GüNÜMÜz tüRKÇESİyle evliya çelebi seyahatnamesi



Yüklə 1,64 Mb.
səhifə24/36
tarix06.09.2018
ölçüsü1,64 Mb.
#77948
növüYazı
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   36

Özellikle alay ile hediyeleri götürürken mehterhane çalına­rak bile gitmeyi görüşmüş idik. Hemen kral tarafından mehter­hane çalınması teklifi olunca "Kanunumuz değildir" diye ce­vap verdi.

Sonunda tüm kâfirler çok zorda kalıp,

"İmdi sultanım, sabahleyin mübarek pazar günümüzdür. Çasardan sultanıma haber geldiğinde teşrif buyurun, çasarı tahtından inip kapının iç yüzünde size muntazır dururlar bula­şınız" deyip paşadan tüm hediye defterlerini alıp gittiler.

Bu hediye defterleri üzerinde çasar yanında görüşüp da­nışıp bütün hediyeleri vezir ve vekillerine dağıtacakları defte­ri paşaya gönderip,

"Kanunumuz budur, götürecekleri hediyeleri ve atları bu defter gereğince dağıtsınlar" diye paşaya defter geldi.

Paşa da kralın gönderdiği defter üzerine bütün hediyeleri krala, annesine, başvezire, baş papaza, baş irşeke, diğer vezir­leri makamında olanlara ve iş başında olanlara hediyeleri hazır etti. Sonra (—) yılı Zilkadesinin (—) (—) pazar günü sabahle­yin çasar ikinci vezir ve baş komiser ile kendi hınto arabaların­dan sekiz adet kır atlı bir mücevher, yaldızlı ve murassa gümüş üzerine mine kubbeli bir hınto araba göndermiş ki insan gözü gördüğünde kamaşır.

249
Paşa hınto arabaya binip tüm ağalar atlarına pür-silâh, gi yimli ve süslenmiş binip hazır durdular.

Önce 8 adet divanhane döşemesi zerkâr nakışlı ibrişim ha­lıları 8 adet hınto arabalar ile ileri gittiler.

Ardından bir direkli dokuz taklı otağı 11 hınto arabaya yükleyip zer-ender-zer btıkalemun nakışlarını göstererek içeri_ sini dışa çevirip yanları sıra hepsi giyimli samur kürklü ağalar ve yaya giyimli saraçlar, çâşnigirler ve çadır mehterleri ve meh­terbaşı geçtiler.

Ardından üç baş at ki her biri muteber at ve sâfinâtü'l-ciyad gibi atların biri cevahir ve murassa eyerli, cevahir ko­şumlu, topuz ve gaddareli ve baştanbaşa çârkab zerdûz cevahir dikme abâyîli, bahrî hotaslı, altı pare cevahire gömülmüş yan­aklı ve atın başında ablak murassa çığa teliyle sağında ve so­lunda kırmızı ve dolamalı hasahır yedekçileri ve hasahır kal­fası ile geçti. Bir at da sade dibadan çullu yelkendez yürür at ki sanki dev gibi doru attır.

Sonra bir küheylân mazlum at tamamen cevahir eyer­li, murassa üzengili, pak silâhlı ve koşumlu at kralın annesine yine ahır halifeleriyle geçtiler.

Ondan sonra 20 çift ağır kuşaklı hil'at-i fâhirelerin her biri atlar üzerinde muhteşem ağaların elinde tertip üzere geçtiler.

Ondan sonra on külçe hünkârı, köse ve hezârî Muhammedi sarıklar geçip ardından on okka Mâverd udu geç­ti.

Ardından on şemmâme ham amber bir altın işlemeli bohça içinde bu hakirde idi.

Ardından on göbek Hoten miski benim ayakdaşım kapu-cular kethüdasıyla geçtik.

Ardından pasa kethüdası Hüseyin Ağa'da sorguc-ı sahi, sonra baş kapucubaşıda bir cevahir topuz ile paşa kethüdası at başı beraber geçtiler.

Daha sonra paşa Tuna Nehri üzerindeki köprüden araba ile geçip kaleye girince küheylân atına binip tüm atı ve kendi­si zer-eııder-zer cevahire gömülüp yavaş yavaş giderken Selimî sarığı üzerine cevahirli padişah sorgucu takınıp ve padişah nâmesini kendi koynuna sokunup nâmenin kesesi ve cevahirli

250


altın kozalağı paşanın yakasında görünüyordu. Samur kabaniç-se/ bütün mataracıları, tüfenkçileri, satırları, silâhdar, çukadar ve bütün iç ağaları silâhlı, giyimli, hediye götüren bütün ağala-rl ye diğerleri ikişer ikişer at başı beraber geçerek çasarın sara­yı meydanının kapısından içeri önce halılar, ardından padişah otağı ve sonra da atlar girip tören meydanında durdular.

Bizler de hediyeler ile Saray Meydanı'na girip Kral Sarayı Pivanhanesi'ne çıkacak kapıda hepimiz atlardan indik. Küçük komiser ve küçük tercümanlar kanunları üzere önlerimize dü­şerek tam 7 kat saraya çıktık. 7 katında binlerce çeşit acayip ve tuhaf seyirlikler var ki insanoğlu gördüğünde hayretler içinde

kalır-

Bu anılan 7 kat sarayı dolaşa dolaşa üç büyük divanhaneyi geçip 197 basamak taş merdiven ile çıktık. Ama iki kat divan­hanelerin aşağı katları merdiven değildir, hemen İstanbul'da Ayasofya Camii tabakasına çıkar gibi yılma yokuştur. Bura­da kral at ile çıkıp ikinci katta attan iner, [65a] sonra 4-5 katına kâh yaya ve kâh kol tezkereleriyle hamal kefereler yukarı katla­ra çıkarırlar.



7 katında 7 sıra büyük divanhaneler var ki her biri üçer dörder bin kefere alır divanhanelerdir. Her biri birer çeşit yapıl­mıştır, birbirlerine asla benzerlikleri yoktur. Duvarlarına buka­lemun nakışlı ipekli ve altın işlemeli halılar asılmış görünüş di­vanhanelerdir.

Ve her divanhanede yüzlerce pencere var. Bunların hepsi cam, billur, necef ve moran camlı pencerelerdir. Ama sekizin­ci divanhane bizzat çasara mahsustur, 360 adet altınlarla kap­lanmış kârgir yapı büyük divanhaneye hepimiz çıktık. Paşa bir yüksek tahta oturunca mataracıbaşı ile bu hakiri içeri kralın küçük divanhanesine gönderip,

"Varın görün kral tahtından inip kapının iç yüzünde du­rur mu?" deyince varıp gördük. Meğer çasar tahtından inip ma-taracıbaşını gösterişli zerdûz Bektaşî üsküfüyle görünce hemen kral başından şapkasını çıkarıp hakire ve mataracıbaşma tapı­nıp selâm alır gibi bir iki eğilip doğruldu.

Biz de gördüğümüz gibi paşaya haber verdik. Paşa da ya­vaş yavaş, ayak ayak yürüyerek kralın has divanhanesinden

251

içeri girdi. Hemen kral on adım ileri elçi paşaya gelince elci paşa da apul apul yürüyüp,



Vakarlı elçi paşa ile çasarın karşılaşmasının anlatılması

Hemen elçi paşa kralı ayak üzere görünce biraz hızlıca ve çabukça yürüyüp krala selâm verir şeklinde "Sam aleyküm" dedi. Kral da başından cevahirli maıılifkeli şapkasını çıkarın başı açık paşanın selâmını aldı. Paşa seğirtip kralın göğsünü öptü, kral da elçi paşanın kararlaştırıldığı üzere omzunu öptü Kral paşanın elini eline aldı, tahtına oturunca paşaya yer göste­rip,

"Safa geldin ve hoş geldin" diye paşaya çok tazim edince hemen vakarlı paşa koynundan padişah nâmesini çıkarıp öpüp başına koyup sağ eliyle nâmeyi krala verince kral nâmeyi iki eliyle alıp iki kere öpüp basına koyduktan sonra sağ tarafında tüm vezirlerine gösterdi. Hepsi başlarından şapkalarını çıkarıp nâmeye secde edip yüzlerini yere sürerek dualar edip "Şükür böyle sulhu gördük" dediler.

Daha sonra kral nâmeyi sol tarafında olan tüm beylerine, papazlara, iş erlerine ve bütün divan erbabına gösterince on­lar da başlarını açıp başlarını yere koyup homurdanıp "Marya Kot" diye dualar ettiler.

Ardından nâmeyi divanhanenin sağ tarafı köşesinde bir yüksek köşkçük üzerinde annesine gösterdi. Annesi de ayağa kalkıp ellerini, kollarını, boynunu ve belini eğerek hamd edip

dualar etti.

Daha sonra imparator çasar nâmeyi yine öpüp başına ko­yup taht üzerinde ayağa kalkıp nâmeyi başı ucunda gorona tacı, yani İskender tacı olan manlifke altına koyup mektubun Nemse diliyle çevirisini tercüman meykele verip okunan,

Padişah nâmesinin suretidir: Bu mahalle biraz olsun ya­zıldı.

"Evvelâ namenin başında "Esenlik hidâyete uyanlarındır" [Kur'ân, Tâhâ, 47] deyip daha sonra, ilk olarak kendisinden baş­ka ilah olmayan Allah'ın ismi ve ikinci olarak Hazret-i Mu-hammed aleyhisselâm, üçüncü olarak Çâr-yâr (Dört Dost) Al­lah onlara rahmet eylesin, dördüncü olarak ben ki Haremeyn-i Şerifeyn hizmetçisi, karaların sultanı, denizlerin hakanı, iki

252


Irak'ın sahibi, Arap ve Acem meliklerinin efendisi sultan, oğlu sulta11/ Sultan İbrahim Han oğlu Sultan Mehmed Han'ım ki Mağrrb, Cezayir, Tunus, Trablus, Mısır, Habeş, Mekke, Medine, Lahsa, Basra, Bağdad, Van, Diyarbakır, Erzurum, Ahıska, Gür­cistan, Dağıstan, Deşt-i Kıpçak, Kırım Vilâyeti ve Trabzon, Er­zurum, Sivas, Konya, Adana, Maraş, Karaman, Haleb, Şam, frablusşam, Kudüs-i şerif eyaletleri, kara ve denizlerin sahibi olup özellikle Bursa, Anadolu, Belde-i Tayyibe, yani Kostanti-fliyye, Edirne, Rumeli, Özü, Mora, Budin, Eğri, Varat, Tımışvar ve başka 3.700 sağlam kalelerin sahibi Âl-i Osman sülâlesinden Sultan Mehmed Han'ım.

Sen ki imparator kral dostum olup düstûr-ı mükerrem ve­zirim üzerine vardığında 20 yıllık barış anlaşması yapmak iste­diğin tarafımızdan duyulup elçim ile ııâme-i hümâyûnum var­dığında gerektir ki 20 sene sulhu kabul edip ve iki taraftan yir­mi ikişer madde üzerine,

Padişahın tembihnamesidir

Birinci maddesi odur ki iki taraftan 20 adet katanadan ve çetecilerden fazla olup kaleden kaleye asker ile top çekilmeye ve ağaç top hile ile atılmaya.

Bizden Ciğerdelen [65b] ile Uyvar arasındaki göl kenarında bir kale yapıla.

Sizin ricanız üzere Uyvar'a bir merhale yer kendi toprağı­nızda Vak Nehri kenarında geçip Uvvar adında bir geçit palan­kası yapılmak fermanım olmuştur.

Bizim Uyvarımıza tabi fetheylediğimiz otuz iki pare kale­ler harap hâlde yata.

Yenikale tabilerinden 20 pare kaleler de iki taraftan yapıl­mayıp kala.

Ve sizin Komaran Kalesi dibinde Vak Suyu ve Litre Suyu Uyvar Kaleme sınır ola.

Ve Üstürgon tarafındaki Süleyman Han atamın Sun Köyü dibindeki millerine sınır ola ve onlardan Yenikale harap kala.

Bizim Erdel'de Sekelhid Kalesi'ni harap etmeyi rica eyle-mişsiz, yıkıla, ama Erdel Vilâyeti'ndeki kalelerde zerre kadar Nemse askerleriniz olmaya, buna rızam yoktur. Eğer tarafımız­dan duyulursa anlaşmayı bozmuş olursunuz, üzerinize sefer

253
etmek kesin olur. Ve bizim de Zirinoğlu Vilâyetinde alâkam olmaya, onlar sizin reayanızdır.

Ferman-ı hümâyûnum üzere bizim Budin önünde pest Kalesi'yle Hatvan Kalemizin arasında Değirmenlik Deresi adi yerde bir kale yapmak için fermanım olmuştur.

Ve bizim fethedip içine asker konan kaleler bizde kala Leve ve Litre kaleleri sizde kala.

Ve başka fermanlarım çıktığında kutlu tuğrama itimat edin zerre kadar barışa aykırı iş etmeyesiniz, vesselam" diye yazan padişah mektubu bu şekilde okununca çasar da,

"Duyduk ve kabul ettik" deyip bu şekilde barış anlaşması­na razı olup bizim ordu kadısı sicillinde ve onların Mesih mil­leti başpapazları sicillerinde bütün şartlarıyla barış mektubu anlaşma metni ve padişahın tembihleri yazılıp düzenleme bit­tikten sonra çasar,

"Süleyman Han asrında olan anlaşmamız ve şartlarımız gereğince 25 senede bir barış yenileriz " deyince elçi paşa,

"Yok, bu söze padişahımızın rızası yoktur. Padişah ferma­nına göre 20 yılda bir barış yenilene, zira bizim padişahımız ve bütün İslâm askerlerimiz çatışmasız, cenksiz, savaşsız ola­mazlar. Çünkü bizim Hazret-i Muhammedimiz Allah emriyle kâfire kılıç vurmakla görevlendirilip onların emirleriyle bizler de kılıç vurup gazalar ederiz" dedi. Kral 24 senede bir barış ye­nilemeye yanaştı, ancak bizim elçi paşa 20 seneden fazla barışa razı olmadı. Bunun üzerine pek çok konuşmalar ve sözler oldu. Kralın razı olması üzerine işin sonunda,

"Kral tarafından 7 senede bir Âl-i Osman Devleti'ne küçük elçi çıka ve 20 yılda bir büyük hazine ve büyük hediyeleriyle büyük elçileri padişah huzuruna gelip sulhu yenileye. Eğer 20 yılda bir büyük elçi gelmezse Ungurus Vilâyeti üzerine sefer edile.

Ve her sene başında Der-i Devlet'e küçük elçiler Nemse kapu kethüdasına gele.

Ve her ay basında kraldan Budin vezirine, ondan krala elçi­ler, aydan aya iki taraftan elçiler muhabbet üzere varıp geleler.

Ve her sene Süleyman Han kanunu üzere (—) bin Ungurus altını haraçlarını ve 70 adet gümüş kupa birer okka olmak üze-

254

2 bin okka gümüş eşya sanduka gibi, havuz ve şadırvan gibi, iirnüş leğenler, gümüş mescit, gümüş servi ve başka saf gü­müş kap kaçak hediyeleri ve gümüş ve saf altın nakışlı arabalar ile gelmek üzere, iki tarafın elçilerine her gün yüz altmışar adet rival guruı? makul harçlık verilip iki tarafın elçileri saygıyla ve ikramla varıp geleler. Elçilerin kendilerine padişah divanında bir zarar gelmeyip bir yerleri zarar görmeye, yani elçinin bur­nu ve kulağı kesilmeye" diye çasar rica edince hemen elçi paşa, "Vallahi çasarım, eğer bizim tarafımızdan gelen elçiler hu­zurunuzda şarap içip sarhoşluk edip uzun dillilik ederlerse ku­lağım burnunu değil dilini kesin. Ama sizin elçiniz de padişah divanına geldiğinde şarap içip sarhoş olup şarabın verdiği gev­şeklikle padişah huzurunda dili uzarsa padişahım huzurunda burnunu, kulağını ve dilini kesmek değil hemen o an başını ke­serler. Şarap içip uygunsuz davranışlar sergileyen elçinize biz­de saygı göstermek şart değildir. Hemen elçilerinize tembih bu­yurun ki şarap içip padişah huzuruna varmasınlar. Eğer ben de kralımın huzuruna sarhoş gelirsem benim de hakkımdan gel" deyince çasar,



"Gerçekten de Müslüman padişahı elçisi... Her elçi böy­le edepli ırz sahibi olup padişahının ırzını gözetmek gerek, zira padişahların ululuğu ve şanlarının yüce olduğu varan elçisin­den bellidir" ve yine kral,

"Canım elçi paşa, sen bu vilâyetimize rahmet gelip hoş gel­din, ama sizin Üstürgon, Ustolni-Belgrad ve Budin serhadleri-nizin çete ve poturacı levendlerinden feryadımız vardır. Edep-leriyle otursunlar. Allah'a hamd olsun, bu sulh u salâhımız bu yüzden yapılıp kimin tasarrufu altında kaleler, [66a] köyler, ka­sabalar ve nahiyeler bulundu ise onun hükmünde kalıp sizin ve bizim tarafımızdan katanalarımız ve sizin çetecileriniz birer hi­leli yaklaşımla sınırlarından dışarı çıkıp bizim kalelerimize sal-dırmayalar" deyince bizim elçi paşa,

"Hemen çasarım siz sizin Macar katananızı zapt edin. Bi­zim serhad halkı bir şey etmeye kadir değillerdir. Ancak sizler elçi göndermediğiniz yerlerde serhadliler fırsat bilip elçi çıkma­dı diye, o zaman vilâyetler vururlar. Hemen siz katanalarınızı görün" dedi. Bunun üzerine çasarın veziri Rudolfoş

255


"Bizim Macar katanamızm zaptı asla bir şekilde mümkün, değildir, onlar hırsızlardır. Siz onları serhadlerinizde bulursa­nız tutup kazığa vurun" deyince bizim elçi paşa,

"Haddizatında bizim de Tatar askerini ve denizde Cezayir­li askerini zapt etmek elimizden gelmiyor. Tatar askerimiz sim­den sonra Kızılelma'ya ve Ungurus diyarlarına bu sulhtan son­ra gelirlerse siz de Tatar askerini tutup gözlerini oyun" dedi. Hemen, çasar, Zoza Vezir ve dahi Mantikukula Vezir, "No no" deyip şapkalarını kellelerinden çıkarıp, "Ya bu sulh böyle nice olur? Bir memlekete ki 40-50 bin Ta­tar iki kere yüz bin at ile gele, o diyardan daha ne tımarsın. Bre medet siz hemen Tatar askerini zapt edin. Biz de Macar katana-larımızı pek zapt ederiz" diye cevap verince sulh anlaşması ya­zıldı. Elçi paşa:

"İıışaallah bundan böyle biz Tatarı, padişahımızın ferma-myla zapt ederiz. Eğer memleketlerinizde bir Tatar bulunursa sulha aykırı iş olmuş olur. Simden sonra güvenlik ve htızur za­manıdır" deyince çasar divanında olan tüm kâfirler başlarım açıp padişahımıza, elçi paşaya ve çasara hayır dualar ettiler. Bu anlatıldığı şekilde iki taraftan, 20 madde onlardan ve 20 madde bizlerden ve 20 senede bir büyük elçi büyük hazine ile çıkması yazılıp sulh anlaşması olup Fatiha okunup padişaha arzlar ya­zılması ferman olundu.

Ondan sonra tertip üzere Âl-i Osman hediyeleri yürümeye başladı. Önce paşa padişah sorgucunu öpüp başına koydu. Ar­dından elçi paşa bir murassa otağayı kralın eline verip kral da Frenk şapkası manlifke üzerine sokup tahtına oturunca hemen paşa cevahir ve murassa topuzu öpüp yine çasarın eline verdi. Hemen çasar ayağa kalkıp tüm divan erbabına topuz gösterin­ce hepsi baş açıp dua ettiler.

Ardından hepimiz çasar huzurundaki sofa üzerine bü­tün Hoten miski, ham amber, Maverd udu, tülbentleri, tüm kuşaklık altın işlemeli hil'at-i fâhireleri meydana getirdik. Çasarın emriyle bir hil'at annesine gönderilip biri başvezi-re ve biri başpapaza giydirildi. Bu sırada Raba Suyu çengin­de ölen Zirinoğlu'nun oğluna bir hil'at-i fâhire giydirilip Zirin Vilâyeti'ne ban olup eline çasar bir gümüş külüng verdi.

256


Ardından diğer hil'atleri vezirler, emirler, iş erleri, kaptan­lar, komiserler, irşekler ve sağlara giydirip kral divanında bir sevinç ve şenlik olup tüm hediyeler gayet makbule geçti. Ar­dından bütün zerdûz işlemeli ipek halılar çasar huzuruna gelip göz açıp kapayıncaya kadar bu halıları divanhanenin duvarla­rına gerdiler. Ondan sonra tüm ağalar hediyelerden sonra aşağı divanhanelerine gittiler.

Ama bugün açlıktan hepimiz bittik. Ne su, ne şerbet, ne kahve ve ne bir lokma yemek yemeyip aç karın dediği gibi Ara-bın aç karnına dönüp Âl-i Osman divanını bu mahalde hatıra getirip henüz Osmanlı Devleti nimetinin kıymetini bildik. Son­ra yine paşa çasara,

"Padişahım krala sevgisinden kendi atlarından iki at gön­derdi, teşrif buyurup görün" deyince hemen kral etek toplayıp tüm divan erbabıyla 4 kat aşağı inip Saray Meydanı'na bakan bir köşkte oturdu. Atlar önüne çekilince gördük ki cevahire gö­mülmüş atlar ki bir kral sahip olmayıp imrahoruna teslim olun­du.

Küheylân seyri: İki baş atı bizim ahır yedekçileri siyah şapkalı kâfirlere teslim edip gittiklerinde hemen eyersiz olan dîbâ çullu Tureyfî adlı ünlü küheylân gördü ki siyah şapka­lı kâfiristart içinde kalıp gördüğü bildiği Müslüman kıyafetin­de adam yok, hemen bir kere iki ayağı üzere kalkıp yularını tu­tan iki adet kâfirin başlarındaki şapkaları üzerine ön elleriyle nasıl vurdu ise o an iki nefer kâfirin beyinleri dışarı çıkıp can­ları cehenneme gidip öldüler. Hemen çasar önünde cesaret gös­tereyim diye birkaç kâfir at üzerine hücum edip ata yuların­dan yapışırım sandılar. Onlardan da 4 kâfir tepelenip kuyru­ğunu dikip Saray Meydanı kalabalığında olan kâfir içine bu fa­kir küheylân at [66b] girip tüm kâfirleri birbirlerine katıp bü­tün kâfirler birbirlerini çiğnedi. At tam yarım saat kâfirlerin üzerine şimşek gibi seğirtip gezdikçe bu Saray Meydanı'nda Osmanlı'dan gelme bir at Allah'ın emriyle o kadar kâfiri allak bullak edip kırıp geçirdi. O kadar kâfir yaralanmıştır ki hâlâ kâfiristanda destandır.

Sonunda elçi paşa gördü ki kâfirler demet demet kırılıyor ve Saray Meydanı'ndaıı dışarı kalabalıktan kefereler çıkamaz.

257


"Bre su atı tutun" diye ahır yedekçilerine emretti. Bir b yaz külâhlı yedekçi varıp "Gel Ceyhunum gel" deyince herne atın iki gözlerinden kanlı yaşlar akıp kişneyerek yedekcini yanına gelip yularından yakalayınca hakir elçi paşaya,

"Sultanım bu at bir gazi attır ve bizzat Osmanoğlu padj şahı binmiştir. Bu at bu meydanda bu kadar rüsvalık edip bu kadar kâfir kırmıştır. Sonunda bu atı kâfirler öldürürler. Bu atı alıp yerine başka at verin" dedim.

"Hele görelim" diye aldırış etmedi. Bizim yedekçiler atı kralın ahırına bağlayıp gittiklerinde hemen ayak bağı ve yular­larını kırıp ahır içinde 7 kâfiri daha tepeleyip bu kadar kefere atlarını yaraladı. Onu gördük, yine Ceyhun adlı at eşinip kiş-neyip Saray Meydanından dışarı yıldırım gibi çıkıp şehir için­de gezerek Çerkez Meydanı'nda adı geçen Çerkez'in altındaki at leşini koklayıp yine birkaç kere heybetlice kişneyip oracıkta ruhunu teslim etmiştir. Haberiyle birlikte dîbâ çulların getirdi­ler. Paşa yerine bir başka at getirtti. Bütün İslâm askeri bu atın böyle iş ettiğine hayret ettiler.

Sonra ahır yedekçileri varıp merhum atı şehit Çerkez'in atı önünde bir çukur kazıp defnettiler. Ve bütün halk bu ata hay­ret edip parmaklarını ısırdılar.

Daha sonra çasar önüne hınto arabalar içinde otağı getirdi­ler. Tamamen sırmalarla ve saf altınla kaplanmış toplarını sey­redip kral o kadar hoşlandığından,

"Tez bu saat bu otağı götürüp benim bahçemde kursunlar. Yarın elçi paşa dostumuza bu otağ içinde ziyafet ederim, sabah teşrif buyurun" diye paşayı davet etti. Paşa n'ola dedi, kral ile daha nice türlü barış ve huzura dair konuşmalar yaptı. Sonra ne yemek ve ne hil'at-i fâhire ihsan olmadan paşa kraldan izin aldı. Çasar baş açıp paşaya dualar eyleyip tazim ile yine alay ederek hepimiz konağımıza dik, paşanın Muhammedi sofrası yemeğine diş çalıp açlığımızı giderdik.

Başka bir seyirlik: Kralın emriyle otağı kral bahçesine

kâfirler götürüp otağı kurarken sert bir rüzgâr esip otağın 10

kantar direği ve 5 kantar otağ göbeği tahtası rüzgârdan uçup

7 nefer kefere ölüp niceleri de yaralandı. Komiser paşaya gelip:

"Sultanım biz bu otağı kurmasını bilmeziz. 7 adamımız

258

••ıdü ve bu kadar Hıristiyanlarımız yaralandı" deyince paşa ça­dır mehterbaşısını gönderip bir anda kurup geldiler. Acayip görünüşlü, çirkin suratlı kralın yüz şeklini bildirir



Nemse çasarı imparator kralın ismi (—) ve babası (—) dır. Henüz yirmi ikisine ulaşmış olup (—) tarihinde Ungurus kra­lı olmuştur. Orta boylu, ince belli, o kadar şişman ve iri değil, o kadar zayıf da değil bir sakalsız oğlandır. Cenâb-ı Hak bunu eei'Çİ insan diye yaratmıştır, ama başı Mevlevi külahı gibi ya­hut bal kabağı gibi uzun kellesi var, alnı tahta gibi yassı ve kaşları kalın siyah ama arası gayet açık olup ügü kuşları (bay­kuş) gözü gibi yuvarlak alan gözlü, uzun siyah kirpikli, hacı tilki gibi uzun çehreli, oğlancık pabucu kadar büyük kulaklı, bir koruk kadar kırık yarım akçe tahtası gibi yahut Mora patlı­canı kadar büyük kırmızı burunlu, burnunun deliklerine üçer parmak sığar, geniş burun deliklerinin içinden otuz yaşında yiğidin bıyığı kılları gibi bıyıkları çıkmış, dudağı bıyığına ka­rışmış, karış marış olmuş siyah fos bıyığı var ki ta kulaklarına varmış.

Ve dahi dudakları sanki şütürleb gibi deve dudaklı, ağzı­na bir somun sığar, dişleri de iri, beyaz deve dişleri var. Ne za­man ki söze gelse hemen ağzından ve deve dudaklarından ağ­zının salyaları kusar gibi taşıp akarken yanında güneş parçası gılmanları ağzından akan salyalarını bir çeşit havlı dokunmuş kırmızı makrameler ile ağzının suyunu silmededirler.

Kendisi daima tarak ile kıvrımlı saçlarını taramadadır. El­lerinin parmakları Lanka hıyarı kadar vardır. Allah'ın işi, bu çasarlarm ataları ve dedeleri hep böyle çirkin çehreli imiş. Bü­tün kiliselerinde, hanelerinde ve talar guruşlarında kralı böy­le çirkin çehre yazarlar. Eğer güzel çehreli yaparlarsa, onları "Beni aşağıladın" diye katlederler. Zira çirkin görünüşlü oldu­ğu için [67a] onunla övünürler.

Çasarın hizmetçileri her ne kadar sevimli, güzel görünüş­lü, güneş parçası ise kötü işli kral, cehennemlik kötü namlı ça­sar imparator da o kadar çirkin görünüşlü iken "Hıristiyan mil­letinin seçkiniyim" diye övünür. Hıristiyan devletinin başı iken o kadar acayip görünüşlü, çirkin yüzlü ve gulyabani gibi çeh-relidir ki bu kralın yüzünü yakından ve açıktan insanlar veya

259

diğer hayvanlar görseler büyülenmiş gibi tir tir titreyip donup kalırlar.



O yüzden kralı hınto arabalar içinde gizleyip gezip dolaştı­rırlar, bağlara, gülistanlara götürüp hava aldırıp gezdirirler.

Ancak o kadar asil, yetişkin, anlayışlı, kavrayışlı ve akılh-dır ki sanki Aristo aklına sahiptir. Bütün toplantı ve görüşme­lerde kimse bunun sözünden daha akıllı söz edememişlerdir.

Ve halkını sever, iyi idareci, tedbirli ve hünerli bir kefere­dir. Ancak sözünü dan dan söyler çirkin ve kaba sesli biridir. Çirkin suratlı çasarın giysilerini bildirir

Başında diğer kefereler gibi siyah Eflâtuniyye şapkası var. Bazı zaman yine o büyüklükte yeşil, kırmızı, sarı ve mavi keçe­den türlü türlü şapka giyer, ama üstünde cevahirli sorguç giy­siler vardır. Ve şapka etrafında fındıktan iri beyaz inciler vardır ve püskülleri tamamen incidir.

Boğazında beyaz tülbent makrameler sarılıdır.

Gömleğinin iki karış yakası bir çeşit çatma işleme nakışlı yakadır ki sanki büyüleyicidir, ama üstünde esvabı, roklası ve dolaması tamamen siyah, papazların giydikleri softur ki 5 akçe etmeyip on akçe deyip artıranın üstünde kalır. Ve kuşağı papaz kuşağı gibi ipten zünnardır.

Ama boğazında asılı elmastan bir kuzu şekli var, kırk kı­rat gelir. Gariplik bunda ki üstad hakkak bu elması eli ayağı ve başı ve boyııuzlarıyla kuzu şekline getirinceye kadar, ne kadar büyük elmas olmak gerek ki bu mertebeye koyup kuzu şekli ola. Hatta bu hakir çasar huzuruna 40-50 günde yüzlerce kere varıp anılan kuzuyu dikkat ile seyrederdim. Gerçekten de 40-50 kırat gelir elmas kuzudur ki boğazında sallanıp durur, ih­tişamlı giyimi hemen budur, başka şey yoktur. Sanki bir siyah roklalı papazdır ki her an boynundaki kuzuyu eline alıp bakıp yine koynuna kor.

Bu hakir bu kuzu elması sorduğumda başpapaz deki ki,

"Hazret-i îsa Hazret-i Allah'ın yanında kuzu sıfatlı ve kuzu gibi yumuşak, yavaş ve kuzu gibi meler, uysal ve cana yakın olduğundandır. Sizin padişahlarınızın vezir mührü nice padişahlarınıza dedelerinden kalmış ise bu kuzu resmi elmas da 2.600 yıldan beri çasarlara dedelerinden kalıp, 'Cihan padi-


Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin