Bu gerçeklerin ışığında bakıldığında, ÖDP Türkiye soluna parti yaşamı çerçevesinde herhangi bir demokratik kazanım sunmak bir yana, onun en kötü yanlarını en kötü bir biçimde tekrarlamaktan öteye gidememiştir. Bu sonuç şaşırtıcı da değildir. Devrimci partilerin demokratik yaşam ve gelenekleri ancak devrimci mücadelenin zemini ve olanağı olarak bir varlık kazanabilir, bir anlam ve işlev taşıyabilirler. Ciddi bir siyasal mücadeleye girişme gücü, dahası buna niyeti bile olmayanların bir yığılma alanı olarak ÖDP’den ise bu alanda herhangi bir olumlu deneyim ve katkı beklemek, eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
Devrimcilik adına ortaya çıkıp da her türlü devrimci görev ve eylemin kıyısında bile değil tümüyle uzağında duranları parti iç yaşamında bekleyen kaçınılmaz akibet, hiç de demokratik ortam ve ilişkiler değil, olsa olsa örgütsel didişme ve entrika olabilirdi. Nitekim olan da bu oldu. Ama tuhaftır, mecburiyetin ve dayanaksız umutların birbirlerine bir süreliğine katlanmak zorunda bıraktığı birileri, şimdilerde kalkıp ciddi ciddi bunu bize “çoğulcu parti” deneyimi katkısı olarak sunabiliyorlar. Bir bakıma buna mecburdurlar, zira ortada altı yıldır ÖDP tahribatına ortak olmuş olmanın ağır sorumluluğu var. Öyle anlaşılıyor ki birileri sanal kazanımlarla bu gerçek sorumluluğu bir parça olsun mazur gösterip hafiflete bileceklerini umuyorlar.(361)