İlkelere dayalı siyasal mücadele ile devrimci konum ve kimlik arasında dolaysız bir bağ vardır. Devrim hedefinin yitirildiği ya da bilinçli bir tutumla bir yana bırakıldığı yerde ilkeler, ilkelere dayalı siyasal yaşam da biter, alan tümüyle her türlü ilke ve ölçüden yoksunlukla aynı anlama gelen burjuva pragmatizmine kalır. Devrimci bir geçmişten gelen günümüz reformistlerini özel savaş dönemi yöneticilerinin liderliği altında birleştiren de sonuçta bu aynı pragmatizm olmuştur. Normal durumda öyle kolay yapamayacakları bir şeyi, parlamenterizme endekslenmiş siyaset anlayışı gerektirdiği için yapmaktan geri duramamışlardır. Bunu yaparken başlangıçta bir parça zorlanmışlarsa eğer, bu kadarı bile hala da istismarından geri durmadıkları devrimci geçmişin ağırlığı nedeniyledir. Bunun da etkisi gitgide silinmektedir; bir yandan burjuva siyaseti doğrultusunda benimsenen ve tabana benimsetilen her yeni adımın rahatlatıcı etkisi, öte yandan bu ağırlığı dıştan etkili bir basınca dönüştürebilecek biricik güç olan devrimci hareketin mevcut zayıf ve zaaflı durumu, onları giderek böylesi bir yükten de kurtarmaktadır.