2001 Şubat’ında yapılan seçimleri kazanan Şaron İsrail başbakanı oldu ve o günden beri Filistin direnişini boğmak üzere katliamcı siciline uygun bir davranış sergiledi. Yeni Bush yönetimi de ona bu konuda her türlü desteği verdi. Bu destek 11 Eylül sonrasında yeni bir düzeye vardı. Adeta İsrail her türlü terör ve vahşette başıboş bırakıldı. Bu durum halen de sürmektedir.
Fakat Filistin direnişi halen ve dünden daha kararlı bir biçimde sürmektedir. Kendi iç parçalanmışlığına, belirgin önderlik zaafına, başta resmi Arap dünyası olmak üzere dış dünya tarafından sahipsiz bırakılmasına rağmen, yiğit Filistin halkı bu çapta bir direniş gücü ve soluğu ortaya koyabilmektedir. Bu özelliği ile o dünya çapında halkların, ilerici-devrimci güçlerin daha çok sempatisini kazanmaktadır.
Bugün ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin planlarının, Irak’a yönelik yeni saldırı hazırlıklarının önündeki en büyük en(375)gellerden biri de bizzat bu direniştir. Siyonist yıkım ve vahşetin şu sıralar en uç noktaya varması ve bunun bizzat Bush yönetimi tarafından el altından sinsice teşvik edilmesi de bundan dolayıdır. Teslimiyetçi Arafat rejiminin bunaldığı ve kontrolü tümüyle kaybettiği bir sırada ne edip edip Filistin direnişini ezmek; Filistin halkını Oslo’dakinden beter bir köleci barışa mecbur etmek ve böylece ABD’nin Ortadoğu planlarının önünde bir engel olmaktan çıkarmak istemektedirler.
Fakat bu konuda denebilir ki hiç şansları yok. Zaman tümüyle aleyhlerine işliyor. Yapabileceklerinin azamisini yaptıkları halde bugüne kadar sonuç alamadılar, bundan böyle de alamazlar.
Filistin direnişi siyonizme olduğu kadar dünya jandarması ABD emperyalizmine karşı da yönelmiştir. Bu özelliği ile o, dünya ölçüsünde ezilenler cephesinin Ortadoğu gibi kritik bir coğrafyadaki önemli bir mevzisi durumundadır.
Ortadoğu iktisadi ve siyasi açıdan bugün dünyanın en stratejik bölgelerinden biri, denilebilir ki birincisidir. Öteki faktörler bir yana, Ortadoğu bugün dünya rezervlerinin üçte ikisini barındıran bir petrol bölgesidir. Petrol ise bugün hala kapitalist dünya ekonomisinin en stratejik ihtiyaç maddesidir. Ortadoğu’daki her gelişme ve çatışmanın geniş yankılar yaratması, büyük önem kazanan bir uluslararası soruna dönüşmesi bundandır. Aynı şekilde, dünya kapitalizminin patronu ve emperyalist sistemin jandarması ABD’nin onyıllardır Ortadoğu’yu “yaşamsal çıkar” alanı olarak ilan etmesi de bundandır.
ABD bunun için bölgede kendine bağlı siyonist, faşist, gerici ve şeriatçı rejimlerden oluşan bir işbirlikçiler ağı oluşturmakla yetinmemiş, kendisi bizzat bölgeye askeri olarak(379)yerleşmiştir. Bugün Ortadoğu’nun bir çok ülkesinde ABD’nin üsleri ve harekete her an hazır askeri kuvvetleri vardır. Bölgeyi kuşatan tüm denizlerde en modern savaş araçlarıyla donatılmış ABD savaş gemileri sürekli seyir halindedir. Bu dolaysız askeri varlık, müdahale, işgal ya da cezalandırma amacına yöneliktir. Körfez savaşı bunun yakın dönemdeki somut bir uygulaması oldu ve ABD’nin bölge üzerindeki hakimiyetini pekiştirdi. ABD bu savaşı, Ortadoğu’nun farklı ülkelerine daha geniş çaplı kalıcı askeri güçler yerleştirmek ve bölgedeki donanmasını takviye etmek için bir fırsat olarak değerlendirdi. Öylesine ki, dünyanın öteki ucundaki ABD, bugün adeta bölgedeki herhangi bir devletinkine eşit askeri güce sahip bir bölge devleti gibidir.
Emperyalizm Ortadoğu’ya devasa bir dolaysız askeri güç yığmakla kalmıyor, yanı sıra bölgede görülmemiş bir silahlanmayı da teşvik ediyor. Bugün Ortadoğu, dünyanın yalnızca en önemli petrol bölgesi değil, fakat aynı zamanda en büyük ve en kârlı silah pazarıdır da. Emperyalizmin sinsi oyun ve kışkırtmalarının da etkisiyle, bölge devletleri, bölge zenginliklerinin önemli bir kısmını birbirlerine karşı silahlanmak için kullanıyorlar. Ve doğal olarak, emperyalist silah tekelleri de bundan görülmemiş kârlar elde ediyorlar.
Bugün Ortadoğu, aynı zamanda, gitgide kızışan bir emperyalist rekabet ve nüfuz mücadeleleri alanıdır. Yakın zamana kadar emperyalist dünyanın jandarması konumuyla ABD, Ortadoğu’ya tüm emperyalist dünya adına neredeyse tek başına hükmediyordu. Özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki gelişmelerin ardından bu durum değişmeye başladı. ABD dışındaki başlıca emperyalist odaklar, bölgede kendi dolaysız nüfuz alanlarını oluşturmak ve genişletmek için harekete geçtiler. Bu, bölge üzerindeki emperyalist rekabeti gitgide kızıştırmaktadır. Şimdilik daha çok(380)Avrupalı emperyalistler sahnededir. İran, Irak ve Suriye gibi bazı bölge devletlerinin ABD ile çelişkilerinden yararlanarak, kendilerine dolaysız etki alanı açmaya çalışıyorlar. (Son olaylar benzer çelişkilerden yararlanarak Rusya’nın da devreye girmek istediğini gösteriyor.) Aynı şekilde bölgenin en önemli sorunları arasında bulunan Filistin ve Kürdistan gibi sorunlar, bölge gerici devletlerinin kendi aralarındaki çelişkiler ve sürtüşmeler, bu rekabetin malzemesi olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Yakın gelecekte, dünya ölçüsünde emperyalistler arasındaki güç ilişkilerinde yaşanacak değişmelere de bağlı olarak, Ortadoğu üzerinde emperyalist nüfuz mücadeleleri gitgide daha sert biçimler alacaktır. Zira petrol kaynakları üzerinde dolaysız nüfuz sahibi olmak ve dünyanın en geniş ve en kârlı silah pazarından gerekli payı almak, emperyalist bir odak olarak sivrilmenin zorunlu gereklerindendir.