GüNÜMÜz tüRKÇESİyle evliya çelebi seyahatnamesi



Yüklə 1,64 Mb.
səhifə19/36
tarix06.09.2018
ölçüsü1,64 Mb.
#77948
növüYazı
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   36

Ama Macar kavminin gerçi devletleri zayıftır, ama sofra sa­hipleridir, konuk alırlar ve vilâyetleri ekin biçin vilâyetleri ol­mak ile ekinci kavimdirler. Gerçekten de yiğit kavimdirler, Ta­tar gibi her vilâyete çatal atlar ile seğirtip beşer onar tüfenkle-ri ve bellerinde kılıçları var. Ve serhadli askerimizden fark olun­maz, öyle esvap giyip küheylân at binerler, pak gezerler, pak yerler, konuklarına gayet saygı gösterip ikram ederler ve esirle­rine Nemse gibi işkence etmezler. Ve Osmanlı gibi kılıç çalarlar.

Kısacası ikisi de dinsiz kâfirlerdir, ama Macar daha iyi, dü­zelir, pak keferelerdir. Nemse gibi yüzlerini her sabah sidikleri ile yıkamayıp Osmanlı gibi Macar her sabah yüzlerin su ile yı­karlar, vesselam.

Beri taraftan yine sadede dönelim. Ovar Kalesi'nden içeri batı tarafa Macar atlısı gireınez, Nemse'nin sınırının başlangıcı ve Macar'ın sınır sonu bu Ovar Kalesi'dir.

Burada elçi paşa efendimize Raba [50a] çenginde ölen Ziri-noğlu adlı melunun veledi elçi paşamıza gelip bu mahalde bu­luşup babası yerine tahta geçip hersek olmak ricasında bulun­du ve İslâm ordusunun bir tarafında 3 bin kadar silâhsız Macar askeri gelip kondu.

Ardından paşa efendimiz yine Ovar Kalesi'nden asker alıp o gece meşaleler ile şenlik edip 5 saat batı tarafa bataklı yerleri­ni sağlam köprüler üzerinden geçip bakımlı ve şenlikli yerlerde, (—) (—) Varoşu'mın özellikleri

Gayet mamur Nemse kâfirleri varoşudur. Yer yer Macar kavmi reayaları vardır. Bunun da bütün evlerini ağartmışlar.

192

pjj- yüksek dağın eteğinde 3 bin adet kârgir yapı, kale gibi kat kat tahta ve kiremit örtülü, bağlı bahçeli, 7 adet kiliseli, çarşı nazarlı ve mahbûbe kızlı mamur büyük varoştur.



Bu varoşun ta ortasından alay ile geçip 3 saatte mamur köyleri ve yeŞnm< vadileri geçip yine batı tarafa bağlar içinde bir yayla dibinde,

Donaban Varoşu'nun özellikleri

Bu kralın anası olan karının hassıdır. Bunun etrafı hendek­li ve tamamen şarampavlı İrem varoşudur ki Nemse dilindede buna Dona Firav derler, yani karılar vilâyeti demektir. Gerçek­ten de alayımızın seyrine çıkanların hepsi kadınlar idi. Ancak çarşı pazarı ve kiliseleri gayet mamurdur. Buradan, Firav Varoşu'nun anlatılması

Bu da kızlar vilâyeti demektir. Gerçekten de tüm kızla­rı nazla edayla alaya karşı çıktılar. Güneş parçası prenses gibi güzel Nemse kızları var ki gören insanoğlu elbette onlara âşık olur. Genellikle manastırlarında Hazret-i İsa için keşişe (rahibe) olmuş kızlar var ki her biri birer zamanının prenseslerine denk kızlardır. Şehri 3 bin kadar bakımlı, şenlikli evleri, manastırları ve çarşı pazarları kârgir yapı bir güzel bir şehirdir.

Fenare Nehri bu şehir kenarından akıp Kinah Dağlarından gelip Pojon Kalesi karşısında Tuna Nehri'ne karışır.

Bu Firav şehrini de geçip batı tarafına 2 saat gidip sağ tara­fımızda Tuna'nın karşı tarafında Pojon Kalesi, bir saat uzak bir bayır başında gözüküp oradan batı tarafına 2 saatte, Büyük İmparator şehrinin özellikleri

Yani çasar şehri demektir. Bu süslü şehir Kinah Dağları­nın eteğinde bir düz geniş verimli ova içinde büyük bir şehir gibi kiliseleri, manastırları, kat kat kalay tenekeli, pirinç teneke ve çeşit çeşit sırça kiremitli bir şehirdir ki âlemi aydınlatan gü­neşin ışıkları şehre vurunca parıltısından insanın gözbebekleri kamaşır. Kısacası, tamamı 10 bin evdir, 2 bin dükkândır, 40 ma­nastırdır, bağ ve bahçesi hesapsızdır. Eğer olduğu gibi bu şehrin özelliklerini yazsak sözü uzatmış oluruz. Ancak burada paşaya büyük hediyeler verip ve ziyafetler edip oradan, Anpuruk Kalesi'nin özellikleri

Nemsece (—) demektir. Yapıcısı Laslo Kral'dır. Bu kale önce

193

ve sonra Nemse çasarmındır. Ancak Süleyman Han 935 [15291 tarihinde Beç gazasına giderken bu kaleyi yakıp geçmiş, Ka sim Voyvoda eliyle. Ama biz paşa ile bu kale altından alay üe geçtik. Varoş içindeki insan denizini seyredip varoşun öte ta rafında bir geniş yeşillik ve çiçekli yerde çadırlarımız ile kon­duk. Bu büyük varoş enli bir caddedir ki iki tarafı büyük sarav lardır ve altları tamamen kârgir yapı dükkânlardır. Burada da yine bütün kadınlar alışveriş ederler.



Toplam 3 bin kadar tahta ve kiremit örtülü haneleri ve 8 adet manastırları vardır. Bu varoşun dört tarafı derin hendek etrafı baştanbaşa şarampavlı metristir. Her hanenin kapılarının kemerleri üzerinde o hane sahibi ne sanata sahip ise sureti ile ve sanatının âletlerinin resimleri yazılmıştır. Ondan bilinir ki bu hanede saraç, saatçi ve bıçakçı vardır.

Anpuruk Kalesi'nin şekli: Layta Nehri kenarında bir va­dide dörtgen şekilli şeddadi yapı sağlam bir kaledir. İçinde 5 manastırı altın haçlı çanlık kuleli ve iki kapılıdır, biri doğuyu ve biri batıya bakar kapılardır. Büyüklüğü tam 1.500 adımdır. 12 adet küçük tabyaları ve bin nefer kulu var. Hendeği o kadar derin değildir, içinden Layta Nehri akar. Bu nehir batı tarafta İslovin Yaylalarından gelip bu kale varoşu [50b] hendeği için­den geçip 3 saat kuzeye akıp Tuna Nehri'ne karışır.

Bu şehrin suyu ve havası gayetle güzeldir. Burada çok ga­rip ve acayip şeyler vardır. Bir çeşit tuhaf su değirmenleri var, hem un öğütür ve hem üç çeşit un eler, garip seyirliktir ki eleğe ve kalbura insan ilişmeden un elenir. Has unu kral içindir, geri kalanı sahibinindir, kepeği değirmencilerindir. Ancak kral bu unu sahibinden akçesi ile alıp zulmetmezler.

Bu şehrin varoşundan taşra Layta Nehri aşırı Yanık fa­tihi Sinan Paşa bir hunka, yani bir yığın yığmış, ta Yanık Kalesi'nden bu yığına gelinceye kadar bizim Yanık Eyaleti imiş.

Burada bizim elçiye bir kese guruş harçlık verdiler idi, ama bu kaleden top şenliği etmedikleri için paşa kale kaptanı­na gayet gücenip kese ve hediyelerini almayınca hemen kaptan yer öpüp,

"Vallahi sultanım, alayınıza çıkıp heybetiniz ve gücünü­zün büyüklüğünden unuttuk" deyip o an 500 pare toplar atıp

194

enlikler ettikten sonra paşaya 5 kese ve bu kadar değerli hedi­yeler verip özrünü bildirip,



"Beni çasara ve Rudolfoş Vezir'e şikâyet eylemen" diye nice peşkeşler verdi.

Sabahleyin kale kaptanı bütün askeriyle paşaya kılavuz olup 2 saat İrem Bağı gibi mamur köyler geçip,

Pirankopuruk Varoşu'mm özellikleri

Nemsecede (—) (—) demektir. Eski zamanlarda bir kü­çük belde imiş. Zamanın geçmesiyle imar olup baş vezir olan koca Rudolfoş'un hassıdır. Hâlâ 7 bin haneli, 11 manastırlı, 2 bin dükkanlı, hesapsız bağ ve bahçeli Meram Bağı gibi ünlü bir va­roştur. Burada da paşaya büyük bir ziyafet çektiler, 10 kese ve l altın yaldızlı hınto araba hediye verdiler. Bu şehri geçip 3 saatte, (—) (...) Varoşu menzili

Bu da 3 bin haneli kral defterdarının hassı şehridir. Bura­da da ziyafetler olup hediyeler verildi. Bu şehrin sol tarafında gözükmekte olan küçük Alman yaylağı eteklerinde 10 adet şe­hir büyüklüğünde varoşlar süslenmiş olup görünmekte idi ki her birinin mamur yerleri birer büyük şehre benzer. Bağ bağa ve ekinlik ekinliğe bitişmiş, manastır ve yüksek saraylar ile süslen­miş şehirler idi, ama bu hakir içlerine varmadım. Ancak geriden seyredip paşanın tercümanı olan meykelden sorup bu 10 adet şehirlerin isimlerini yazdım ki isimleri budur. Evvelâ varoşu ..................(2 satır boş)....................

Sonra (—) Varoşundan kalkıp yine batı tarafa 3 saat gidip, Çasar Varoşu'nun özellikleri

Bu bütün varoşlardan bakımlı, şenlikli İrem Bağı'ndan örnek verir şirin şehirdir ki bizzat çasar imparatorun kendi hassı oldu­ğundan tüm Nemse'nin ileri gelenlerinin burada kat kat kârgir yapı saraylarında havuz, fıskiye ve şadırvanlı haneleri var ki her biri birer çeşit hıyabanlı Çârbağ görünüşüne denk saraylardır.

Manastırlarının çoğu mavi saf kurşun ile örtülü mamur ki­liselerdir. Zira bu büyük şehir Beç'e pek yakındır ki ancak iki üç kısa menzil kadar vardır. Çasar tarafından paşaya burada büyük bir ziyafet olmuştur ki tüm atlarımız bile şeker işi nefis yiyecekler yediler. Paşaya bir samur kabanice giydirdiler ve on kese talar guruş harcırah verdiler.

195

Bu şehrin ensesindeki Küçük Alman Yaylası üzerind Temmuz ayında kar eksik değildir ki Nuh Tufanı'ndan beri tat lı sulu eski karları var.



Buradan kalkıp verimli ovalar geçip 2 saat batı tarafa gidip Eski Peşpehil şehrinin varoşu

Sultan Süleyman (Allah rahmet eylesin) 935 tarihinde Ber Kalesi'ni döverken bu şehri berbat etmişti. Hâlâ o zamandan beri imar olmada bir süs şehirdir ki görülmeye değerdir.

Biz bu şehre alay ile girerken kral tarafından adamlar gelip

"Paşa dostumuz bir hafta Peşpehil şehrinde konaklayıp yorgunluğu gidip bir haftadan sonrası kendileriyle görüşelim" diye haber geldi, hepimize bu büyük şehir içinde altınlarla süs­lenmiş saray konaklar verip bir hafta konaklanıldı.

Bu şehrin kalesi yoktur, hemen Tuna Nehri'nden biraz uzak bir geniş ovada ve güneş tarafı Beç Dağları eteğinde bü­yük bir şehirdir. [51a] Baştanbaşa tahta örtülü 3 bin adet tek katlı ve iki katlı kârgir yapı yüksek saraylar var ki her biri bi­rer milyon hazineye olmaz süslü, yeni yapı uğursuz hanelerdir. Baş komiser,

"Bu şehrin tüm odaları 10 bin adet kapılı büyük haneler­dir" diye cevap verdi.

Tamamı 700 adet çarşı pazar dükkânlarıdır, ama her dükkân sıralı değildir. Bazı dükkânlar evlerin altlarında açıl­mıştır. Bunlarda da güzel yüzlü kızlar oturup mallarını satarlar.

Tamamı 7 adet kale gibi ibret verici kiliseleri vardır. Her birinde beşer altışar yüz kadar papaz ve ruhbanları var. Ve bi­rinde sadece kızlar var, asla palas takan keşiş yoktur. Ve bir ki­lise eski yapı olup ta Hazret-i İsa zamanı yapılmıştır. Kapısı üzerinde tarihi sene 1544 yazılmıştır.

Hatta keferelerin Ayanta adlı âyin günleri idi, 10 bin ruh­ban ve 70-80 bin kadar kâfirler haçlı flamaları, sancak, bay­rak, erganun ve trompeteleriyle bu büyük kiliseye gelip ba­tıl âyinlerini ederler. Daha sonra bu Peşpehil şehrinin Meram Bağlarında öyle işler çevirip içip eğlendiler ki anlatılmaz. Nice bin kâfirler de papazlar ile ellerinde altın ve gümüş micmereler ile buhur, ûd, amber ve günlükler yakarak sokaklarda trompe­te çalarak gezip yine manastırlara giderlerdi.

196


Her büyük kilisenin kubbeleri teııekeli, kalaylı, sarı pirinç­li ve kurşun ile örtülü mamur puthanelerdir ki her birinde birer Uısır hazinesi değer heykeller ve avizeler vardır. Her kubbe ve nlık kuleleri üzerinde insan boyu kadar altın haç alemleri var ı/i parıltısı şehre ışık verir. Ve saat kuleleri de kalaylı demir te­neke örtülüdür. Çanları bir konak yere ses verir.

Bu şehrin ortasında (—) Nehri akar. Bir küçük akarsudur, ama abıhayattır. Küçük Alman'dan gelip nice köy, kasaba ve beldeleri sulayıp bu şehir içinde bağ ve bahçeleri sulayarak şeh­rin alt yanında Tuna Nehri'ne karışır.

Ve bu şehrin iki tarafında baştanbaşa bağ, bahçe, gül-i gü­listan ve Rıdvan Cenneti bahçesi gibi Aspuzu Bağları gibi bah­çelerinde türlü türlü yüksek köşkler, havuz, fıskiye sakiyeler ile süslenmiş maksureler, dinlenme yerleri. Frenk işi ibret verici ta-racalar vardır. Her birinde yetkin ustalar birer sanat düşünüp öyle tasarruflar ile yapılmış Havarnak köşklerinin Frenk Manî ve Erjeng nakkaşların ibret verici bukalemun nakışları var ki kalem ilminde nasibi olan parmağını ağzına götürüp hayret­ler içinde kalır. Hatta bütün Beç Kalesi'nin ileri gelenleri, zarif kefereleri bu şehirde, bağ ve bahçelerinde aylarca ve haftalar­ca zevk edip eğlenirler. Tüm dilberleri ve güzel kızları bu şehir içinden akan nehirde yüzüp şarap ve rakı keyfi sarhoşluğu ile birbirleriyle kucak kucağa olup bucak zevki ederler.

Suyu havası güzel olduğundan mahbûb ve mahbûbesi be­ğenilir. Hatta erkekleri ve kadınları birbirlerinden kaçmayıp ka­dınları bizim Osmanlı ile bir yerde oturup içip eğlendiklerinde kocası bir şey demeyip kapıdan dışarı gider, ayıp değildir. Zira bu kâfiristanın tamamında hâkimiyet kadındadır. Ta Meryem Ana'dan beri kötü töreleri böyle olagelmiştir. Ancak bu şehrin keferelerinden gayet zengin bezirganları, garip dostu yaşlıları ve gençleri vardır.

Kısacası, bu şehirde seyredecek ibretlik şeyler çoktur. Bun­lardan biri bu şehir içinde dönen nice yüz sanatlı un değirmen­leri var. Mesela bir göz değirmende 4 çeşit un öğütülür. Biri has, beyaz ve ince, birisi ortaca ince, biri daha kabaca, biri kepek derler, kabaca un elenip başka başka çıkar. Hâlâ ki değirmen birdir ve insan el değmeden dört çeşit elekten bu felekte un ele-

197


nir. Ve böyle nice çeşit görülmeye değer aba, kebe, çuka ve aça yip siyah barut değirmenleri var ki gören insan hayretler içinde kalır. (-) (-) (-)

Paşa efendimiz bu Peşpehil şehrinde bir hafta oturduğun-dan sıkılıp Budin vezirine bildirip üç günde adam gidip üç günde geldi. Budin'den bu mahalle ve Beç'e 8 konaktır. Arna bizi 15 günde bu şehre getirip kâh kuzeye, kâh güneye, kâh do­ğuya ve batıya gezdirdiler. Zira Beç Budin'e ve Üstürgon'a uzak ola ve vilâyetlerinin güzel imaretlerini seyrettirmiş olalar. Bu­din vezirinden,

"İki hafta otur derlerse oturup hemen bana bildir" diye [51b] haber geldi. Ertesi gün kral tarafından başdefterdar gelin paşaya bir hınto araba getirip,

"Buyurun, kralımız size selâm eyledi. Sultan Süleyman Otağı bağında sultanıma ziyafet eyledi ve sultanıma kendi ara­balarından gönderdi" deyince elçi paşa,

"Bak-a inatçı, işe yaramaz meykel tercüman biz burada hapsolup ziyafet yemeye ve alışveriş etmeye gelmedim. Hemen bana bir işe yarar haber verin, yoksa Allah bilir sabahın Budin'e giderim" dedi.

"Sultanım işte pazar günü mübarek günümüzdür, işte ya­kın geldi, o gün alay ile girersiniz. Buyurun gezip eğlenin, misa-firimizsiniz. Bir yemek yiyip gezip dolaşıp yine gelin" deyince,

"Gitmem hey melun işte adamlarım çoktur, onlar gitsin" deyince hemen paşadan hepimiz izin alıp bu Peşpehil şehrin­den Beç tarafına 3 bin adım batı tarafına bağlar ve İrem Bağla­rı içinde gidip,

Cihanın Çârbağ-kalesi, yani Âl-i Osman Süleyman Hanı

Otağı

Bu İrem Bağı kale, gökkubbe otağın kapısı önüne varınca çasarın tüm divan adamları hepimize karşı selâma durdu. Bu Meram Bağı'na girince aklımız durdu gözlerimiz yaşla dolup hepimiz hayretler içinde kaldık. Süleyman Han'ın otağı divan­hanesinde konup bütün atlarımızı dışarı çıkardılar. Nice iş gör­memiş adamlarımız,



"Niçün atlarımızı yanımızdan dışarı çıkardılar?" diye şüp­heye vardılar. Hakir:

198


"Bre adamlar, ayıptır, bu anlamsız bozuk düşünceleri bıra-]0n. Onların elçisi bizim Budin'e vardı. Birimize burada bir hata eelirse Budin'de onların elçilerini ve bu kadar esirlerini tama-nıen kılıçtan geçirirler. Bre bu ham sevdadır. Hemen şu acayip ve garrP eserleı"i seyredip zevkimizde safâmızda olalım" deyip kılavuzlarımızla cennet bahçelerini gezmeye başladık.

Süleyman Han Otağı Kalesi'nin şeklini bildirir

Zamanın Süleyman Han'ı menhus Ungurus Alman kefe­relerinden intikam almak için 936 [1530] tarihinde bizzat Beç Kalesi'ni kuşatıp kale döven toplar ile dokuz koldan döve döve zebun yürüyüşler olup içine girilmişken ve bedenler üzerin­de ezan-ı Muhammedîler okunup Çerkez adlı bir yiğit atıyla donuyla topların yıktığı yerden ta kalenin ortasına varır, atını ve Çerkez yiğidini orada şehit ederler ve kâfirler İslâm askeri­ni yürüyüşten geriye döndürürler. Sultan cengi sabaha kalınca Allah'ın hikmeti ertesi gün şiddetli bir kıs olup o kadar tipi, bo­ran ve kar yağdı ki bütün İslâm askeri kardan perişan olup bü­tün metrisleri kar basıp nice bin adam elden ayaktan kalıp nice bin hayvanlar kırılıp Mahşer gününden bir gün olur. Bütün İslâm askeri,

"El-aman ey Süleyman-ı zaman, işi vakti zamanına ertelemek gerekir. İnşaallah şimdi Kasım gününden 17 gün sonradır. Mak­sadımız kâfire bir gözdağı vermek idi, oldu. Hemen esenliğe çı­kıp yine ilkbaharda İnşaallah yine bu kaleyi kuşatalım" diye konuşup 12 bin asker ile Ösekli Kasım Voyvoda'yı kâfirin Al­man vilâyetlerine gönderip yağmalamaya başlarlar. Kâfirler bu hâli görüp Kasım Voyvoda ile cenge başlarlar.

Hemen Süleyman Han bu mahalde otağını bırakıp Ösek'teki topu, tüm cebehane ve hazineyi götürüp iç ağaları pi­yade olup sıkıntı ve belâlar çekerek Tuna kenarında Kovin Ada­sı önünde Cankurtaran'a düşüp can kurtardılar.

Daha sonra kâfirler uğur için Süleyman Han'ın otağını kal­dırıp hazinesine koyup şekli ve biçimi gibi o otağın tıpkısını bu kârgir, şeddadi, sağlam ve güzel kale olarak yapmışlar. Cenk olunup ktışatma için değildir, ancak teberrüken ibretlik olup bir eser olsun için ve "Süleyman Han'a bu kale altında otağını bı­raktırmışız" namı için yapılmıştır. Büyüklüğü tam 4 bin adım-

199

dır ve 16 köşedir. Her köşesinde birer düzgün yapmışlar ki in sanın aklı perişan olur.

Bu kalenin duvarının boyu, hâlâ padişahımızın otağımn tarzı, tavrı, tarhı ve tüm sokakları nasıl beden beden ise avn öyle yapılmış bir süslü Süleyman seraperdesi şeklinde bir süs lü kaledir.

Diğer otağlarda olduğu gibi has oda, hazine odası, kilar odası, büyük oda, küçük oda, seferli oda ve doğancılar odala­rı gibi yapılmıştır.

Kısacası Süleyman Han asrında otağ nice kurulu kaldı ise her [52a] bir kulesi birer oda gibi yapılmıştır. Hâlâ bu kule oda­ların içlerinde bağcı bostancı kefereleri kalmaktadırlar. Hâlâ arz odası ve adalet köşkü yine öylecedir, ama leylek çadırı ve büyük divanhane ki cihannümadır ve bu otağ içinde kurul­muş cergeler ve küçük çadırlar tarzı çok sayıda odalar ve pa­dişah obası önündeki sofa önünden akıttığı sular hâlâ selsebil gibi akmaktadır. Bu otağın namusiyesi (perdesi) 48 uzun mer­mer sütun üzerine yapılmış 4 tarafı pirinç tırabzanlar, türlü türlü pencereler bütün duvarları Frenk tarzı bukalemun nakış­lı sağlam duvarlardır. Ancak hâlâ Süleyman Han'ın halvetha-rtesi olan Acem tarzı obası şeklinde olan ibadethanesinin kapısı kapalı, yine bir halvethanedir. Bütün yapıları baştanbaşa kârgir yapılıp üstleri kırmızı bakır teneke örtülüdür ki nice yüz bin kantar bakır gitmiştir, hesabını Cenâb-ı Bârı bilir. Kısacası,

"2.090 milyon mal gitmiştir" diye baş komiser anlattı.

Otağın, bütün kulelerin ve bütün yapıların yağmur suları akacak saçakları ve su olukları da tamamen bakırdan yapılmış­tır. Olukların ağızları arslan ve ejder ağızlan gibi olup bütün yağmur suları ejder ağızlarından akar. Tüm kulelerinde, otağ üzerinde, büyük çadır üzerinde ve namusiyenin 24 sütunla­rı üzerinde, leylek çadırı ve arz odası üzerinde, toplam 78 adet adam boyu kadar altın yaldızlı haç alem vardır.

Bu 4 bin adım olan otağın içi İrem Bağı'ndan nişan verir ki bu alçak dünyada öyle bir garip eser ve öyle bir acayip ibret ve­rici yapı görülmüş değildir.

Süleyman Han Otağı İrem Bağı'mn anlatılması

Bu hıyaban bağın içinde tüm sokakları renk renk, çe-

200

sit Ç6?** başka tarzda yapılmıştır. Her yolu birer çeşit bukale-mtin nakşı kuşgözü gibi küçük değerli taşlar ile döşenmiş, san-j/i Hint füsuskârîsi gibi ibretlik mermer kaldırım döşelidir. Her tarhındaki tahta denilen tarlalarında birer türde çiçekler var ki Osmanlı ülkesinde, Arap ve Acem'de, Leh, Çek ve Moskov ül­kelerinde öyle çiçekler yoktur. Hatta kırk altı çeşit katmerli gül hediye getirdiler. Ve gülün asıl rengi kırmızı, beyaz ve sarı ol­maktır, ama bu Meram Bağı'nda yeşil, mavi, al, bulut rengi, ab­lak/ la'lî, haşhaşı ve nice türde güller var ki güzel kokusu insa­nın beynini kokulandırır.



Sözün kısası bu yeryüzünde olan çiçekler, bitkiler, otlar ve güllerden başka Yenidünya'dan ve diğer iklimlerden hediye ge­tirdikleri çiçek tohumlarından nice yüz bin çeşit renkte değişik çiçekler var ki görenin Sübhandlah demesi muhakkaktır ki tüm dünyanın beğenilen çiçekleri buradadır.

Allah'ın hikmeti bu bağda hurma, servi, şimşir, incir, zey­tin, nar, cümmeyz, ardıç ve sanevber yoktur, ama tüm meyve ağaçlarının her çeşidi burada mevcut olup bir okka gelir elma­sı olur. Lakin üzümü biraz yemesi hoş ve ekşi olur, zira kışı çok şiddetli olduğundan nice çeşit meyveleri olmaz.

Bu bağ içinde her gelen zevk sahibi krallar çeşit çeşit tek katlı ve iki katlı köşkler, dinlenme yerleri, sanatlı ve süslü bö­lüm bölüm Havarnak kasırları yapmışlardır, bunların her biri değişik tarzda yapılmıştır.

Tüm taşları yeşim, harekani, yerekani, balgamı, ferah taşı, mermer, somaki, zenburi, seylâni, akik, yemeni, savvani, ebri renk renk taşlar ile döşenmiş kaalar, mastabalar, sofalar ve kö-rünüşler (toplantı yeri) var ki her biri birer kralın işret verici eseridir.

Asla birbirine benzemez nice bin çeşit fıskiye, havuz ve şa­dırvanlar, selsebil ve fevvareler var ki her birine insafla bakan parmağını ağzına götürüp hayretler içinde kalır. Bazı maksure ve şadırvanların önlerinde nice bin çeşit sanatlı çarkları ve se­yirlik Samakov çekiçleri ve Mevlevi semâzen tasvirlerini sular çevirip nice bin çeşit Frenk veled-i zinalığı şeytanlıkları var.

Ve nice yüz yerde maksureler önünde nice yüz çeşit çark­ları sular döndürdükçe yüzlerce çeng, rebap, şeştar, ıklığ, çö-

201

gür ve erganunları, nakus [52b] ve mizmeratları tüm su dolap, larının çarkları birer sanat ile çalar ki bu da bir ibretlik seyir­dir. Yine nice yerde de ney gibi kaval, düdük, miskal, danki-yo ve çağırtma düdüklerinin çeşitlerini su çarkları körükleri çekip rüzgâr ile körükler dolup oradan bu sazlara körüklerden rüzgâr vurup rehavî makamında sazlardan türlü türlü nağme­ler çıkınca sanki Hüseyin Baykara fasılları olur. İşte böyle çok garip su çevirir çarkların körük sazlarıdır.



Bu İrem Bağı'nda da ibret verici acayip ve garip eserler çoktur. Eğer seyrettiğimiz üzere özellikleri yazsak ravza-nctıne adında bir cilt kitap olur.

Bu İrem Bağı'nın bir köşe tarafında bin adım kadar yerin dört tarafı ve üstünün her tarafı kalın sarı pirinç tel ile kapa­tılmıştır. Başka telden örülmüş kapısı var, bunun içinde ağzı­na kadar bülbül, karatavuk, sarıasma, iskete, filironya, saka kuşu, baştankara, ispinoz, tuti, papağala, miııa, bozbakal ve nice bunların benzeri ötücü güzel sesli kuşların hoş nağmeleri ve binlerce yerde yanık sesli bülbüllerin ötüşleri duyulur. Bu iç açıcı yerde daha başka can sohbeti edecek maksureler ve bütün kuşlar için yuvalar var.

Bu şebekeli bağın da içi sık orman, güllük ve reyhanlıktır. Bu bütün hoş sesli kuşlar yaz ve kış bu şebekeli kafesli cennet bağı içinde yuva kurup yavru çıkarırlar, ama Alman Dağları eteği olmak ile kışı sert olup bütün kuşlar için bu bağın duvar­ları içinde ve gayri yerlerde nice yüz bin delikler yapmışlar, kış günü bütün kuşlar orada kışlar.

Bu bağın bir köşesinde de yine sarı pirinç telden örülmüş bir bölük hane vardır. Bütün doğanlar, şahin, balaban, zağanos, karakuşlar, karagözler, devlingeçler, atmacalar, deliceler ve yel­veler kısacası tüm yırtıcı avcı kuşlarının bu bağda başka başka tülek haneleri ve başka doğancıları var.

Bir köşesinde de hayvanların her türlüsü var, ancak fil ve gergedan ve zürafa yoktur. Yoksa arslan, kaplan, bebir, peleng, tilki, çakal, kurt ve Yenidünya yaratıklarından bu dünyada gö­rülmemiş hayvanlar var ki gören insan hayran olup şaşırır. Bunların da bakıcıları başkadır.

Bir tarafında da ister karada ve ister denizde yaşasın yaba-

202

j yayvan ve kuşların her türlüsü mevcuttur. Mısır'dan Men-2j[e adlı vilâyetten ve Funcistan padişahı vilâyetinden nice bin reşit kuşlar, kaz, ördek, angıt ve güvercin çeşitleri ve her diya-rın cins cins kuşları mevcut olduğundan başka ceylanlar, yaban eşekleri, sığınlar, karacalar, tablalılar, yağmurcalar, geyikler, ya­bani koyunlar, dağ keçileri ve Alman ayıları var ki fil kadar, kı­sacası Cenâb-ı Hak bu yeryüzünde canlı kısmından ne yarattıy-sa bu bağda mevcuttur. Yenidünya yaratıkları da sayısız mev­cuttur. Zira bu Nemse çasarı bütün Hıristiyan milletlerine üs­tünlüğü olup şehinşah (imparator) olduğundan bu gibi şeylerin taht merkezinde bulunması ihtişamının sebeplerinden ola.



Bu bağda asla evler yoktur. Ancak bir tür acayip elbise gi­yer 2 bin kadar bostancı kefereleri var, adı geçen kulelerde olup bağcılık ederler ve gece gündüz gelip geçenlere canla başla hiz­met ederler. Ama,

Garip iş: Bu bağ içinde seyredip gezerken bazı gafil adam­ların yanında zemberekli lüleler vardır. Bilen adam zembereğe basınca bilmeyen adamı zemberekten çıkan su ıslatıp üstü başı sır sıklam olup tüm dostlar seyredip gülüp eğlenirler.


Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin