Bu dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist savaşa karşı mücadelenin özel önemine işaret etmektedir. Herkes tarafından bilinen nedenlerle, bu görev biz Türkiyeli devrimciler için çok daha yakıcı ve önceliklidir. Zira biz savaş bölgesinde yer alıyoruz ve Amerikancı iktidar ülkemizin topraklarını komşu halklara karşı Amerikan emperyalizmine bir saldırı üssü olarak tahsis etmiş bulunmaktadır. Bu bizim sorumluluğumuzu artırmaktadır. Afganistan’ın ardından savaşın ağırlık merkezinin bize daha yakın bir bölgeye kayması kuvvetle muhtemeldir ve bu, gene muhtemeldir ki, Türkiye’yi savaşta doğrudan bir taraf haline getirecektir ve bizi daha zorlu görevlerle yüzyüze bırakacaktır.
Bütün bunlardan dolayı emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini bugünden uyarmak, aydınlatmak ve her yolla emperyalizme karşı eylemli bir tutuma yöneltmek apayrı bir önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu görev ancak emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı açık bir tutum içerisinde olan güçlerin paralel ve ortak çabalarıyla omuzlanabilir. Fakat halihazırda böyle bir açıklık olmadığı gibi, genele egemen bir atalet ve rehavet de söz konusudur. Savaşa karşı ajitasyon halihazırda son derece cılız ve etkisizdir. Örgütlenmeye ve eyleme yönelik çabalar ise hemen hemen hiç yoktur.
Ürkek liberalizmin yeni utancı
Büyük kentlerde oluşturulmaya çalışılan savaş karşıtı platformlar konusunda hayale kapılmak için bir neden yok ortada. Sorun, tabansız, etkisiz ve iradesiz çok sayıda kuruluşun bir araya gelerek pratik bakımdan sonuçsuz kalan sözde platformlar kurmasından çok; devrimci akımların etkili bir aji(269)tasyonla işçilere, emekçilere ve gençliğe yönelmesi sorunudur. Söz konusu savaş karşıtı platformların ilki İstanbul’da oluştu bile. Fakat bu sözde savaş karşıtı oluşum, emperyalist saldırı savaşının niteliğini açıkça tanımlamak ve gerçek amaçlarını ortaya koymak konusunda bile acze düştü.
Dünya jandarması ABD’nin, bölge halkları nezdinde ezilen dünya halklarını hedef alan bu kaba, küstah ve haydutça emperyalist saldırısını açıkça tanımlamak yeteneğini gösteremeyen herhangi bir oluşum ya da çevreden savaş ve emperyalizme karşı mücadeleye dişe dokunur bir katkı beklemek, bile bile kendini aldatmaktadır. Gerçek devrimciler bu türden liberal-pasifist oluşumlara umut bağlamak bir yana, onları savaşa karşı etkili devrimci bir çalışmanın ve mücadelenin önünde engel saymalı, savaşa karşı görevleri kendi devrimci konum ve çabaları üzerinden omuzlamalıdırlar.
Büyük bir bölümü tabansız, etkisiz, iradesiz ve son dönem olaylarının yeterli açıklıkta gösterdiği gibi, büyük ölçüde samimiyetsiz sendikacılar ve DKÖ yöneticileri bir yana. Bunlar üzerinde şu veya bu ölçüde etkisi de bulunan reformist partilerin bile 11 Eylül sonrası gelişmeler karşısındaki tavrı utanç vericidir. Bunlardan SİP ve EMEP, liberal ara sınıf konumunun çarpıcı bir örneği olarak, kendilerine “savaşa ve teröre” karşıtlık üzerinden yeni bir ara konum tanımlama yoluna gittiler. “Terör”den sözederlerken yer yer emperyalistler ve gericilerle aynı dili kullanmaktan bile kaçınmadılar. Gelinen yerde iyice pelteleşmiş bu ikili liberal çevre, ABD emperyaliziminin dünya ölçüsünde estirdiği gerici rüzgarı göğüslemede Perinçekçi İP kadar bile olamadı. 11 Eylül sonrası tavırları, tıpkı 19 Aralık katliamı sonrasındaki utanç verici tavırları gibi, bu iki omurgasız liberal çevrenin alnında silinmez bir leke olarak kalacaktır.
Reformist solun ve sözde ilerici reformist sendikacı ta(270)kımının konumu ve tutumu, sarsıcı bir çatışma olan F tipi saldırısı döneminde yeterli açıklıkta zaten ortaya çıkmıştı. Son gelişmeler aynı konum ve tutuma bir kez daha tanıklık etmektedir. Bu çevreler mücadelenin özneleri olmak bir yana, kısmi imkanları bile değildirler. Dahası, bunun önünde dosdoğru engeldirler ve bunun gerektirdiği bir mücadelenin hedefi sayılmalıdırlar.
Mücadeleyi örgütlemek için kitlelere!
Savaşa karşı etkili bir çalışma yürütmek ve kitlelerden bu konuda destek almak isteyen her çaba açık, tok ve yürekli bir tutumla dosdoğru kitlelere yönelmek durumundadır. Gidilmesi gereken yer fabrikalar, işletmeler, emekçi mahalleleri, üniversiteler ve liselerdir. Dağıtılacak her bildiri buralarda dağıtılmalı, asılacak her afiş öncelikle buralara asılmalı, sözlü ajitasyon ve teşhir buralarda yapılmalıdır. Ve aynı şekilde savaşa karşı örgütlenme çalışmaları da buralardan başlatılmalıdır. Kurulacak savaş karşıtı komiteler ya da platformlar öncelikle buralarda kurulmalı, buradan hareketle kendi yöresinde merkezi bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Ve en önemli nokta. Değişik konumdaki kişi, çevre ve partilerle işbirliği, dayanışma ya da dosdoğru ittifakın somut zeminleri de buralar olmalıdır. İller düzeyinde platform adı altında geliştirilen sözde ittifak ilişkilerinin çoğu durumda havanda su dövmekle kaldığını, ortaya dişe dokunur bir ortak pratik çaba koyamadığı deneyimlerle, özellikle de son bir yılın hücre karşıtı mücadele deneyimiyle çok iyi bilinmektedir. Bu tür yanılgılara, üstelik de acil ve yakıcı siyasi görevlerle karşı karşıya bulunduğumuz bu dönemde bir kez daha düşmenin bir anlamı yoktur.
ABD emperyalizminin gündeme getirdiği saldırganlık ve(271)savaş tümüyle emperyalist emellere dayanmaktadır ve bunun böyle olduğu Türkiye’nin emekçi kitleleri tarafından bilindiği ya da sezildiği içindir ki, onay görmek bir yana tepkiyle karşılanmaktadır. Aynı şekilde, Türkiye’nin emekçi kitleleri, işbirlikçi burjuvazinin ve Amerikancı hükümetin Türkiye’yi ABD emperyalizminin savaş arabasına koşma niyet ve hazırlıklarına karşıdırlar. Günün görevi, bu tepkiyi ve karşıtlığı örgütlemek ve savaşa karşı bir kitle hareketine dönüştürmektir.