Şeyh:
Üzerinde yaşlılık alameti görülen, olgunluk yaşını geçmiş tecrübeli insana verilen isimdir. Çoğulu şuyûh, eşyâh, şeyhân, meşîha, bir görüşe göre meşâyih gibi çeşitli ölçülerde gelir.
Hadis Usulünde şeyh, umumiyetle hadis talebesinin, meclisine devam ederek hadislerini rivayet ettiği hadisciye denir. Bu manada şeyh, talibe hadislerini riv-yet eden hadisci, günümüzün tabiriyle “hadis hocası” olmaktadır.
Bununla birlikte şeyh tabiri şeyhun şeklinde ravinin adaletine hükmetmekte kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dördüncü mertebede yer alır. Alimimiz, hakkında şeyhun denilen bir ravinin hadislerinin yazılacağı ve gözden geçirileceği ancak mertebe bakımından diğerlerinden aşağı derecede olduğunu söylemiştir. 1129
Eş-Şeyhân:
“İki şeyh” demek olan bu kelime islamî ilimlerin çoğunda tabir olarak kullanılmıştır. Hadis ilimlerinde eş-Şeyhan denildiğinde Buharî ile Müslim kasdedilmiştir. Söz gelişi, bir hadis nakledildikten sonra ravâhu'ş-Şeyhân denilmişse bu tabir o hadisin Buharî ile Müslim tarafından ittifakla rivayet edilerek kitaplarına alındığı manasına gelir.
Şeyhun:
Bk. Şeyh.
Şeyhun Vasatun:
Orta halli bir şeyh demek olup ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin beşinci derecesindeki lafızlar arasında yer alır.
Hakkında şeyhun vasatun denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir. Ancak mertebe bakımından diğer lafızlarla adaletine hükmedilen ravilerin hadislerinden aşağıdır.
Şibhu'l-Vad':
Uydurma benzeri anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olmayan bir sözü, herhangi bir kasıt olmadan ve çok kere yanlışlıkla ona ait göstermeye denilmiştir.
Şurûtu'l-Mutevâtir:
Mütevatir haberin şartları anlamını veren bu terkip, haberin mütevatir hükmünü kazanabilmesi için gerekli şartlara denilmiştir.
Mütevatir, yalan üzere birleşmelerini aklın kabul etmeyeceği kalabalık bir cemaatin, aynı şekilde kalabalık bir cemaatten rivayet ettikleri haberdir. (Bk. Mütevatir). Bu tarifte mütevatirin şartlan kısmen de olsa mevcuttur. Şöyle ki, haberin mütevatir sayılabilmesi için önce yalan söylemek için birleşmelerini aklın kabul edemeeyeceği kalabalık denilebilecek sayıda ravi tarafından rivayet edilmelidir. Kalabalıktan maksat, mütevatirin vereceği zarurî ilmi hasıl edecek sayıda olmasıdır. Bu konuda değişik sayılar ileri sürülerek her birine daha ziyade Kur'ân-ı Kerim'den deliller getirilmiştir. Söz gelimi bir hadisin mütevatir sayılabilmesi için onun en az dört tariktan rivayet edilmesi gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu sayılı beş, yedi, on, on iki, kırk, yetmiş olarak zikredenler, daha yukarı çıkaranlar da vardır. Ancak mütevatirde asıl herhangi bir kasıt olmadan sayısı belli olmayan kişilerin rivayette ittifak etmeleri ve bu sayının yalan üzere birleşmeleri ihtimaline meydana vermeyecek şekilde olmasıdır. Bu bakımdan sayı üzerinde durmak lüzumsuzdur. Yerine göre üç kişinin ayrı ayrı rivayet ettiğ ibir hadis mütevatir sayılabilir. Yerine göre daha fazla tariktan rivayet edilse bile mütevatir sayılmaz.
Bir haberin mütevatir sayılabilmesi için ikinci şart, haberi nakleden kalabalığın kasıtlı veeya kasıtsız, yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün olmamasıdır. Bir diğer ifadeyle haberi rivayet eden kalabalık denilecek sayıdaki kimselerin bir araya gelerek bir haber uydurarak yaymak konusunda işi ve söz birliği yapmaları aklın kabul edeceği şekilde olmamalıdır. Mesela bir kimsenin rivayet ettiği ihaberi ondan çok uzaklarda olup bir araya gelmeleri mümkün olmayan ve herbiri ayrı yerlerde bulunan kimseler de rivayet etseler, mütevatirin bu şartı gerçekleşmiş olur; çünkü bu kişilerin bu kadar uzak yerlerden gelerek bir araya toplanıp o haberleri uydurdukları akla uygun düşmez.
Mütevatirin bir diğer şartı da haberi nakleden kalabalığın sayısında herhagi bir nesilde eksilme olmamasıdır. Artış olursa elbette daha makbuldür ve haberin doğruluğuna ayn bir delil teşkil eder.
Son olarak bir şart daha vardır ki o da haberin onu nakledenlerin görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledilmesidir. Bu da hayli önemlidir: zira haber görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledildiği takdirde değişmeden rivayet edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)'in mesela abdest alış veya namaz kılış şeklini gören sahabîler onu gördükleri şekilde rivayet etmişlerdir. Bir sözünü işitenler de işittikleri şekilde nakletnıişlerdir. Böyle olunca rivayette tevatir sağlanmıştır. Oysa rivayet görme veya işitmeye değil de mesela akla dayansaydı tevatür hasıl olmazdı.
Bu şartlarla rivayet edilen mütevatir haberin artık yalan olma ihtimali kalmaz. Dolayısiyle inkar edilmesi mümkün olmaz.
Şurûtu’r-Rivâye:
Bk. Rivayet Şartları.
Şurûtu's-Sıhha:
Sıhhat şartları demek olup bir hadisin sahih olması için gerekli şartlardan ibarettir.
Sahih bahsinde kısaca söz konusu edildiği gibi, hadisin sahih olmasına sebep teşkil eden şartlar beş tanedir. Bunlardan ilki ravilerinin adalet vasfına sahip, ezberleme yeteneği tam olan kimseler olmalarıdır. Adalet rivayetin güven vermesi için ravide aranan ilk şarttır. Bundan sonra zabt gelir. Bu da yukarıda da kısaca söz konusu edildiği gibi, işittiği hadisi ezberleyip yeri geldiğinde başkalarına ne fazla ne eksik rivayet edilen yeteneğidir. Adalet vasfı olduğu halde zabt özelliği olmayan ravi zayıf addedilir; hadisi, en azından, zayıf duruma düşer.
Hadiste aranan ikinci sıhhat şartı, isnadının muttasıl olması yani son ravisinden sahabîye kadar uzanan rivayet zincirinin kopuksuz oluşudur. İsnadın muttasıl olması ancak birbirlerinden rivayetleri bilinen ravilerden meydana gelmesiyle hasıl olur. Birbirlerinden rivayette bulundukları bilinmeyen ravilerin oluşturduğu isnad muttasıl sayılmaz.
Sıhhat şartlarının bir diğeri de rivayetin şâz olmamasıdır. Şâz bahsinde de değinildiği gibi şâz, güvenilir bir ravinin kendisi gibi güvenilir bir diğer ravinin rivayetine aykın olarak naklettiği hadistir. Buna göre bir başka güvenilir ravinin rivayetine herhangi bir yönden aykın olan hadis sıhhat vasfına sahip değildir.
Hadisin illet denilen gizli bir kusur taşımaması da sıhhat şartlarındandır. Buna göre dışardan fark edilmeyen gizli bir kusur taşıyan hadis de sahih değildir.
Şuyuh Tedlîsi:
Bk. Tedlîs.
Şuzûz:
Bk. Şaz.
T
Ta'âlik:
Bk. Ta'lik.
Ta'anû Fîhi:
Bk. Mat'ûnun Fîhi.
Tabaka:
Bk. Tabakâtu'r-Ruvât.
Tabakât:
Bk. Tabakâtu'r-Ruvât.
Tabakâtu'r-Ruvât:
Tabaka kelimesi sözlükte kapak, bir nesnenin dış tarafını örten örtü manasına gelir. Tabak ya da tabaka şeklinde yüz ya da yirmi yıllık zaman dilimi, kalabalık veya grub manasına kullanılır. Bunun yanısıra üst kat, yüksek rütbe veya dereceye de tabaka denir. Bu manada birbirlerine yakın yaşlarda insan grubuna ve herbir grubun oluşturduğu mertebeye tabaka denilmiştir. Çoğulu tabakât gelir.
Tabakâtu'r-Ruvât, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini rivayet eden sahabeden tutunuz, çok sonraki devirlere kadar geçen zaman içinde yaşamış birbirlerine yakın yaşlarda bulunan ravilerin teşkil ettikleri gruplara denir.
Ravilerin ilk üç tabakasını sırasiyle sahabe, tâbi'în ve tebe'u't-tâbi'în oluşturur. Bunlar da kendi aralarında tabakalara ayrılırlar. Söz gelişi sahabe, ilk müslümanlardan başlamak üzere çeşitli tabakalara ayrılmışlardır. (Bk. Sahabe). el-Hâkim, tabiîleri on beş tabakaya ayırmıştır. (Bk. Tabiîn). Sahabenin tabakalara ayrılışı kronolojik sıra itibariyledir. Tabi'îler ise görüştükleri sahabîler esas alınarak tabakalara ayrılmışlardır. Etbâ'u't-tâbi'în de denilen tebe'u't-tâbi'în den itibaren diğer raviler ise diğer bazı hususlar göz önünde bulundurularak tabakalar ayrılmışlardır.
Sahabe hariç, hadis ravileri umumiyetle altı tabaka kabul edilmişlerdir. Bunlardan birincisi imam ve hafız derecesinde olanlardır. Böyle raviler, kendilerine muhalif rivayette bulunanlara karşı hüccet addelirler. Rivayette tek kalmış olmaları bile makbuldür. Bir diğer ifadeyle tek başlarına rivayet ettikleri hadisler başka tarîklardan gelen rivayetlerle kuvvet kazanmasalar bile makbul sayılırlar. Bu tabaka ravileri gerek hıfz ve zabt yönünden, gerekse ilimde güven itibariyle İslâm ümmetinin kabulüne mazhar olmuşlardır. Böylelerinin rivayetlerini ta'n edecek kusurlar pek bulunmaz.
İkinci tabaka raviler hıfz ve zabt bakımından öncekiler derecesine ulaşamayanlardır. Bunların bazı rivayetleri hatalı olmakla birlikte çoğunlukla sahihtir. Yanıldıkları hadisler de birinci tabakada bulunan ravilerin hadisleri ile tashih edilir. Bu tabakayı oluşturan ravilerin makbul olduklarında alimlerin görüş birliği vardır.
Üçüncü tabaka, yalancılık ve hadis uydurmakla tanınanlardır. Dördüncü tabakayı teşkil edenler ise yalancı olmamakla birlikte rivayetlerinde çokça yanılanlardır. Her iki tabakayı teşkil eden raviler genelde merdud sayılırlar.
Beşinci tabaka raviler, bir rivayette münferid kalıp rivayetleri hiçbir tariktan kuvvet bulmayanlardır. Bunlara mechûl denir. (Bk. Mechûl).
Altıncı tabaka ravilere gelince bunlar, bidat ehli olanlardır. Mubtedî'de denilen bu grup raviler bid'atlarından dolayı küfürle itham edilenler ve bid'atlan küfür derecesine varmayanlar olarak iki kısımdırlar. İlk kısmın rivayetlerini merdûd olduğunda görüş birliği vardır. İkinci kısmı teşkil edenlerin rivayetlerinin kabulü konusunda ise görüş ayrılığı meydana gelmiştir.
Hadis ravileri değişik esaslar dikkate alınarak başka tabakalara da ayrılmışlardır. Bunlar içinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden asırlar itibariyle yapılan tabaka ayırımı en çok tutulan ve sağlam itibar edileni olmuştur.
Ravilerin tabakalara ayrılması, herbirinin yaşadığı devirde görüştükleri ve hadis aldıkları kimselerin tesbiti yönünden büyük önem taşır. En azından metotlu bir ayırım devirler boyu yaşamış ravileri tanımaya yardımcı olur. Bu ise isnadları değerlendirme açısından son derece mühimdir.
Tabâkutu's-Sahâbe:
Bk. Sahabe.
Tâbi':
İzlemek, tabi olmak, peşisıra gitmek manasına “tebi'a” kök fiilinin ismi failidir.
Hadis Usulünde tâbi, i'tibar denilen araştırma sonucu ferd olduğu sanılan hadisi rivayet eden ravinin şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden rivayet edildiği anlaşılan ve onunla aynı manaya gelen hadise denir. Tarifi açmak gerekirse, ferd olduğu sanılan bir hadis gerçekten ferd olup olmadığı anlaşılmak üzere çeşitli hadis kitaplarından araştırılır. Rivayetinde teferrüd ettiği sanılan raviden başka rivayet eden olup olmadığı tetkik edilir.
İ'tibar denilen bu araştırmanın sonunda hadisi tek başına rivayet ettiği sanılan ravinin şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden aynı hadisi bir başka ravinin daha rivayet etmiş olduğu anlaşılırsa bu ikinci hadise diğerinin tabiî adı verilir. Şu hale göre tabi' araştırma sonucu ferd olmadığı anlaşılan hadisle aynı manaya gelen ve i'tibardan önce teferrüd ettiği zannedilen ravinin şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden rivayet edilmiş olan hadistir.
Tabi’î:
Kelime olarak tabi olmak, peşinden gitmek, görüşlerini benimsemek gibi manalar veren “tebi'a” kökünden alınma ismi mensubdur. Çoğulu tabi'în gelir.
Hadis Usulü ilminde tâbi'î, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ashabından herhangi birisi ile görüşüp ondan hadis rivayet edene denilmiştir.
Tâbi'înin genellikle benimsenmiş tarifi bu olmakla birlikte sahabî tarifinde olduğu gibi tabiî tarifinde de bazı farklı görüşler ileri sürenler olmuştur. Nitekim el-Hâkim tabi'îlerin tabakalarından bahsederken “falancaya yetişenler” gibi bir gruplandırma yapmış, ayrıca zaman itibariyle sahabeden sonra en hayırlı neslin onlarla karşılıklı görüşüp konuşanlar olduğunu söylemiştir. 1130el-Hakim'in bu açıklamasından anlaşılmaktadır ki, ona göre ancak sahabîlere mülaki olmakla birlikte onlarla bir arada bulunup sohbet edenler tabiî sayılabilirler.
el-Hatîbu'1-Bağdâdî'ye göre de bir kimsenin tabiî olabilmesi için sadece bir sahabîyle görüşmesi yeterli değildir. Mülakatla beraber sohbet de şarttır. Ancak hadis alimlerinin çoğu bu görüşe katılmamışlardır. Onlara göre bir kimse herhangi bir sahabîyi görmekle tabiî olur. Onunla sohbet etmesi şart değildir. Nitekim el-Irâkî'nin işaret ettiğine göre Müslim ve İbn Hibbân, Enes b. Mâlik'e sadece yetişen ancak ondan hadis rivayet etmeyen el-A’meş'i tabiîler arasında zikretmişlerdir. Aynı şekilde Yahya b. Ebî Kesir Enes'e; Musa b. Ebî A'işe Amr b. Hureys'e sadece mülaki oldukları, onlardan hadis rivayet etmedikleri halde tabiînden sayılmışlardır. 1131
Tâbi'îler muhtelif tabakalara ayrılmışlardır. Sahabeden sonraki bu nesil, İbn Sa'd'a göre dört, Müslim'e göre üç tabakadır. el-Hâkim ise tabiîlerin onbeş tabakaya ayrıldıklarını söylemiş, bazılarına örnek göstermiştir. Ona göre birinci tabakayı, Sa'id İbnu'l-Museyyeb, Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en Nehdî, Kays b. Ubâd, Ebu Sâsân Hudayn İbnu'l-Munzir, Ebu Va'il Şakîk b. Seleme, Ebu Recâ'i'l-Utâridî gibi Aşere-yi Mubeşşere ashabıyla görüşenler oluşturur. İkinci tabakada el-Esvedu'bnu'l-Yezîd, Alkame b. Kays, Mesrûk İbnu'1-Ecdâ', Ebu Seleme b. Abdirrahmân, Harice b. Zeyd gibi tabiîler yer alır. Amir b. Surahîl eş-Şa'bî, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Şureyh İbnu'l-Hâris ve akranları üçüncü tabakadandır. Sonuncu tabakayı Enes b. Mâlik'e yetişen Basralı, Abdullah b. Ebî Evfâ'ye mülaki olan Kufeli, es-Sâ'ib b. Yezîd'le görüşen Medîneli, Abdullah İbnu'l-Hâris'e yetişen Mısırlı ve Ebu Umâme el-Bâhilî ile görüşen Şamlı tabiîler teşkil ederler. 1132
Tâbi'îlerin İslam Dininin öğrenilip öğretilmesinde önemli yeri vardır. Bilhassa sahabeden Hz. Peygamber (s.a.s)'in tebligatı ile hayatını ilgilendiren bilgileri devşirmek konusunda benzersiz gayretleri, misli görülmemiş hizmetleri olmuştur. Sahabeden hadis rivayet etmede olağanüstü gayret göstermişlerdir. Faziletleri Kur'ân-ı Kerim ayeti ve hadislerle sabittir. Sahabenin faziletine delalet eden ayetlerin birinden onlara da işaret buyurulmuştur:
“(İslam'da) birinci dereceyi kazanan muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelillikle tabi olanlar.. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. (Allah) onlar için içinde ebedî kalıcılar olmak üzere altlarında ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük saadettir.” 1133
Bu ayeti kerimedeki “muhacirler ile Ensar'a güzellikle uyanlar”dan maksat, Allah bilir, tabiîlerdir. Bir hadiste de Hz. Peygamber, insanların en hayırlısının kendi devrinde yaşayan sahabe, daha sonra ise sahabeyi takip eden nesil olduğunu açıklamıştır. Cenâb-ı Hakk’ın “Allah onlardan razı olmuştur” buyurarak öğdüğü, Hz. Peygamber'in ikinci hayırlı nesil olarak nitelediği insanların faziletli insanlar olduklarına şüphe yoktur. Kaldı ki tabiîler, hayırlı bir nesil olduklarını İslam Dini'ne ve ilme hizmetleriyle ortaya koymuşlardır. Bir kere Hz. Peygamber (s.a.s)in ebedî hayata göç etmesinden sonra İslâm ülkelerinin fetihlerle genişlemeye başlaması üzerine Medine'den çıkarak başka yerlere yerleşen sahabîlerle görüşmüşler, onların Hz. Peygamber'den öğrendiklerini rivayet etmişlerdir. Bir sahabîyi görmek, bir hadisi rivayet etmek, hatta tek bir hadisin doğru olup olmadığını anlamak yolunda çetin yolculuklar yapmışlardır. Sahabeden öğrendikleri hadisleri aralarında müzakere ederek yayılmasını sağladıkları gibi kendilerinden sonraki nesle aktarmak suretiyle ilmin kaybolmasına mani olmuşlardır. Bunun yanısıra rivayet edilen hadisleri toplayıp tertipli hale koyanlar da onlardır. Tedvin denilen bu faaliyetin hadis tarihindeki yeri dikkate alınınca tabiîlerin hadise hizmetleri bir başka açıdan daha ortaya konulmuş olur.
Tabiilerin Hadis İlmine hizmetleri bununla da kalmamıştır. Siyasî çalkantılar sonucu hadis uydurulmaya başlanması üzerine başta isnad olmak üzere bazı rivayet kaideleri konulmuştur. Böylece hadislerin kaybolması önlenmiş, sahih olanları rivayet ederek yaymak konusunda esaslar geliştirilmeye başlanmıştır.
Sahabîlerle görüşen bir nesil de muhadramûndur. Bunlar Hz. Peygamber hayatta iken yaşadıkları halde onu görmek şerefine ulaşamadıklarından sahabî sayılmayan, buna karşılık tabiîlerden ayn görülenlerdir. (Bk. Muhadram).
Tabi'ûn:
Bk. Tabi'î.
Tadbîb:
Pek çok benzeri gibi tef’il ölçüsünde mastar olan tadbîb sözlükte bir nesne üzerini kaplayıp bütününü ihtiva etmek, çocuğa “dabbe” denilen bir çeşit helvadan ibaret mama yedirmek, kapıya kol demiri koymak gibi manalara gelir. 1134
Hadis terimi olarak tadbîb -ki temrîz de denir- hadis yazarken rivayet edilmesi gereken hususlardan biridir ve nakil yönünden sahih, ancak lafız ya da mana itibariyle bozuk yahut zayıf, ya da bir veya birkaç kelimesi noksan, ya da Arapça kaidelerine aykırı, yahutta musahhaf veya muharref olarak varid olmuş ibarelerin işaretlenmesine denir. Böyle bozuk ibareler yazılırken oldukları gibi bırakılır. Doğrusu sayfanın kenarına yazılır. Yanlış olarak rivayet edilen kelime veya kelimeler üzerine başı badem şeklinde “sad” harfine benzeyen bir işaret konularak tadbîbin bittiği yere kadar uzatılır. - gibi. Dabbe denilen bu işaret altındaki kelime veya kelimelerin rivayet itibariyle sahih olmakla birlikte lafız ya da mana yönünden bozuk olduklarını gösterir. Kısacası, tadbîb edilen yerin hatalı olduğunu ifade eder.
Tadbibin bir taraftan rivayetin değiştirilmesini önlemek, diğer taraftan ilerde o kitabı okuyan birine metnin doğrusunu araştırma fırsatı vermek gibi faydaları vardır. Bunun gibi her önüne gelenin metni değiştirmesi zararının önüne geçmek faydası da önemlidir. Şurası muhakkak ki, metne müdahale kapısı bir kere açılırsa ehil olmayan herkesin hadise müdahele etmesine yol verilmiş olur. Bunun ise doğruyu yanlışa, halk deyimiyle, hadisi kuşa çevireceğine şüphe yoktur.
Hadis yazanlar, tadbîb çizgisinin metin içindeki kelimelere temas etmemesine fazlaca itina etmişlerdir. Gerçekten bu çizgi ibareye değerse darb alametini andırır, oysa darb, aslında doğru olduğu halde hadis yazanın yaptığı yanlışı işaretlemekten ibarettir. Tadbîb ise ondan farklıdır. Tabiatiyle bu farkı belirtmek, daha doğrusu birinin işaretini diğerini andıracak şekilde yapmamak gerekir. 1135
Yukarıda kısaca değinildiği gibi tadbîbe temrîz de denir. Temrîz, hasta etmek manasına geldiği gibi hastaya bakmak, hastalığı tedavi etmek manasına da gelir. Hadis metinlerinde yanlış varid olan ibareleri işaretleme işllemine temrîz adını verenler sanki hadis yazanın rivayet yönünden sahih ancak arapça kaideleri açısından bozuk ibareye dikkat çektiğini, onu düzeltmek için gayret gösterdiğini ima etmiş, başkalarının belki de doğrusuna vakıf olabileceklerine işaret etmiş gibi olurlar.
Ta'dîl:
“Doğrultmak, düzeltmek, adaletle hükmetmek” gibi manalara gelen “adele” kök fiilinden tef’il babında mastar olup hadis usulünde ravinin adaletli olduğuna hükmetmeye denir. Ravinin adalet sahibi olduğu hükmünü verene ise mu'addil denilmiştir.
Yeri geldiğinde değişik başlıklar altında da değinildiği gibi, bir hadisin sıhhati ilkin ravisinden belli olur. Öteki deyişiyle hadisin sahih, zayıf veya uydurma olduğu ilkin ravisinden belli olur. Ravi adaletli ise hadisi, başka kusur taşımadığı takdirde, ilk bakışta sahih kabul edilir. Bu bakımdan hadisler hakkında verilen sıhhat hükmü önce ravisinin adaletli olduğunun tesbit edilmesine bağlıdır, bu ise cerh ve ta'dil sayesinde olur.
Kaide olarak cerhte sebep söylenmesi şart olduğu halde ta'dilde şart değildir. Şu hale göre ravinin cerh edilmesine sebep olan hali açıklanmadıkça cerh makbul sayılmazsa da adalet sahibi olduğuna hükmetmek için sebep göstermeye gerek yoktur. Söz gelimi yalancılıkla cerhedilen ravinin yalancı olduğunun söylenmesi gerekir. Oysa adaletine hükmedilen ravinin mesela yalan söylemediği için ta'dil edildiğinin açıklanması icap etmez.
Bazı alimlere göre ravinin müslüman olması ta'dil için yeterlidir. Ancak pek çok hadis alimi bunu kabul etmemiştir.
Cerhte olduğu gibi ta'dilde de bazı lafızlar kullanılmıştır. Bunlara ta'dil lafızları denir.
Ta'dîl Gayru Sarîh:
Açık olmayan ta'dil demek olup bir ravinin, kendisinden sika bir ravinin rivayette bulunması veya bir alimin rivayet ettiği hadisle amel etmesi gibi durumlar -da adaletli kabul edilmesine denir. Haliyle cerh ve ta'dil alimleri tarafından açık lafızlarla ta'dilden farklı olduğundan birçok alimce makbul karşılanmamıştır.
Ta'dil Lafızları:
Ravilerin ta'dilinde yani adaletli olduklarına hükmetmekte kullanılan lafızlardır.
Cerh ve ta'dil alimleri herhangi bir ravinin, rivayetlerinin makbul addedilebilme-si için gerekli adalet vasfına sahip olduğuna hükmederlerken bazı lafızlar kullanmışlardır. Bu lafızlar İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dört mertebededir. ez-Zehebî bunlara bir mertebe ekleyerek beşe çıkarmış, İbn Hacer de hepsine bir mertebe daha ekleyerek altı mertebeye ayırmıştır. Buna göre İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde ilk mertebede yer alan ta'dil lafızları ez-Zehebi'nin tertibinde ikinci, İbn Hacer'in tertibine göre ise üçüncü mertebededir. Bu mertebelerin herbirinde yer alan ta'dil lafızları ayrıdır. Öyle olunca her ta'dil lafzı aynı zamanda ravinin güvenilir oluşunun derecesini de gösterir.
Ta'dil lafızlarının en üst mertebede olanları ta'dilde aşırılığa delalet edenlerdir. Bunlar ismi tafdîl sîgasıyla gelirler. Evsaku'n-nâs, esbetu'n-nâs gibi İkinci mertebede bulunan ta'dil lafızları, ilk mertebede yer alanlar kadar olmamakla birlikte ravinin üst seviyede adaletli olduğunu gösterenlerdir. İleyhi'l-Muntehâ fi't-tesebhut, lâ ahade esbetu minhu gibi lafızlar bu mertebededirler.
İbn Ebî Hâtim'in tertibinde ilk sırayı alan, ez-Zehebî ve el-Irâkî'ye göre ikinci, İbn Hacer'e göre ise üçüncü mertebe ta'dil lafızları fazlaca güvenilen raviler hakkında kullanılanlardır. Sikatun, mutkinun, hüccetun, sebtun gibi. Bu lafızlardan ikisi bir arada kullanılırsa ta'dilin ikinci mertebesine delâlet ederler. Sebtun -hüccetun, sikatun-mutkinun, sikatun-sikatun gibi.
Ta'dilin dördüncü mertebesinde yer alan lafızlar sadûkun, mahalluhu's-sıdku, leyse bîhî bes'un gibileridir. İbn Ebî Hatim, kendi tasnifine göre ikinci mertebede yer alan bu lafızlardan birisiyle adaletine hükmedilen ravinin hadislerinin yazılabileceğini, ancak gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiştir. 1136İbnu's-Salâh'a göre bu lafızlar ravinin zabt derecesini göstermezler. Bu bakımdan rivayetleri ancak zabt sahibi olarak bilinen ravilerin rivayetlerine uygunluğu ölçüsünde muteberdir. 1137
İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde üçüncü derecede bulunan beşinci mertebe ta'dil lafızlarından birisiyle adaletine hükmedilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir. Ancak mertebe itibariyle diğerlerinden aşağıdır. Şeyhun vasatun, Ceyyidu'l-hadîs, ile's-Sıdki mâ huve ta'dil lafızları bu mertebede yer alanlardan birkaçıdır.
Altıncı mertebe ta'dil lafızlarına gelince bunlar, sâlihu'l-hadîs, makbulün, suveylih gibi tadilin zayıfına delalet edenlerdir.
Hatta bazı cerh ve ta'dil alimleri bu mertebede yer alan lafızların ta'dil değil cerh'in en hafifini gösterdiği görüşündedirler.
Ta'dîl Mertebeleri:
Ta'dilin değişik mertebelerine denilmiştir.
Cerh ve ta'dil alimleri, hadis ravilerinin taşıdıkları adalet ve zabt sıfatlarını göz önünde tutarak değişik mertebelerde adaletli olduklarına hükmetmişler ve her mertebede ta'dile delalet eden değişik lafızlar kullanmışlardır, Bunlara ta'dil lafızları adı verilmiştir. (Bk. Ta'dil lafızları).
Tahammul:
Bk. Tahammulu'1-Hadîs.
Tahammulu'l-Hadîs:
Taşımak anlamına gelen “hamele” kök fiilinden tefa'ul ölçüsünde masdar olan tahammül, esas itibariyle yüklenmek demektir. Terkip olarak tahamulu'l-hadîs, hadis almak demektir ve tamamen rivayet karşılığıdır. Talebenin şeyh adı verilen hadisciden rivayet etmeye hak ve yetkisi bulunan hadisleri çeşitli yollarla almasına denir. Tahammulu'1-ilm terimi de aynı manayadır.
Umumiyetle meclis denilen oturumlarda imla suretiyle yazdırarak veya hususi meclislerde müracaat edenlere yazdırmak yahutta diğer bazı yöntemlerle hadis rivayetine başlama yaşı önemli görülmüş, bu konuda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Ancak yaşın önemli olmadığı açıktır. Bu konuda temyiz kabiliyetine erişen çocuğun hadis rivayetine başlayabileceği esas itibariyle kabul edilmiştir. (Bk. Semâ'u's-sağir).
Hadis tahammülünün çeşitli metotları vardır. Bunlar semâ, arz (veya kırâ'a ale'ş-şeyh), İcâze, munâvele, mukâtebe (veya kitabe) İ'lâmu'ş-şeyh, vasiyye ve vicâde olmak üzere yedi tanedir. Her biri ile ilgili hususlarda kendi başlıklarında yeterli bilgi verilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |