Ama tüm bu akıl dışı durumların gerisinde muhakkak ki bir mantık var; bu kapitalizmin kâra dayalı işleyiş mantığıdır. Toplumun (dünya ölçüsünde alındığında insanlığın) maddi ve kültürel ihtiyaçlarının en ileri düzeyde karşılanması kapitalizmi ilgilendirmez, bu onun sorunu ya da hareket noktası değildir. Onun hareket noktası kâr ve buna dayalı sermaye birikimidir. İhtiyaçların şu veya bu düzeyde karşılanması, kapitalizm için kârın güvencelenmesine bağlı bir sonuçtur yalnızca.
Parfüm ya da kedi-köpek mamasının üretimi kârlı bir pazar olduğu için ve kârlı bir pazar olarak kaldığı sürece, kapitalizm bundan elbette vazgeçmez. Ama bir milyar insana iş sağlamak, ya da 800 milyon insanının karnını doyurmak kapitalizm için kârlı bir iş olmadığı ölçüde de, bunlar muazzam insan yığınlarını tüketen sosyal felaketler olarak süregider. Aynı şekilde 40 milyon ton hububatla yoksul ülke insanlarını beslemek kapitalist tekeller için kârlı bir iş değildir, ama zengin ülkelerde hayvanları beslemek için her yıl(203)540 milyon ton hububat tüketmek pekala kârlı bir iştir. Besin tekelleri bu tercihi elbette hayvan sevgisinden değil, fakat tam da son derece kârlı bir pazar olan et ve sütlü mamül üretiminden dolayı böyle yapmaktadırlar.
Tüm bunların ardından bir kez daha partimizin programına dönebiliriz. İşte bu konuda orada söylenenler: “Günümüzde üretimin toplumsallaşması çok ileri düzeylere varmış, ortaya tüm insanlığı refah ve mutluluk içerisinde yaşatabilecek muazzam bir servet birikimi ve üretim kapasitesi çıkmıştır. Fakat bu zenginlik ve üretim araçları üzerinde bir avuç çokuluslu tekel şahsında sürmekte olan özel mülkiyet, insanlığın ezici bölümünün bugünkü perişanlık içerisinde tükenmesinin nedenidir. Bu evrensel çelişki çözümünü proleter dünya devriminde bulur.” (TKİP Programı, Emperyalizm ve Dünya Devrim Süreci, I. Bölüm/27. madde, s.25)
Bugünün dünyasında milyarlarca insanının karşı karşıya bulunduğu maddi ve kültürel sorunları çözecek, yaşamakta olduğu derin acıları dindirecek olanaklar fazlasıyla var. Ama gelin görün ki, bunlar üzerinde de kapitalist özel mülkiyet tekeli var. Buna dayalı bir toplum düzeni ise, sosyal sorunları çözmek ve sosyal acıları dindirmek değil, yalnızca kâr, dahası aşırı kâr peşinde koşar ve tam da bu şaşmaz yasa nedeniyle, insanlığın sorunlarını çözmek bir yana, bu sorunları bizzat yaratır ve katmerleştirir.
Partimizin programı, “Kapitalizm”e ilişkin bölümünün daha girişinde, üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyet tekelini ve bunun ücretli emeğin sermayeye bağımlılığının temeli olduğunu saptamanın hemen ardından, bunu şu temel gerçekliğe bağlar:
“Ücretli emeğin sermayeye bu bağımlılığı ve onun tarafından sistematik sömürüsü, kapitalist toplum düzeninin temelidir; proleter ve yarı-proleter kitlelerin yaşadığı her türlü yoksulluğun, baskının, köleleşmenin, horlanmanın, cehale(204)tin, gelecek güvensizliğinin, fiziki ve moral dejenerasyonun asıl kaynağıdır" demektedir. (TKİP Programı, Kapitalizm, I. Bölüm/2. madde, 2. paragraf)
Sadece her kapitalist toplumun kendi içinde değil, fakat küreselleşmiş kapitalist dünyanın genelinde bu böyledir.
Seattle protestosu ABD’de gerçekleşti...
Sosyal kutuplaşmanın, gelir dağılımı uçurumunun en ağır, en çarpıcı örneklerinden biri, bizzat Amerikan toplumudur. Dünyanın en güçlü ekonomisidir ABD ekonomisi, ve sosyal kutuplaşma bu ekonomide işlerin bir parça iyi gittiği şu son yıllarda bile artarak sürüyor.
Uzun yıllardır ilk kez Amerika’da klasik iki parti dışındaki üçüncü bir parti, Yeşiller Partisi %3 oy aldı. ABD’de, tekellerin toplumun beynine, demek oluyor ki politik tercihlerine etkili bir biçimde nüfuz ettiği bir ortamda, sol temalar kullanan bir partinin %3 oy alması sanıldığından da önemli bir işarettir.
Seattle protestosu Amerika’da gerçekleşti, bunu unutmayalım. Emperyalist medya ortaya çıkan toplumsal tepkiyi çarpıtmak, onun belirgin sınıfsal karakterini gözlerden gizlemek için, salt küçük-burjuva ilerici otonom grupların çatışmalarını verdi, bunları bilerek öne çıkardı. Oysa asıl protesto tam da işçilerden, işçi örgütlerinden geliyordu. Seattle’da 40-50 bin işçi yürüdü ve bunların ezici bir bölümü kuşku yok ki Amerikan işçileriydi. Bu, Amerika’nın hiç değilse yakın tarihinde görülmemiş bir şey. Amerikan emperyalizminin küreselleşmeci politikalarını hedef alan bir eylem bu ve bu çapta bir sosyal hareketlilik yakın dönem Amerikan tarihinde yaşanmamıştır.
Bunu yaşatan ne peki? Bunu yaşatan, nispeten topar(205)landığı bir dönemde, işlerin bir parça iyi gittiği bir dönemde bile Amerikan kapitalizminin kendi çalışan nüfusuna çıkardığı sosyal faturadan başka ne olabilir ki? Neo-liberal politikaları şirin göstermek için şu sıra Türkiye’de de bazı yazarlar tarafından kullanılan beylik propaganda argümanlarını biliyorsunuz; Clinton dönemi Amerika için en parlak dönem oldu, ekonominin en iyi gittiği, işsizliğin azaldığı, sosyal bir takım hakların verildiği bir dönem oldu diyor gerici burjuva propagandası. İşsizliğini bir parça hafiflemiş olması dışında bu propaganda tümüyle masaldan ibaret. Ekonominin iyi gittiği bir durumda işsizlik bir parça hafifler elbette. Öteki büyük emperyalist ülkelerde işsizlik artarken ABD’de işsizlik artışının biraz durduğu, hatta bir parça azaldığı bir gerçeklik olabilir. Bu şaşırtıcı bir yan taşımaz ve bir sosyal kazanım gibi de algılanamaz, böyle sunulamaz. Ekonomide durumun bir parça iyiye gittiği, üretimin canlandığı yerde tabii ki işsizlik biraz azalır. Ama bu pekala sömürü oranının artması ve yaşam koşullarının ağırlaşması pahasına da olabilir, ki ABD bu açıdan öteki emperyalist ülkelerden bir farklılık sergilemiş değildir şu son yıllarda.