D.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramları
a.) Psikoanalitik Halkbilimi Okulları ve Kuramsal Farklılıkları:
Mitolojik Teori’nin tek kavramlı ve sosyal olayları çoğu zaman tek nedene indirgeyerek açıklayan okullarına benzeyen halkbilimi kuramlarından birisidir. Wunt, Freud ve Jung temsilcileridir.
Wunt ve takipçilerinin okulu, halkbilimi ürünlerinin kaynağını insanın düş, imge ve hülya gibi psikolojik oluşumlarıyla açıklamaktadır.
S.Freud ve takipçilerinin okulu olan psiko-analitik okul; halkbilimi ürün ve olaylarını, cinsel organlarla cinsel birleşmelerin birer simgesi olarak düşünen ve halk kültürünü oluşturan her türlü halkbilimi ürün ve olaylarını cinsel organ simgesi veya birleşme öğesi olarak açıklayıp çözümlemeye dayanmaktadır.
Bu okullar 19. yy bilimsel paradigmalarının sosyal olgu ve olayları tek nedene indirgeyip açıklama alışkanlığının günümüzde de devam eden örnekleridir. Dorson “Günümüzde geçerli olan halkbilimi kuramları içerisinde en kurgusal olanı Freud’un anısını yücelten Psiko-analitik Okul’dur.” der.
Malinovski’ye göre Psiko-analitik Okul insanın incelenmesi konusuna belki tek yanlı, ama önemli bir özel görüş açısı getirmiştir. Psikanalizin gerçek katkısı; aile kurumları bağlamı içinde eğitim, ana-baba otoritesinin kullanılması ve seks, beslenme, dışkılamayla ilgili bazı temel güdüler gibi kültürel etkiler altında erken çocukluk dönemindeki zihinsel, yani aynı zamanda toplumsal davranışların oluşumu üzerinde ısrarla durmasıdır. Malinovski, “Gerçekten de S.Freud çeşitli “ayıplar”a ilşkin batı tabumuzu yıkmayı başarmıştır. Öyle ki artık psikoanalitik terimleri kullanan herhangi bir kimse insan vücudunun belden aşağısına ilişkin konularda konuşabilir, oysa önceleri bu konuları salonlarda, hatta akademik toplantılarda bile ele alınması yasaktı.” der.
1-W. Wunt Okulu: Alman Wilhelm Wunt, E. Taylor ve A. Lang’ın kuramından da yararlanarak “Milletlerin Psikolojisi” adlı eserinde değişik toplumların mit ve masallarını tahlil ederek pek çok dini ve edebi olguların insan zihninin spesifik psikolojik şartlarında ve adeta rüyanın yaratılışına benzer bir şekilde yaratıldığı sonucuna vardı.
Wunt’un takipçisi Von der Leyen bu fikri bilinçaltı ve yarı bilinçaltı terimlerini de kullanarak neredeyse bütün halkbilimi unsurlarının yegane yaratılış nedeni olarak genelledi. Bunun halkbilimi çalışmalarında kabul edilmesi mümkün olmadı.
2- Sigmund Freud Okulu: Halkbilimi çalışmalarında psikolojik kuramın en yaygın uygulayıcıları Freud ve takipçileridir. Freud, bilinçaltı düşünceyi araştırırken mitlere ve peri masallarına, tabulara, şakalara ve batıl inançlara büyük ağırlık vermiştir. “Rüyaların Yorumları”eserinde çocukluktaki bastırılmış gizli cinsel arzuların ve korkuların simgesel kılıklarda düşlerde anlatım bulduğu tezini ortaya koymuştur. Buna göre uyanık olma halinde bastırılan seksüel arzular, uyku ve halisünasyon anında serbest kalırlar ve rüyayla fanteziye dönüşürler. Freud ve arkadaşları pek çok edebi ürünü bu psikoanalitik plana göre yorumladılar.
Psikanalist halkbilimci K.Abraham “düş, bireyin mitidir”der. Ona göre düşlerde ve mitte aynı psikolojik mekanizma işlemektedir. Mitler o ırkın çocuklarındaki ruhsal baskıları açıklar. Yığma, işleyerek geliştirme, yerine koyma gibi mekanizmalar çocuksu, yarı unutulmuş cinsel dürtüleri, günlük yaşamdan alınmış nesnelere ve imgelere dönüştürmektedir.
Freud, Oedipus mitinde, yetişkinliğe ermiş çocukların bastırılmış karanlık arzularının ve dürtülerinin açığa çıktığı, abartılı bir açıklaması olan mitsel bir öykü görmektedir. Erkek çocuk annesini fücur (ensest ilişki) bir sevgi ile sevmektedir ve babasını öldürmeyi düşlemektedir. Oedipus Rex’te ise istekleri acıklı bir biçimde yerine gelmektedir. Burada halkbiliminin sözlü türlerinin psikoanalitik yönden çözümlenmesinde takip edilen model görülmektedir. Abraham libiinal ilkel benliğin kaba istekleri, üst benliğin zorlamasıyla bir tür sansür ile perdelenmekteve bu istekler düşlerde ve mitlerde simgesel kılıklarda ortaya çıkmaktadır, der. Bu perdeyi aralamak halkbilimcinin görevi olmaktadır.
Psikoanalitik yorum ve çözümleme halkbilimi içinde yer alan her şeyi cinsellik simgesi alma genelliğine düşmüştür. Karl Abraham’ın Rüyalar ve Mitler’de Kuhn’un yöntemine değinmesi ve Prometheus miti üzerine yorumunu onun yöntemine göre yapması iki kuramın takipçileri arasında doğrudan metodoloji ilişkisi olduğunu gösterir. Abraham Kuhn’un Prometheus mitine katılır. Fakat bazı simgelerin aynı kişiyi belirttiğini ileri sürer. Buna göre Prometheus hem yıldırım, hem de Sanskritçe’den aldığı kelimenin anlamı olan “burgu,matkap” veya “delici” ya da ona göre “üretici”dir. Prometheus, yıldırım ilkel insana ateşi getirmiş; fakat ilkel insan aynı zamanda düzgün, sert bir çubuğu “delici ,burgu”yu yumuşak, yuvarlak bir tahta üzerine sürtmekle ateş yakmayı öğrenmektedir. Bunlar apaçık cinsel organların simgesi olmaktadır. Bu miti “yaşamın ilkesi olan dünyaya getirmedeki eril güç”olarak yorumlar.
Bu okul genel olarak ortodoks halkbilimi araştırmalarında istihza (ince alay) ile karşılansa da günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir. Bugüne kadar çalışmalarıyla ortodoks halkbilimciler arasında yankı yapmış ve halk geleneklerini en enerjik biçimde inceleyen üç kişi E.Jones, E.Fromm ve G. Rohem’dir.
E.Jones, kabus korkuları ve cinlerden korkmaile çocukluk hayallerinin düşlerde ve halkbiliminde yansılanması arasında doğrudan bir ilişki görmüştür. Kan emen vampir inancı, gece emisyonlarını ve oral sadizmi belirtmektedir. Şeytanın ise fallus simgesi oluşu, çoğunlukla yılanla özdeşleştirilmesinde görülmektedir.
Şeytan, baba figürü olup iki bastırılmış arzuyu, oğlun babaya öykünmesi ve ona karşı koyma istekleri şeklinde belirmektedir. Büyücü ise, kadının kendi ve annesi hakkındaki bilinçdışı düşüncelerinin dışavurumudur. Bastırılmış fücur istekleri hep bu inançlarda gizlidir ve bunlar ataerkil ve münzevi kilisenin beslediği ödipal duygular olarak görülebilir.
Ernest Jones İngiliz Halkbilimi Kurumu’nun ellinci kuruluş yıldönümünde, Psikanaliz ve Halkbilimi başlıklı konuşmasında dinleyicilerin bilincinde olarak ırksal geçmişten arta kalan yaşam ile bireyin geçmişinden arta kalanlar arasındaki paralelliği vurgulamıştır. Fakat fincan, kadeh, kazan, mücevher gibi nesnelerle dişilik organını belirten simgelerin sıralanmasına dinleyiciler çok az ilgi duymuşlardır. Halkbiliminde tuzun Sembolik Önemi adlı tebliğinde ayinlerde kötü ruhları kovmak için tuz kullanılmasında görüldüğü gibi halk düşüncesinde de tuza büyülü özellikler yüklendiğini gösteren delilleri bir araya toplamıştır. Ona göre beyaz, hayat veren tuz sperm simgesidir ve erkeği ve aşılama ilkesini göstermektedir.
Erich Fromm düşler, mitler ve peri masallarının psikoanalitik yorumu konusunda ilk eseri yazmıştır. Jonah hikâyesinde mitsel ilişkilerdeki evrensel simgeye değinir. Hikâyede Jonah gemi ambarında sürekli beşikte gibi sallanmaktadır. Okyanus, derin uyku, balinanın karnı ,..vs. anne rahmindeki fetüsü ve koruyucu yalnızlığın iç deneyimini yönlendirmektedir.
Fromm, Kırmızı Şapkalı Kız yorumunda bildik Freud yorumlarını aşar. Genç kızın (şapka menstruasyon- döl yatağındaki parçaların kanla atılması- simgesidir)erdem patikasında başıboş dolaşırken kurt(adam) tarafından baştan çıkarıldığını belirtir. Kurt gerçekten de karnını (rahmini) kız ve büyükanne ile doldururken hamileliğe imrenmeyi sergilemektedir. Kırmızı Şapkalı Kız kurdun karnını taşla doldurduğunda kısırlık simgesi kullanılarak kurt cezalandırılmaktadır. Bu masal ise erkeklerden ve cinsellikten nefret eden kadınların masalı olarak gösterilmektedir.
Geza Rohaim çalışmalarına psikoloji ile değil halkbilimi ile başlamıştır ve daha otoriter çalışmalar ortaya koyar. Avusturya yerlilerini alan araştırması yoluyla inceler. Rüyanın Kapıları adlı çalışmasında pek çok mit ve masalı incelemiştir. Düşü, mit ve masalla paralel olarak değil, onların habercisi olarak ya da düşün mitleri oluşturmak için bilinçdışı hayallerle birleştiğini düşünmektedir.
Ona göre İblis Grandel’in uyuyanları boğması ve onların kanını içmesi bir kâbus olayıdır. Odisseus, polyphemus adlı dev uyurken gözüne şiş saplamakta ve böylece uyuyanın hadım edilme kaygısını (körlük) baba heykeline yansıtmaktadır...
Geza Rohaim mitolojik masalların özünü oluşturan bir temel düşten söz eder. Buna göre, düş gören kişi bir göle ya da çukura düşmektedir. Bu da fallusun vajinaya ulaşmasıdır. Sonra bedenin dışında bir okyanus ya da bir lotusla simgelenen bir rahim oluşmaktadır. Burada yaratılış miti kökeni görürüz. Dalış ne kadar derin olursa fallus o kadar büyük olur. Çünkü bir düşteki dalma, ereksiyonu simgelemektedir. Geza Rohaim böyle bir düş gören bir kişi bunu benzer düşler gören kişilere anlattığında ve yinelemeler sonucunda mitin geliştiğine inanmaktadır.
Psikanalist halkbilimciler, çalışmalarında sadece mitleri ve masalları değil, folklorun bütün türlerine ait malzemeyi alıp incelemeye çalışmışlardır. Hedwing Heri, John Dollard, Richard Sterta bu halkbilimcilerdendir.
Kenneth J. Murder çağdaş kovboy mitini çalışmasına konu eder. Filmleri ve tv westernlerini içine alan edebiyatla psikiyatrik hasta kovboy verilerini bağdaştırır. Hastanın tarihçesinin mite uyduğunu görmektedir. (tüfek fallus, silahı çentmesi babayı öldürmenin kefareti olarak kendini hadım etmesi...,vb. yorumlar getirir) Munden’e göre milyonlarca film ve tv eleştirmeni westernleri kendi çocukluk travmalarını yeniden görmeleri zorunluluğu doğuran “yinelenen çocukluk” nedeniyle izlemektedir.
Bu çalışmalar içinde ortodoks halkbilimcilerce en çok kabul gören Gershon Legman’dır. Seksüel Mizah ve Ayıp Şakaların Akılcı Bir Analizi adlı çalışması önemlidir.
Dorson’a göre Legman zina, evlilik, eş aldatma ve kadın ve erkeklerin cinsel yönden yanlış deneyimleri ile ilgili fıkraları; onların gizli içerikli saldırganlık, korku ve düşmanlık duygularını açığa çıkarmak amacıyla incelemeye yönelmektedir. Legman Thompson’un Motif İndeks çalışmasında Seksle İlgili Mizah bölümünü görüp, tutuculukla boş bırakan Tarihi-Coğrafi Fin Okulu takipçilerine karşı çıkar. Bilinen Freud yorumlarından farklı olan çalışması halkbilimi çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Çünkü fıkrayı, özellikle açık fıkrayı çağdaş toplumda en önemli halk öykücülüğü türü olarak tanımlamaktadır.
Legman karşılaştırmalı halkbilimcidir. Fıkraların uzun ömürlülüğünü ve yayılımını, belirli olayları ve ayrıntılı ifadeleri belgelendirerek göstermektedir. Batı Avrupa masallarının ve fıkralarının İtalya ve İspanya’ya, Doğu Avrupa fıkralarının da Türkiye ve Yunanistan yoluyla (daha önce Benfey’de vardı) yazılı kaynaklarla geldiğini ileri sürer.
Legman dönemine göre çok eskimiş bir halkbilimi yorrumlama yolunu takip etmektedir. Freud’un psikanaliz ve ödipal simgelemesini, erkeklerin neden açık saçık öyküler anlattığını açıklamak için kullanmıştır.
3.) C. G. Jung Okulu: Freud’un öğrencisidir. Psikanaliz Okulu’nun kuramsal yaklaşımarını reddederek “analitikal psikoloji” adıyla bilinen bir okul oluşturur.
Dorson halkbilimi çalışmaları açısından Freudçularla Jungcuların pek çok ortak yönü olduğunu söyler. Her iki grup da halkbilimini kendi öğretilerinin bir parçası olarak görmektedir. Freud da Jung da mitleri ve peri masallarını simgeleme yöntemiyle yorumlamaktadırlar. Jung’un en coşkulu takipçisi Joseph Cambell bile dünya mitolojisine dair yorumlarında Freud’a benzer. Freud’un yaklaşımındaki ikilemler olan erkek-dişi, fallus-vajina, Jung’da cinsel terimler olarak değil de metafizik terimler olarak görülür. Bilinçli olma-bilinçdışı olma, yaşam-ölüm, tanrı- şeytan biçimine dönüşür. Her iki yorumlama şeması da bilinçaltı kavramını anahtar kavram olarak kullanmaktadır. Kullanımdaki farklılık Jung’un “bilinçaltı” kavramını birey’den ırk’a çevirmesindedir.
Halk masalları metinlerindeki birçok çeşitlemeyi açıklamak için Ortodoks halkbilimi uzmanları tarafından kabul edilen sözlü geçişme yerine Jung, bilnçaltı ruhta var olan benzer mit ve mit öğelerini tekrar tekrar üreten öğelerden söz etmektedir. Bu mitolojik bileşenlere “motifler”, “yavru imgeler” ya da “ilk örnekler” adını verir. buna göre ilkel insan mitleri uydurmaz. Ön bilinç-ruh gücünün açığa çıkarttıkları olarak yaşar ve modern insan bunları “aslın canlanması” şeklinde tekrar tekrar yaşamaktadır. Bunlar genellikle bir bütün halinde olmayıp, mitsel parçacıklar şeklini alırlar.
Asıl türün bir örneği, rüya ve peri masallarında eşit sıklıkla rastlanan yaşlı adam tipinde görülür. Karakteri yardımseverlik ve iyi niyetlilik gibi niteliklerle, entelektüel yapısı da bilgeliği ve akıllılığıyla gösterilmiştir. Belki de onunla tanrı arasında ilgi kurulmuştur. “İlkel” peri masallarında yaşlı adam güneşle özdeşleştirilmiştir. Jung, 1958 yılındaki bir çalışmasında daha da ileri giderek yaşlı adamın kendisinin karşıtı da olup hem yaşam verici, hem ölüm getirici olduğunu ileri sürmüştür.
Jung’un din, büyü ve mitoloji ile ilgili geleneklere yaklaşımını en belirgin şekilde temsil eden Amerikalı halkbilimci Joseph Cambell’dir. “Bin Yüzlü Kahraman” adlı çalışmasında bunların asıl tür kalıplarını göstermek amacıyla ayrılık, öne çıkan engeller ve mitolojik kahramanın geri dönüşü gibi sürekli tekrarlanan evrensel ana konuları işlemiştir.
J. Cambell “Tanrı’nın Maskeleri”nde kültür çevresinden aldığı örneklerle Frazer’ı da hatırlatır ve çevresel özellik taşır. Peri masallarında bütün insanları birleştiren derin ana konuların yalnız hafif ve eğlenceli yansımalarını görür, ciddi ifadeleri ise gelecekten haber veren bilicilerin esinlenmelerinde ve kutsal yazılarda bulmaktadır.(Dorson)
Dorson’a göre Campbell gibi mitoloji bilginlerinin ve bir kısım edebiyat eleştirmenlerinin Jung’un düşüncelerini beğeniyle kabul etmeleri, Jung’un ilk örnekleri bağlamından soyutladığını düşünen antropoloji eğilimli halkbilimcilerin eleştirileri ile dengelenmektedir. Jung Enstitüsü’nde yetişen Amerikalı halkbilimci Carlos C. Drake Jung’un kavramlarının belli başlı antropologlar tarafından yanlışlarla dolu olarak anlaşıldığına değinir.
Drake’ye göre dışadönük ve içedönük kavramaları, temel psikoloji türlerini belirlemekteydiler. Bunların her biri de kendi içinde düşünme, duygu, sezi ve heyecan olarak dört alt türe ayrılmaktadır. Derlemeci bilgi aldığı kaynak kişinin ve kendisinin hangi psikolojik türden olduğunu bilmesi sayesinde bu kişilerle daha etkili bir uyum sağlayabilir ve onların kişisel stillerinin anlaşılabilmesi için bu tür bilgilere gerek vardır.
Jung’un içeriğine “ilk örnek” adını verdiği toplumsal bilinçaltı, toplumu oluşturan herkes tarafından paylaşılmaktadır. Fakat ilk örnekler kendi başlarına içeriği değil de biçimi tanımlamaktadırlar.
Jung bireyin kompozisyonunu açıklamak için başka terimler de kullanmıştır. “Persona”, bireyin toplumsal ya da mesleki rolünü; “anima”,dişi özelliğini; “animus” ise dişillerdeki eril özelliği belirtmektedir. Anima ilk örneklerde bilinç ve bilinçaltı arasında bulunmaktadır.
Jung, düşlerde ve hayallerde olduğu gibi mitlerde ve halk masallarında da kişiliğin karanlık yönlerini temsil eden gölge figürler ve olaylar görmüştür. Drake, bu bilinçaltı faktörlerin folklorla özdeşleştirilebileceğini iddia eder ve bunlara örnekler verir. Cadılar Pueblo kızılderilierinin masallarında görülmekte, fakat cadıların aşağılandığı kültürlerde hiçbir zaman görülmemektedir. Bu doğrultuda cadının yardımcı yönü masallarda ortaya çıkan ve baskı altındaki kişilere duygusal çıkış yolu sağlayan ortak gölge figürü olarak yorumlamaktadır.
Dorson’a göre Jung UFO adlı çalışmasında da modern bir olguyu halkbilimsel kapsamıyla incelemektedir. Jung, bu cisimlerin görülmelerini derin toplumsal kaygıların hayallerimizdeki uzay bilincine uyanan emellerimize uygunluğuna göre açıklanabileceğine inanmaktadır. Günümüz insanları, özellikle Amerikalılar dünya sınırlarından kurtulmak istemekte ve diğer gezegenlerin insanlarının da dünyaya uçtuğuna inanmaktadırlar.
b.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramlarına Yöneltilen Eleştiriler:
Bu kuram ve okullar hala yaygın olarak kabul görmektedirler. Geçmişte yöneltilen eleştirilerin büyük kısmı bu kuramları “edep dışı” veya “ahlaka aykırı” olarak nitelendiren tutucu yaklaşımlardan kaynaklanır. Asıl eleştirilen ve bugün de geçerli olan yön, bu kuramların son derece ucu açık “apiriori”(deneyimden önce zihinde var olduğu, zaman ve mekana göre değişmediği kabul edilen ve doğrudan doğruya akla dayandırılan bilgi) yorumlara yaslanması; geliştirdikleri çözümleme yöntemlerinin de vardıkları sonuçlar itibariyle denetlenebilirliklerinin son derece az olmasıdır.
Dorson’a göre profesyonel halkbilimi uzmanları Freud ve Jung’un yorumlarına tepkilerini psikoanalitik simgeciliği ciddiye almamak şeklinde göstermişlerdir. H. Krappe Folklor Bilimi adlı çalışmasında Abraham’ın çalışmasından “saçmalık” diye söz etmektedir. Stith Thompson simgecilerin hepsini “fantastik” ve “anlamsız” bulmaktadır.
E.) Mit-Ritüel Halkbilimi Kuramı 1
Mit-ritüelistler bir bakıma içinde yer aldıkları kültürel evrimci halkbilimciler arasında belli bir saha ve uzmanlaşmaya dayanan özel bir gruptur. Yoğunlaştıkları konu, dışavurumcu sanatların evrimidir. Bu bakış açısına göre kültür ve sanat, ilkel insanın, dini ayin niteliğindeki ritüel törenlerinde davranışlarından, özellikle de “kurban törenlerindeki kalıplaşmış hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Kültür, evrimleşerek geliştikçe ritüeller de buna paralel olarak sözelleşmekte ve mitlerin doğup gelişmesinin kaynağını oluşturmaktadır. Ritin sözel tanımlanışı kendine has bir özerklik kazandığı zaman, mit bağımsız bir dışavurumsal anlamlı form veya anlatı olma statüsünü kazanmaktadır.
Kuramın ortaya çıkışı E. Taylor’un çalışmalarıyla başlayan Evrimsel Halkbilimi Kuramı’na getirilen sistematik bir eleştiri veya tepki niteliğindedir. (Evrimsel kuram mitlerin kaynağının tarihsel gerçeklere dayandığını ileri sürer. Mitlere dayanan gözlemleri ve tarihi geleneklere dair çalışmalarından hareketle insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını düşünür. )
Mit- ritüel kuramın kurucusu Lord Raglan’dır. 1955’te yayımlanan “Mit ve Ritüel adlı çalışmasında amacının “Mit konusunda ileri sürülen mitlerin bozulmuş veya değişmiş eski tarih veya vahşilerin ürünü olduğuna dair eski moda teorileri delillerle yalanlayıp çürütmek, mitin ne olduğunu açıklamak ve son derece basit bir şekilde mitlerin sadece ritlerle ilişkili olarak ortaya çıkmış anlatılar olduğunu ifadelendirmek” olduğuna söyler.
Bu düşüncesini basit bir örnekle ele alır. Leviticus X1’de Harun’un kurban törenini nasıl gerçekleştirdiği iki ayrı yerde bize şu biçimde anlatılır, der: İlkinde “Onun oğulları ona kanı ilettiler ve o kanı tapınağın en kutsal, kurban kesilen yeri olan mezbah (minber) üzerine her tarafına serpti ve yağları yine orada yaktı.” der. Daha sonra on yedinci bölümde de papaz (kâhin) kanı mezbaha (minberin üzerine) döküp yağı da sonsuzluk için diriltici koku olarak (rabbe hoş koku olarak) yakacaktır.
Raglan’a göre burada aynı ritüelin iki ayrı tanımlanışı vardır. Birinci tanımlanış birisinin bir defasında ne yaptığını anlatan bir mit, yani bir ritüelin nasıl gerçekleştirildiğini betimleyen bir anlatı şeklindedir. İkincisi ise basitçe bir kural şeklindedir. Ona göre bu metinde yer alan birinci anlatı, mitlerin çoğu zaman yaptığı gibi, söz konusu ritüelin kaynağını ortaya koymanın gerekli olduğu bir zamanda yazılmış olmalıdır. İkinci anlatımın ise söz konusu ritüelin son derece açık bir şekilde uygulanışının, belirgin dini bir kural veya ritüele dönüştüğü bir zamanda yazılmış olduğunu düşünmektedir.
“Yukarıdaki ifadeler aynı ritüelin türleri olduğu halde, ilk ifadede bir mitken, daha sonra basit bir tarife dönüştüğü görülüyor. Bu durumda, ritüelin tanımını, bir kimsenin daha önce yaptığı bir şeyin anlatısı olarak yapmak da mümkün. Mitlerde sıkça görüldüğü gibi ilk ifade, kutsal bir kişiye atfedilerek ritüelin hala geçerli kılınması gerektiği düşünülen oldukça erken bir dönemde yazılmış olmalı.daha sonraki pasaj ise, büyük bir ihtimalle ritüelin kesinkes benimsenip, yalnızca basit bir tanıma ihtiyaç duyduğu bir döneme tarihlendirilebilir.”
Raglan bunlardan hareketle “…Mitler tarihsel açıdan kesin doğruluk taşımazlar. Bunun nedeni -her zaman aynı olmamakla birlikte- ritüellerin çoğunun bazı tarihsel olayların sonucu olarak değil, yavaş yavaş gelişmiş olmalarıdır...” der. Mitlerin tarihsel bir olayı aksettirmemesine örnek olarak Becket’ın ölümüyle ortaya çıkan Can-terbury’e yapılan haccı değerlendirir. “…Hacılar katedrali turlarken Becket’ın yaşamı ve ölümü ile ilgili dualar ve ilahiler okuyarak bir ritüel sergilerler. Bu yolla Becket’ın hikâyesi tekrarlanarak ezberlenmiş olur. Bu hikaye, sonuçta bir ritüel, tekrarladığından doğrudan bir mit olarak da tanımlanabilir...” sonucuna varır.
Bir başka örnek olarak Guy Fawkes’in2 durumunu verir. “…Guy Fawkes’in durumu ilgi çekici bir başka olaydır. Beş kasım, kurban olarak bir insanın yer alması gereken yakılma törenini anlatan tarihi ateş festivali günüdür. Fawkes gerçekte yakılmayıp yalnızca asılmış olmasına karşın, yakılma hikâyesi bu ritüele mit olarak adapte edilmiştir…”
“…Adaptasyonla ne kastettiğimizi açıklayalım; mitler tarihsel temelleri olsun ya da olmasın önemli dini değerlere sahip olabilirler. Hooke’a3 göre Tiamat’ın (Akad mitolojisinde tanrıların annesi ve Apsu’nun eşi.) katledilmesi mitine eklenen hikâye kesin olarak tarihsel gerçekliği dile getirmez… Fakat, tarihin dar gerçekliğinden hem daha geniş, hem de daha derin bir gerçekliğe sahiptir… Mitler yoğun duygusal değerlerle yüklü durumları içerdiğinden temel olarak doğrudurlar. Dahası, bu durum, doğası gereği tekrarlanarak ezberlenmiştir. Durum, kendisiyle ilgili olan ve uyandırdığı gereksinimi doğuran ritüelin yinelenmesini gerektirir. İşte bu bağlamda Hıristiyan dininin çıktığı olayların tarihi karakterler üzerine en küçük bir yansıması olmaksızın bir Hıristiyan mitolojisinden bahsetmek mümkündür. Bu, insanoğlunun sürekli yineleyerek ezberleme ihtiyacını karşılamak için, dinsel davranışların hayat veren gücünü ifadelendirmede kullanılmıştır…”
Raglan’a göre ritüeller de insani ihtiyaçlarla tekrarlanma gerekliliğindedirler ve bunun gerçekleşmesiyle mitler doğmaktadır.
Lord Raglan eski Yunan’da klasik yazar ve şairlerin mitleri dinsel bağlamlarından çıkararak edebi yaratıcılıklarına temel olarak kullandıklarını, bu nedenle de verdiği örneklerin bir mit özelliği olarak çok fazla hayali olmadığını ileri sürenlere karşılık “Yunan mitleri edebi olarak işlenmiş mitlerdir. Bu nedenle söz konusu özellik mitlerin özelliği değildir.” der. Buna ilaveten, pek çok eski Yunan mitinin Mısırlılar ve diğer komşu mitlerden ödünç alınıp adapte edilmiş olduğuna işaret eder.
Raglan, mitlerin hayal ürünü olduklarını ileri sürenlerin hayal etme sürecinin nasıl oluşup geliştiğini, kısaca nasıl çalıştığını açıklamadıklarına dikkati çeker. Hiç kimsenin okumadığı, duymadığı, görmediği bir şey üzerine hayal kuramayacağını, bu nedenle de mitlerin veya bir mitin hayal sonucu ortaya çıkmasının mümkün olmadığını söyler.
“…Mitlere hayal gücünün ürünleri olarak bakanlar, aslında hayal gücünün nasıl çalıştığını dikkate almamışlardır. Hiç kimse, gördüğü, duyduğu ya da okuduğu bir şey tarafından işaret edilmeyen bir şeyle ilgili hayal kuramaz. Yazarlar ve şairler, kendilerine çeşitli yollardan ulaşan fikirleri seçip birleştirerek hayal gücünün ürünleri olarak değerlendirdikleri şeyleri üretirler. Fakat, mitleri biçimlendiren ya da kaydedenler bu biçimde davranmamışlardır. Mitler son derece kutsal oldukları için, yalnızca kendilerine ilham ihsan edildiğine inanılan kişiler tarafından değiştirilmiş ya da üzerine bir şey eklenmiştir ki onlar bile söz konusu eklemeleri son derece sınırlı biçimde yapmışlardır…”
“Mit yaratıcısının, diğerlerinden farklı olarak sahip olduğu varsayılan hayal gücü türü aslında kimsenin daha önce sahip olmadığı bir şeydir. Mesela Grote, eski Yu-nan'da güneşi bizim gördüğümüz gibi görmek yerine, "doğu sabahında arabasına binen yüce tanrı Helios'u gör, gün ortasında saf cennet yüksekliğine ulaşan ve geceleri yorgun ve dinlenme arzusundaki atlarla birlikte batı ufkuna gelişini gör." diyerek hiçbir zaman varolmamış bir zihin türünü var kabul ediyor. Güneş arabası bir ritüel arabasıydı ve tanrı Helios, ritüelde arabayı kullanan bir rahip biçiminde görülüyordu. Hıristiyan inancına göre kutsanmış mayasız ekmek de İsa'nın bedenidir, ama görünen sadece mayasız ekmektir. Aynı şekilde, biz de eski Yunanlıların güneşin tanrı Helios olduğuna inandıklarını ama gördükleri şeyin sadece güneş olduğundan emin olabiliriz…
Dostları ilə paylaş: |