Yusuf un haline bakan odadakiler, koca Kırkpınar başpehlivanının düştüğü hali görerek manâlı manâlı tebessüm ediyorlardı. Gülçehre, geldiği gibi bir ceylan sekmesinde odadan ayrıldı da Yusuf da daha fazla mahcubiyet ateşlerinde yanmaktan kurtuldu.
İki Deliormanlı biraraya gelince ne konuşabilirdi ki? Tabii ki güreş. Ya ikiden fazla Deliormanlı biraraya gelirse ne yaparlar? Güreş diye nefes alırlar ve güreş diye nefes verirlerdi. Kız istemeye gelenler de, güreşten bahsederken kız istemeyi falan unuttular. Heyecandan durduğu yerde dokuz doğuran Yusuf, en sonunda ağabeyi Hasan'a durumu çıtlattı, o da amcası Koca Hüseyin Ağa'ya hatırlatmada bulundu ve Koca Hüseyin Ağa, kocaman bir top gibi patladı:
234
GÜLÇEHRE'YE KAVUŞMA
"Te be Salih Ağa. Çok uyarak adamsın ha. Güleş muhabbeti açarak, buraya niçin geldiğimizi unutturdun?"
Salih Ağa, güldü:
"A be Hüseyin Ağa. Buraya güleşten bahsedip kahve içmeye gelmediniz mi? Demek başka maksadınız da vardı
ha?"
"Olmaz olur mu bre? Allah'ın emri Peygamberin kav-liyle kızınız Gülçehre'yi oğlumuz Yusuf a isteriz."
Salih Ağa, şaşırmış göründü:
"Kızım Gühçehre'yi Kırkpmar birincisi Yusuf a istersiniz üle mi?"
Koca Hüseyin Ağa, Aliço'dan başpehlivanlığı almış birine kız istemenin verdiği iftihar hisleriyle ağzı kulaklarına
vararak konuştu:
"Evet bre Salih Ağa. Şu gördüğün yiğit pehlivana isteriz."
Salih Ağa, hemen cevar vermedi, epey düşündükten
sonra konuştu:
"Bak Koca Hüseyin Ağa, sana, ailene ve Yusuf a saygım ve sevgim büyüktür. Yusuf un insanlığından, mertliğinden ve yiğitliğinden şüphem yok. Aliço'dan Kırkpmar başpehlivanlığını alarak biz Deliormanlılara öyle anlamlı bir hatıra bıraktı ki, ömrümüzce çalışsak karşılığını ödeye- % meyiz. Yusuf a bütün malımı, mülkümü, hatta istesin canımı da veririm. Ama kızım Gülçehre'yi veremem."
Salih Ağa'ran son sözleri misafir odasına bir gülle gibi düştü, söz sahibi hariç herkes şaşkınlık içindeydi. Yusuf, kafasına balyoz ile vurulmuş gibiydi. Duyduklarına ina-namıyordu. Aliço'dan başpehlivanlığı almış kendisine Gülçehre verilmiyordu ha. Böyle bir şey mümkün müydü? Hangi hayallerle gelmiş, hiç beklemediği bir durumla karşılaşmıştı. Ağlamaklı gözlerle amcası Koca Hüseyin'e baktı. Yaralı bir aslan gibi kıvranan yeğenini gören Koca Hüseyin hemen harekete geçti:
KOCA YUSUF
"Te be Salih Ağa sen şaka mı yaparsın, Şaka yapıyorsan bilesin ki çok soğuk bir şaka. Yeğenim Yusuf, böyle şakaları kaldıracak halde değildir. Kızınıza sevdalıdır. Bildiğimiz kadar da kızınız da Yusuf a sevdalıdır. Yusuf a malımı ve canımı veririm ama kızımı veremem dersin. Doğru mu anladık bre."
"Doğru anlamışsın Hüseyin Ağam. Yusuf, pehlivan kişidir. Pehlivanın yeri yurdu belli değildir, nerede akşam orada sabah diyerek hayat sürer. Benim ağabeyim de pehlivandı, yengem onun dönüşünü beklerken hastalıklara duçar oldu. Aynı sıkıntıyı kızımın çekmesini istemem. Yine üzerine basa basa sülerim, benim Aliço'dan başpehlivanlığı alan Yusuf dahi olsa pehlivana verecek kızım yok. Ama kızım, beni dinlemeden giderse ona da bir şey diyemem, o zaman da Gülçehre diye bir kızım olmaz."
Salih Ağa'nm bu sözleri karş-ısmda Yusuf ayağa fırladı, kimsenin bir şey demesine meydan bırakmadan fırladı, kapıyı açtı koşarak çıkıp gitti. Herkes donup kalmıştı.
"Vurun, pelvan kimmiş gösterin ona."
Hem koşuyor hem de gülerek "Vurun, vurun da akılsız başıma biraz akıl girsin" diyor, o unutulmaz akşamdan şimdiye yaşadıkları bir bir aklından geçiyordu. Salih Ağa'nm pehlivana verecek kızım yok sözü üzerine, ne yaptığını bilmeden fırlamış, Deliorman'ın, engin ağaç denizinin derinliklerine dalmış, ne yaptığını bilmeden üç gün deli gibi dolaşmıştı. En sonunda, Filiz Nurullah'ın aklına, onu, Gülçehre ve boğa ile karşılaştıkları yerde aramak aklına gelmişti. Hakikaten de Yusuf u saç sakal birbirine karışmış vaziyette orada bulmuşlardı. Bulunduğunda Yusuf un aklı başında değildi. Oraya nasıl geldiğini, üç gün boyunca neler yaptığını hatırlamıyordu.
236
GÜLÇEHRE'YE KAVUŞMA
Sonra bizzat Salih Ağa defalarca ağlaya ağlaya anlatmış ve Yusuf a, "Yusuf um, evladım, kızım Gülçehre'yi istemen benim için en büyük şereftir. Bilmez misin ki Deliorman'da adettir, kızı ilk isteyişte vermezler. Biz de amcan ile anlaştık, hem bir adeti yaşatalım hem de sana ufak bir şaka yapalım dedik. Keşke demez olsaydık. Hakkını helal et, beni babalığa, kızım Gülçehre'yi de bir ömür boyu yoldaşlığa kabul et" demişti.
Bundan sonra, hadiseler çok çabuk gelişmişti. Söz, nişan ve düğün arka arkaya gelmişti. Üç gün üç gece düğün yapılmış, bütün Deliorman, düğüne gelmiş, atlar yarışmış, pehlivanlar güreşmiş, fakir fukara giydirilmiş, garipler sevindirilmiş ve binbir rica sonrası damat Yusuf da bir gösteri güreşi yapmaya ikna edilmişti.
İşte şimdi, perşembeyi cumaya bağlayan gece, "Vurun, pelvanlık nasılmış gösterin" sesleri arasında koşuyordu, eve, Gülçehre'ye doğru. Yatsı namazını kılıp cami kapısından adımını dışarı attığı anda ilk zorlu yumruk gelmiş ve Yusuf koşmaya başlamıştı, tabii ki peşindeki delikanlılar da.
Delikanlılar, Kırkpmar başpehlivan birincisi falan dinlemiyorlardı, yetiştikleri yerde yumruğu sırtına yapıştırıyorlardı. Yusuf, yediği bilmem kaçıncı yumruktan sonra, eve geldi, ayakkabıları falan çıkarmadan eve daldı, arkasından da delikanlılar. O telaşla, Gühçehre'nin bulunduğu odayı bulamadı, ama yumruklar onu buldu ve koca ana diye bildiği yengesinin işaret etmesiyle kendini mecalsiz bir halde Gülçehre'nin bulunduğu odaya attı.
Odaya girmesiyle birlikte tangırtı tungurtu içinde uçması bir oldu. Hem de ne uçma! Ve nereye? Yusuf, uçtu uçtu ve büyük bir gürültüyle yuvarlandı. Konduğu yerde bir renk cümbüşü vardı. Bir gülme sesi duydu. Başını kaldırdı. Düştüğü yer, allara bürünmüş Gülçehre'nin ayak ucuydu. .'•¦.;¦¦ ¦ «iv
237
II
fil
KOCA YUSUF
Hakikaten de gülünecek haldeydi. Gel sen, koca Aliço pehlivanla altı saat boğuş, onun tarafından Kırkpınar başpehlivanı ilân edil, sonra da, gerdek odasının kapısına gerilmiş incecik bir ipliğe takıl ve boylu boyuna yere uzan. Onu kıyasıya kovalayan delikanlılar, düştüğünü görmüşler miydi acaba? Gerçi arkasından kapı hemen kapanmıştı ama içerdeki yenge hanım da, onun girişinden sonra odayı terk etmişti; düştüğünü görmüştü. Acaba nasıl düştüğünü güle güle anlatır mıydı?
Olan olmuştu. Yusuf, düşmesiyle içindeki sular ve buğdaylar sağ sola dağılmış tabakları bir kenara koydu. Su iyi geçime, buğday berekete işaretti. Bu düşüşten sonra pehlivanca doğrulmaya karar verdi.
Başı ve yüzü al bir örtüyle kapalı Gülçehre'si karşısındaydı. Acaba, karşısında mıydı? Ya Gülçehre'yi istemeye gittiklerinde olduğu gibi yeni bir şaka yaparlarsa ne yapardı? Yusuf, o şakadan sonra o kadar yılmıştı ki, eliyle tutmadan, gözüyle görmeden Gülçehre'ye kavuştum diyemeyecekti.
Yusuf, gönül sultanına seslendi:
"Gülçehre'm, gönlümün sultanı. Sana kavuştuğuma inanamıyorum. Eğer alyazmanın altındaki sensen ne olur cevap ver. Beni daha fazla merakta koma, dayanacak halim kalmadı. Yiğit düştüğü yerden kalkarmış, biz de müsaade edersen düştüğümüz yerden kalkalım. Düştüğümüzde üzüldük, ancak düştüğümüz yerin senin ayakların dibi olunca sevindik, şeref bildik. En kıymetli hazinem, en kıymetli varlığım Sultan Abdülaziz yadigârı, hediyesi şu Aziziye Nişanı'dır. Bu nişan, kara sevdamın nişanı olsun, he de, hasretimi bir nebze olsun dindirecek sesini duyayım."
Gülçehre'den ses gelmedi.
"Peki, benim için en değerli hediye buydu. Bakalım, başka ne olabilir. Şu beşibiryerde altın. Kırkpınar'da başpehlivanlık ödülüm. Aziziye Nişam'nm yanında bunu da vereyim. He dedin mi, bizim için ilk sözün nedir?"
GÜLÇEHRE'YE KAVUŞMA
"He dedim, hediyen emanetindir, canımdan özge bilirim. Bizim için, geleceğimiz için ilk sözüm, yüce Mevlam, evliliğimizi ebedi seadetimize vesile eylesin."
"Amin Gülçehre'm amin. Bu gecede ancak böyle dua edilir. Sesini duydum bir de gül çehreni, gül yüzünü göre-
bilsem."
"Yüzümü görmenin bedeli, yüzümü örten al yazmanın
mânâsını bilmektir."
Yusuf, şaşırdı, bu Gülçehre ne çetin bir gelin, ulaşılması, kavuşulması, gönlü alınması ne zor bir hedefmiş:
"Te be Gülçehre'm. Huzurunda olmakla zaten aklım başımdan gitmiş. Şimdi böyle bir sualin altından nasıl kalkarım, ama kalkmalıyım. Al yazma... al yazma... ve al bayrak... Tamam, buldum gibi. Al bayrak, şehitlerin kanlarıyla kazanılmış hürriyetimize, şehitlerin kanına işaret ettiği gibi, al yazma da, gelin olan kızm iffetine, namusuna, kendisini ailesi, evlatları için feda etmesine, şehitliğin nişanesi olan kırmızı güle işaret eder. Doğru mânâlandırabildim
mi Gülçehre'm?"
Yusuf, Gülçehre'ye baktı, cevap bekledi, cevap yoktu. Yusuf, bir gül yüzlünün gönlünü kazanamamanın üzüntüsüne düşerken, bir elin al yazmayı yavaş yavaş kaldırdığını, uğruna her şeyini fedaya hazır olduğu ay yüzün, ay doğar gibi meydana çıktığını, iki kara gözün kendine gü-lümsediğini, gülümsedikçe, gül yüzde nice güller açtığını
gördü.
Gördüğü, onun daha önce gördüğü gül çehre değildi, bu gülçehre, sanki Cennetten gelmiş bir huriydi. Gülçehre'si, zaten dünyalar güzeliydi. Ama nikah, sevdiğine kavuşma, Gülçehre'yi güzeller güzeli yapmıştı.
Gülçehre'nin yüzü alyazmayla örtülüyken, rahatça konuşan Yusuf un, alyazmanın gülyüzden kalkmasıyla dili tutulmuştu. Konuşamadı, bir şey diyemedi, yalnızca, Gül-çehre'nin gül yüzüne, kelebeğe dokunur gibi parmak ucuyla dokundu, hemen leğen ve ibriği aldı, Gülçehre'nin
¦V' v' " ' : >¦¦'-'•¦ ¦'-¦ 239 :¦¦". . ¦;':; ,:.:'¦ ; ,. /
KOCA YUSUF
itiraz etmesine meydan bırakmadan ayaklarını yıkadı, sevdiceğinin ayaklarından dökülerek leğende toplanan suyu, gerdek odasının dört bir yanma saçtı. Geçimleri su gibi aksın, kayınanasının ve babasın en kıymetli emaneti gelinin kıymeti bilinsin, ailesinden ayrılması sebebiyle mahzun olan gönlü kırılmasın diye. Yusuf, sonra, seccadeyi bulup namaza durdu.
"İsmin Koca Yusuf Olsun"
Yusuf, rüyada gibiydi. 1876 yılından bugüne, 1884'e geçen günlerde yaşadıklarından sonra şimdi içinde bulunduğu hale inanamıyordu. Bulgar isyanı, hemen arkasmdan gelen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi, bu harbin Rumeli'de hâlâ bütün şiddetiyle devam eden ve Yusuf u yakan acıları. Bu acılardan sonra gelen Gülçehreli bir dünya. Bulutlar üzerinde gibiydi. Bütün dünyası, gecesi, gündüzü Gülçehre ile doluydu.
Karasevdalım, ondan başka güzel tanımam dediği güreş aklına bile gelmiyordu. Düğün olalı bir hafta olmuş, Deliorman yöresinde bahar tam manâsıyla dellenmişti. Kurttan kuşa ve insana bütün canlılar, baharın bu dayanılmaz davetine uymuşlar, evlerinden, barınaklarından çıkıp kırlara dökülmüşlerdi. Yusuf da bu davete uyanlardandı. Evlerinin çok geniş olan bahçesinin ağır kış şartlarında yerinden çıkmış çitini tamir etmekle meşguldü, Filiz Nu-rullah da ona yardım ediyor, iki eski arkadaş tatlı tatlı muhabbet ediyorlardı. Boğazına çok düşkün olan Filiz Nurul-lah, her zamanki gibi, sabahki tarhana çorbasının tadı damağında, Yusuf Ağa'sına takılıyordu:
"Te be Yusuf Aga'm. Gülçehre ablama kavuştun, güleşi unuttun. Yoksa güleşi bıraktın mı?"
Başkasının takılmalarına çok çabuk kızan Yusuf, ne hikmetse Filiz Nurullah'ın takılmalarına kızmıyor, onunla şa-kalaşıyordu: .,...¦
KOCA YUSUF
"Eee Filiz'im. Gül çehreli güzeli gördükten sonra yağlı güzeli unuttuk. Yeter senelerdir çimen yolduğumuz, ensemizin el enselerle kızarması, gözümün kaçan yağlarla yanması."
Bu sırada Yusuf an annesi seslendi:
"Yusuf, evladım, harem kapısına bak, gelen var."
Yusuf ve Filiz merakla harem kapısına ilerlediler. Gelenler, komşu Erikli Köyü'nden Hasan Ağa ve oğlu Mehmet'ti. Yusuf, Hasan Ağa'yı güreşe olan aşırı düşkünlüğüyle hatırlıyordu. Yusufun hiçbir güreşini kaçırmaz, Kırkpmar güreşlerine mutlaka girmeye çalışırdı. Selamlaş-tılar, Yusuf, misafirleri evin önündeki çardağa götürdü. Ayranlar geldi, hal hatır sormadan sonra Hasan Ağa, oğlu Mehmet'e döndü:
"Mehmet, evladım, öp bakalım ustan Kırkpınar başpehlivanı Yusuf Pehlivan'm elini."
Mehmet, hemen yerinden fırladı, Yusufun mani olmasına imkân bırakmadan elini öptü. Yusuf şaşırmıştı:
Hasan Ağa, mahcuptu, boyun büktü, isteğinin kabul edilmesi için her türlü fedakarlığa hazır, en büyük dileğini söylemeye cesaret edemez hallerdeydi:
"Yusuf, yiğidim. Dünyada en büyük dileğim, Mehmet'imin sana çırak olması. Bunun için ne dersen yapmaya hazırız. Oğlum buralardaki güleşlerde büyükortada birinci oldu. Yaşı da on yedi..."
Hasan Ağa'nın boyun bükmüş haline gören Yusufun yüreği cız etti. Kendisinin güreşe başladığı ilk günlerini, güreşe olan kara sevda derecesindeki sevgisini hatırladı. Her Deliormanlı baba gibi Hasan Ağa da oğlunun pehlivan olmasını, ermeydanlarından ses getirmesini istiyordu. Yusuf, şöyle bir Mehmet'e baktı, Mehmet, sarışın, ufak tefek ama cin gibi bir çocuktu. Elinden gelse, Yusuf Ağa'sma pehlivanlık cevherini yakından gösterecekti. Yusuf da, yanma bir çırak almak istiyordu, ustası Pomak Osman ihti-yarlamışn, kendisine can yoldaşı olacak bir çırağa ihtiyacı
i
"İSMİN KOCA YUSUF OLSUN"
vardı. Ancak, baba oğulun şevkini pek kırmak istemese de, Mehmet'i gözü pek tutmamıştı:
"Hasan Ağa'm. Buralarda orta boyda güreşiyor dersin ama Mehmet, pek ufak tefek. Pehlivanlıkta, boy pos kilo lazım. Gerçi Arnavutoğlu, Yörük Ali gibi ufak tefek pehlivanlar da başarılı olmuşlar ama, onlar yüz yılda bir gelen pehlivanlar. Kusura bakma."
Yusufun, sözleri, baba oğulu domdom kurşunu yemiş gibi vurmuştu, Hasan Ağa pes etmedi, dokunsalar ağala-
yacaktı:
"Te be Yusuf niçin üle sülersin? Mehmet'in ufaklığına bakma. Cazgırlar hep 'Şahin de ufaktır ama gökten indirir turnayı' demezler mi?"
Baba oğul, ağlamaklı bir yüzle Yusuf a bakıyorlardı, hakimin dudakları arasından idam fermanını bekleyen mahkumlar gibi. Onların halini ancak Deliormanlılar anlayabilirdi. Yusuf da baba oğulun içinde bulunduğu halin biraz olsun farkındaydı, ama ona göre bu iş hatırla gönülle olmazdı. Yusuf a göre Osmanlı diyarında pehlivanlık, kurallarına, geleneğine en fazla hassasiyet gösterilmesi gereken, alperenler yadigârı bir gönül ve yürek işiydi. Son sözünü
söyledi:
"Kusura kalma Hasan Ağa, bu iş hatır gönül işiyle olmaz. Bizim işimiz, koca Osmanlı'nın dört bir yanına uzanır, çok zorludur."
Yusufun son sözleri üzerine Hasan Ağa, o kadar zorlamasına rağmen gözyaşlarına engel olamadı. Yusuf da üzgündü ama, doğru bildiğini yaptığına inanıyordu. Bu sırada hiç beklemedikleri bir şey oldu. Yusufun ufak tefek dediği küçük Mehmet, bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da Yusuf u kolundan çekiyordu. Küçük Mehmet'in sözleri hiç küçük değildi, dağları yerinden oynatır kuvvetteydi:
"Sen nasıl pelvansm ba. Bir de pelvanım diye geçinirsin? Pelvan kişi, görünüşe, boya posa bakarak hüküm verir mi? Hem kendin Yörük Ali de ufak tefekti dersin hem
'¦'¦¦¦:':' ' ; ¦' '-x.':.',":" 243 ,:. ¦•¦ ¦..¦¦ ¦,¦•¦,¦¦¦;¦ .¦ ¦¦•
KOCA YUSUF
ı."
ı,
beni küçük görürsün. Yakıştıradım sana. Boyuma, poşuma bakarak pelvanlığım hakkında nasıl karar verirsin? Benimle güleş tutmadan, güleşimi seyretmeden pelvanlığımı nasıl ölçtün? Evliya mısın? Yüreğin yetiyorsa gel de güle-şelim!"
Yusuf, Mehmet'in sözleri karşısında donup kaldı. Haklıydı Mehmet, hem de bütün söylediklerinde. Böyle bir hataya, nasıl düşmüştü, Yusuf un aklı almıyordu. Demek ki Kırkpmar'da birinci olmak, onu daha alçak gönüllü yapacak yerde kibirlenmesine sebep olmuştu. Bu düşünceler içindeki Yusuf, anlatılmayacak kadar utandı ve pişmanlık hissetti. Mehmet'i omuzlarından tuttu.
Mehmet'in sözleriyle şaşıran baba telaşlandı:
"Yusuf, Mehmet'in kusuruna bakma. Güleşe kara sevdalıdır. Çok üzüldüğü için büle konuştu. Yoksa, sana saygısızlık yapmak istemedi."
Yusuf, acı acı gülümsedi:
"Te be asıl siz kusura bakmayın, hakkınızı helal edin. Saygısızlığı Mehmet değil ben yaptım. İnsana değer vermedim; iki gönlün kırılmasına sebep oldum. Mehmet çok doğru söyledi, bana hayatımın en ibretli dersini verdi. Mehmet'i çok sevdim, pelvanlığmdan önce onu, cesareti, doğru sözlülüğü, yiğitliği sebebiyle bir kardeş olarak kabul ettim."
Yusuf, "Hay bre Mehmet'im yüce Mevlam senden razı olsun. Beni, insanı helake götüren kendini beğenme, kibir hastalığının içine batmaktan kurtardım. Bu hastalığa bulaştık ama, hiç olmazsa iyice batmadık, sayende kusurumuzu gördük. İnşallah tamamen kurtuluruz. Tamam bre seninle güleşiyorum, yalnız senden bir ricam var, ne olur, sana büle davrandığım için kızgınlıkla beni sakatlama. Gel seni şule sağlamca bir kucaklayayım" diyerek hüngür hüngür ağlayan Mehmet'i, hiç Kırkpmar başpehlivanı ağlar mı diye düşünmeden, gözyaşlarını saklama ihtiyacını hissetmeden, asıl pehlivanlar ağlamalı diye düşünerek ku-
244
"İSMİN KOCA YUSUF OLSUN"
cakladı. Yiğit evladın yavru bir kuş gibi inip kalkan göğsünü, o göğsün içinde, dünyalara bedel bir cesur yüreğin çırpınışını, o yüreği mesken edinmiş, alperenlerin yoluna baş koymak dileğindeki bir gönlün sıcaklığını hissetti.
Hasan Ağa, Yusuf un sözleri, bu mertçe davranışı karşısında kendinden geçti. Gözyaşlarını iyice bıraktı. Filiz de hayatında belki bir daha yaşayamayacağı bu cesaret ve mertlik sahnesi karşısında çok duygulanmıştı. Yusuf, Mehmet'in sırtına şaplağı patlattı:
"Mehmet'im, kispetini yanında getirmişsindir herhalde. Getirmedim de de, hemen derini kispet yapayım. Filiz sen de evden benim kispeti getir. Bugün işimiz zor. Bu Mehmet, Aliço'dan daha fazla bizi zorlayacak gibi." Filiz eve doğru koştu, Mehmet de kispetini giymek için ağıla yürüdü...
Bu sırada, mis gibi bazlama kokusu ortalığı kaplamıştı. Yusuf un annesi Ayşe Hanım, küçük bir tepsiyle bazlama getiriyordu. Ancak Ayşe Hanım'in gözü, zenbilden kispetini çıkarmaya çalışan küçük Mehmet'teydi. Oğluna sordu:
"Te be oğlum. Kim bu sarışın küçük Yusuf? Ayni senin küçüklüğün. Sen, artık Koca Yusuf oldun, senin küçüklü-ğünse bu küçük Yusuf ta yaşıyor."
Yusuf, annesinin küçük Yusuf benzetmesiyle bir daha vuruldu, kendisi, çıraklığa layık görmezken, annesi, küçük Yusuf diyerek küçük Mehmet'in kendisi için kardeşten de öte, özü, canı olduğunu ifade etmişti:
"Anam, Erikli Köyü'nden Mehmet. Bakalım kendisiyle güleş tutçaz. Eğer beni yenerse ona çırak olacağım."
Yusuf un bu sözlerine hepsi güldüler. Yaşadıklarına inanamayan Hasan Ağa, söze karıştı:
"Yusuf Pelvan. Eğer kabul edersen oğlum Mehmet, bundan sonra küçük Yusuf diye bilinsin. Tıpkı Dede Korkut gibi, oğluma ismini Ayşe Hanım buldu. İki Yusuf bira-rada olunca sana da Koca Yusuf diye anılmak yakışır. Ko-
-..¦¦<•%¦ :;.¦:;.", ./,% ¦¦;. .;; 245 ¦¦ '¦::;:'/',¦ : •¦,.'¦¦¦' '¦¦¦': .
KOCA YUSUF
ca Yusuf ismini de annen vermiş oldu. Yiğit lakabıyla anılır demişler, sen de bundan sonra ta kıyamete kadar Koca Yusuf diye bilin. Ananın verdiği unvana, lâkaba itiraz etmezsin herhalde."
Deliorman'ı inleten "Hey bre Koca Yusuf!!!" narasıyla hepsi irkildi. Meğer Yusuf un kispetini evden alan Filiz Nurullah, bu arada gelmiş ve konuşmaları duymuş, yüz okkalık vücuduyla narayı patlatınca, her şey sarsılmıştı.
Yusuf, "Bre deli Filiz, az kalsın ödümüzü patlatıyordun" dedi. Filiz de, "Te be Koca Yusuf Ağam, az bile naralan-dım, öyle bir nalalanmalıydım ki yalnızca Deliorman değil, bütün dünya duymalıydı. Bu Koca Yusuf ismini çok sevdim" cevabını verdi. Yusuf, "Hadi ba zevzek herif" diyerek hemen anasının yanma gitti, elinden tepsiyi aldı, hürmetle elini öptü:
"Anamın verdiği lâkap benim için en büyük şereftir. İnşallah bu Koca lâkabına layık olurum."
Yusuf, kispeti giymek için koyun ağılma girdi. Biraz sonra, kispetini giymiş halde çıkınca, şaşırdı, ortalık kala-balıklaşmıştı. Bu kadar insan bir anda nereden gelmişti. Filiz Nurullah'a baktı:
"Bre Filiz, bu senin işindir, sen süledin değil mi güleş var diye."
Filiz boynunu büktü:
"Te be Yusuf Ağam. Yalnızca bir kişiye süledim."
Yusuf, elinde olmadan güldü:
"İyi ki bir kişiye sülemişsin. Eğer, iki kişiye sülemiş olsaydın bir saat içinde Şumnu'dan Razgırad'a bütün Deliorman burada olurdu. "
Mehmet de kispetini giymişti. Birlikte köy çayırlığına yürüdüler. Onların güreş yapacağını işiten köyün bütün insanı, çoluk çocuk, genç ihtiyar işini bırakıp, çayırlığa, güreşi görmeye koşmuştu.
Koca Yusuf ile eski Mehmet, yeni Küçük Yusuf, yağlandılar, kıbleye karşı yanyana durdular. Cazgır Filiz Nurul-
"İSMİN KOCA YUSUF OLSUN"
lah'tı. Dualarını yapıp meydana saldı. Davulsuz zurnasız idman güreşme başladılar.
Güreşe girmek üzere ense bağladıklarında, Yusuf, "Mehmet'im, yiğidim, ciddi güleşeceğiz sıkı tut" dedi. Mehmet büyük bir ciddiyetle, "Peki usta" cevabını verince Yusuf un yüreği az etti. Demek ki artık kendisine de usta diye hitap edilecek günler gelmişti. Ustaları İsmail Hoca, Dursun Pehlivan, Kel İsmail ve Pomak Osman aklına
geldi.
Yusuf, Mehmet'in ensesine yapıştı, şöyle bir yokladı. Aman Allah, bu Mehmet yeni adıyla Küçük Yusuf, sanki insan değil, ateş parçasıydı. O kadar atik, o kadar çevikti ki, Yusuf un en ufak hareketini önceden seziyor, ustaca hareketlerle boşa çıkarıyordu. Ele avuca sığmıyor, Yusuf un kollan arasından kayıp kayıp gidiyordu. Yusuf, hayretler
içindeydi.
Yusuf un hamleleri birbirini takip etti. Mehmet yine çevik hareketlerle kurtulmasını bildi. Yusuf, Mehmet'in şevki, isteği kırılmasın diye fazla ciddi tutmuyordu. Ne de olsa karşısındaki 17 yaşında çocukluktan çıkmaya çalışan bir yeni yetmeydi. Çok da heyecanlıydı. Bu heyecanın ne olduğunu en iyi Yusuf biliyordu, zamanında benzeri heyecanı çok tatmıştı.
Yarım saate yakın güreştiler. Yusuf, Mehmet'in güreşçiliğini de kuvvetini de beğenmişti. Ufaktı ama pire gibiydi, zeki ve kurnazdı. Bir pehlivan için en lüzumlu olan güreş zekası vardı. Daha gençti, vücudu da daha gelişir ve iyi bir pehlivan olurdu.
Yusuf, yeterli kanaate sahip olmuştu: "Mehmet'im bu kadar yeter. Maşallah hepten de pelvan
olmuşsun."
Mehmet davranıp hemen Yusuf un elini öptü. Yusuf silinmek üzere yürürken Hasan Ağa, büyük bir heyecan içinde geldi: :.s ;,¦¦¦,;
"Yusuf Pelvan, nasıl buldun Mehmet'i?"
:^ ¦¦'¦¦¦¦¦¦ V >¦.:.¦¦ ¦¦¦ ¦.¦;¦•¦¦. 247 . ¦¦¦',¦¦¦¦ :•>;."¦', '¦¦
KOCA YUSUF
Yusuf, gülümseyerek oğlundan daha fazla heyecan içindeki babaya baktı:
"Mehmet'in maşallahı var. Biraz okkasız ama bir pelvan için aranan bütün meziyetler sahip. Yalnız bir konu var."
"O ne, hemen yapalım."
Yusuf, Hasan Ağa'nın heyecanına güldü:
"Te be Hasan Ağa'm. O şimdi yapılacak bir iş değil. Bugüne kadar ne yapıldıysa yapıldı. Huyunu suyunu öğrenmem ilazım. Mehmet'i yanıma alacağım ama, bir şartla. Onu deneyeceğim. İki ay kadar beraber olacağız, güreşi gibi huyunu, suyunu insanlığını da beğenirsem yanıma çırak alırım. Çünkü pelvan, yiğit, mert, cesur, çalışkan, merhametli, adaletten ayrılmayan, kendinden önce başkasını düşünen, herkesin yardımına koşan insan demektir."
Bu sırada yanlarına gelen Mehmet de Yusuf un dediklerini duymuştu ve Yusuf a çırak olmuş gibi sevindi, o Koca Yusuf ustasına kendisini beğendireceğine inanıyordu.
248
Adalı Halil, Hergeleci İbrahim ve Mümin Pehlivan
Sene 1885, aylardan Mayıs, yer Kırkpmar'dı. Koca Yusuf, Kırkpmar güreşlerine bir ay kala, yanına Küçük Yusuf u ve Filiz Nurullah'ı alarak yola çıkmıştı. Yusuf a, Gülçehre'sinden ayrılmak çok zor gelmişti.
Gülçehre, Yusuf un içinde bulunduğu zor durumu anlamış ve "Ben Kırkpmar'da Aliço'dan başpelvanlığı alan Yusuf a eş geldim. Karalarda çiftçilik yapan bir Yusuf a değil. Sana verilen vazifeleri yerine getir. Yollarını severek beklerim, beklemek benim hem umudum hem de ebedi âlemde ışığım olur. Ayrılığın değil, benim yüzümden güleşten ko-parsan asıl bana bu zor gelir, bu beni üzer. Vazifen sebebiyle ayrılığın, hasret bağrımı yaksa da iftihârımdır, bunu yüce Mevlanın rızasına kavuşmak için en büyük vesile bilirim. Biz, gelin olduğumuzda niçin al yazmayla yüzümüzü örterler, sebebini sen söylemiştin. Al yazmayla al bayrak bizim için aynı mânâya sahiptir. Kırmızı gülü severiz çünkü şehitliğe, hak için bütün varlığını fedaya işarettir" diyerek sözleriyle Yusuf u kat kat kendine bağlamış, ayrılığı daha zor hale getirmişti.
Dostları ilə paylaş: |