kavuşmuştu.
Yıldız Sarayı' na geldiklerinde, Yusuf u Mabeyn Başkati-bi'nin odasına götürdüler. Yusuf, heyecandan ne geçtiği yerlerin ne de gördüklerinin farkındaydı. Başkatip, "Padişah efendimiz sizi bekliyor" dediğinde, "Bismillah" dedi içeri v girdi. İçeri girmesiyle birlikte kendisine tarif edilen şekilde temenna edip saygı gösterirken, bir el, omzundan tuttu:
"Bre Yusuf, memleketimin başpehlivanına, padişahın
huzurunda dahi olsa bu hâle düşmek yakışmaz. Hele şöy-
'..; le otur, otur da abi kardeş gibi sohbet edelim, konuşalım.
'•;;>v' •¦¦ '; ¦¦¦(¦''¦''¦ ::h..,'' :' .¦ .. 277 •'. •;• ¦¦ , ;;: ¦¦ ; ¦ ,¦,
KOCA YUSUF
Ecdadımız ne büyükmüş ki, konuşmayı, aşk, sevgi demek olan, yaradılış gayesini işaret eden muhabbet kelimesiyle ifade etmiş."
Konuşan, bütün Avrupa'nın yüzlerce senedir yıkmak için içeriden ve dışardan bütün gücüyle çalışmasına rağmen hâlâ üç kıtada hükümran olan Osmanlı Devleti'nin padişahı, Müslümanların halifesi Sultan Abdülhamit'ti. Padişah, Yusuf un oturmakta tereddüt ettiğini görünce, bir ağabeyin çok sevdiği kardeşini azarlaması tadında Yusuf u hemen yarımdaki bir koltuğa oturttu:
"Hoş gelmişsin Yusuf evladım. Özlemişim seni. Yüce Rabbim nazarlardan saklasın. Tam bir Osmanlı yiğidi olmuşsun. Geldiğin yerlerde ne var. Çavuş Nine'n nasıldır, hâlâ seni değneğiyle kovalıyor mu? Anlat bana, ağabeyine anlatır gibi, hiç sıkılmadan, içinden geldiğin gibi, yaşadıklarını, gördüklerini, güreşlerini. Anlat ki, senin samimi, içten gelen sözlerinle biraz teselli bulayım, şu saltanatın yükünden biraz olsun kurtulayım."
Yusuf, oldum olası konuşmayı sevmezdi. Hele hele, kendi yaptıklarını öldürseler anlatmazdı. On yedi sene önce olduğu gibi aynı şey başına geldi, Padişah, anlat deyince dili çözüldü, bir ağabeye derdini dökercesine anlattı. Öz ağabeyi Hasan olsa bu kadar sevmezdi. Padişahı, ağabeyinden öte sevmişti. Yüzündeki derin çizgileri, çökmüş omuzları, gözlerindeki bütün canlıları kuşatmak isteyen merhameti görünce, padişahın yükünü biraz olsun alabilmek için her türlü fedakarlığa razı olduğunu hissetti. Ve anlattı:
Çavuş Nine'sinin vefat ettiğini, babasının 93 Harbi'nde başına gelenlerden sonra aklını nasıl kaçırdığını, göç yolunda yaşadıklarını, İbrahim Pehlivan'ı ve oğlu Said Beşiri, boğa ile güreşini, Gülçehre'nin evlenmek için ileri sürdüğü şartı, Aliço ile güreşini, Gülçehre'yi istemeye gittiğinde evden nasıl kaçtığını, düğününü, Hergeleci İbrahim ve Mümin Hoca ile güreşini...
PADİŞAH FERMANIYLA FRANSA'YA
Koca Osmanlı padişahı, boğa ile karşılaşmalarını anlatırken hafifçe gülmüş, Çavuş Nine'nin, Yusuf un babasının ve 93 Harbi'nde Rumeli'deki Müslümanların başına gelenleri dinlerken gözyaşlarına mani olamamış, sakalı üzerinden akan yaşları saklamaya çalışmamış, mendiliyle zarif bir şekilde silmişti. Padişah, Yusuf u kolay kolay bırakmaya niyetli değil gibiydi:
"Yusuf Pehlivan, sana sıkıntı verip de bana anlatmadığın bir şey kaldı mı?"
Yusuf, padişahın bu sorusu üzerine düşündü, bulamadı:
"Hayır efendim." Padişah tebessüm etti:
"Emin misin? Fransız Doublier ve Bulgar Petrof un teklifi seni rahatsız etmedi mi?"
Yusuf, asıl ziyaret sebebiyle tepeden tırnağa titredi, rengi değişti, demek ki padişahın onun her hareketinden haberi vardı:
"Affınıza sığınırım efendim. İlk başta, hatırlayamadım, haklısınız, teklifleri beni çok rahatsız etti. Ancak, İbrahim Pehlivan'm söyledikleri, beni acele karar vermekten alıkoydu."
Yusuf, İbrahim Pehlivan'm, Doublier'in teklifiyle ilgili söylediklerini padişaha anlattı. Sultan Abdülhamit, İbrahim Pehlivan'm söylediklerini çok doğru bulduğunu ifade etti. Olan bitenden kendisinin haberdar olmasından Yusuf un rahatsızlık duyduğunu hissetmişti:
"Evladım, bir milletin başındakiler, ülkelerinde ve ülke dışında, memleketleriyle ilgili olan biteni bilmezlerse memleketi idare de edemezler; hakkı, adaleti sağlayamazlar, düşmanın oyuncağı olurlar. Bu demek değil ki, sade, sıradan vatandaşları takip ediyoruz. Ancak senin durumun farklı. Sen bize Demir Baba Dergahı'nın yadigârısın. İlk tanıştığımızdan beri aklımızdan çıkmadın. İnşallah memleketine çok güzel hizmetler edeceksin."
KOCA YUSUF
Padişah, yorulmuş gibiydi, durdu, Yusuf tan cevap bekledi:
"Eee Yusuf pehlivan. Gelelim sana yapılan teklife. Ne diyorsun, Fransa'ya gidecek misin?" Yusuf tereddütsüz cevap verdi: "Siz bilirsiniz efendim, git derseniz giderim." Sultan Abdülhamit, Yusuf un cevabına çok memnun oldu: "Git evladım, git. Artık savaşlar yalnızca cephelerde olmuyor. Savaşlar, iktisadi alanda, kültürde, sportif faaliyetlerde oluyor. Git oraları gör, anlamaya çalış. Bizim Batımızın, Avrupa'nın niyeti kötü. Bizi, Avrupa'dan atmak, hatta elinden gelirse, tekrar Ortaasya steplerine sürmek dilerler. Bunun için, Batıyı, Batının silahlarını, zamanımızı anlamak, buna göre çareler bulmak, çalışmak ve çok çalışmak mecburiyetindeyiz. Bunun için git, Batıyı yakından tanı ve gel bana anlat. Batıyı bir de senin gözünle görmek dilerim."
"Haydi bre koç yiğitlerim, davranın."
Yusuf, altı yaşındaki İsmail ve dört yaşındaki Osman ile boğuşuyor, naralar atıyordu. Rakipleri de ondan aşağı kalmamak için nara atmaya çalışıyorlardı, ancak sesleri biraz cılız çıkınca ablaları sekiz yaşındaki Hatice ve anneleri Gülçehre, katıla katıla gülüyordu. Gülçehre Yusuf a takıldı:
"Beyim, onları da pelvan yapacaksın galiba." Yusuf, Gülçehre'nin sözlerinde hafif bir serzeniş farke-der gibi oldu:
"A benim Gülçehre'm. Bilmez misin, kadınlar dahil her doğan güreşçi doğar. Doğumla birlikte de güreş başlar, iç ve dış dünyayla mücadele, güreşlerin en çetinidir. Madem ki dünyaya geldik, nefs, şeytan ve kötü arkadaş denen çevreyle ölünceye kadar güreşe, mücadeleye mahkumuz.
'\. !':) o,.:';^. uz 280 v;/::-L-'-';';¦):";''''
PADİŞAH FERMAN1YLA FRANSA'YA
Yağlı güreş de bu mücadeleyi temsil eder. Eğer, güreşçi yapmakla, oğullarımın bu işten ekmek yemesini istiyorsan böyle bir şey düşünmüyorum." Gülçehre hayret etti: "Peki ekmeğini nereden kazanacaklar." Yusuf, güldü:
"Her iki oğlum da okuyacak inşallah. Alim olacaklar. Güreşi de ikinci iş, geleneği yaşatmak için yapacaklar. Güreşle ekmek parası kazanmak için memleket memleket dolaşmayacaklar. Onların, Mümin Pehlivan gibi olmalarını istiyorum, hem ilim sahibi hem hoca, ama aynı zamanda da çok iyi güreşçi. Özellikle de nef slerine galip gelmiş, hakiki imana kavuşmuş birer güreşçi olmalarını istiyorum." Yusuf un sözleri Gülçehre'yi çok sevindirdi. "İnşallah beyim, inşallah."
Gülçehre, Yusuf un uzun zaman evden ayrı kalmasından huzursuzdu, fakat bunu ona söyleyemiyordu. Bu hayatı bilerek onunla evlenmiş, hatta evlenmeleri için güreşe tekrar başlamasını şart koşmuştu. Ama elinde değildi, sev-diceğinin yanında olmasını istiyordu. Aylarca ayrı kalmak, en önemlisi de iyi kötü bir haberini alamamak, Gül-çehre'yi çıldırtacak hale getiriyordu. Bu konuda bir şey di-yememek, eşiyle dertleşememek, onu daha da yıkıyordu. Gülçehre, dalıp gitmişti. Omuzuna dokunan el, Yusuf unun, gönlünün başpehlivanının eliydi. "Müsaade et, şileyim gözünün yaşını" diyordu. Gülçehre, ağladığının farkında değildi.
Gülçehre, utandı, gözyaşlarını silmek için davrandı, ama Yusuf izin vermedi:
"Dur bre Gülçehre'm. Ağlamana sebep oldum, hiç olmazsa gözyaşını şileyim."
Yusuf un kocaman pehlivan ellerinde gül oyalı mendil ¦ çok garip duruyordu. O koca eller, inanılmaz bir şekilde, bir kelebeği tutarcasma, Gülçehre'nin gözyaşını sildi, Yusuf, gönül kuşunu yanına oturttu:
¦V/;^'u •\.';>;..\. ':¦¦¦¦'¦¦¦::';;;: 28i ¦¦"¦I::'.
KOCA YUSUF
"Gülçehre'm, çocuklarınım anası, gönül sultanım. Bilirim, evden uzak kalmam seni haklı olarak üzmekte. Ama bir pehlivanla evlenmekle ve özellikle de beni tekrar güle-şe başlatmakla bunu sen istedin. Şule birkaç sene daha sabret. İnşallah güleşi bırakacak bir daha yanınızdan hiç ayrılmayacağım. Şuna bak, ne olduğunu anlayabilecek misin?"
Gülçehre, Yusuf un verdiği, çok süslü kâğıdı aldı, açtı. Gülçehre'nin okuma yazması kuvvetliydi:
"Bir fermana benzer, kim için yazılmış?"
Yusuf, tebessüm etti:
"Benim için."
Gülçehre şaşırdı:
"Senin için mi, kimden?"
"Ferman olur da kimden olur? Tabii ki padişahımız Ab-dülhamit Han'dan. Der ki, 'Ey Yusuf, sakın ola Gülçehre kızımı üzmeyesin, yoksa kellen gider bilmiş olasın!'..."
Yusuf un şakasına Gülçehre tebessüm etti, gözyaşlarıyla ıslanmış gül yüzde nice güller açtı.
Yusuf, anlattı Gülçehre'ye, Filiz'le birlikte Doublier'in gelişiyle başlayan hadiseleri, padişahla nasıl görüştüğünü, onun Avrupa'ya gitmesini istediğini, gittiği yerde padişahın sözünün geçtiği yerli yabancı bütün yetkililere kendisine her türlü konuda yardıma olması için ferman verildiğini ve kendilerine bir seneyi aşan bir ayrılık gözüktüğünü...
Bir senelik ayrılık sözüyle birlikte Gülçehre'in son gördüğü, Yusuf un çakır gözleri oldu, ondan sonrası karanlıktı, bayılmıştı.
Gözleri sonsuz mavilikteydi. Bir zamanlar Barbaros Hayreddin Paşaların, Turgut Reislerin, Cezayirli Hasan Paşalann, Piri Reislerin Osmanlı rüzganyla pupa yelken
'^¦¦¦/r\'-y-::";::,;:V. 'V';-. 282. ' ^,;\.^:KV '¦'' : ' ¦ .
PADİŞAH FERMANIYLA FRANSA'YA
giden gemileriyle, Avrupalı'ya yasak haline getirdikleri Akdeniz üzerindeydi. Ama ne zaman Hızır Reislerin yaşadığı zaman, ne gemiler Osmanlı gemisi, ne de insanlar Kanuni döneminin Osmanlı insanıydı.
Zaman, sırtlanların Osmanlı'nın düşmesini bekledikleri zaman, gemi de kömürle çalışan bir gemiydi. Rotası, Fransa'nın Marsilya limanıydı. Geminin güvertesinde, korkuluklara dayanıp uçsuz bucaksız denizi seyreden de padişahın emriyle Fransa'ya, Osmanlı'yı, padişahı temsilen giden Koca Yusuf du.
Sultan Abdülhamit, Yusuf a, gemi yolculuğunda namaz vakitlerini anlamak için, sarayın muvakkithanesine uğramasını, Paris'teki namaz vakitleri içinse Osmanlı Sefiri'ni görmesini irade buyurmuştu.
Yusuf, birlikte seyahat ettikleri Filiz'in neşelendirme gayretlerine rağmen, kolu kanadı kırıktı. Sevdiklerinde ayrılış ânı bir türlü aklından çıkmıyordu.
Koca Yusuf, Fransa'ya gidişten ilk bahsettiğinde Gülçehre bayılmış, sonraki günlerde, hep kırgın gezmişti. Yusuf, ayrılık ânının çok acı olacağını anladığı için,- akşamdan sevdikleriyle vedalaşmış, sabahleyin gönül kuşları uykudayken 1894 Ekim'inin son günlerinde Karalar Köyü'nü terketmişti. "Yusuf Bey'im."
Gelen Bulgar Petrov'du, Doublier ile aralarında tercümanlığı bu yapıyordu. "Buyur çorbacı."
"Doublier, seni diğer üç pehlivan ile birlikte vapurun idman salonunda bekliyor. 'Fransa'ya yaklaştık, grekoromen güreşini yavaş yavaş öğrenmeye başlıyalım' diyor."
Bu teklif, vatan ve sevdiklerinin hasretiyle yanan Yusuf un canına minnetti. Güreşle meşgul olursa bir nebze olsun dertlerini unuturdu. Geminin alt katındaki idman salonuna indi. Filiz Nurullah, Küçük Yusuf ve Kara Os-
". ¦'¦¦¦ ¦¦,• ¦.!:¦¦..- ¦ -. ¦¦ . • 283 ' . , ¦. .¦¦¦.¦.-¦, . , ¦ ¦
İl
KOCA YUSUF
man daha önce salona gelmişlerdi. Doublier, grekoromen derslerine başladı. İlk önce, belden aşağıdan tutmanın, ayaklan kullanmanın yasak olduğunu anlattı.
Yusuf ve diğer pehlivanlar buna çok şaşırdılar, "Kullanmayacak olduktan sonra Allah iki bacağı niçin vermiş, belden aşağı tutmadan hiç güleş olur mu?" şeklinde tepkilerini dile getirdiler.
Doublier, Türk ve Avrupa güreşleri arasındaki en büyük farkın buradan geldiğini, ayakları kullanma ve belden aşağı tutma alışkanlıklanndan vazgeçmedikleri takdirde, yenik sayılacaklannı defalarca anlattı. Yusuf ve arkadaşlan, "Bu gavurcukların işine akıl sır ermez" diyerek çaresiz söyleneni yapmaya çalıştılar.
Doublier, Filiz Nurullah ile fazla uğraşmaya ihtiyaç olmadığını anladı. O, oyunlara fazla kafa yormuyor, güreşi sadece vücudunun iriliğiyle, kuvvetiyle yapıyordu. Doub-lier'in bütün ümidi Yusuf taydı, onda hem acı bir kuvvet hem de müthiş bir güreş zekası vardı, söyleneni hemen kapıyor, bir oyuna ikinci defa düşmüyordu.
Doublier, bilekten kavrayarak güreşe nasıl başlanacağını öğretmek için, Yusuf un bileğini tuttu. Yusuf, hiç kuvvet sarfetmeden şöyle bir çekerek elini kurtardı. Sonra öyle olmaz böyle olur diyerek, Doublier'in elini yakaladı. Fransız, elinin bir mengeneye sıkıştığını hissetti, işaretle elini bırakmasını istedi. Bilek kemiklerinin birbirine geçtiğini zannetmişti. Yusuf a, şimdilik hazırlık çalışması yaptıklarım, bu derece kuvvetle sıkmanın gerekli olmadığını anlattı. Yusuf, onun dediklerini dinledikten sonra, "Hazırlık veya ciddi tutuş diye bir şey yoktur. Bir adamı ya tutar ya da tutmazsın. Tutuş var ise bu alınacak oyuna giriş demektir, oyuna girmeyeceksem niye tutayım" dedi. Yusuf, bu anlattıklarından sonra ne demek istediğini daha iyi göstermek için tatbikata girişti. Doublier'i bileğinden yakalayıp, karşı koyulmaz bir kuvvetle kendisine çekip, "İşte şimdi seni tuttum" dedi, tek kolu ile adamcağızı belinden sar-
.;-¦¦"';¦'. )'S, ¦'¦:, 284
PADİŞAH FERMANIYLA FRANSA'YA
diktan sonra, öyle bir kuvvetle sıktı ki, Fransız feryadı bastı ve külçe gibi Yusuf un ayaklan dibine yığıldı. Yusuf, Doublier'i yerden kaldırırken özür diledi:
"Kusura kalma çorbacı, biz büle güreşiriz, bizim güreşimiz hep ciddi olur."
Üzeriden fil geçmiş gibi perişan vaziyetteki Doublier, Yusuf taki acı kuvvetin derecesini çok yakından anladı. Kendisiyle dalga geçen Fransız şampiyonlarından intikam alma zamanı gelmişti.
Doublier, Yusuf un müthiş kuvveti ve zekası karşısında, usul değiştirmiş, ona ne yapacağını değil, ne yapmayacağını anlatmaya başlamıştı. Vapurun alt katındaki idmanlarda, artık sadece diskalifiye edilmesine, yenik sayılmasına sebep olabilecek alışkanlıkları ve oyunları öğretmeye çalışıyordu. Yusuf un grekoromende, el ensenin yara sıra, başarısı acı kuvvete bağlı olan çift kleyi tercih ettiğini fark etti. Yağlı güreşte, kurt kapanı denilen, sağ ve sol kolların rakibin sağ ve sol koltuk altlarından geçirilerek boyunda birleştirilmesiyle alman oyun ile el ensenin grekoromende serbest olması Yusuf u çok sevindirmişti.
Yusuf, Doublier'e, "Merak etme çorbacı, senin gavur-cuklarmı yenmek için bana el ense ve kurt kapanı yeter, başka oyun istemez" diyordu. Yusufun acı kuvvetini, müthiş güreş bilgi ve tecrübesini, güreş zekasını gören Do-ublier'in de bundan zerre kadar şüphesi yoktu. O, daha şimdiden kazanacağı sarı sarı altın frankların rüyasını görmeye başlamıştı.
Yusuf ve arkadaşlan yüzünden gemide sık sık hayat duruyordu. Sırmalı potur, cepken ve Rumeli işi sarıklarıyla çok daha heybetli ve yakışıklı gözüken Türk pehlivanları güverteye çıkınca, herkes işini gücünü bırakıp onları seyrediyordu. Özellikle de 2 metre 10 santimlik boyuyla Filiz Nurullah'ı görenler şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyor-¦'¦ ¦' lardı. .;':.¦'•¦¦'¦¦¦ .¦ ı ¦¦ ..<¦¦.. • .¦¦•¦ ..
v ¦ ' ¦ ¦¦^'¦^ ' ''^;¦¦¦¦¦ ¦'¦¦¦' 285 • .;. ;.fv \ ,v ; ;;,:;,;¦¦¦ .:./..:¦
KOCAYUSUF
Günlerce süren yolculaktan sonra, Doublier, Fransa'ya yaklaştıklarını haber verince, Yusuf, ekibini topladı, son tavsiyelerde bulundu:
"Arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi Fransa'ya padişah efendimizin emriyle geldik. Burada, Osmanlı Devleti'ni, milletimizi ve padişah efendimizi temsil ettiğimizi bir an dahi unutmayacağız. Her hareketimize dikkat edeceğiz. Her ne olursa olsun, Kırkpınar ve yağlı güreş geleneklerinden taviz vermeyeceğiz. Paris'e varınca bizi Paris sefirimiz karşılayacak, Fransa'da yardımcımız olacak. Yanımda, padişah efendimizin, dünyanın neresine gidersek gidelim bize yardım edilmesini emir buyuran fermanı var."
Paris'te Üç Pehlivan
Paris'in kalabalığı, caddelerde klakson çalarak ilerleyen otomobiller, gözleri delerek yükselen Eyfel Kulesi, Yusuf ve arkadaşlarını şaşkına çevirmişti. Özellikle Parisli matmazellerin, başlan açık, kırıta kırata gezmeleri, onlara hiç çekinmeden hayranlıkla bakmaları, nice aslan karşısında kulan kıpırdamayan yiğitlerin beyin ve yüreklerini alt üst etmiş, suratları kıpkırmızı kesilmişti.
Marsilya üzerinden trenle Paris'e gelir gelmez, Osmanlı Devleti'nin Paris Sefiri onları karşılamış, otellerine yerleştirmiş, en büyük endişeleri konusunda da yardıma olmuştu. Yusuf, "Buralarda ezan sesi yok, namazımızı nasıl kılacağız?" diye sorunca, Sefir, onlara namaz vakitlerini gösteren bir kitapçık ve Paris'in kıble istikameti işaretli bir pusula vermiş, sık sık kendilerini ziyaret edeceğini ve elçilik, sefaret kapısının her zaman onlara açık olduğunu söylemişti.
Çil çil altınlann ilk günlerde gösterecekleri başarıya bağlı olduğunu çok iyi bilen Doublier, pehlivanlann grekoromen güreşindeki teknik ve bilgilerini artırmak için onlan hemen güreşçilerin bulunduğu bir antrenman salonuna
götürdü.
Renkli elbiseleri, cepkenleri, kuşaklan, feslerini saran yemenileri, köstekli saatleri ve iri yapılarıyla güreşçilerimiz, hem sokakta hem de güreş salonunda büyük ilgi odağı olmuşlardı. İdman için Yusuf ve arkadaşlarından tıpkı
'' ' ' ' '"¦¦' -: '¦ '¦' •¦ '".'. 287 . ...V :.;'.¦/¦ ¦ i ' ¦
KOCA YUSUF
M
kispet gibi diz altından göbek altına kadar uzanan ancak bedeni çok sıkı saran ve bu sebeple vücut hatlarını belli eden pamuklu bir giysiyi giymesini istediler, Yusuf un tepkisi çok sert oldu:
"A be, ha bunu giymişsin, ha çıplak dolaşmışsın. Büle bir şey giymeyi bizden beklemeyin."
Bir çare bulunamayınca, Osmanlı'nın Paris Sefareti'nin imamı getirildi. O çok pratik bir usul buldu. Pehlivanlar, biraz bolca ve üst üste iki kıyafet giyeceklerdi. Bu teklife Yusuf un da aklı yattı. Üst üste iki tane giyince giysileri, bayağı kispete benzemişti, bu da Yusuf un hoşuna gitti, "Hiç olmazsa görünüş kispete benzedi" diyerek güldü.
Doublier, Fransa'da güreş profesörü diye bilinen bir güreş ustasını, Yusuf ve arkadaşlarına eğitim vermesi için getirmişti. Profesörün ilk dersi de tıpkı Doublier gibi bilek kapma hakkındaydı. Doublier, ilk dersin ne olduğunu duyunca güldü, ancak profesöre hiçbir şey demedi. Profesör, Yusuf a bilerek bileğini kaptırdı, maksadı bir oyun ile bileğini nasıl kurtaracağını göstermekti. Fakat olmadı, bileğini Yusuf u kaptırmış olan profesör, zorlamasına, bilek kurtarma hareketini tatbik etmesine rağmen bir türlü bileğini kurtaramıyordu.
Yusuf, profesörün haline güldü ve bileği hafifçe sıkmaya başladı. Frenk'in acıdan gözlerinden yaş geldi, "Bu insan kuvveti değil, bu bir dev" diye bağırıyordu. Çok iri yarı bir başkası, Yusuf a güreşe nasıl başlandığını göstermek istedi. Avrupa usulü antrenman nedir bilmeyen, içinde ye-nişme olmadan tutuşmanın mânâsını haklı olarak anlamayan Yusuf, rakibini tuttuğu gibi kaldırdı, acı kuvvetiyle yere vurdu. Güreşçi yerinden doğrulamadı. Herkes dehşet içinde kalmıştı. Yusuf taki inanılmaz kuvvet, Fransızları korkutmuştu.
Doublier, hemen Yusuf u kenara çekti, antrenmanda nasıl davranması gerektiğini anlattı. Yusuf, tercüman vasıtasıyla güreş ustasına sordu:
288
PARİS'TE ÜÇ PEHLİVAN '
"Anladık, belden aşağı tutmak, çelme, tırpan, sarma yok. Peki bizim belden yukarı uyguladığımız oyunlar, , çapraz, boyunduruk, kurt kapanı, el ense ve kemane var
mı?"
Bu oyunların ne olduğu soran profesöre Yusuf, uygulamalı olarak gösterdi. Profesör, bu oyunların serbest olduğunu söyleyince Yusuf çok sevindi: "Bana bu kadar oyun yeter."
Profesör, grekoromen güreşin ikinci kuralını söyledi: "Yenip yenilmek mutlaka minder üzerinde olacak, minder dışında yenersen sayılmaz." Yusuf, buna itiraz etmedi:
"Ben zaten yeneceğim adamı, dikildiğim yerde yene-rim. Bu Frenkleri yenmek için yerinden oynamaya lüzum yok. Bu minder onları yenmek için geniş bile."
"Eğer, güreş esnasında, sırtı yere gelerek yeniş olmazsa, fazla oyun yapan, hamle eden puan alır ve galip ilân edilir."
Yusuf un böyle bir galibiyete aklı ermemişti: "Sırtını yere getirmeden beni galip ilân etseniz bile bunu ben kabul etmem. Yeniş için sırtı mutlaka yere gelmeli."
Fransa'ya gelip grekoromen güreşini öğrenmek derken, günler Mart 1895'i bulmuştu. Türk güreşçileri, boyları posları, giyinişleri, yolda yürüyüşleri ve tavırlarıyla, Parislilerin büyük ilgisiyle karşılaşmıştı. Türk deyince, papazların ve Türk düşmanı seyyahların binlerce senelik beyin yıkaması sonucunda Parislilerin aklına, insanı kesen, doğrayan, saçı sakalı birbirine karışmış, şeytana benzeyen son derece vahşi insanlar geliyordu.
Parisliler, Türk olarak yüzyıl önce Paris'e gelen Osmanlı Elçisi Yirmisekiz Çelebi'yi, elçilik mensuplarını, Sultan Abdülhamit'ten kaçan jön Türkleri ve Paris'e ziyarete gelen, ziyaretiyle bütün Fransa'yı ve hatta Avrupa'yı sarsan Sultan Abdülaziz'i görmüşlerdi. Ancak bugüne kadar hiç
KOCA YUSUF
Türk güreşçisi görmemişlerdi. Onların gözünde Türk güreşçisi demek, tuttuğunu parçalayan yan vahşi insan demekti.
Paris gazeteleri Türk güreşçileriyle ilgili yalan yanlış haberlerle dolup taşıyordu.
19 Mart 1895 tarihli Le Petit Parisien gazetesinde çıkan haberde, "Yusuf ve arkadaşlarının yurtlarından çıkmalarına, Paris'e gelmelerine, ancak bütün rakiplerini yenmeleri şartıyla izin verilmiştir. Eğer, rakiplerini yenemezlerse, tek kurtuluşları İstanbul'a dönmemek. Rakiplerini yenmeden İstanbul'a dönerlerse idam edilecekler" deniyordu. Bu satırlar, kendisine okunan Yusuf ise gülüyor, bu şekildeki yalan haberlerin gazetelerde nasıl çıktığını anlayamıyordu. Doublier ise bu yazılanlardan memnundu, ona göre reklamın iyisi kötüsü olmazdı, o, kazanacağı çil çil altınların derdindeydi.
Yusuf un idmanlarını seyreden Fransızların dünya şampiyonu Paul Ponse, Yusuf hakkında, "İnsanın karşısına kırılmaz bir dirençle çıkan ve bütün oyunları kollarındaki kuvvet sayesinde sokuveren kişiye karşı ne yapılabilir? Yusuf a bir kere bozduğu oyunu tekrar uygulamaya çalışmak boşuna yorulmaktır, son derece kuvvetli hafızasıyla bir düştüğü oyuna bir daha düşmüyor" diyordu.
Yusuf ve arkadaşları, çok sıkılmışlardı. Fransa'ya geleli aylar olduğu halde, yalnızca idman yapmışlar, ciddi güreş tutamamışlardı. Yusuf, çılgın gibiydi, "Te be biz buraya mandalar gibi yiyip yatmaya gelmedik, güleşmeye geldik" şeklinde tepkisini dile getiriyordu. Doublier de rakip bulmak için çırpmıyordu, geçen her gün onun aleyhiney-di, parası tükenmek üzereydi, dört Türk pehlivanını do-; yurmak, bir bölüğü doyurmaktan daha masraflıydı.
O günlerde Fransa'da dört kişi, Paul Pons, Sabes, Tom Canon ve Charles Green dünya güreş şampiyonu olarak ortalıkta dolaşıyor, daha çok kendi aralarında güreşler ya-
¦•:"¦ ,•'. ::'':'-:f: ""¦ v:/ <: '. 290 . ¦'¦¦ :v';' .¦: ': .-¦¦':¦
PARİS'TE ÜÇ PEHLİVAN
parak birbirlerine yeniliyorlardı. Türk güreşçiler kadar, Parisli güreşseverler de sıkılmışlardı. Onlar da Padişahın Aslanları dedikleri Türk güreşçileri Fransız güreşçilerin karşısında görmek istiyorlardı. 20 Mart 1895 tarihli Le Fi-garo gazetesi bu durumu, "Gösteri merkezi Foli Berjer'in anlaşmalı güreşçileri arasında Rum Pierri, Fenelon, Sabes ve Furniye gibi güreşçiler var. Fakat bunların hiçbiri Sul-tan'm dört aslanının karşısına çıkmaya cesaret edemiyor. Bu sebeple, Fransız şampiyonlar kendi aralanndan güreşecekler" ifadeleriyle okuyucularına duyurdu. Parisli güreşseverler bu durumu protesto etti ve Fransız güreşçilerin kendi aralarından yaptıklan güreşlere gitmediler. Organizatörler, durumun tehlikesini görünce, harekete geçtiler. Fransız güreşçiler, para ve tehditle Türk güreşçilerin karşısına çıkmaya ikna edildiler.
Nihayet beklenen gün geldi. Paris'in büyük gösteri merkezi Foli Berjer'in yöneticileri, Fransız Fenelon'un 22 Mart 1895 tarihinde Yusuf ile güreşeceğini duyurdular.
22 Mart tarihli gazeteler, güreşle ilgili inanılmaz haberlerle doluydu:
"Beklenen gün geldi. Sultan'm aslanlan güreşseverlerin
huzurunda."
"Aslan mı yoksa kedi mi olduklan meydana çıkacak!" "Fort comme un Tura sözü ne derece gerçek göreceğiz." Koca Yusuf un Paris'teki ilk güreşi, 22 Mart Cuma'ya rast geliyordu. Karşısına çıkacak olan Fenelon, Fransa'nın en teknik güreşçisi olarak tanınıyordu. "Tekniğiyle Koca Yusuf un acı kuvvetine karşı koyar, onu teknikle yener" deniyordu. 22 Mart 1895 akşamı, Foli Berjer Gösteri Merke-zi'nin önü ana baba günüydü. Bilet bulamayan yüzlerce kişi geri döndü. Güreşin başlamasına üç saat kalmasına rağmen, bütün salon hınca hınç dolmuştu. Salonun ortasına, tıpkı boks ringi gibi yerden bir metre kadar yükseklikte bir minder alanı kurulmuş, üzerine güreş minderleri yerleşti-
Dostları ilə paylaş: |