HatîB el-bacdâDÎ



Yüklə 1,13 Mb.
səhifə15/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,13 Mb.
#99826
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   26


Alacaklının havale edilenden hakkını alamamasının havale işleminin sona er­mesinde özellikle Hanefîler'e göre ayrı bir önemi vardır. Literatürde "tevâ" keli­mesiyle ifade edilen bu durum, havale edilenin borca batık olarak ölmesi veya hâkimin iflâsına hükmetmesi, havale edi­lenin havaleyi İnkâr etmesi ve alacaklının elinde aksini İspat edecek bir delilin bu­lunmaması, mukayyet havalede ödeme­nin kayıtlandığı emanet malın zayi olma­sı gibi sınırlı haller olup hepsinde de ala­caklının hiçbir kusuru bulunmaksızın ha­vale edilenin ödeme imkânsızlığı doğmuş olmaktadır. Aralarında tam bir görüş bir­liği bulunmamakla birlikte Hanefî imam­ları ve Kâdî Şüreyh, Hasan-ı Basrî, İbra­him en-Nehaî. Şa'bî gibi bazı Iraklı fakih­ler. bu durumda havalenin sona erip ala­caklının havale edene rücû hakkının do­ğacağı görüşündedir. Diğer mezheplerin, özellikle de Şâfiîler'in bu konuda bir hayli kuralcı oldukları, tevâ halinde havaleyi so­na erdirmeye yanaşmadıkları görülür. An­cak Mâlikîler, havale edenin havale edile­nin akid esnasında Ödeme güçlüğü için­de olduğunu bilerek alıcısını ona havale etmiş olması veya borcun ödenme imkân­sızlığı halinde alıcının havale edene rücû edilebilmesinin başlangıçta şart koşul­muş bulunması durumlarını genel kural­dan istisna sayar. Hanbelî, İmâmiyye ve İbâzıyye mezheplerinde de bu iki duru­mu veya sadece birini havalenin sona er­mesi sebebi görenler vardır.

511


HAVALE

BİBLİYOGRAFYA :

Buhârî. "Havalar, 1-2, "İstikraz", 12; Müs­lim. "Müsâkât", 33-34; Ebû Dâvûd, "Büyûc", 10; İbn Hazm. el-Muhaltâ', Kahire 1969, VIII, 517-521; Şîrâzî, et-Mühezzeb, I, 337-339; Se-rahsî, el-Mebsût, XX, 52-58; Kâsânî, BedâY, VI, 15-19; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, II, 342-344; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire 1969, IV, 390-422; İbn Cûzey. Kauâninü'l-ahkâmi'ş-şer'iyye, Beyrut 1979, s. 353-355; Zeylaî. Teb-ylnû■l-hakâ'ik. Bulak 1314, IV. 171-175; İbn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmü't-muucikkfm, I, 388-390; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Kahi­re), VI, 345-356; Süyûtî, el-Eşbâh ue'n-nezâ'ir (nşr. Muhammed el-Mu'tasım-Billâh!. Beyrut 1407/1987, s. 310-312, 712; İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ'İk, VI, 266-276; Remlî. Nihâyetü't-muhtâc. Kahire 1386/1967, IV, 421-466; et-Fe-tâva'l-Hindıyye, III, 295-306; İbn Âbidîn. Red-dü 7-mu^târf Kahire). V, 340-351; Mecelte.md. 673-700; Kadri Paşa. Mürşidü't-hayrân, Kahi­re 1308, md. 777, 858-890; Ali Haydar, Düre-rü't-hükkâmM 153-208; Ebül'ulâ Mardin, Me­deni Hukuk Cephesinden Ahmet Ceodet Pa­şa, Ankara 1996, s. 171; Subhî Mahmesânî, en-Nazariyyetü'l-'âmme ti't-mûcebât ue'I-cuküd, Beyrut 1948, s. 600-610; Senhûrî. Meşâdİrü't-hak, V, 77; Zerkâ. et-Fıkhü'l-İslâmî, I, 543; III, 61-69; J. Schacht, An Introduction to Islamic Law, Oxford 1964, s. 78; Karaman. İslâm Hu­kuku, II, 595-613; Bilmen. Kamus2, VI, 286-310;Zühaylî.e(-Fı/c/!û7-/s(âmı,V, 162-178; Ab-düllatîf M. Amir. ed-Düyûn ve tev§ikuhâ fi'l-fıkhi'l-İslâmî, Kahire 1984, s. 140-174; Abbas Hüsnî Muhammed. el-İştirât ti-maşlahati't-ğayr fi'l-fıkhi'l-İslâmİ, Cidde 1404/1984, 5. 211 -224; Pedro Cano Avila. "Sobre la Subrogacion de cre-dito (hawala) en Cordoba y Granada (Siglos X y XIV |. C.)"T Homenaje at Prof. Jacinto Bosch Vita, Granada 1991, I, 481-496; Abdülvedûd Yahya, Havâletü'd-deyn, Kahire 1992;Setr b. Sevâb el-Caîd, Ahkâmü'i-evrâki'n-nakdiyye vz't-ticâriyye rt'l-ftkhi'l-İslâmi, Tâif 1993, s. 313-334; Abdülaziz Beki. islâm Hukukunda ve Türk Mevzu Hukukunda Kıymetli Evrak (dok­tora tezi. 1995, EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 247-258; M. Akif Aydın. "Mecelle'nin Hazırla­nışı", Osm.Ar., IX (1989). s. 31-50; "Havale", Mv.F, XVIII, 169-246; A. Dietrich. "Hawâla", £F(İng.).IM, 283. ■—.

Iffil Ali Bardakoğlu

HAVALE

İslâm devletlerinde



Ödeme emri karşılığında kullanılan

bir maliye terimi.

L J

İslâm maliyesinde hem Ödeme emri hem de ödenen belirli miktar için kulla­nılmış olup kelimeye Abbasîler dönemin­de yerleşmiş bir terim olarak rastlanır. Abbasîler'de bir ödeme emri belgesi ola­rak havale, resmî ve hususî maliyede pa­ranın naklinde karşı karşıya kalınabilecek çeşitli tehlikelerden ve gecikmelerden ko­runmak amacıyla çok yaygın olarak kul­lanılmıştır.



512

İslâm malî teşkilâtında bu nevi düzen­lemeler "süftece" veya "sak" adıyla bili­niyordu. Meselâ Ahvaz, Fars ve İsfahan âmilleri topladıkları vergi gelirlerini mer­kezî hükümete süftece ile gönderirlerdi. Süftecenin nakde çevrilmesi ve havale ile ilgili bütün meselelerde "câhbac" adlı görevli en önemli rolü oynardı.

Havale Selçuklu maliyesinde de çok yaygın olarak kullanılmıştır. Bazan dev­let gelirlerinin köylülerden (kır kesimin­den ) doğrudan doğruya toplandığı görül­mekteyse de bunu havale olarak değer­lendirmemek gerekir. İlhanlı ve İlhanlı sonrası döneminde İran'da havalenin tü­rünü ve özelliklerini gösteren birçok bil­giye rastlanmaktadır (Reşîdüddin Faz-lullah, İl, 1024-1040, 1068-1075; Muham­med b. Hindûşah en-Nahcuvânî, s. 294-302)- İlhanlı maliye kayıtlarında "havale" ve "havâlât" gibi terimler geçmekte, bun­ların "mâl-i mukâtaa"dan yapılan ödeme­leri ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu nevi tahsisler merkezî divanın "defter-i tahvi­lât" veya "defter-i câmiu'l-hisâb" adlı ay­lık ve yıllık muhasebe defterlerine "mu-karreriyye" veya "ıtlâkıyye" adıyla kayde­dilmiştir. Mukarreriyye, Dîvân-ı A'lâ'dan hükümdarın emriyle her yıl kadılara, şeyhlere, seyyidlere. öğrencilere, maliye memurlarına, yamçılara (menzil memur­larına) veya amme hizmeti görenlere ya­pılan muayyen ödemeleri ifade etmek­tedir. Itlâkıyye ise saray mensupları ve görevlileriyle askerî görevlilere yapılan ödemelere denilmektedir. Bu temel fark, şüphesiz İlhanlı Devleti'ndeki sivil ve as­keri idarenin birbirinden ayrı oluşuyla il­gilidir. Taşradaki âmillere yapılan bütün bu tahsisler berat, yaftaca veya havale ile yapılırdı (Abdullah b. Muhammed el-Mâzenderânî, s. 162-165). Devlet hazine­sine para toplamak için gelen görevliler bu dönemde "ilci" adıyla anılırdı. Mukâ-taa malını teslim süreleri bittiğinde âmil­ler bu berat ve yaftacaları kontrol için sâ-hib- dîvâna verir ve neticeyi gösteren bir hüccet alırdı (a.g.e., s. 65).

Mukâtaa ve havale İlhanlı maliyesinin temel uygulamalarıydı. Fakat yaygın su-istimaller Gâzân Han'ı bir dizi reform yap­maya şevketti. Selefi Geyhatu'nun salta­natında çiftliklerden elde edilen gelirler eyaletlerde gereksiz yere harcandı; bu se­beple tahsis ve tayinler önemli bir kazanç getirmiyordu (Reşîdüddin Fazlullah, II. 1083). Bu şartlarda hakkını alamayan as­kerî zümre köylüden doğrudan usulsüz vergi alma yoluna gitti; ancak bu durum köylülerin huzursuz olup topraklarını ter-ketmelerine sebep oldu. Gâzân Han, ön-

ce her bölgenin gelir kaynaklarını belirle­mek için bir umumi tahrir yaptırdı. Ar­dından vergi toplama usullerinde yeni bir sistem kurdu. Bu sisteme göre gelir­ler doğrudan devlet memurları tarafın­dan toplanacak ve askerî zümreye devlet hazinesinden nakit ödeme yapılacaktı. Ayrıca devlet arazileri de askerî zümreye iktâ olarak dağıtılacaktı. Devletin mukâ­taa ve havale usulü yerine doğrudan doğ­ruya gelirleri toplayıp ödeme yapma sis­teminin tam olarak uygulaması bir Orta­çağ devleti için pek mümkün değildi. O dönemin şartlarında bu iş için gerekli teşkilâtı kurmak, geliri nakletmek, sak­lamak ve aynî olarak toplanan vergileri nakde çevirmek çok zor ve masraflıydı. Bununla birlikte Gâzân Han'ın, sadece devlet gelirlerinin köylerde oturan askerî personele iktâ olarak tahsis edilmesi tar­zındaki reformunun az da olsa başarı şan­sı vardı. Reformların kalıcı tesiri olmadı­ğı, NahcuvânVnin mukâtaa ve havale ko­nusundaki malî yolsuzluklardan şikâye­tinden anlaşılmaktadır (Düstûrü't-kâüb, s. 297-298). Nahcuvânî'ye göre eyaletler­de tahsisler damgalar şeklinde yapıldı (bk. damga). Daha sonra Hoca Gıyâseddin ve Mevlânâ Şemseddin, gelirlerin divan muhassıllan tarafından toplanması ve is­tihkakların (aylık ücret) yine hazineden ödenmesi prensibini benimsediler. Fa­kat bu reformlar da kalıcı olmadı. Mukâ­taa ve havalenin İran'da daha sonraki ta­rihi ve tatbikatı için Tezkiretü'I-mülûk adlı eserde bilgi bulunmaktadır (s. 79}

Mukâtaa ve havale diğer İslâm devlet­lerinde olduğu gibi Osmanlı malî sistemi­nin de temeliydi. Osmanlı Arşivi'nde bu­lunan zengin malzeme, bilhassa mukâ­taa defterleri ve Maliye ahkâm defterleri sistemin teşkilini, ayrıntılarını ve önceki dönemlerde anlaşılmayan kısımlarını ay­dınlatmaya imkân sağlamaktadır. Mukâ­taa ile işletilen ve üzerine havalenin ya­pıldığı ana gelir kaynağı defterdarın ida­resi altında bulunan havâss-ı hümâyun idi (bk. HAS). Genellikle ödemeler gelirin toplandığı yerde vergi toplayıcısının tes-bitiyle yapılırdı. Nakit paranın naklindeki zorluk ve özellikle şehirlerde ticarî mua­melelerin vergilendirilmesinden oluşan gelirin gayet yavaş birikmesi gibi sebep­lerle bu sistem pratik bir uygulama ola­rak tercih edildi. Devlete ait mukâtaa defterlerindeki kayıtlar sayesinde bu iş­lerden sorumlu olan defterdar, uzak eya­letlere ait gelirlerin idaresi üzerinde sıkı bir kontrol kurmuştu. Aynî olarak öde-nebilen âşârın da dahil olduğu diğer bir grup gelirler askerî zümreye timar ola-

rak tahsis edildi. Timar sahibi bu gelirle­ri doğrudan doğruya toplardı. Ancak Gâ-zân Han'ın reformlarında olduğu gibi bu tarz bir timar ve zeamet verme aslında havale sisteminden uzaklaşma idi. Bu ka­tegorideki gelirler artık havale muame­lâtına tâbi değildi. Osmanlı sisteminde bunlar nişancının idaresi altında müsta­kil bir ünite teşkil etmiştir.

Bir mukâtaayı genellikle üç yıllık bir sü­re için üstlenen âmil hükümetin tahsisi­ne göre ödemelerini yapmaktaydı. Öde­meler nakit olarak daima eminin, kadı­nın ve hükümet temsilcisinin malumatı dahilinde yapılır ve defterlere kaydedilir­di. Kadı âmile bir hüccet verir, burada mukâtaanın İsmi, miktarı, hangi tarihte kime verildiği belirtilirdi. Bunun bir su­reti kadı siciline işlenirdi. Diğer taraftan eğer ödeme yapılmayacak olursa bunun sebeplerini açıklayan bir mektup havale­nin hâmiline verilirdi. Kadı sicilleri havale muamelâtı İçin en değerli kaynaklardır. Havale emirnamesi padişahın bir hükmü olup kime hangi kaynaktan ne kadar öde­neceğini belirtirdi. Havale emirnameleri üç tiptir. 1. Taşrada askerî hizmetlerde bulunan görevlilerin sâlyâne, ulufe ve me-vâcibleri için yapılacak ödemelerle ilgili emirler. 2. Saray için veya vilâyetin amme hizmetleriyle ilgili olarak yapılacak muba­yaaları karşılamak üzere eminlerin uhde­sine verilmiş olan havaleler. 3. Hazîne-İ âmire için hükümet temsilcisine teslim edilen miktarın bildirildiği emirnameler.

Bir bölgedeki çeşitli mukâtaalar, özel­likle mültezim denilen talep sahiplerine tahsis edilmeye hazır durumdaydı ve on­ların talepleri düzenii olarak hep aynı kay­naktan sağlanırdı. Bu sebepledir ki mer­kezî maliye teşkilâtı Anadolu mukâtaası, maden mukâtaası. büyük kale mukâtaa­sı gibi talepler doğrultusunda birtakım dairelere ayrılırdı. XVII. yüzyıldan itiba­ren mukâtaa gelirleri belli başlı şehirler­deki sarrafların gayretleriyle poliçe şek­linde hazîne-i âmireye nakledilmeye baş­landı. Daha sonraki devirlerde havale kul­lanımı sürdürüidüyse de 1839'da Tanzi­mat'ın ilanıyla mukâtaa uygulamaları kaldırıldığı için önemini kaybetti. Tanzi­mat maliyede merkezîliği getirdi. Devlet memurları eyaletlere, vergileri doğrudan doğruya toplayabilecek şekilde geniş yet­kilerle tayin edildi. Bunların maaşları ve taşradaki ihtiyaçları mahallinde karşılan­mış, muhassıllar bunun muhasebesini merkeze göndermişlerdir (İnalcık, TTK Belleten, XXVI11/112, s. 629).

Havale Osmanlıca'da ayrıca "en üst noktaya yerleştirilmiş kule" anlamına ge-

lir. Havale kuleleri hisarların yakınında üs­tün mukavemet sağlamak, ablukaya al­mak için inşa edilmiştir. Bu metot XIV. yüzyılda Bursa'nın muhasarasında uygu­landı. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'un muhasarasında mukavemetin uzun sür­mesi halinde Rumeli Hisarı'nı havale ku­lesi olarak düşünmüştü. Osmanlı hava­leleri Balkan toponomisinde de iz bırak­tı. Belgrad yakınında Fâtih Sultan Meh-med'in inşa ettiği bir havaleye daha son­ra mahallî halk tarafından "avala" adı verilmiştir.

Osmanlı bürokrasisinde havale kelime­si, herhangi bir daireye muamele gör­mek üzere takdim edilen belgenin veya çıkan bir emrin gereğini yerine getirmek için ilgili kaleme gönderilmesi amacıyla evrakın bir köşesine düşülen kayıt ve işa­ret anlamında da kullanılmaktaydı. Bu kayıt açık bir şekilde, yani "havale" (•ütj*-) olarak yazılabildiği gibi, "hâ" ( ^ ) şek­linde rumuz olarak da kısaltlabilmektey-di. İçeriğine göre bir belge birkaç daireye havale edilebilirdi. Bazan havale işlemi­nin yapılabilmesi için padişahın iradesi gerekmekteydi (BA, İrade-Dahiliye, nr. İ4773).

BİBLİYOGRAFYA :

BA. İrade-Dahiliye, nr. 14773; Reşîdüddin Fazlullah, Câmi'u't-teüârİlı (nşr Behmen Kerî-mî). Tahran 1338 hş., II, 1024-1040, 1031-1034, 1048, 1068-1075, 1083; Abdullah b. Muham-medel-Mâzenderânî, Risâie-i Felekiyye {nşr. W. Hinz). Wİesbaden 1952, s. 65, 162-165; Muham-med b. Hindûşah en-Nahcuvânî. Düstûrü'l-kâtib fi ta'yîni'l merâtib (nşr. Abdülkerîm Alizâde). Moskva 1964, s. 294-302; Tezkiretü'l-mülCık (nşr. V. Minorsky], London 1943, s. 79; Kânun-nâme-i Sultânı ber Müceb-i cÖrf-i 'Osmânî i nşr R. Anhegger - H. İnalcık), Ankara 1956, s. 35; Ebüssuûd, Fetâuâ, TSMK, Ahmed III, nr. 786, vr. 251'-252b; Yahya Efendi. Fetâuâ, TSMK, Ah­med III, nr. 788, vr. 141'-143h; Mevkuf âti, Ter-cümetü'l-Meuküfâtî li'l-Mülteka'l-ebhur, İstan­bul 1308, [], 56-57; R. Grasshoff. DieSuftağa und Haıvala der Araber, Göttingen 1899; F. Lokkegaard, islamic Taxatİon in the Classic Period, Copenhagen 1950, s. 63-65; A. K. S. Lambton, Landlord and Peasant İn Persia, Ox-ford 1953, s. 73;H.Horst. Die Staatsuerıvaltung der Grosselğüçen und Horazmsâhs: 1038-1231, Wiesbaden 1964, s. 74-75; Osman ibran, Selçuklular Tarihi ue Türk İslâm Medeniyeti, Ankara 1965, s. 277-278; Ali Akyıldız. "İradele­rin Üzerinde Bulunan Bazı Rumuzlar ve Dip­lomatik Hususiyetleri (1840-18561", Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri: Bildiriler, İstanbul 1995, s. 50-53; W. J. Fischel, "Jews in the Eco-nomic and Political Life of the Medieval is­lam", JRAS, XXII (1937), s. 3-35; Halil İnalcık, "Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepki­leri", 77X5effeten,XXVm/112 (1964), s. 629; a.mlf., "Hawala", £72(İng.), III, 283-285.

İRİ Halil İnalcık

HAVARİ HAVÂMİS-İ SÜLEYMÂNİYYE ^

Süleymaniye medreselerinden

sonra belirlenen

Osmanlı medrese sisteminde

Süleymaniye'den önceki derece

(bk. MEDRESE).

HAVARİ


Hz. isa'nın, kendisine yardımcı olmak üzere

seçtiği on iki kişiden her biri için kullanılan tabir.

Sözlükte "beyaz olmak; iyice beyazlat­mak" anlamlarına gelen Arapça haver kökünden türetilen havârî "seçilmiş, ku­sursuz; taraftar, özverili arkadaş, dost, bir kimseye ileri derecede yardım eden, kendisini bir davaya adayan" demektir (Lisânü'l-'Arab, "hvr" md.). Havari keli­mesinin Habeş dilinde aynı mânadaki ha-varyanm Arapçalaşmış şekli olduğu da ileri sürülmüştür (El2 |Fr.|, ili, 294). Terim olarak genelde, Allah'ın peygamberlerine İnanıp onlara yardımcı olan herkes için kullanılan havari bilhassa Hz. îsâ tarafın­dan seçilmiş, tebliğ ve irşad görevinde ona yardımcı olan on iki kişilik grubu ifa­de eder. Batı dillerinde havari karşılığın­da kullanılan apostle, apötre kelimeleri, Grekçe'de "bir görevi ifa etmek üzere gönderilen" anlamındaki apostolostan gelmektedir (1DB, I, 171).

İnciller'e göre Hz. îsâ, daha tebliğ faa­liyetinin başında kendisine inananlardan on iki kişi seçmiş ve bunlara havari adını vermiştir (Luka, 6/13). Ayrıca onlardan "on iki havari" (Vahiy, 21/14) ve "havari­ler" (Luka, 6/13; Markos. 6/30) olarak da bahsedilmektedir; ancak daha ziyade "şâkird" diye adlandırılmışlardır (Matta, 11/1; 14/26; 20/İ7; Yuhanna, 20/2).

Havarilerin isimleri bazı küçük farklı­lıklarla Matta (10/2-4), Markos (3/16-19), Luka (6/14-16) ve Resullerin İşleri'n-de (1/13) verilmektedir. Matta ve Mar­kos İncilleri'nde zikredilen isimler şun­lardır: Simun Petrus, Andreas, Ya'küb (Zebedi'nin oğlu), Yuhanna. Filipus, Bar-tolomeus, Tomas, Matta, Ya'küb (Alfe-us'unoğlu), Taddeus, Gayyur Simun, Ya-huda İskariyot. Onuncu havari Tadde-us'un adı Matta'da Lebbeus (10/3), Mar-kos'ta Taddeus (3/18), Luka'da ise (6/16) Ya'küb'un oğlu Yahuda olarak geçmek­tedir.

513


HAVARİ

Havarilerin sayısının on iki olarak tesbi-ti İsrâiloğullan'nın on iki kabilesiyle (sıbt) ilgilidir. "Ben, İsrail evinin kaybolmuş ko­yunlarından başkasına gönderilmedim" (Matta, 15/24) diyen îsâ. İsrail'in on iki kabilesini temsilen kendisine inananlar­dan on iki kişi seçmiştir. Hz. îsâ, "İnsa­noğlu her şeyin yenilenmesinde izzetinin tahtına oturacağı zaman siz ki benim ar-dımca gelenlersiniz, siz de İsrail'in on iki sıbtına hükmederek on iki taht üzerinde oturacaksınız" (Matta, 19/28; Luka, 22/30) diyerek bu alâkayı ifade etmiştir.

Havarilerle ilgili çeşitli listelerde Simun Petrus daima ilk sırayı almaktadır. Simun Hz. îsâ'ya ilk inanan havaridir. îsâ, Hz. Yahya tarafından vaftiz edildikten ve şey­tan karşısında denenip tebliğine başla­dıktan sonra Galile denizinin yanında ge­zerken Petrus denilen Simun ile kardeşi Andreas'ı denize ağ atarken görmüş, on­lara, "Ardımca gelin; sizi insan avcıları ya­pacağım" demiş, onlar da ağlarını bırakıp onu takip etmişlerdir. Az sonra ağ ona­rırlarken gördüğü Zebedi'nin oğlu Ya'-kûb ile kardeşi Yuhanna'yı çağırmış, on­lar da hemen kayığı ve babalarını bırakıp îsâ'nın peşinden gitmişlerdir (Matta, 4/ 17-22). Yeni Ahid'deki havari listelerinde Petrustan sonra gelen ve hepsinde or­tak olan üç kişi bunlardır. Zebedi'nin oğ­lu ve Ya'küb'un kardeşi olan Yuhanna İn­cil yazarıdır. Hz. îsâ onu ve kardeşini ha­vari olarak seçtikten sonra onlara "gök gürlemesi oğullan" anlamında "boaner-ces (boanerges)" lakabını vermiştir (Mar-kos, 3/17). Hz. îsâ tarafından Yaİrus'un kızının diriltilmesi sırasında olayı takip et­melerine izin verilen üç kişiden biri olan Yuhanna (Markos, 5/37; Luka, 8/51) îsâ'­nın her zamankinden farklı bir görünü­me bürünerek yüzünün güneş gibi par­laması, esvabının ışık gibi aydınlanma­sı hadisesine de (transfiguration) şahit ol­muştur (Matta, 17/1). Hz. îsâ çarmıha ge­rildiğinde Yuhanna oradaydı. îsâ çarmı-

ha gerilmeden önce annesini ona ema­net etti. Sâmiriye'de İncil'i tebliğ eden Yu­hanna hayatının son dönemlerini Efes'te geçirmiştir. Filipus ise Andreas ve Pet-rus'un şehri olan Beytsayda'dan idi. Hz. îsâ onu Beytanya'da bulup arkasından gelmesini söylemiş (Yuhanna, 1/43-44), daha sonra da havari olarak seçmiştir. Bartolomeus hakkında havariler arasın­da zikredilmesinin dışında bilgi yoktur.

Tomas adlı havariye Grekçe'de Didi-mos da denilmektedir. Hz. îsâ. daha ön­ce taşlanarak çıkarıldığı Yahudiye'ye tek­rar gitmek isteyince Tomas arkadaşları­na, "Biz de onunla Ölmek için gidelim" demiştir (Yuhanna, 11/16). Hz. îsâ hava­rilere gerçekleri öğretirken Tomas, "Yâ Rab, nereye gidiyorsun bilmiyoruz, yolu nasıl biliriz?" diye sormuş. îsâ da, "Yol ve hakikat ve hayat benim" karşılığını ver­miştir (Yuhanna, 14/5-6). Hz. îsâ yeniden dirildikten sonra havarilerin yanına gel­diğinde Tomas orada değildi. îsâ'nın di-rildiğini söylediklerinde önce inanmadı (Yuhanna, 20/24-29). Hıristiyan geleneği­ne göre Tomas Persler'e İncil'i tebliğ et­miş ve orada ölmüştür. Diğer bazı riva­yetlere göre ise Hindistan'da Hıristiyan­lığı yaymış ve orada şehid edilmiştir.

Romalılar'ın emrinde gümrük memu­ru olarak görev yapan yahudi asıllı Matta Kefernahum da Hz. îsâ tarafından davet edilmiş, o da görevini bırakarak onun ar­dınca gitmiştir (Matta, 9/9; Markos, 2/ 14; Luka, 5/27). Daha sonra îsâ Matta'yı on iki havariden biri olarak seçmiştir. Markos (2/14) ve Luka (5/27) İncilleri'nde Matta, Alfeus'un oğlu Levi olarak geç­mektedir. Kendi adıyla anılan İncirin ya­zarı olan Matta geleneğe göre yahudile-re İncil'i tebliğ etmiştir. Alfeus'un oğlu Ya'küb'la ilgili Yeni Ahid'de fazla bilgi yok­tur. Sadece boyunun kısalığı sebebiyle kendisine "Küçük Ya'kûb" denildiği ifade edilmektedir (Markos, 15/40). Taddeus ve Gayyur Simun ile ilgili olarak onların havari oluşlarının dışında herhangi bir bilgi yoktur.

Yahuda İskariyot İnciller'e göre havari­lerin on ikincisidir ve Hz. îsâ'ya ihanet ederek onu 30 gümüş karşılığında yahu-dilere yakalatmış, ancak daha sonra yap­tığına pişman olup intihar etmiştir (Mat­ta, 26/14-16; 27/3-5). Yahuda İskariyot'-tan boşalan yere diğerleri tarafından ku­ra sonucu Mattias seçilmiştir (Resulle­rin İşleri, 1/23-26).

Genellikle İnciller havarilerden Petrus, Büyük Ya'küb ve Yuhanna'ya özel bir

önem verir ve onlara atıflarda bulunur; çünkü onlar daima Hz. îsâ'ya refakat et­mişlerdir. Bunlardan Petrus İsa'nın ya­nında müstesna bir yere sahiptir. Hz. îsâ. "Sen Petrus'sun ve ben kilisemi bu kaya­nın üzerine kuracağım ve Ölüler diyarının kapıları onu yenmeyecektir. Göklerin me-lekûtunun anahtarlarını sana verece­ğim; yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde bağlanmış olur ve yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde çözülmüş olur" (Matta, 16/18-19) diyerek onun bu üstünlüğünü ifade etmiştir. Yahuda İs­kariyot. Hz. îsâ'nın bulunduğu yeri yahu-dilere bildirerek ona ihanet ettiği için azizler arasında yer almamaktadır. îsâ'-nın göğe çekilmesinden sonra havarile­rin idaresi Petrus'a geçmiştir. On iki ha­varinin dışında Pavlus kendisini havari ilân etmiş ve yahudi menşeli olmayan hı-ristiyanlar onu, Musevî-hıristiyan gele­neği ise Barnaba'yı havari saymıştır.

İnciller'e göre havariler, vaftiz oluşun­dan çarmıha gerilişine kadar daima Hz. îsâ ile beraber olmuş, onun hizmetinde bulunmuşlardır (Matta, 26/17-19; Luka, 9/52; Yuhanna, 4/8). îsâ onları vazettiği İncil'e ve ölüler arasından dirilmesine şa­hit olmaları için seçmiş, onların eğitimiy­le bizzat meşgul olmuştur. Ancak ağır işlerde çalışan, en azından dördü balıkçı olan. ayrıca vergi tahsildarı Matta'nın dı­şında hiçbiri okuma yazma bilmeyen ha­variler Hz. îsâ'nın anlattıklarını dinliyor, fakat çoğunlukla anlamıyorlardı. Bu se­beple îsâ, anlattıklarını tekrar etmek ve yeni açıklamalar yapmak durumunda ka­lıyordu. Bununla birlikte tebliğ faaliyeti süresince onunla beraber olan havariler Hz. îsâ'dan mucizeler gösterme yetkisi almışlardı (Markos, 3/15). Tann'nın me-lekûtunun anahtarları onlara verilmişti (Matta, 18/18; 19/28). Onlar hastaları iyi­leştiriyor, insanları kötü ruhlardan koru­yorlardı (Matta, 10/1-8-, Luka, 6/13). Bu­nun içindir ki Hıristiyan ilahiyatı havari­lerden sitayişle söz etmekte, ağır ve yo­rucu bir zühd ve riyazet hayatı yaşadık­larını belirtmektedir. Havarilerin "selâ­met sırrına ermeleri, güçlüklere katla­nan ruhlar olmaları", ancak sabır gerek­tiren zorlu bir eğitimden sonra gerçek­leşmiştir. Bütün bunların yanında hava­rilerin zaafları da vardır. Hz. îsâ yakala­nıp tutuklanacağı gece havarilerine, "Bu gece hepiniz benden ötürü sürçeceksi­niz" der (Matta, 26/31). Petrus. "Hepsi senden ötürü sürçse de ben hiç sürç­mem" deyince Hz. îsâ şu sözleri söyler: "Doğrusu sana derim: Bu gece horoz öt-

meden önce sen beni üç kere İnkâr ede­ceksin" (Matta, 26/33-35). îsâyine o gece dua ederken havarilerinin de dua etme­sini ister; fakat onlar uyurlar (Matta, 26/ 36-45). Hz. îsâyahudiler tarafından ya­kalanınca havarilerin hepsi kaçar; Petrus da aynı gece üç defa îsâ'yı tanımadığını söyler (Matta, 26/56, 69-75).

İnciller'e göre Hz. îsâ, yeniden dirildik-ten sonra Mecdelli Meryem'e ve başka­larına görünerek kendisinin dirildiğini bil­dirir; onlar da havarilere haber verirler, fakat havariler inanmazlar. îsâ onları İmansızlıkları ve yürek katılıkları sebe­biyle ayıplar (Markos, 16/9-14; Luka, 24/ 8-40). Yine de onlara rûhulkudüsü ve, "Kimlerin günahlarını bağışlarsanız gü­nahları bağışlanmış olur ve kimlerinkini alıkorsanız alıkonmuş olur" diyerek bağış­lama yetkisini verir (Yuhanna, 20/22-23).

Hz. îsâ'nın semaya urûcundan on gün sonraya rastlayan Pentikost günü (Fısıh bayramından elli gün sonra kutlanan bayram) havariler rûhulkudüsle dolar ve her biri. büyük bir şevk ve heyecan için­de çeşitli milletlerin dillerini konuşup an­lar hale gelir (Resullerin İşleri, 2/1-4). Da­ha sonra Kudüste ilk hıristiyan cemaati­ni oluşturan havariler dört bir tarafa da­ğılarak yeni dini yaymaya başlarlar.

Daha ilk dönemlerden itibaren kata­komplarda ve hıristiyan lahitlerinde ha­varilerin tasvirleri yapılmış, onlar, ayak­lara kadar inen uzun elbiseleri ve üzerle­rindeki atkılarla tasvir edilmiştir. Batı'da ilk sekiz asrın âbidelerinde havariler. Hz.


Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin