Bunlar ABD için AB’yi kendi denetimi altında tutmakta ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmekte önemli araç ve imkanlar olsalar bile, giderek güçlenen ve ABD’nin vesayetinden adım adım kurtulmaya çalışan AB dünyanın tek süper gücü için bir sorunlar alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Kendi ordusuna sahip olmak istemesi, Rusya, İran ve Çin gibi(360)ülkelerle ABD’yi dengeleyecek ilişkilere girmesi, Ortadoğu’da ABD’den farklılaşan bazı politikalar izlemeye eğilimli olması, yaşanan sorunlara örnekler olarak verilebilir.
ABD, AB’nin kendi ordusuna sahip olma isteğini şimdilik önemli ölçüde NATO’ya, dolayısıyla ABD’ye bağımlı kılacak AGSP ile dengeleme yoluna gitmiştir. Fakat bu sorun, önceki sene gerçekleşen Nice Zirvesi esnasında açıkça ortaya çıktığı gibi, bir gerilimler alanı olmayı halen sürdürmektedir. Öteki sorunlar alanını ise ABD kendi karşı hamleleriyle dengelemeye çalışmaktadır. Örneğin Rusya ve Çin’le kendi üstünlüklerinden ve avantajlarından giderek ilişkiler geliştirmekte, İran’la ilişkilerini yumuşatmanın yollarını aramaktadır vb.
Fakat kendi dünya hegemonyasını süreklileştirmek hedefi çerçevesinde ABD’nin son yıllarda karşı karşıya kaldıği asıl sorunlar alanı, dar anlamda Avrasya, yani halihazırda Rusya ve Çin’in söz ve etkinlik sahibi olduğu siyasal coğrafya oldu. ABD’nin kendine her alanda küstahlık ve kibirlilikle dayatan küresel üstünlüğünden rahatsız olan Rusya ve Çin, ABD’yi dengelemek üzere ‘90’lı yılların ortasından itibaren kendi aralarındaki ilişkileri adım adım güçlendirdiler. Dahası buna Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türkmenistan dışındaki Orta Asya cumhuriyetlerini katmayı da başardılar. ‘90’ların ortasında Şangay Beşlisi olarak başlayan süreç, 2000’li yıllara girilirken Özbekistan’ı da kapsayarak genişledi ve Şangay İşbirliği Örgütü adını alarak kurumsallaşmaya başladı.
Rusya-Çin eksenine dayalı olan ve önemli petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip bulunan Orta Asya cumhuriyetlerini kendi denetimine alan bu ittifak, ABD emperyalizmini derinden rahatsız eden bir gelişmenin ifadesiydi. ABD bu koalisyonu kendi rakipsiz dünya egemenliğine potansiyel bir rakip sayıyor, nitekim söz konusu ittifak da kendi konu(361)munu ve misyonunu bir biçimde böyle tanımlıyordu.
ABD’nin Avrasya hamlesi
ABD’nin 11 Eylül saldırılarını Usama bin Laden üzerinden Taliban yönetimine bağlaması, ona Afganistan’a savaş ilan etme ve böylece bu ülke üzerinden Asya’ya müdahale etme olanağı sağladı. Bunun ABD için kısa dönemli sonuçları gerçekten etkileyici görünüyor. Taliban yönetimi herkesi şaşırtan bir hız ve kolaylıkla devrildi ve Afganistan bir anda ABD’nin askeri işgali altına girdi. ABD halihazırda ülkenin güneyinde kurduğu askeri üsleri sağlamlaştırmak ve ülkenin toplamındaki gelişmeleri kendi kontrolü altına almak çabasındadır. Savaşta saldırı üssü olarak kullanılan güneyde Pakistan ve kuzeyde Özbekistan da ABD’nin askeri olarak yerleştiği ülkeler durumundadır. Bölgeye askeri olarak bu çapta bir yerleşme başarısı ABD’nin düne kadar kolay hayal edemeyeceği bir gelişme olmuştur.
Fakat bu başarının sınırları kendinden de öteyedir. Düne kadar bu alan, arada Taliban Afganistan’ı gibi pürüzlü bir ülke olsa da, Rusya-Çin ittifakının denetim kurduğu ve ABD’nin dolaylı müdahalesini bile büyük ölçüde sınırladığı bir bölgeydi. Oysa bugün gerek Rusya gerekse Çin, 11 Eylül saldırılarının sağladığı bahaneler karşısında ABD’yi dizginleyemeyeceklerini görerek, onun bölgeye müdahalesine rıza göstermek zorunda kalmışlardır. Dahası Rusya gelişmeler üzerinde söz ve karar sahibi olmak kaygısıyla bizzat ABD’nin güdümünde hareket etmiş, birçok yönden onun yürüttüğü saldırı savaşının bir parçası olmuştur. Kuşkusuz Rusya bunu gelişmelerden kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda en iyi biçimde yararlanmak için yapmaktadır. Fakat bu alandaki başarısı ne olursa olsun, sonuçta asıl gelişme, düne kadar bu bölgenin hayli uzağında bulunan ABD’nin buraya yerleşmek(362)üzere ilk önemli mevzileri kazanmış olmasıdır. Rusya olayların içinde yer alarak elde ettiği başarıyı süreklileştirmek için ABD ile uyumlu davranmak zorundadır. Bu doğrultudaki politika ise, düne kadar tam da ABD hegemonyasına karşı tanımlanan Çin ile ittifakının zaafa uğraması ve giderek işlevini yitirmesi anlamına gelecektir. Böylesi bir gelişme durumunda, ABD stratejik önem atfettiği bir bölgeye askeri olarak yerleşmek imkanını elde etmiş olmakla kalmayacak, bundan da önemli olarak, kendisine karşı gelişen güçlü bir koalisyona da etkili bir darbe vuracaktır. Rusya ile Çin arasında uzun süreli bir ittifakı boşa çıkarmanın ABD’nin Avrasya stratejisindeki kritik önemi düşünüldüğünde, bu alandaki bir başarının ABD için stratejik değeri de daha iyi anlaşılır.
Fakat gelişmeler birçok bakımdan henüz çok yenidir. Olayların ve dolayısıyla emperyalist güçler arası ilişki ve dengelerin henüz ne yönde seyredeceği belli değildir. Bu bölgede yerleşmek ve bölge güçleri arasındaki ilişkileri kendi çıkar ve hedefleri doğrultusunda yönlendirmek ve biçimlendirmek ABD için sanıldığı kadar kolay değildir. Olaylar, dolayısıyla ilişkiler her an yön değiştirebilir, ortaya yeni ve daha karmaşık durumlar çıkabilir. ABD emperyalizmi payına başarılı sayılabilecek adımlar henüz yalnızca olayların ilk ve bir bakıma en kolay evresi sınırları içinde bir anlam taşımaktadır. Yine de bu sınırlar içerisinde ABD’nin 11 Eylül sonrasında Avrasya’ya yönelik önemli bir çıkış yapmış bulunduğu da bir gerçektir.
Devre dışı kalan ve arkadan sürüklenen Avrupa
ABD emperyalizminin Afganistan savaşı üzerinden yaptığı Avrasya hamlesinin Avrupalı emperyalistlerle ilişkiler cephesinde de önemli sonuçları oldu. 11 Eylül saldırılarının(363)ardından yaratılan gerici atmosferden kendi çıkar ve hesapları doğrultusunda en iyi biçimde yararlanmaya çalışan Avrupalı emperyalistler, ABD’nin uzun süreli savaş ilanına da koro halinde destek verdiler. Anında toplanan NATO Konseyi, oybirliği ile 5. maddeyi uygulama, yani ABD için savaşa girme kararı aldı. ABD emperyalizmi Avrupalı müttefiklerinin kendisine sağladığı bu siyasal desteği en iyi biçimde kullandı. Fakat bunu Afganistan’a açtığı savaşta, bu savaşa ilişkin karar ve uygulamalarda onları devre dışı bırakarak yaptı. Yugoslavya savaşında olduğu gibi kararlar Brüksel’den değil, fakat tümüyle Washington’dan, ABD’nin kendi iradesi ve isteği doğrultusunda alındı. Savaş Avrupa’daki NATO karargahından değil Pentagon’dan yönetildi. ABD siyasal desteğinden en iyi biçimde yararlandığı müttefiklerinin askeri katkılarına hiç de ihtiyaç duymadığını kabaca hissettirdi ve adeta kendi savaş makinasının hedefe ulaşmakta kendi başına yeterli olduğunu Afganistan savaşı üzerinden gösterme yoluna gitti.