H. Fırat (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə36/127
tarix15.05.2018
ölçüsü1,69 Mb.
#50469
növüYazı
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   127

...Burjuva düzen partileri için siyasal yaşam temelde parlamenter yaşamdır ve bundan dolayı da seçimlerde kitlelerin oy desteğini almak ve parlamentoda sandalye kazanmak onlar için temel önemde bir siyasal sorundur. Bu nedenledir ki seçimlerde varlarını yoklarını ortaya koyarlar; her türlü yalan, demagoji ve temelsiz vaatle kitleleri aldatmayı seçim çalışmalarının eksenine koyarlar ve sermaye gruplarının desteğiyle bunun için muazzam harcamalar yaparlar.

Tümüyle düzen icazetine sığınmış bulunan, bu çerçevede resmi siyaset sahnesinde meşrulaşmayı amaçlayan ve temelde parlamenter bir güç olmak hayali peşinde koşan her çeşidiyle sosyal-reformist sol partiler için de durum özünde farklı değildir. Bunlar elbette, halihazırda parlamenter bir güç olamamanın da etkisiyle, siyasal yaşam ve etkinliklerini seçimler dönemiyle sınırlamıyorlar.(124)Tam da böyle bir güç olabilme hedefi çerçevesinde, gündelik siyasal yaşam içinde kitleleri etkilemeye çalışıyorlar. Ama devrimci amaç ve hedeflerden, buna yönelik bir konumlanış ve stratejiden tümüyle yoksun bu partiler için nihai hedef parlamenter bir güç olmaktır. Bunu ister İP, ÖDP ve kısmen EMEP gibi artık açıkça ortaya koysunlar, isterse SİP-TKP ile öteki bazıları gibi şimdilik gizleme gereği duysunlar sonuç değişmez; bulundukları konum üzerinden hepsi aynı kaçınılmaz yolun yolcusudurlar.

Gerçeğin ne olduğunu görebilmek için bu partilerin seçim platformlarına ya da bildirgelerine bakmak bile yeterlidir. Burada devrimci amaç ve hedeflere, bunu gerçekleştirmenin temel yol ve yöntemlerine ilişkin işçilere ve emekçilere söylenmiş tek bir cümle bulmak mümkün değildir. Tüm bu platform ya da bildirgeler, temel siyasal sorunlar üzerine, özellikle de devlet ve iktidar sorunu üzerine açık ve dolaysız bir tek kelime söylememeye ortak bir özen gösteriyorlar.

Bu ne şaşırtıcıdır ne de rastlantı; zira onlar devrimci amaçlardan tümüyle yoksundurlar, düzenin yasallık cenderesine teslim olmuşlardır ve ortaya koydukları hedeflere ancak yasalara uyarlanmış barışçıl mücadele çizgisiyle ve parlamenter yolla ulaşmayı hedeflemektedirler. Bundan dolayıdır ki tüm bu partilerin açıklama, bildiri ya da bildirgelerinde burjuva parlamentarizminin teşhiri ve devrimin propagandası (ki bu seçimlere katılsa bile her devrimci parti için temel önemde ilkesel bir sorundur) üzerine bir tek söz bulmak mümkün değildir. Temel siyasal sorunlar üzerine suskunlarını kurum olarak seçimler ve burjuva parlamentosunun gerçek işlevi ve içyüzüne ilişkin suskunluklarıyla birlikte ele alınız, bu partilerin gerçek konum ve nitelikleri konusunda yeterli bir fikir edinirsiniz.” (Ekim, sayı: 229, Eylül 2002, Başyazı)

Burada bizi özellikle bu son vurgular, “seçimler ve buıjuva parlamentosunun gerçek işlevi ve içyüzüne ilişkin suskunluk” sorunu ilgilendirmektedir. “Güçbirliği”nin zaten “sosyal-demokrat” kimlik taşıyan ve dolayısıyla parlamentoculuğu kusur saymak bir(125)yana temel siyasal yaşam biçimi ve alanı olarak gören öteki bileşenlerini bir yana bırakıyoruz. Somut olarak hala da “sosyalist” geçinen EMEP ile SDP’ye bakıyoruz.

Yerel seçimlere ilişkin olarak ayları bulan propagandası boyunca EMEP yöneticileri ve yazarlarının ağzından burjuva düzen altında seçimlerin gerçek işlevine ilişkin ve dolayısıyla burjuva parlamentarizmine karşı tek kelime çıkmış değil. Buna liberal aşırılıkları kenardan dengelemeye çalışan akıl hocalarının köşe yazıları da dahil. Bunu elbette bir rastlantı sayamayız. Daha önce de vurgulamıştık; gerçekte bu adamlar, seçimler ve burjuva parlamentosu karşısında devrimci ilkesel tutumun ne olduğunu ve neleri gerektirdiğini iyi biliyorlar. Fakat bildiklerini bile bile bir yana bırakıyorlar ve bugünkü liberal oportünist tutumu izliyorlar. Çünkü onlar bugün geldikleri yerin anlamını ve dolayısıyla gereklerini de iyi biliyorlar ve tutarlılık göstererek buna uygun davranıyorlar. Tutarsızlıkları, ikiyüzlülükleri de denebilir, buna rağmen hala da sosyalist olduklarını iddia etmelerindedir.

Yukarıya aldığımız TKİP değerlendirmesinde, “ve kısmen EMEP gibi” denilerek, EMEP’in parlamentocu hedef ve söylemde henüz yeterince açık davranmadığı ima ediliyor. Bu ihtiyatlı tutumu değerlendirmenin tarihi (Eylül 2002) ile birlikte düşünmek gerekir. Gerçekte 3 Kasım’ı önceleyen sonraki haftalarda, ötekiler gibi EMEP de bu konuda yeterince açık konuşmaya başlamış, hatta “iktidara yürüyoruz” söylemleriyle ötekileri de aşarak, ifade uygunsa işi iyice çığırından çıkarmıştı. “İktidar” onlar için blok şahsında parlamentoda birinci parti olmak, böylece hükümet kurmak, hiç değilse hükümet kuruluşuna katılabilmek olanağı, buna gerici düşü de denebilir, anlamına geliyordu kuşkusuz.

Blok’un seçim başarısı üzerinden bu tür bir gerici “iktidar” düşü, seçimler sonrasında SDP’nin de görüşü haline geldi. 9 Kasım 2003’de toplanan “SDP’nin 1. Büyük Kongresinin kongre salonunu süsleyen temel şiarı şöyleydi: “Blokla iktidara, partiyle sosyalizme!” Bu şiar üzerinde genişçe durmak, soldaki ideolojik(126)dejenerasyonun vardığı noktanın boyutlarını göstermek bakımından fazlasıyla yararlı olurdu. Fakat konumuzu gereğinden fazla dağıtmamak için biz burada özüne değinmekle yetinelim. Şiardaki “blok”tan kasıt, kolayca tahmin edilebileceği gibi reformist DEHAP Bloku’dur. Seçimlere dönük olarak oluşturulan ve seçimler geride kalınca çok geçmeden dağılan o bildiğimiz DEHAP Bloku.

Kendine hala da “devrimci” diyebilen bir parti düşünün ki, bir seçim blokunun seçimlerdeki başarısı üzerinden kendi “iktidar” hedefini tanımlayabilsin. Bu bile sözü edilen “devrimci”lik iddiasının ciddiyetini göstermeye yeter. “İktidar”a seçim ittifakları ve parlamenter başarı ile gelecek olanların “sosyalizmlerini de kestirmek güç değildir herhalde. En iyi durumda bu, İsveç türü bir burjuva “adil bölüşüm” sosyalizmi olabilir ancak. En iyi durumda diyoruz; zira kapitalizm koşullarında bu tür bir “adil bölüşüm” dahi, kapitalizmin geçici olmaya mahkum özel bir gelişme ve refah evresiyle sıkı sıkıya ilişkilidir. “İsveç sosyalizmi”, aynı özel evrenin ürünü “refah devlet”iyle birlikte, İsveç’in kendisinde bile artık tarih olmuş durumda. Türkiye gibi yapısal bunalımlar pençesinde kıvranan bağımlı bir ülkede ise bu türden bir program ve proje gerici bir hayal olmaktan öte bir anlam taşımaz.


Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   127




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin