ZİNADAN KORUNMAK (ARALIK AYI KONUSU) -
Zina ve zinaya götüren sebepler(Müstehcen yayınlar,TV., internet vb.)
-
Elle tatmin; bunun dini,pskolojik, biyolojik ve ailevi zararları
-
Cinsel sapmalar (Helak olmuş kavimlerden örnekler)
-
Zinadan korunmanın yolları (Rabıta, zikir,oruç vb.)
Zina ve zinaya götüren sebepler (Müstehcen yayınlar, TV, internet vb.)
Büyük günahlardan birisi de zinadır. Zina, aralarında meşru bir evlilik olmayan, nikâh bağı bulunmayan kimselerin cinsi ilişkide bulunmalarına denir. Zina, bütün dinlerde ve kanunlarda yasaklanmış ve bu kötü fiili yapanlara ağır cezalar verilmiştir.
Hayvanların dahi düzenli, başı boş olmayan, eşini kollayan cinsel hayatları varken insanların pervasızca hareketleri hayvandan daha aşağı bir özelliktedir.
Belirli bir yaştan sonra cinsel ilişki tabii bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın giderilmesinin tek yolu ise nikâhtır yani evliliktir. Zina bir ihtiyaç değil, insan için büyük bir imtihandır. Allah insana birçok duygu ve arzu vermiştir. Bunlar bizim için imtihan aracıdır. İşte cinsi duygu da insan için büyük bir imtihandır. Allah (c.c) Hz. Adem (a.s) ve eşi Havva annemize yasak meyveden yemeyin dedi şeytan onları kandırdı. İşte şeytan bizi kandırmak için elinden gelen tüm gayreti gösteriyor. Biz de imtihanda olduğumuzun farkında olarak Allah’a sığınmalıyız.
Hiçbir kötülüğe ortam hazırlamamak ve fitneye yol açmamak için İslam, cinsler arasında bazı prensipler koymuştur. Müslüman kendini korumaya almalı, iman ve ibadetlerle kendini güzelleştirmeli, haram ve helalleri ve mahremiyet sınırlarını bilerek tertemiz olmaya çalışmalı.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur."(İsra:32) Dikkat edilirse "zinaya yaklaşmayın!" buyruluyor. Yapmayın değil, yaklaşmayın. Çünkü yaklaşmakla başlıyor her şey. Yaklaştıkça insanı içine çekiyor, iflah olmaz bir girdabın tam ortasına sürüklüyor.
Dinimiz insanın ve toplumun huzuru için kötülüklere giden yolların hepsini ortadan kaldırmıştır. Bir bakış, dokunuş, gülüş nice hayatların kararmasına sebep olabilir. Kötülüklere giden yolu baştan kapatan dinimiz günaha giden yolları böylece engellemektedir.
Ayrıca zinanın, ahlâkî, sosyal, hukukî ve sıhhî pek çok zararları vardır. Toplumların çekirdeği ailedir. Sağlıklı nesil bu yuvada yetişir. Çocuk fizikî gelişmesini de, ahlâk ve terbiyesini de önce buradan alır. İnsan sevgisinin kaynağı ailedir. Bu yuva için en büyük tehlike ise zinadır. Zina her şeyden evvel ailenin oluşumunu engeller. Kurulmuş olan ailenin ise dağılmasına ve perişan olmasına sebeb olur. Aile hayatını bozan zina, aile içinde nefret, güvensizlik ve düşmanlık tohumları eker. Eşlerin birbirinden şüphe etmesine sebep olur. Boşanmalar ve hatta cinayetler dahi olabilir. Bununla beraber babası belli olmayan çocuklar artar. Bu da neslin bozulmasına sebeptir.
Zinâ, insanın sağlığı için de zararlıdır. Pek çok zührevî hastalıkların kaynağının zina olduğu tıbben sabit olmuştur. Hatta bugün insan sağlığını tehdit eden Aids hastalığı da çoğunlukla üreme organları yoluyla bulaşmaktadır. Zinanın yaygın hale geldiği toplumlarda ölüm olaylarının çoğalacağını haber veren Peygamberimiz, bu noktaya dikkatimizi çekmiştir. (Et-Tergib ve't- Terhib, c. 3, s. 286)
Zina yasaklanmıştır. Çünkü insanın namusunu elinden alır. Yüz kızartıcıdır. Tam tabiatı bozulmamış insanda vicdan azabına ve psikolojik sıkıntılara sebep olur. Ayrıca zina ile ana rahmine düşen çocuklar ortada kalarak perişan olurlar. Anne ve baba şefkatinden mahrum kalırlar.
Bunun içindir ki dinimiz kadınla erkeğin aynı ortamda baş başa kalmalarını yasaklamıştır. Durumu müsait olanların hemen evlenmelerini emretmiş, evlenmenin gereksiz masraflarla zorlaştırılmamasını öğütlemiştir.
Yesrip (Medine) den gelip Mekke’nin kenarında Akabe denilen yerde Peygamberimizle (s.a.v) buluşan ve onu dinledikten sonra Müslüman olmak isteyenlere Peygamberimiz (s.a.v): "Allah'a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiç bir yalanla bühtan ve iftirada bulunmamak, doğru işte isyan etmemek üzere bana biat ediniz." buyurmuştur. (Buhari, İman,11)
Zina büyük günahlardandır. Olgun iman ile bir arada barınmaz. Nitekim Peygamberimiz: "Zina eden kişi zina ettiği sıra (tam ve olgun) mü'min olduğu halde zina etmez." (Buhari, Eşribe, 1) buyurmuştur
Zinaya sürükleyen sebepler
Açık-saçıklık ve harama bakmak,
Nâmahreme dokunmak ve tenhada buluşmak,
Kadın-erkek bir arada bulunmak
Müstehcen neşriyat ve filmler,
Cinsel duyguları tahrik edici müzikler
İçki ve uyuşturucu maddeler
Birbirlerine namahrem olan iki zıt cinsin flört etmeleri
Manevi ve ahlaki duyguların zayıflaması
Chat odaları
Sosyal baskı-Arkadaş ortamları
Eskiden insanlar küçük şehirlerde mahalle gibi yerlerde yaşarlardı. Şimdi ise şehirler büyüdü ve insanlar üzerinde sosyal baskı kalktı. Böylelikle insanlar istediklerini yapmaya başladılar. Şeytana uyanlara ortam doğmuş oldu. Bize düşen bu büyük şehirlerde kendimiz kontrol etmek ve Allah’ın bizi gördüğünü ve bir dün yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğimizi unutmamaktır.
FLÖRT
Gençler için aldatıcı bir tuzaktır. Evlenecek çiftlerin böyle bir arkadaşlığa ihtiyacı yoktur. Önce tanışma görüşme, çıkma, kol kola gezmeler… Sonra yalnız kalmalar, sarmaş dolaş olmalar ve istenmeyen vaziyetler…
Flört bıçakla oyna oynamak gibidir.
“Arkadaş, sevgili, sözlü, nişanlı vs. adlarla beraber olan kız erkek bu güven ile el el verir, baş başa diz dize olurlar, sınırları aşarlar. "Seninle zaten evleneceğim ya" diye başlayan aldatıcı laflara kanan kızların sonu hüsran olur. Tenhada baş başa kalmalar insanın şehevi duygularını ateşler. Bu ateşte insanı yakar. Günümüzde yaygın bir şekilde rastlanan kız-erkek muhabbetleri gençlerin harama yaşlaşmasına sebep olmaktadır. Bunlar, daha sonraki zamanlarda istenmeyen yakınlıkların yaşanmasına ortam hazırlayan şeylerdir. Dolayısıyla şiddetle uzak durulmalıdır.
Ayrıca flört neticesinde evlenen gençlerin pek çoğunun mutsuz bir evlilik yaşadıkları görülmektedir. Bu bakımdan salih ana babanın tavsiyelerine mutlaka uymalıdır! Ana baba, oğlunun veya kızının evleneceği kişiye, evlatlarının gözü ile bakmaz. Acı tecrübelerin verdiği firasetle bakar. Atalarımız, (Ulu sözü dinlemeyen uluya kalır) demişlerdir.
Araştırmalar onu gösteriyor ki: Flörtle evlenenler, boşanmaya daha yatkın oluyorlar
Flört edenler birbirlerini severlerse, bu daha kötü netice verir. Böyle biri, kendisine verilecek nasihati, deli saçması kabul eder. Onun için Peygamber efendimiz, "Aşırı sevgi insanı sağır ve kör eder" (İbni Mace) buyurdu.
Sağıra ne anlatsanız duymaz. Köre bütün renkleri gösterseniz, birini diğerinden ayıramaz. Seven kimsenin de gözüne bir şey görünmez. Sevdiği kişinin yanlış tavır ve hareketleri olsa bile, yine de onunla evlenmek ister. Bu duruma düşmeden önce, tedbir almak gerekir.
GÖZLERİN HAİN BAKIŞINDAN KENDİMİZİ SAKINDIRIYOR MUYUZ?
Göz deyip geçmeyelim. Gözlerimizin bizde hakkı olduğu gibi, pek çok kimsenin de gözümüzde hakkı vardır. Göz üzerinde ilk ve en önemli hak, gözlerin yaratıcısına aittir. Sonra, kalbimizin hakkı, peşinden de ailemiz, sevdiklerimiz, insanlar ve kainatın hakkı gelir. Cenab-ı Hak, insanların çoğunun, varlık, kulak, göz ve gönül nimetlerine nankörlük ettiğini, çok az şükrettiğini belirtir. (Mülk, 23) Önce, bize verilen göze ve görme nimetine sevinmeliyiz, onu bize vereni tanımalı, yüce zatına kalp, dil ve halle şükretmeliyiz. Kalple şükür, O’nu tanıyıp sevmektir. Dille şükür, nimeti vereni zikretmek ve O’ndan bahsetmektir. Halle şükür, gözün sahibine isyan etmemek, harama bakmamak, O’nun alemi saran rahmet tecellilerini seyredip ibret almak, sahibine karşı bir kusur etmişse ağlamaktır. Ayrıca gözü yaratanın, “İyi bakın, inceleyin, sonunu seyredin, sırrına ulaşın, ibret alın, hakikati anlayın ve ağlayın” buyurduğu yerlerde, emredilen şeyleri yapmak da O’nun gözdeki hakkıdır.
Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmanın birçok zararı vardır. Bunlardan biri unutkanlıktır. Kitaplarda bildirildiğine göre göz vasıtasıyla beyne aktarılan namahrem görüntüler insanda unutkanlık meydana getirir.
Allah Rasulü (s.a.v), harama bakışın, şeytanın kalbe attığı zehirli bir ok olduğunu belirtmiştir. Bu zehir hemen temizlenmezse, kalbi yaralar, tadını bozar, kirletir ve böylece safiyetini yok eder. Tövbe ve salih amalle temizlenmeyen günahlar, kalbi katılaştırır, karartır ve Allah korusun sonuçta onu manen öldürür. Bunun en büyük sebebi de gözler olur. Çünkü insanın kalbine iki önemli giriş kapısı vardır: Biri göz, diğeri kulaktır. Gözünü ve kulağını haramdan korumayan kimsenin hayali de günahtan temiz kalmaz. Böylece kalp sürekli zehirlenir, ruh perdelenir, gönül huzuru bozulur. Dinimizde ibadet, kulluk ve dostluk kalple olduğu için, onun safiyetini giderecek, sıhhatini bozacak her şey haram kılınmıştır. Bunun için yüce Allah Nur suresinde “Mümin erkeklere ve kadınlara söyle, gözlerini (harama karşı) yumsunlar…” buyurmuştur. Bunun manası “Kalplerini korusunlar” demektir. Kalbin korunması ise ancak edeple olur. İnanan bayan ve erkekler gözlerini harama bakmaktan korurlar. Bu Allah’ın bir emridir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine buyurmuştur ki; “Yabancı kadına şehvetle bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar.”
Bu hadis-i şerife göre, harama bakmamaya karar verip gözünü korumaya alıştıran bir insan bu haramdan kaçışın manevi hazzına erecektir. Manevi bir huzur insanı kaplayacağı için o geçici ve daha sonra insanın içini sıkacak olan şehevi zevkle kıyaslanamayacak kadar insanı mutlu edecektir.
İnsanın istemeden, aniden karşısına çıkmış olan haram görüntülere bakmaya devam etmeyip kaçınması halinde kendisi için bir günah yoktur. Hatta bu kötü bakışı yapmadığı ve haramdan kaçındığı içinde sevap kazanmaktadır. Ancak bakmaya devam ederse işte o zaman günah kazanır.
Bakışlarımızda ölçü ne olmalıdır?
Yolda, çarşıda ve başka yerlerde kadın ve erkeğin karşılaşmasında ilk bakışın bir sorumluluğu yoktur. Çünkü bundan kaçınmakta güçlük vardır. Bir de karşıdaki kimsenin erkek mi kadın mı, hısım mı hasım mı olduğunu bilmek gerekebilir. Ancak gerek yokken tekrarlanan kasıtlı ve ısrarlı bakışlar yasaklanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v): “Ya Ali, birinci bakış lehinedir, fakat ikincisi aleyhinedir.” buyurmuştur. Gözümüze istemeden takılan şeylerde günah yok, ancak bunun dışında bu bakışları devam ettirmemiz halinde diğer bakışlar haramdır.
Dikkat edilmesi gereken şeylerden biri de edep bilmeyen, aşkı katleden, gözü ve gönlü kirleten tahrikçi ve teşvikçi tv programları ve internette benzeri yayınlardır; müstehcen, bakılması haram olan görüntüler… Erkek veya kadının karşı cinsten yabancı bir kimsenin haram olmayan yerlerine bakması –alış-veriş gibi zaruret durumlarında- caiz ise de bu bakışın zevk almak ve cinsel istek duymak için olmaması gerekir. Aksi halde normal şartlarda sakıncalı olmayan bir bakış, kişinin kalbindeki niyetine göre helal olmaktan çıkar.
Göz hakkı güzele bakmak sevap gibi imanı zedeleyici sözlerden kaçınılmalıdır. Çıplak kadın ve erkek resim ve heykelleri dinen yasaktır. Böyle şeyleri yapmak, duvara asmak, bakmak caiz değildir.
Kadınlar ve erkekler karma bir şekilde, aynı toplulukta bir araya getirilmemeli. Düğün ve derneklerde kadın ve erkeğin beraber eğlenmesi oynaması, haramdır. Bunlara katılmak veya seyretmek de aynı şekilde haramdır.
Gözler kamera gibi baktığı her şeyi kaydeder. Hayal arşivine depolar. Nereye gitse bu depodaki bilgiler gözünün önüne gelir. İbadet ederken aklında bu tür haram şeyler istemeden de olsa belirir verir. İbadetin zevkini alır götürür. Sıkıntı yapar.
Kendini sürekli bakışıyla tahrik eden insan şehevi yönünü gitgide ateşlemektedir. Bu ateş onu günah batağının tam ortasına doğru çekmekte, günaha bir adım daha yaklaştırmaktadır. O bakımdan insan kendini, bu tür tahrik edici görüntü ve ortamlardan uzak tutmalıdır. Sonra ömür boyu pişmanlık duyacağı şeylere yeltenebilir.
Hasan-ı Basrî’den bir nasihat:
Sakın günah işleme! Aksi takdirde kendini ateşe atarsın, Hâlbuki sen, bir kimsenin bir pireyi ateşe attığını görsen, onu bile iyi karşılamazsın O halde, her gün kendini defalarca ateşe atmayı nasıl iyi karşılarsın?
Günaha yöneldiğimizde parmağımızı bir ateşe değirelim, dayanabilecek miyiz acaba! Dayanamadık. O zaman dayanabileceğimiz kadar günah işleyelim. Dayanamadığımız için günahlardan da uzaklaşalım, ateşten uzaklaştığımız gibi.
|
“Benim memlekette nişanlım var!”
Zengin ve küfür ehli bir kadın, savaşta esir düşen bir Osmanlı genciyle eğlenmek ister. Bunun için gerekirse onunla evleneceğini bile belirtir. Esir kampında hüzün ve haya içinde oturan gence yaklaşıp teklifini söylediğinde aldığı cevap ibretliktir: “Benim memlekette yavuklum (nişanlım) var!” Kadın, vaatleri fayda vermeyince, ölümle tehdit ettiği gençten değil arzusuna kavuşmak, bir bakış bile alamaz. Hiddet ve hayret içinde çeker gider. İşte buna, sevdiğine vefa ve mertlik denir. Bu ahlakın getirdiği güzel hissi ise ancak hayatında bu edebe dikkat edenler bilir. Bizden istenen de bu mertliktir. Mert insan, kimsenin hakkını yemez; zulüm yapmaz. Bir bakışla bile olsa sevdiğinin hakkına girmez, ona verdiği söze ihanet etmez. Çapkınlığın meziyetmiş gibi gösterildiği günümüzde işte bu ahlaka ihtiyaç vardır.
“Yabancı bir kadınla bir erkek baş baş, yalnız yerlerde şaibeli şekilde kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur.” Efendimiz bildirmiştir. Bu işe sebep olabilecek yerlerden de uzak durulması istenmektedir.
Halvet, yabancı bir kadınla erkeğin bir odada, bir yerde yalnız kalmaları demektir. Bu da haramdır. Çünkü kötü arzu ve fitneye ortam hazırlamaktadır. O bakımdan on yaşından (başka bir rivayete göre yedi yaşından) sonra kız ve erkek kardeşin yatak odalarını ayırmak gerekir. (el-Müstedrek, 1: 201; Sünenü'n-Dârekutnî, 1: 230.)
“Güzele bakmak sevaptır” tabiri, “güzel, iyi ve maruf olana, yani dinen yasak olmayana teveccühün doğruluğunu, bunun irade edilmesi gerektiğini” anlatır. Cilalı İmaj Devri’ni yaşıyoruz. Her şeyin pazarlandığı, allanıp pullanıp nazarlara sunulduğu, görüntü ve vitrinin önem kazandığı bir dünyada “modern kadın” da metalaştırıldı. Bir şey hem seyyiât (kötü-günah) hem güzel olamaz.
ŞEHİRDE EVLİYA OLABİLMEK
İki kardeşten biri köyde çobanlık yaparken diğeri şehirde yaşıyordu. Köyde yaşayan “Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. Ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım” düşüncesi içerisindeydi.
Çoban, dağda koyunları, keçileri otlatıyor, bütün namazlarını vaktinde kılıyor, namahreme nazar etmiyordu. Bütün gün zikirle, fikirle, şükürle yaşıyordu. Bir süre sonra manen bir hayli ilerledi, kerametlere bile mazhar oldu.
Çoban, şehirde yaşayan kardeşini ziyaret etmek istedi. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağarak bir bez torbaya doldurup ağzını bağladıktan sonra şehrin yolunu tuttu. Ayakkabı tamircisi olan kardeşinin dükkânına varınca torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak sohbet etmeye başladı.
Bu sırada bir bayan gelerek ayakkabısını tamir etmek istediğini söyleyerek ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp tamirciye verdi. Kardeşi ayakkabıyı tamirle uğraşırken bayan çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihninde değişik düşünceler oluşmaya başladı. İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Çobanın zihni bulanıklaşmaya başladığı anda torbadaki süt de damlamaya başlamıştı.
Ayakkabı tamircisi kardeş: “İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte” dedi. Çoban, “Haklısın kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar” dedi. Ayakkabıcı kardeş, “Nereden çıkardın bende manen yükselme olmadığını?” diye sordu.
Çoban, “Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüzesin. Yükselmen mümkün mü?” diye cevap verdi.
Ayakkabı tamircisi, “Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb’ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşaallah” dedi.
Bundan sonra ayakkabı tamircisi kardeş, şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Şıp şıp diye akan süt anında kesildi. Bir anlık sessizliği çobanın feryadı bozdu. Kucakladığı kardeşine “Sen haklıymışsın kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş” dedi.
Elle tatmin; bunun DİNİ, PSKOLOJİK, biyolojik ve ailevi zararları
MASTURBASYON – İSTİMNA -
GENEL BİLGİLER
İstimna nedir?
İstimna; zevk almak için cinsel organla oynama işidir. Elle kendi kendini tatmin etmektir.
İstimna bir ihtiyaç olmadığı gibi faydası yoktur. Ancak bekar gençlerde de bu ihtiyaç uykuda ihtilamlar ile karşıladığından istimnaya ihtiyaç kalmamaktadır. İhtilam, uyku ve rüyada meni boşalması, dolan kabın taşması gibi meninin kendiliğinden dışarı çıkmasıdır. İstimna ise, zoraki bir boşalma olduğundan, ihtilamdan farklı ve zararlıdır.
1-2 hafta istimna yapanlarda ihtilam görülmez. İhtilam da normal boşalmadır.
İstimnanın gelişme devresi
Genellikle 13-18 yaşlarında ortaya çıkar. Bazı insanlar cinsel baskının hafiflemesi için seyrek olarak yapar. Kimisi de bir zevk alışkanlığı halinde, fırsat buldukça sık sık bunu tekrarlar. İstimnadan korunmanın en iyi yolu şehvet hislerinin kontrol altına alınmasıdır. Arzuları frenlemesini bilmelidir. Alışkanlıkların birden bire bırakılması kolay değildir. Yavaş yavaş bırakma yoluna gidilmelidir. İstimna ne kadar çok yapılırsa o kadar şehveti körükler ve insan sık sık tekrar etmek ister. İşte istimnanın en kötü özelliği de budur. insanı kurutması…devam edildikçe insanı kendine çeker.
İstimnanın sebepleri ve zararları
İstimnâya alışmış olmak ve zevk aracı olarak görmek.
İstimnaya alışanlar evlendiklerinde cinsel ilişkiden yeteri kadar zevk alamamaktadırlar.
Cinsel isteğin fazla artması.
Arkadaşlardan duymak görmek onların etkisinde kalmak.
Açık-saçık manzaralar, şehveti tahrik edici söz ve yazılar, dergi ve gazeteler, filimler.
-
İSTİMNANIN ZARARLARI
İstimnanın psikolojik, ailevi, bedeni ve cinsi hayat yönünden pek çok zararları vardır.
PSİKOLOJİK YÖNDEN
İstimna yapanlarda üzüntü, dalgınlık ve aşağılık duygusu belirir. Pişmanlık ve ruh sıkıntısı-moral kırıklığı Sinir bozukluğu, uykusuzluk, dermansızlığa sebep olur.
Her defasında bırakacaklarını söylerler ama bir defa alışmışlardır. Sözlerini bozarlar. İradelerine yenik düşerler.
Güvensizlik, gereksiz şüpheler ve endişeler artar. Ümitsizlik ve karamsarlık yapar.
İstimnaya başvuranlar sapık bir takım iğrenç alışkanlıklara da sapabilirler. Hayvanlarla, hem cinsiyle vs.
Eşler arasındaki sevgiyi ve birlikteliği azaltır. Aile mutluluğunu köreltir.
Neşeyi kaybettirir, sersemlik ve tembelliğe iter.
Hayal güçlerini iyi ve faydalı şeye yoğunlaştıramazlar. Sürekli hayallerinde ve düşüncelerinde cinsellikle meşgul olular. Gece yatağa girdiğinde dışarı çıktığında bir işle meşğulken bile hep akılları oraya gider.
BEDENİ VE CİNSİ HAYAT YÖNÜNDEN
İstimna insanı tatmin etmez, cinsel rahatlık tam olarak sağlamaz. İnsanı tam tatmin etmemiş olarak bırakarak, daha fazla tahrik eder, azdırır. İstekler gittikçe şiddetlenir ve bu, işi daha da ileri götürülebilir. Bu da zararı artırır.
İleri giden istimna erken boşalmaya sebep olur. Aşırı ve sürekli istimna iktidarsızlığa bile sebep olabilir.
Hafızayı zayıflatan unsurlardan en tehlikesi; şehevi duyguları tahriktir
AİLEVİ YÖNDEN
İstimna alışkanlığını bırakamayanlar, bekârken uzun süre devam edip evlendikten sonra vazgeçemeyenler aile hayatlarını tehlikeli bir hale getirirler. Evlendikten sonrada bu illeti devam ettirirler.
Gençler arasında birbirinden duyarak veya görerek yayılmalar olabilmektedir. Kendi yaptıkları bir yana başkalarını da bu tür kötülüklere alıştırırlar. En kötüsü de bu işin normal karşılanmasıdır.
İSTİMNANIN DİNİ HÜKMÜ
İstimna tahrimen mehruhtur, yani harama yakındır.
Bu konuda özelliğine göre hükümler:
*Zina tehlikesi var ise ondan korunmak için vacip olur. Ancak bu da insanı kandırabilir. Bize kimse gelipte zina teklifi yapmadı Allah korusun böyle bir durum var ise bu düşünülebilir. Yabancı kadınların avret yerlerine şehvetle bakılması istimnadan daha günahtır. Namahreme dokunmak, kucaklaşmak bakmaktan daha çok günahtır. Zorlayıcı bir ihtiyaç anında, kurtulmak için bekar ve dulların belirli bir şahıs veya resim üzerinden hayal kurmadan, tabii haliyle olursa günahsız sayılır. Sırf zevk için gelişigüzel yapılanı haramdır.
Zaruretler istimnayı mubah etse bile şunu da unutmamalıdır. Kendisi zina yolunu arayıp, çeşitli dergi, gazete ve filmleri izleme sonucunda böyle bir şeye yönelme durumu farklıdır. Zinadan iyidir diye insanın böyle kendini teselli etmesi kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
İhtilamda olduğu gibi istimnadan sonra da gusül yapmak gerekir.
Oruçlu iken istimna olduğunda boşalma varsa oruç kazaya kalır, kefarete değil. Boşalma olmadı ise o zaman oruç bozulmaz, gusül gerekmez.
İSTİMNADAN KORUNMA ÇARELERİ
Güzel neşriyatları okuyan o güzelliklere ulaşmaya gayret gösterir. Kötü neşriyatları okuyan kendisini o kötülüklerin içerisinde bulur. Bu yüzden cinsel arzuları tahrik edici neşriyat ve gösterimden şiddetle uzak durulmalıdır.
Şehvet verici sohbetlerden ve görüntülerden uzak durulmalı.
Akla kötü düşünceler ve hayaller geldiğinde Allah’a sığınılmalıdır.
Ayrıca dar çamaşır ve pantolon giyilmemelidir. Zira tenasül bölgesini sıkan dar giysiler şehveti dürter.
Öte yandan istimna hissi uyandığında avret yerlerinin soğuk suyla yıkanması bu arzunun azalmasının sağlayacaktır.
Bu arada oruç tutmanın şehvet hislerini yatıştırmak için önemli bir tesiri vardır. Hem oruç sevabı alınmış hem de günahtan uzaklaşılmış olur.
Allah’ın her zaman bizi gördüğünü ve meleklerin de etrafımızda olduğunu unutmamalıyız. Bizi o halde iken başkasının görmesini nasıl istemeyip yalnız kaldığımızda yapıyorsak, yalnız olmadığımızı bilerek bu kötü fiilden uzak durmalıyız.
Bu kötü alışkanlıktan kurtulabilmenin en iyi yolu evlenme durumu olanların evlenmesidir.
Bu illete bulaşmamak en güzelidir.
Cinsel sapmalar / Helak olmuş kavimlerden örnekler
KADIN ERKEK HER CİNS KENDİ ÖZELLİKLERİNİ KORUMALIDIR
Allah her cinsi kendine ait özellik ve güzelliklerle bezemiştir. Her cins bu özellik ve güzelliğini korumaya dikkat etmeli, öteki cinse benzeyecek giyim kuşamdan, görünüş ve davranışlardan uzak durmalı, bir cinsiyet karmaşasına sebep olabilecek şaibeli hallerden kendini koruma titizliğinde bulunmalıdır.
Giyim-kuşam, tıraş ve tüm durumlarda her cins kendi özelliğini korumalı, duygusal sapmalara sebep olabilecek karşı cinse benzeme görüntüsüne asla yönelmemelidir.
Kadın için uzun saç ziynettir. Kadın saçını uzatır. Erkek ise kısaltır. Erkek saçını omuzlarını geçmeyecek kadar uzatabilir. Kadına benzememek için sırtına gelecek uzunlukta olmamalıdır.
Duygu sapması bir problemden kaynaklanıyorsa, hangi cins ağır basıyorsa o duyguya kuvvet kazandırmalıdır. Gerekiyorsa psikolojik tedaviye yönelmelidir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifiyle de Allah'ın (c.c) bu gibi kimselere lanet ettiğini buyurmaktadır.
"Kıyamet gününde Allah, yedi zümreye rahmet nazarıyla bakmaz. Onları günahlarından arındırmaz ve onlara "gireceklerle beraber cehenneme girin" buyurur.
Bu yedi zümre şunlardır:
1) Homoseksüellik (livata) yapan ve yaptıran.
2) İstimna/mastürbasyon yapan (eliyle boşalan)
3) Hayvanlarla cinsi temas kuran.
4) Anası ile kızını bir arada nikahlayan.
5) Komşusunun hanımı ile zina eden.
6) Lanet ettirircesine komşusunu üzen.
7) Karısına arka yoldan yaklaşan."
Livata – homoseksüellik – eşcinsellik
Livata, erkek erkeğe ters yoldan yapılan çok çirkin bir iştir. Allah erkek ve bayanı bir birlerine eşler olsun diye iki çift olarak yaratmıştır. Livata Lut kavminin kötü ahlakıdır. Hz.Lut (a.s)’ın kavmi bu yüzden helak olmuştur.
Kişinin eşiyle dahi ters yoldan arkadan teması da haramdır. Bu benim nikahlı ailemdir, diyerek dilediği gibi hareket etmeye kimsenin hakkı yoktur. Böyle bir rezaleti işleyenin ahirette uğrayacağı azap çok fecidir.
Bu işi yapan karı-koca arasında nefret meydana gelir. insanda üzüntü ve keder olur. Bu insanlara karşı insanlarda da tiksinti olur. Bu hareketlerin çoğalması belaların gelmesine sebep olur.
Livatanın tarihi kaynağını oluşturan Lut (a.s.)'ın kavminde livatanın, erkeklerin kadınlara arka yoldan ilişkide bulunmakla başladığını Peygamber efendimiz (s.a.v.) şu hadisiyle bildirmektedir:
"Lut toplumunda livata erkekler arasında başlamadan kırk yıl önce, kadınlara yönelik olarak başladı."
Lezbiyenlik
Adına lezbiyenlik denen kadın kadına yapılan cinsi temas da büyük bir sapkınlıktır ve dinen haramdır.
Hayvanla münasebet Bu da aynı şekilde dinimizce haram karşılanmış çok çirkin bir harekettir.
İnsanın günahını bilip ondan dönmesi dinin bir emridir. Yapılması gereken bu tür günahlara şayet girilmişse tez zamanda pişman olunup bir daha yapmamaya niyet etmek, Allah’tan af dilemektir. Zira samimiyetle tövbe edenleri Allah (c.c) affedeceğini söylüyor.
LUT ( A.S ) ‘IN KAVMİ
Lut kavmi erkek erkeğe tatmin yolunu seçmekle meşhur olmuştur. Hz. Lut’un bütün ikazlarına rağmen bu işten vazgeçmemişlerdir. Konunun özetini Kur’an’dan takip edelim:
“Elçilerimiz, yakışıklı birer delikanlı suretinde Lut’un yanına gelince, onların melek olduğunu henüz bilmeyen Lut, kadınları bırakıp erkeklere yönelen sapık hemşerilerinin bu gençleri taciz edeceğinden korkarak, onlardan dolayı üzüntü ve endişeye kapıldı. Misafirlerini koruyacak gücü olmadığını görerek onlar yüzünden içi daraldı ve kendi kendine, “Bugün çok çetin bir gün olacak!” dedi.
Bu arada, şehre gelen yabancıların Lut’un evinde misafir olduğunu haber alan kavmi, sapık arzularının kamçılamasıyla, âdeta kudurmuş bir hâlde koşarak Lut’un kapısına dayandılar. Zaten öteden beri böyle çirkinlikler yapmayı âdet hâline getirmişlerdi.
Lut, “Ey kavmim!” dedi, “İşte kızlarım; onlarla evlenip meşru ve doğal yollarla arzularınızı tatmin etmeniz, sizin için erkeklere yönelmekten çok daha temizdir. Öyleyse, Allah’tan korkun da misafirlerime tacizde bulunarak beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?”
Buna karşılık onlar, “Sen de gayet iyi bilirsin ki, bizim senin kızlarında gözümüz yok. Çünkü kadınlarla ilgilenmiyoruz biz. Sen aslında bizim ne istediğimizi pekâlâ bilirsin!” dediler.
Bu azgın topluluk karşısında tamamen çaresiz kalan Lut (a.s), “Ah, keşke size karşı koyabilecek gücüm olsaydı yahut şerrinizden korunabileceğim sağlam bir kaleye sığınabilseydim!” dedi. Şehre sonradan yerleşen bir yabancı olduğu için, kendisini savunacak kabile desteğinden yoksundu. İşte, Lut Peygamber’in (a.s) üzüntüsü doruk noktasına ulaşmıştı ki:
Sonunda melekler gerçek kimliklerini ortaya koyarak, “Ey Lut!” dediler, “Bizler Rabb’inin elçileriyiz. Artık korkmana, üzülmene gerek yok! Çünkü onlar senin kılına bile dokunamazlar! Zaten kısa bir zaman sonra hepsi helâk edilecektir! Bunun için, gecenin bir vaktinde ailenle birlikte şehri terk etmek üzere yola çık. İçinizden hiç kimse kâfirlerle birlikte olma özlemiyle geriye dönüp bakmasın! Ancak karın hariç; çünkü o, zalimlerin yanında kalmayı tercih edecek. Bu yüzden de, onların başına gelecek olan azap, onun da başına gelecek. Onların helâk edilme zamanı sabah vaktidir; sabah vakti de yakındır, değil mi?”
Ve nihayet Sodom şehri için helâk emrimiz gelince, Lut’u ve ailesini oradan çıkardık, sonra korkunç bir sarsıntıyla oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine, ateşte pişip sertleşmiş kızgın taşları sağanak sağanak yağdırdık.
O taşlar, öyle tesadüfen yağmadı onların başına. Aksine her bir taş, Rabb’inin katında işaretlenmiş ve zalimleri cezalandırmak için özellikle gönderilmişti. Ve siz ey insanlar! Kendinizi benzer bir felâketten uzak sanmayın! Zira bu tür cezalar, zalimlerden hiç de uzak değildir. Allah zaman zaman belâ ve musibetler göndererek insanları uyaracaktır. (Hud, 11/77-83; Kısa tefsirli Kur’an meali).
Bu ümmetin kavimlerinin bütün bütün helak olmaması, Hz. Muhammed (a.s.m)’in yaptığı ve kabul olmuş duasının bir sonucudur. Bununla beraber, âhir zamandaki artan kötülüğe paralel olarak Allah’ın gazabını gösteren felaketler de çok artmıştır. Bugün, depremler, seller, tufanlar, tusunamiler, hortumlar, kasırgaların helak ettiği insan sayısı, eski kavimlerin kat kat üstündedir. Fakat, eski kavimlerde olduğu gibi, bugün de bu musibetleri tesadüflere vererek, normal birer doğa olayı diyerek işin içinden çıktığını zannedenler var.
Zinadan korunmanın yolları (Rabıta, ölüm rabıtası, zikir, TÖVBE, oruç vb.)
Peygamberden zina etmek için izin isteyen genç
Peygamber (S.A.V) ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
— Ya Resulallah! Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve Resulullah'ın (s.a.v) huzurundan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağrıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bırakın o genci buyurdu. Sonra genci, dizlerini kendi mübarek dizlerine değdirecek şekilde oturttu ve:
— Ey genç birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu.
Genç hiddetle:
— Hayır Ya Resulallah diye cevab verdi. Resulallah (s.a.v):
— Öyleyse o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar. Sonra:
— Peki, sever misin? diye sorduklarında genç :
— Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu.
__ Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz. Peygamber (s.a.v) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
— Allah’ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla,buyurdu.
Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek gözü daha çok muhafaza eder, namusu daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun. Çünkü oruç kalkandır.
|
Manevi ilim sahibi Allah dostları gönül doktorlarıdır. Nice hasta gönüller, onların ilaçlarıyla derman bulmuştur. Doktora ve ilaca güvenmek, tedavinin başıdır.
Mürşidin söylediklerini yaparak çalışanlar gün be gün Allah Tealâ’ya yaklaşmaya ve O’nu daha çok sevip O’na karşı derin bir haşyet duymaya başlarlar.
Allah dostlarıyla birlikte olmak yalnızca bildiğimiz anlamda insanların bir araya gelmesi şeklinde değildir. Arada ne kadar uzaklık olursa olsun onları düşünmek, yanlarında ve yakınlarında olduğu duygusuyla hareket edip kendilerini örnek olarak görmek, bir arada olmak gibi faydalıdır. Tasavvufta bu durum rabıta olarak adlandırılır.
Allah dostunu hiç aklından çıkarmayıp, onu yanındaymış gibi düşünen kişi, yapıp edecekleri hakkında daha hassas olur. Nefsini bu rabıtayla kontrol eder. Başkalarının tepkilerine göre değil, Allah dostu yanındayken nasıl davranacaksa öyle davranır.
Allah dostlarının yazdığı veya onların sözlerinin derlendiği kitaplarda okuduğumuz gibi, böyle bir rabıtayla irtibat kuran kişinin kalbine nur dolmaktadır. Kendisiyle manevi irtibat kurulan Allah dostunun kalbinden gelen bu nur kişinin kalbini temizlemekte, Allah Tealâ’ya yaklaşabilecek bir hale girmesini sağlamaktadır.
Rabıta insanın kalbini temizleyip ilahi nurla dolmasına vesile olduğu içindir ki günahın barınağı olan nefis kalp sultanının emrine girer. Böylece kişi günahlarını terk edip Rabbinin rızasını kazandıracak amellere yönelir.
***
Yakınlığı elde etmek için yapılacaklardan biri de zikirdir. Farklı anlamlara gelebilen zikir, tasavvuf eğitiminde Allah Tealâ’nın isminin çokça tekrar edilmesi demektir. Eğitim alınan Allah dostunun gözetimindeki bu tekrar, kalbi temizleyip nefsi terbiye eden bir etkiye sahiptir.
Yine tasavvufun yaklaştırıcı, yakınlaştırıcı usullerinden biri hatme-i hacegândır. Hatmede fatihalar, salavatlar, zikir ve dualar okunup din ve tasavvuf büyüklerine hediye edilir.
Allah sevgisi kalbe yerleşsin diye salih insanlarla bir arada bulunmak, onlarla irtibatlı olmanın yanı sıra onların kitaplarını okuyup tasavvuf ilmine dair doğru bilgileri edinmek gerekir. Tasavvufu kendince yorumlamak, mutasavvıfların belirlediği yolun dışına çıkmaya yol açar. Bu durum Allah Tealâ’ya yakınlaşmayı sağlamaz.
Allah dostları, kâmil mürşitler, Rasulullah s.a.v. Efendimizin manen mirasçılarıdır. Dinin hem zahirine büyük önem verirler, hem derin bir bâtınî kavrayışa sahiptirler. Allah sevgisini ve ihlâsı elde etmek isteyenler için, onlarla yakınlık kurup eğitim ve terbiyelerini kabul etmek en güvenilir yoldur.
Günahtan korunabilmenin bir başka faktörü zikirdir. Allah'ı hürmetle ve mahcubiyetle anmak, bizlere nefsin, şeytan ve cinlerin şerlerinden korunma kapılarını açar. Kur'an -ı Kerim'de, “Allah'ı çok anın ki, başarıya erişesiniz.” ( Enfal , 45; Cuma, 10) Kalpler ancak Allahın zikriyle tatmin olur *[Rad 28], buyurulur . Çünkü bizler Rabbimizi andıkça O da bizleri anacaktır ve lütfuyla koruması altına alacaktır: “Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)
Takva faktörünü de unutmamalıyız. “Ona bozukluğunu (yani günahını) ve korunmasını (yani takvasını) ilham edene andolsun ki, nefsini temizlikle parlatan gerçek kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 8-9 ) Bu ayetin de gösterdiği üzere fücûr yani günah ile takva birbirinin zıddı olan kavramlardır. İnsan kendisini günahlardan, kötülüklerden arındırdığı ölçüde takvaya doğru yaklaşacaktır.
TÖVBE
Tövbe işlenen günahlardan pişman olmak, bir daha işlemeyeceğine dair Cenab-ı Hakk'a söz vermektir. Tövbe etmek gerçekten pişman olmakla başlar. “Tövbe ettikten sonra günaha her meyledişimizde içimizden bizi uyaran bir ses var” diyen gençler, tövbeyle buldukları huzuru böyle dile getirirken hayatlarına gelen düzene de dikkat çekiyor. Anlaşılan o ki tövbe, insanın hem manevi hem de maddi dünyasında yepyeni bir sayfa açmasına vesile oluyor.
Başka bir genç: “İnsan temizlendiğini düşünerek günahtan daha çok kaçınıyor. Tam günaha dalmak üzereyken içinden bir ses kendisini engelliyor sanki. İnsan böyle bir günahı işlemeyi düşünmekten dolayı bile çok şiddetli pişmanlık duyuyor.” diyor.
Henüz daha hayattayken bir an önce kendimizi sorgulamalı ve davranışlarımızı düzeltmeliyiz. İnsan düştüğü hatalardan en kısa sürede kurtulmaya çalışmalı, hatalarını kabul ederek Allah’tan bağışlanma dilemeli ve onlardan bir daha yapmamak üzere uzak durmalıdır.
Şu da var ki şeytan, daha gençsin sonra tövbe edersin, Allah merhamet eder. Diyerek bizi oyalar ve tövbemizi geciktirir. Bu geciktirmeler uzadıkça kalbimiz günaha alışır ve tövbe etmek artık aklımızın ucundan bile geçmez olur. Sonra günahlar küçümsenmeye sayılmamaya başlar. Şeytan "İşte yapamıyorsun; tövbeni tutamıyorsun. Sen gençliğini yaşa, hizmetine ve ibadetine ara ver. Sonra düzeltirsin kendini."diyerek insanı oyalar; ta ki ecel gelene kadar…
Halbuki insanın yaşı kaç olursa olsun tövbe için geç kalmış sayılmaz. Yeter ki ecel yetişmiş olmasın. Hiç kimsenin son anda ne durumda olacağı belli değildir. O nedenle ecel gelmeden önce günahlarımızın affı için Cenab-ı Hakka yönelmeli ve bir daha yapmamak üzere tevbe etmeliyiz. Vakit bu vakittir; zaman geçirmeden tevbe edip hatalarımızdan uzak duralım, kendimize tertemiz bir sayfa açalım. Allah’ın rahmeti geniştir, ümit kesmek olmaz.
Günaha giren genç, bunu geçici, anlık zevkleri için yapmakta, ancak o anlar bittikten sonra kalpte üzüntü ve keder yumağı kalmaktadır. İnsan yaptığı günahlara vicdanen rahatsız olsa da yine nefsine uyup tekrar düşebiliyor. Günahlara bağımlı olup kalp katılaşmadan önce tövbe etmeliyiz. Hatalarımızı terk edinceye kadar pişmanlığa ve tövbeye devam etmeliyiz. Kul olarak ta zaten başka çaremiz yok.
Bir adam, Hazreti Ali efendimize (r.a) gelir:
“Ben yaptığım hatalarla mahvoldum, ne olacak halim?” diye ümitsiz şekilde sızlanır.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Mahvolacak zamana daha gelmedik, tövbe kapısı henüz kapanmamıştır, tövbe et, yoluna devam et,” der.
O ümitsiz adam:
“Benim günahım öylesine büyük ki, tövbe ile filan affa uğrayacak gibi değildir” der.
İmam-ı Ali efendimiz (r.a) de:
“Hiç düşündün mü, senin günahın mı büyük, yoksa Rabb’imizin affı mı?” diye sorar.
Adam duraklar, düşünür, “Elbette Rabbimin rahmeti...” der.
Hazreti Ali efendimiz (r.a): “Öyle ise..” der. “Rahmeti senin günahından büyük olan Rabbimizin affından ümidini kesme de tövbe edip kıble istikametli yoluna devam et.” Adam yine sorar:
“Ne zamana kadar tövbe?..”
Cevap tek cümledir: “Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar!..”
|
“Eyvah, ben dengemi kaybedip düştüm, ayağa kalkmam imkânsız, hatta benden istikametli adam olmaz artık..” diye vesveseye kapılmamak gerekir. Böyle demek insana, hedefine doğru yürüme azmini kaybettirir.
Halbuki Allah Resulü Efendimiz (sas), sürçerek günah çukuruna düşenlerin tekrar dengelerini bulup yollarına devam etmelerini temin için şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar mutlaka hata yaparlar. Ancak hata yapanların hepsi de şerli insan değildir! Hata yapanların da hayırlısı vardır...”
“Kimdir hata yapanların hayırlısı ya Resulallah?” diye soranlara ise:
“Hatalarından sonra tövbe ederek aynı azim ve aşkla yollarına devam edenler!..” buyurmuştur.
Gençlik çağı insanın, canının istediğini yapabileceği, iyi kötü her türlü hayalin ardından koşabileceği dönemdir. Bu dönemde kişinin nefsine hakim olması, ibadet ve taatini aksatmaması yaşlı kimseye göre daha zor olduğundan mükafatı da boldur.
Demek ki insan bazen bilmeden, bazen de nefsine uyarak hata yapabilir, bu her şeyin mahvolması manasına gelmez, ümidin kesilmesini gerektirmez. Kullar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, bir daha kesinlikle yapmamak üzere dönüş yaparlarsa, yani umutsuzluğa kapılmadan Allah'a yönelip tevbe ederlerse, Allah onları affeder. Günahlarımızın affı ve yeni günahlardan korunma konusunda Allah'tan asla ümit kesmemeliyiz.
***
Şunu da hatırdan çıkarmamak gerekir ki; kesin olarak haram olan bir şeyin haram olduğuna inanmayan, kabul etmeyen kafir olur. İmana dönmeden o haliyle ölürse ebedi cehenneme gider.
O yüzden insan –şeytana uyup günah işliyor olsa bile- yine de haram olan şeyler için "haram değil, bu devirde böyle şey olmaz" deyip inkar etmemeli, bilakis Rabbine tevbe ederek günahından uzaklaşmaya çalışmalıdır.
Allah'ın (c.c) bir lütfudur ki, tevbe kapısı daima açık tutulmuştur. Tevbe edenlerin o kötülükleri hiç işlememiş gibi olacağı müjdesi verilmiştir.
O halde Yapılan haramın günah olduğunu inkar etmeden, yaptığın günah ve kötülüğü sevmeden, günahından dolayı tevbe et, Allah’tan af dile ve o günahtan uzaklaş!
Hazırlayan: Abdülhakim ARIKAN – 24 Kasım 2011
Not: Bu yazıda konu ile ilgili değişik kaynaklardaki açıklamalar, istenilen ana başlıklar altında toplanmıştır. Sohbetçi arkadaşların bu yazıyı en az üç defa okumaları, önemli yerleri işaretleyip sohbet anında buraları okumaları, diğer kısımları da aklında kalanları anlatmaları faydalı olacaktır.
Kaynak: Gençlik ve Evlilik (Yusuf Özcan) Semerkand Yayınları (eski basım), Dilaver SELVİ, Gözlerdeki hak, Semerkand Aile Dergisi
Dostları ilə paylaş: |