Hamd Suresinin Tefsiri (Sırru’s Salât Kitabından)
Hamd Suresindeki Bazı Sırlara Kısa Bir İşaret
Bil ki, marifet ehli kimseler, her surenin besmelesinin, sadece o sureye ait olduğunu kabul etmektedirler. Bu yüzden, her surenin besmelesi, diğer bir suredeki besmeleden apayrı bir anlam taşır. Hatta herhangi bir söz ve fiilde besmele çeken bir kimsenin besmelesi bile, başkasının söylediği besmeleden farklıdır.
Bu konunun icmali beyanı da şudur ki ispat edildiği üzere mukaddes egemen akılların en son noktasından, madde ve tabiat âleminin en alt sırasına kadar bütün bir varlık âlemi, ismullah-i a’zam makamının zuhuru ve fiilî isimlerin anası olan mutlak meşiyyet tecellisinin zuhur yeridir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “varlık âlemi, “bismillahi’r rahmani’r rahim” ile zahir oldu.”1
Eğer mazhar ve taayyünât kesretlerini mülahaza edecek olursak, her isim, hemen ardından vaki olan o fiil veya sözün zuhurundan ibarettir.
Allah’a doğru sülûk üzere bulunan kişinin seyirdeki ilk adımı, ismullah ile bütün taayyünâtın zahir olduğunu, hatta hepsinin ismullahın kendisi olduğunu kalbine anlatmasıdır. Bu müşahedede isimler muhteliftir. Her ismin açılma ve daralması, ihatası ve ihatasızlığı zuhur yerine ve kendisinde zuhur ettiği aynaya bağlıdır.
Nitekim kendi yerinde de açıklandığı üzere ismullah, gerçi tahakkuk aslına göre mazharlardan önceliklidir ve onların mukavvimi ve kayyumudur. Ama taayyün hasebiyle onlardan sonradır. Salik kimse görecelikleri attığı, taayyünâtı terk ettiği ve fiil tevhidinin sırrına ulaştığı zaman bütün sureler, sözler ve fiillerin bir tek “bismillah”ı olur ve hepsinin anlamı da bir tek anlam haline dönüşür.
İlk itibara göre Kur’an sureleri arasında mübarek hamd süresindeki “bismillah”tan, daha kapsamlı ve ihata edici bir isim yoktur. Nitekim Hz. Ali’ye mensup olan meşhur hadisten de bu hakikat anlaşılmaktadır. Çünkü onun taalluk ettiği şey, diğer taalluk edilen şeylerden daha kapsayıcıdır. Nitekim marifet ehlinin de dediği gibi, “el-hamd”, gaybi alemlere işaret olup salt ilahi övgü ve hamtlardan ibarettir. Onların hamd lisanları da zat lisanıdır. “Rabbi’l âlemin” de, noksandan kemale ve mülkten melekûta döndürmek olan rububiyet makamı hasebiyle ismullahın tabiat aynasındaki zuhurudur. O da mülk âleminin cevherine özgüdür. Rahmaniyet ve rahimiyet ise rububiyete has sıfatlardandır.
“Malik-i yevm’id-din” ise mutlak dönüşe ve kıyamet-i kübra’ya işarettir.
Ezel şafağı söktüğünde ve kıyamet günü güneşi doğduğunda ahadî tecelli nuru arifin kalbine tecelli edince salik kimse mutlak huzura kavuşur. Böylece huzurî bir muhatab ile üns mahfilinde ve mukaddes makamda “iyyake na’budu ve iyyake nesteîn” der. Ahadiyyet cezbesinden kendisine gelince ve “mahvdan sonraki sahv” makamı hâsıl olunca, bu Allah’a doğru seyr-u sülûkta kendisine ve dostlarına hidayet makamını diler.
O halde hamd suresi; aynilik, ilim, tahakkuk, sülük, mahv, sahv, irşat ve hidayet bakımından varlık silsilesinin tamamıdır. Onun mazharı olan isim de, ismullahi’l a’zam ve mutlak meşiyyettir. O, kitabın anahtarı, kilidi, girişi ve sonudur. Nitekim ismullah da zuhur, batın, anahtar ve kilittir: “Allah göklerin ve yerin nurudur.”1
O halde, bu surenin tefsiri, ehl-i marifetin zevkine göre şöyledir: mutlak meşiyyet makamı ve ilahî ism-i a’zam olan, mutlak varlık genişliği olan rahmanî meşiyyet makamına ve varlığın kemalinin genişliği olan rahimî meşiyyet makamına sahip bulunan ismullahın zuhuruyla, mutlak hamd âlemi ve hamdlerin aslı -ki gaybî ilk taayyün makamından, misal âleminin ufkunun sonuna ve ilk berzaha kadardır- Allah’a aittir, yani bizzat Allah olan ism-i cami makamı için sabittir. Gayrilik ve tabiatın zuhuru makamı olan rububiyyet ve âlemlerin terbiyesi makamı O’na aittir.
Bu rububiyyet makamı, istidatlı maddelerde rahmaniyyetle feyzi döşeyen rububi rahmaniyyet ve rahimiyyetle zahir olur; madde beşiğinde rahimiyyetin zuhuruyla onları terbiye eder ve kendi özel makamına ulaştırır. O, mâlikiyet kabzasıyla varlık zerrelerinin tamamı kabzeden ve gayb makamına döndüren “mâlik-i yevm’id-din”dir: “...başlangıçta sizi yarattığı gibi döneceksiniz.”2 Bu, “bismillahirrahmanirrahim”de icmalî ve “hamd”da da tafsili olarak zikredilmiş bulunan varlık dairesinin tamamıdır ve nitekim hadiste geçtiği üzere.1 “mâlik-i yevmiddin”e kadar Hakk’a özgüdür.
“Oku ve yüksel” basamağıyla Allah’a doğru yükselen sâlik ve “namaz müminin miracıdır” miracıyla uruc eden (yücelen) kul, bütün mevcudatın Allah’a döndüğünü ve tahakkuk aleminin Hakk’ta fenaya erdiğini müşahede eder ve Hakk onun için vahdaniyetle tecelli eder. Fıtrat diliyle: “iyyake na’budu ve iyyake nestaîn” diye tevhidi dile getirir
İnsan-ı kâmilin fıtrat nuru cüz’i nurların bütününü kuşattığı ve ibadet ve teveccühü, tahakkuk aleminin teveccüh olduğu için de çoğul sığasıyla şöyle ifade eder: “Allah’ı tesbih ettik, sonra melekler tesbih ettiler. Biz Allah’ı takdis ettik, sonra da melekler takdis ettiler. Eğer biz olmasaydık melekler tesbih etmezlerdi...”2
Sâlik, kendini ve varlığını ve benliğini baştan ayağa zât-ı mukaddes’e takdim ettiği ve Hakk’tan başka her şeyi mahvettiğinde, ahadi gayb makamından olan ezelî inayet, feyz-i akdes’le onu kapsar, onu kendisine getirir, onun için mahvdan sonra sahv makamı hasıl olur ve hakkanî varlıkla kendi memleketine irca döner. Ve kesrette vâki bulunduğu zaman da, firak ve nifaktan korkar, mutlak hidayet olan hidayetinin (çünkü sair mevcudat, insan-ı kâmilin mübarek ağacının dalları ve yapraklarındandır) “mağdubî aleyhim” ve “dallin” olan ifrat ve tefrit sınırından hariç bulunan insanlığın sırat-ı müstakimine -ki ismu’l câmi’e doğru seyir ve ismullahi’l azam makamına dönüştür- doğru olmasını talep eder. Veya vahdetin kesrete ve kesretin de vahdete galebe çalmadığı, “mağdubî aleyhim” mertebesi olan vahdetin kesret hicabıyla hicaplanması ile celâl-i kibriya konusunda “dallin” ve hayrete düşenler makamı olan kesretin vahdetle hicaplanması arasındaki vasat sınır makamı sayılan berzahiyyet makamına doğru hidayeti talep eder.
Dostları ilə paylaş: |