat gidileri, göğsünüzde imanınız yok mu, bir ek­mek keseğiyle birer çanak ayranınız yok mu" derler.

Meğer bu kale Nemse kâfirinin Tata Kalesi imiş. Kâfirler mazgal deliklerinden bunları görüp kimi hendek kenarında ya-

374


tar, kimi durur, kimi oturur, kimi yoğurt ister. Hemen kâfirler danışıp,

"Tedbir, bunları kale İçine alıp tamamen esir etmektir" diye ağız birliği edip birkaç Türkçe bilir kâfir kale bedenleri üzere ge-

lip,

"Ne istersiz adamlar" derler. Bunlar da Aydın, Saruhan ve Menteşe Türkleri,



"Bre canım serhatli kardaslar, açız. Bize yoğurt, ayran, ek­mek ve atlarımıza arpa verün, yeyelim, size dualar edelim. An­dan ordumuza gidelim" dediklerinde bedenlerde olan kâfirler:

"Bak-a yiğitler biz de bir alay serhat gazileriyiz. Size at yemi, at nalı ve her ne isterseniz verelim, ama korkarız, akçasına cefa edersiz (parasını vermezsiniz)" derler.

Bu gaziler dahi bellerinde kemerlerini, ceplerinde ve kesele­rinde altın guruşlarını gösterdiklerinde hemen kâfirler kalenin kapısını açıp asma köprüsünü yerine koyup,

"Geliniz, hepiniz atlarınızla içeri kaleye giriniz" deyince bunlar 200 kadar atlarıyla kaleye girip 100 kadarı köprü üzerin­de dururlar. Kimisi de kale kapısını alırlar.

Hemen bu kapı önündeki yiğitleri kâfir içeri koyup kapıyı kapamak isterler. Bunlar da,

"Biz atlarımızdan ayrılmayıp burada dururuz" derken bun­lar kâfirle azgaşıp kâfire vur ederler.

Kâfirler de içerde olanlara girişince içerde olanlar henüz bi­lirler ki bu kale kâfirlerin imiş. "Bre vurun gaziler şu kâfiri" de­yince bu kale içine girmiş 300 adet cürd atlı Anadolu gazileri kâfirin kalesine veba gibi girip kâfirlere Öyle bir satır vururlar ki kâfirleri kıra kıra iç kaleye tıkarlar. Dış kaleyi ateşe vurunca kâfirler bunlara iç kaleden 57 pare top attığını biz arpa demetle­ri düğdüğümüz yerden duyardık.

Onu gördük, yarım saatten bu 300 adet gaziler, 360 adet zin­cire bağlı esir ve 170 adet saçlı kâfir kellelerini mızrağa süs edip gülbâng çekerek elleri kan, kolları kan ve ciğerleri biryân (ke­bap) bir alay Aydın ve Saruhan gazileri yanımıza gelip:

"Bre adamlar, dahi arpa demetleri mi düğersiz. Görün biz ne şekilde gaza ettik. Biz Müslüman kalesi sanıp kale altına vardık. Kâfir bizi hile ile kaleye alıp kırmak istedi. Hamd olsun

375


biz onları kırdık ve işte bu gümüş değnekli ve başı telli kâfir kale kaptanı imiş" diye başlarından geçenleri hakire bir bir an­lattılar.

Biz de hemen atlarımıza arpalarımızı yükletip bu gaziler ile at başı beraber İslâm ordusuna gidip dosdoğru Sadrazam kethüdası Semiz İbrahim Kethüda'ya varıp başlarından geçen­leri bir bir anlattıklarında hakir de ene eşhedücü (ben de gör­düm) idim.

Kethüda Bey bu gazileri sadrazama götürüp tüm kelleleri [99a] Serdar huzurunda yere yuvarlayıp "Hemişe devletli ve­zir, din düşmanlarının, kelleleri böyle ayaklar altında toz toprak ola" diye hayır dualar edip esirleri de vezir huzuruna sürüyerek getirdiler. Bütün mücahit gaziler yer öptüler. Sadrazam bu ga­zilerin sözbilirlerini söyletip bütün maceralarım yazıldığından fazla tek tek anlattıklarında Serdar buyurdular ki, "Siz ne yerli-siz?" Bunlar da,

"Aydın ve Saruhan Sancağı sipahiler indeniz" dediklerinde,

"Ya siz kimin izniyle çeteye ve poturaya gittiniz? Ya esir ol­sanız, hâl neye müncer olurdu? Niçün fermansız çeteye gitti­niz?" deyince hemen içlerinden biri,

"Vallahi devletli vezir, at nah, arpa ve zahire almaya gidip gördük, bu Ustürgon yanında bir kale var, biz Müslüman kalesi sandık. Meğer kâfir kalesi imiş. Kâfir bizi içeri alıp kırmaya baş­layım derken biz de dal satır olup kâfirleri kırıp bu kadar gaza edip bu kadar ganimet malı alıp huzuruna geldik" dedi. Vezir tedbir edip,

"İslâm ordusu, ordudan ayrılıp dağılmasın diye âleme ibret ola" deyip, "Tez tutun şunları" deyince hakir, İbrahim Kethü-da'nuı yanında saklanıp durdum. Sadrazam,

'Tez cellatlar gelsin" deyince tüm acımasız cellatlar mu­habbet meydanına gelip dal kılıç olup fakir gazilerin yakala­rına yapışıp çadır önüne getirdiklerinde hemen hakir İbrahim Kethüda'nın elini öpüp,

"Aman sultanım, şu garip gazileri azat edeler" deyince he­men İbrahim Kethüda, Serdar Ali Paşa, Kıbleli Mustafa Paşa, Amıca Hasan Ağa ve nice vezir ve ayan sadrazamın ayağına dü-

376


"Bir dahi etmesinler. Bunların ganimet mallarıyla azat edin, ama bunların alaybeylerini azarlayın" dediklerinde ricaları ka­bul edilip hepsini serbest bıraktılar. 360 adet esirlerinin 200 ade­dini bu garip gazilere bağışlayıp,

"Bir dahi fermansız bir yere gitmen" diye tembih olundu. Bunlar esirlerden geçip başlarını iki kere kurtardıklarına sevi­nirlerken 200 adet esir ile ordularına gittiler. Ardından,

"İslâm ordusunda kimse çeteye gitmeye" diye dellâllar ilan ettiler. Daha sonra, bu gazilerin alaybeylerine ikişer yüz değ­nek vurup,

"Niçin askerinizi çete ve poturaya gönderirsiz?" diye azle­dilip yerlerini başkalarına verdiler.

Allah ömür versin, büyük himmet sahibi İbrahim Kethüda hakire bu esirlerden iki adet seçkin güzel oğlan verip,

"Evliyam, senin de o gazada hissen vardır ve o kadar gazi­leri sen rica ettin, ama sadrazam onları öldürmezdi. Ancak di­ğerlerine bir uyarı olsun için 'Bre cellat' deyip korkuttu. Ama Evliyam gerçekten de gidiler iyi gaza ettiler" diye nice gazileri­nin hatırlarını ele alıp ikramlar edip başlarından geçenleri an­lattırdı. Sonra bu hakir iki adet gaza malı esirimi alıp,


Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin