HatîB el-bacdâDÎ



Yüklə 1,13 Mb.
səhifə2/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,13 Mb.
#99826
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26

Eserleri. İbnü'l-Ebbâr, Hatîb el-Üme-vî'nin kendi eserlerini ve bazı hocalarının adlarını yazdığı bir belgeyi gördüğünü belirtir ve şu eserleri kaydeder [a.g.e.. I, 20): 1. Ravzalü'l-ezhûr. Edebî ilimlere dair olup Vatikan (V, 1164), British Mu-seum (Or. 6347) ve Rabat (nr. 679d) kü­tüphanelerinde kayıtlı birer nüshası var­dır (Brockelmann, I, 596; Ziriklî, II, 203). 2. Kitâb fi'l-envâ\ Halk astronomisiyle ilgili olan bu eserin 800'de (1397-98) is­tinsah edilmiş otuz sekiz varaklık tek nüs­hası Escurial Library'de kayıtlı olup (Ar. 941) Endülüs'te kıble tayiniyle ilgili bir bö­lümü David A. King tarafından neşredil­miştir (Islamic Astronomical Instruments, s-367, not 22, 370, 389). "Klt'a min Kitâb fi'l-envâ1" başlıklı bu parçaya göre, Kuzey kutbunu sol omuzu arkasına aldıktan sonra güneye yönelen kimsenin karşısın­daki yer kıbledir. 3. el-Lü'Hi'ü'I-man-zûm fî mtfrifeli'l-evküt bi'n-nücûm. Yıldızlar vasıtasıyla vakit tayini konusun­daki bu eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır. Kitabın adı Göyetü'n-nihâye (I, 223) ve Mı/cemü'1-mü'elli-ün'ûe (111, 253) el-Lü'lü'ü'1-manzûm fî motrifeli'l-evkât ve'n-nücûm olarak geçmektedir. Suter. bu kitabın Kitâb fi'l-envâ* ile aynı eser olabileceğini söy­ler [Die MathemaÜker, s. 130-131). Hatîb el-Ümevî'nin, günümüze ulaşıp ulaşma­dığı bilinmeyen Ravzotü'l-hakika fî bed^i'l-halîka ve Tehâfütü'ş-şuhrâ* ad­lı İki eseri daha olduğu belirtilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA :

İbnü'l-Ebbâr. et-Tekmite, Madrid 1886, I, 20; İbnü'l-Cezerî. Gâyetü'n-nihâye, 1, 223; Makka-rî, Nefhu'Htb, 1EI, 209; Suter. Die MathemaÜ­ker, s. 130-131; Brockelmann, GALSuppL, I, 596; îzâhu't-meknün. I, 592; Zirikli. el-A'lâm (Fethullah), M, 203; Kehhâle. Muıcemü'l-mü'el-liftn, İli, 253; D. A. King, Islamic Astronomical Instruments, London 1987, s. 367 (not 22], 370, 389. r—i

İKİ Cevat İzgi

F HATÎB ZÂKİRÎ HASAN EFENDİ "*

(bk. HASAN EFENDİ, Zâkirî).

L J

L

HATİBOGLU



HATİBOGLU n

(ö. 838/1435'ten sonra)

Dinî ve ahlâkî mesnevileriyle tanınan Türk şairi.

!

Asıl adı Mehmed. lakabı Hatiboğlu'dur. Eserlerinde daha çok Hatiboğlu, yer yer de İbn Hatîb mahlasını kullanmıştır. Ger-miyan Beyliği'ne tâbi Kal'a-i Honâs'ta (günümüzde Denizli'nin Honaz kasabası) dünyaya geldi {Ferahnâme, vr. 13b). 817 (1414) yılında yazdığı Letâyifn âm e 'sin­de, "Geçti kırk yıl işte ömründen hisâb" dediği (vr. 12b) dikkate alınırsa 777 (1375) yılı civarında doğduğu söylenebilir. Gerek M. Fuad Köprülü [TM, İl 11928), s. 491, 495), gerekse İsmail Hikmet Ertaylan {Bahrü'L-hakâyık, neşre hazırlayanın girişi, s. 2), onun 829"da (1426) yazdığı Ferah-nâme'deki bir beyitten (vr. 48*) hareket­le doğumunu 789 (1387) olarak göster-mişlerse de bu, Lefâyi/ndme'deki kayda göre geç bir tarihtir. Hatiboğlu, Ferah-ndme'nin bir nüshasını 838'de (1435) Candaroğlu İsfendiyar Bey'e sunduğuna göre ölümü bu tarihten sonra olmalıdır. Mehmed Süreyya Bey. kaynak gösterme­den onun 864 (1460) yılında İznik'te ve­fat ettiğini söyler. Esat Coşan ise Fâtih Sultan Mehmed'in saltanatının ilk yılla­rında, İstanbul'un fethinden önceki bir tarihte öldüğü kanaatindedir (Hacı Bek-tâş-ı Velî: Makâlât, s. Ll).



Ankara Savaşı'ndan sonra Anadolu'­nun istikrarsız ortamında çeşitli Anado­lu beylikleri arasında dolaşan Hatiboğlu. 812'de (1409) kaleme aldığı Bahrü'1-ha-köik'ı Maraş ve Elbistan hâkimi Dulkadı-roğlu Nâsırüddin Mehmed Bey'e sun­muş, muhtemelen bir süre onun yanın­da kalmıştır. 817 (1414) yılında tamam­ladığı Leidyi/nâme'sini kimin adına yaz­dığı belli değildir. Meşhur eseri Ferah-nâme'yi ise 829'da (1426) tamamlamış ve Osmanlı ülkesine gelerek II. Murad'a takdim etmiştir. Bir yıl sonra Karaman Beyliği'ne geçen Hatiboğlu eseri Karama-noğlu İbrahim Bey'e, sekiz yıl sonra da (838/1435) ithaf kısmında yaptığı bir de­ğişiklikle Candaroğlu İsfendiyar Bey'e sunmuştur. Candaroğulları Beyliği'nde ne kadar kaldığı ve hayatının bundan son­raki dönemi hakkında bilgi bulunmamak­tadır.

Köprülü, Hatiboğlu'nu, Şekâik Tercü­mesi (s. 115) ve Osmanlı Müellifleri'n-de (1, 294} zikredilen Hatiboğlu lakabıyla meşhur Mevlânâ Tâceddin İbrahim'le bir­leştirmek istemiştir {TM, II |1928|, s. 490-

461

HATİBOCLU



49 ] p 494, 496). Bu kaynaklarda verilen bil­gilere göre Tâceddin İbrahim Kastamo­nuludur. Molla Yegân'ın talebelerinden olup II. Murad devrinde İznik Medrese-si'nde müderrislik yapmış ve orada vefat etmiştir. Şiirle alâkası da bilinmemek­tedir. Honaslı olan Hatiboğlu Mehmed ise bir şairdir ve çeşitli Anadolu beylerine eserler sunmuştur. Âlim olup olmadığı, hatta tercüme yapacak kadar Arapça bil­diği bile şüphelidir. Çünkü doğrudan doğ­ruya Arapça'dan tercüme yaptığına dair eserlerinde bir ifade yoktur. Bahrü'1-ha-küik'i. Makâiât'm Türkçe'ye tercümesi­nin sırası karışık bir nüshasından (Co­şan, Hacı Bektâş-ı Velî: Makâlât, s. L-LI), Ferahnâme'yi Darîr'in Yüz Hadis ve Yüz Hikâye çevirisinden, Letâyilnâ-me'yi de Mustafa b. Muhammed el-An-karavfnin tercüme ettiği Sûre-i Mülk Tefsiri'nöen faydalanarak nazma çekmiş­tir. Öte yandan II. Murad'a intisap edip yıllarca İznik'te müderrislik yapan bir kimsenin çeşitli Anadolu beylerine eser sunması ve Osmanlılar'ın rakibi Karama-noğlu İbrahim Bey'e gitmesi de pek müm­kün görünmemektedir. Bu sebeple Hati­boğlu Mehmed ile Hatiboğlu Mevlânâ Tâ­ceddin İbrahim ayrı kişiler olmalıdır.

Hatiboğlu, Bahrü'l-haköik (vr. 56a) ve Letâyitnâme'de (vr. 1233) Nizâmî-i Gen-cevî'yi, Sa'dî-i Şîrâzî'yi, Ferîdüddin Attâr'i ve onların takipçisi olarak da Türk şairle­rinden Güişehrî. Dehhânî, Ahmedî, Şey-hoğlu. Âşık Paşa ve Elvan Çelebi'yi kendi­sine örnek aldığını söylüyorsa da kuvvetli bir edebî kişilik ortaya koyamamıştır. Es­ki Anadolu Türkçesi'nin özelliklerini ta­şıyan eserlerinde Türk toplumuna Ehl-i sünnet akidelerinin öğretilmesini gaye edinen didaktik bir üslûp ve basit, sade, külfetsiz, nazım tekniği bakımından ku­surlu, fakat yer yer samimi bir ifade dik­kati çekmektedir.

Eserleri. 1. Bahrü'I-hakâik*. Hatiboğ­lu bu eserinde. Hacı Bektâş-ı Velî'nin Ma-kâlât'mı Türkçe mensur bir tercümesin­den de faydalanarak nazmetmiştir. Yer yer hikâyelerle zenginleştirilen eserde İman esasları, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat yolcuları, şeytan ve izinden gi­denlerle İnsanın vasıflan anlatılır. Sekiz bölüm halindeki 1359 beyitlik bu eserin Manisa Muradiye Kütüphanesi'ndeki nüs­hası (nr. 1311) İsmail Hikmet Ertaylan tarafından bir giriş yazısıyla birlikte tıp­kıbasım olarak yayımlanmıştır (İstanbul 1960). Z. Letâyifnâme. Hatiboğlu'nun. Yıldırım Bayezid devri âlimlerinden İbn Berkî diye tanınan Kâdılkudât Muslihud-din Muhammed'in Arapça Sûre-i Mülk

462


TefsirFnin manzum çevirisidir. Hatiboğ­lu, eserin daha önce Mustafa b. Muham­med el-Ankaravî tarafından Gelibolu fâ­tihi Süleyman Paşa adına yapılan Türkçe tercümesinden de (Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 479; İÜ Ktp., TY, nr. 7) faydalanmıştır. Aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbı ile yazılan 3910 beyitlik bu mesnevi 817 (1414) yılında tamamlan­mıştır. Arapça hamdele ile başlayan eser­de tevhid, na't, dört halifeye na't, tercü-me-i kitâb, münâcât. adalet, mu'cize-i nebî ve mi'rac bölümlerinden sonra tef­sir bölümüne geçilir. Sûrenin ilk âyetleri genişçe tefsir edildiği halde sondakiler daha kısa tutulmuş, âyetler yer yer konu dışına taşan tasavvufu destanî hikâye­lerle açıklanmış, böylece esere pek çok telif unsuru katılmıştır. Hatiboğlu, eseri değiştirmeden mensur şeklinden man­zum hale çevirdiğini söylüyorsa da (vr. 6a, 123b) Arapça'dan tercüme ettiğine dair açık bir ifade kullanmamıştır. Ancak ke­lime ve cümle benzerliklerinden. Musta­fa b. Muhammed el-Ankaravfnin yaptı­ğı tercümeden faydalandığı anlaşılmak­tadır. Letâyifnâme'nin. Cezayirli Yûsuf b. Muhammed Ali tarafından 1245'te (1829) rik'a hattıyla istinsah edilmiş 124 varaklık bir nüshası Süleymaniye Kütüp­hanesi'ndedir (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3326). 3. Ferahnâmt?. 829 (1426) yılın­da tamamlanan eser, Darîr'in Yüz Hadis

ve Yüz Hikâye tercümesinden faydala­nılarak meydana getirilmiş 6091 beyitlik didaktik bir mesnevidir. Eserde hadis ter­cümelerinin daha iyi anlaşılabilmesi için İslâm tarihine ve sosyal hayata dair hikâ­yelerle dinî-ahlâkî öğütlere yer verilmiş­tir. Ferahnâme'nin Sultan II. Murad'a ve iki ayrı Türk beyine (Karamanoğlu İbra­him Bey ve Candaroğlu İsfendiyar Bey) sunulmuş farklı nüshalarının çeşitli kü­tüphanelerde yazmaları bulunmaktadır (Budapeşte Macar İlimler Akademisi Ktp., TY, nr. 24; Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 1074/125; Afyon İl Halk Ktp., Gedik Ah­met Paşa, nr. 1183; Koyunoğlu Müze ve Ktp., nr. 13282, 13290; TTK Ktp., nr. 430). Hatiboğlu ve eserleri üzerine Esad Coşan tarafından bir doktora tezi hazırlanmış­tır {Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri, 1965, AÜ İlahiyat Fakültesi).

BİBLİYOGRAFYA :

Hatiboğlu. Bahrü'l-hakâyık(nşr. İsmail Hik­met Ertaylan), İstanbul 1960, neşre hazırlayanın girişi, s. 1-23; a.e. (haz. Mukadder Akgül, mezu­niyet tezi. 1961), İ(J Türkiyat Araştırmaları Ens­titüsü Ktp., nr. 572; a.mlf.. Letâyifnâme, Sü­leymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3326; Güişehrî. Mantıku't-tayr(nşi. Agâh Sırrı Levend), Ankara 1957, s. 6; Mecdî, Şekâik Tercümesi, s. 115; Âlî Mustafa, Künhü'l-ahbâr, İstanbul 1277, V, 233; V. D. Smirnov. Mecmûa-İ Münte-habât-ı Âsâr-ı Osmâniyye, St. Petersburg 1903, s. XXII XXIII, 433-437; Osmanlı Müellifleri, I, 294; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İs­tanbul 1926). İstanbul 1984, s. 357, 360; a.mlf., "Les origines de Bektachisme", Actes du con-gres International d'histoire des retigions, Paris 1925, II, 409 (aynı makale: "Bektaşiliğin Men­şeleri", TY, 11/8 |1341|, s. 138-139); a.mlf., "İbn Hatib Ferahnâme", TM, II (1928!. s. 489-496 (aynı yazı bazı küçük ilâvelerle: Araştırmalar, s. 192-203); Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi, I, 530; Arif özer, Bahrü't-hakâytk'ın Dili Üzerinde Bir Gramer Araştırması (mezuniyet tezi, 1965}. İÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Ktp., nr. 678; Esat Coşan. Hacı Bektâş-ı VeS: Makâlât, İstanbul 1971, s. XL1I-L1I; Kocatürk. Türk Ede­biyatı Tarihi, s. 275-276; Banarlı, RTET, 1, 377, 418; Âmil Çelebioğlu. Suttan II. Murad Deuri Mesnevileri (doçentlik takdim tezi, 1976, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi), s. 118-120, 125-127, 208-230; Fahir İz-Günay Kut, "Hatiboğlu", Büyük Türk Klasikleri, II, 137; Mustafa Özkan. Türk Dilinin Gelişme Alanları ue Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul 1995, s. 213-226; J. Nemeth. "Das Ferah -nâ-mehdesIbnHatîb", MO{\9\9),s. 145-184;Şe-habeddin Tekindağ. "İzzet Koyunoğlu Kütüp­hanesinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerin­de Çalışmaları", 7M, XVI (1971), s. 148-162; Ke­mal Yavuz. "XI1I-XVI. Asır Dil Yadigârlarının Ana­dolu Sahasında Türkçe Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüş­leri", TDA, sy. 27 (1983), s. 32, 49-50; Cemil öz-türk, "Hatiboglu'nunFerah-nâmesi", TUBA, XIV (1990), s. 401-413; Hasibe Mazıoğlu, "Türk Ede­biyatı (Eski)", TA, XXXII, 99, 107; ■'Hatiboğ­lu", TDEA, IV, 158-159.rrı

İRİ Mustafa Erkan

HATİBZÂDE MUHYİDDİN EFENDİ

(ö. 901/1496)

Fıkıh ve kelâm âlimi.

Kastamonu'da doğdu. Asıl adı Muhyid-din Mehmed, babasının adı Hatibzâde Tâ-ceddin İbrahim'dir. Kaynaklarda daha çok Hatibzâde, bazan da Hatibzâde-İ Rûmî lakabıyla anılır. Aynı ismi taşıyan çağdaşı Niksarlı Muhyiddin Mehmed (b. İbrahim) ile zaman zaman karıştırılmış, hatta bu İkisinin aynı kişi olduğunu düşünenler bile olmuştur. Niksarî'yi babasının dayısı ola­rak zikreden Taşköprizâde'nin bunları ay­rı kişiler olarak göstermesi (eş-Şekâlk, s. 147,273) bu tereddüdü ortadan kaldır­mıştır.

İlk öğrenimini İznik'te müderrislik gö­revinde bulunan babasından alan Hatib­zâde onun yanında sarf ve nahivle birlik­te fıkıh, kelâm ve tefsir gibi temel İslâmî disiplinleri de tahsil etti. Daha sonra dev­rin önemli âlimlerinden Hızır Bey ve İran'­dan Anadolu'ya gelen Alâeddin et-Tûsî ile temas kurup kendilerinden ders aldı. İlk müderrislik görevine İznik'te Orhan Gazi Medresesi'nde başladı. Bu medre­seye ne zaman tayin edildiği belli olma­makla birlikte 875 (1470) yılına kadar bu­rada kaldığı bilinmektedir. Bu küçük medresede ilmi ve gayretiyle dikkat çe­ken Hatibzâde aynı tarihte, Fâtih Sultan Mehmed'in kurduğu Sahn-ı Semân Med-resesi'ne nakledildi. Burada başmüder-risliğe kadar yükseldiyse de kendisiyle Fâ­tih arasında cereyan eden bir hadiseden dolayı görevinden azledildi. Daha sonra Molla Gürânî'nin araya girmesiyle müder­rislik görevine dönmesine İzin verildi. Za­manla padişahın güven ve takdirini ka­zanarak onun özel hocası oldu. Ancak Fâ­tih, münazaralar sırasında padişahın ho­cası olduğunu söylemek suretiyle kendi­sini istismar ettiğini öğrenince onu sa­raydan uzaklaştırdı. Bundan sonra İstan­bul'da çeşitli medreselerde müderrislik görevini sürdüren Hatibzâde, vefatında Eyüpsultan civarında Ali Kuşçu'ya ait kabrin yakınına defnedildi. Kaynaklarda, Eyüp Sultan Medresesi'nde müderrislik yapan ve görevi sırasında hizmetçisi ta­rafından öldürülen bir oğlunun bulundu­ğu kaydedilir.

Çok sayıda öğrenci yetiştiren Hatibzâ­de, Kemalpaşazâde ve Fenârîzâde Muh­yiddin Çelebi'ye hocalık yaptıktan başka Tâcîzâde Cafer Çelebi, Fenârîzâde Muh-

yiddin Mehmed Şah, Zeyrekzâde Ahmed Rükneddin, Sarıgörez Nûreddin Efendi, Hayâlî-i Kadîm, Bâbek Çelebi, Abdülveh-hâb b. Abdülkerîm, İbrîzâde, Kara Bâlî Aydınî gibi âlimleri yetiştirmiştir.

Hatibzâde ilmî tartışmalara düşkün bir kişiliğe sahipti. Özellikle Sahn medrese­lerinde görev yaparken devrin önde ge­len âlimleriyle sık sık müzakerelerde bu­lunur, müzakereler bazan tartışmaya dö­nüşürdü. Onun bu özelliği zaman zaman kendisini güç durumlara sokmuştur. Ni­tekim Fâtih Sultan Mehmed devrinde Sadrazam Koca Dâvud Paşa, dönemin bü­yük âlimlerinden Hocazâde Muslihuddin Efendi'yi İstanbul'a davet ederek Hatib­zâde ile münazarada bulunmasını iste­miş, Hocazâde, onun ilim ve ahlâk sınır­larını aşan tavrını görünce orada bulunan üç talebesinden her birinin kendisiyle tar­tışabileceğini, dolayısıyla Önce emsalle­riyle tartışması gerektiğini, eğer onlara üstünlük sağlayabilirse kendisiyle müna­zaraya girebileceğini söylemiştir. II. Ba-yezid zamanında Muslihuddin Mustafa Kestelî. Zenbilli Ali Efendi ve Sinan Paşa gibi âlimlerle de bir araya gelip İlmî soh­betlerde bulunan Hatibzâde, tartışmalar­da baskın çıkmak için her çareye başvu­rurdu. II. Bayezid'in huzurunda, Alâed­din Arabî Efendİ'nin de aralarında bulun­duğu bir grup âlimle tartışırken saygı öl­çülerini aşarak konuyla ilgisi bulunma­yan şeyler söylemeye başlayınca padişah bundan rahatsız olmuş ve iddialarını is­pat etmek için bir risale yazmasını söyle­miştir. Bunun üzerine Hatibzâde'nin yaz­dığı Risale fî bahsi'r-rü*ye ve'!-kelâm adlı eseri okuyan sultan memnun kalma­mış, veziri Çandarlı İbrahim Paşa'ya em­rederek onun ülkeyi terketmesini iste­miştir. Ancak İbrahim Paşa. olayın büyü­mesini istemediğinden padişahın emrini bildirmediği gibi Hatibzâde'yi hoşnut et­mek için padişah adına kendisi bir mik­tar para göndermiş ve hadiseyi unuttur­maya çalışmıştır (Taşköprizâde, s. 148-149).

Tartışmalarda güzel konuşan, sözünü esirgemeyen ve güçlü mantıkî tahliller yapan Hatibzâde'nin ahlâk bakımından fazla yükselemediği {Osmanlı Müellifle­ri, ı, 294) ve daima kendisini emsallerin­den üstün gördüğü belirtilir. Nitekim Ce-lâleddin ed-Dewânî, İstanbul'daki talebe­lerinden birine yazdığı mektupta Hatib-zâde'ye ve Hocazâde Muslihuddin Efen-di'ye selâm gönderirken onun ismini Ho-cazâde'den önce yazdığından Hatibzâde

HATİBZÂDE MUHYİDDİN EFENDİ

Hocazâde'den üstün bir âlim olduğunu iddia etmiş, vezir İbrahim Paşa da isim­deki sıralamanın üstünlüğe delâlet etme­yeceğini söylemiştir (Gazzî, I, 24). Öte yandan Hatibzâde âlimlerin idareciler­den üstün olduğunu düşünürdü. Kaynak­ların belirttiğine göre, zamanın şeyhülis­lâmı Efdalzâde Hamîdüddin Efendi ile birlikte tebrik merasimi için Dîvân-ı Hü-mâyun'a gittiklerinde şeyhülislâmın ve­zirlere hürmet göstermesi üzerine onu uyarmış ve idarecilere iltifat etmenin il­min izzetiyle bağdaşmayacağını söyle­miştir. Hatta kendisinin II. Bayezid'i ziya­reti sırasında elini öpmeyip musafaha et­mekle yetindiği kaydedilir (Taşköprizâde, s. 148).

Hatibzâde'nin. çağdaşı Kasım İzârîGer-miyânî ile birlikte dönemin âlimlerinden Molla Lutfî'nin öldürülmesine fetva ver­diği belirtilir. Efdalzâde ile Muhyiddin Ahaveyn ise Molla Lutfî'den rahatsızlık duydukları halde fetvayı onaylamamışlar­dır. Hatibzâde'nin, Molla Lutfî'nin kendi­sine ve kitaplarına yönelttiği tenkitten rahatsız olduğu, nitekim onun idam edil­mesinden sonra yakınlarına, "Kitapları­mı kurtardım" dediği ileri sürülüyorsa da (Gökyay, s. 45) buna dair belge göste­rilememiştir. Esasen Molla Lutfî'nin Ha­tibzâde'yi eleştirdiği husus önemli bir konu olmayıp bundan dolayı onun Molla Lutfî'nin ölümüne fetva vermiş olabilece­ğini kabul etmek mâkul görünmemekte­dir. Ayrıca ulaşılan yeni belgelerde Molla Lutfî'nin öldürülmesiyle ilgili başka önem­li gerekçelerin bulunduğu ortaya çık­mıştır (Erünsal, XXXIII 11980-811, s. 74-78).

Hatibzâde ilmî yönden Fahreddin er-Râzî ekolüne bağlıdır. XIII. yüzyıldan iti­baren Muhammed b. Nâmâver el-Huncî ve Sadreddin Hılâtî kanalıyla Anadolu'ya gelen bu ekol. Molla Fenârî ve talebesi Molla Yegân ile devam etmiştir. Molla Ye­gân aynı zamanda Hatibzâde'nin babası­nın da hocasıdır. Daha çok fıkıh ve kelâm­la meşgul olan Hatibzâde devrin gelene­ğine uyarak bazı eserlere şerh ve haşiye­ler yazmıştır. Fâtih'in huzurunda malı ve ilmi dolayısıyla övülen Molla Fenârî'nin ço­ğu eserlerinin derleme olduğunu söyle­yerek onu eleştirmişse de (Hoca Sâded-din, il, 412-413) kendisinin yaptığı çalış­malar da bundan öteye geçememiştir.

Eserleri. A) Fıkıh ve Usulü. 1. Haşiye \xlû Şerhi'I-Viköye (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3896; İsmihan Sultan, nr. 350). Tâcüşşerîa'nın Viköyetü'r-rivûye adlı

463


HATİBZÂDE MUHYİDDİN EFENDİ

eserine Seyyid Şerif el-Cürcânî tarafın­dan yapılan şerhin baş kısmına yazılan haşiyedir. II. Bayezid'in isteği üzerine te­lifine başlanan eser. müellifin oğlunun öl­dürülmesi üzerine ancak taharet ve ab-dest konularına kadar gelebilmiştir. 2. Haşiye hlâ Şerhi'l-Muhtaşar (Atıf Efen­di Ktp., nr. 672; Süleymaniye Ktp., Cârul-!ah Efendi, nr. 471; Tire İlçe Halk Kıp, Ne-cib Paşa, nr. 196). İbnü'l-Hâcib'İn, kendi­sine ait Müntehe's-sûl ve'1-emel adın­daki eserden ihtisar ederek hazırladığı Muhtaşarü'l-Müntehâ'ya Adudüddin el-îcî tarafından yapılan şerhe Seyyid Şe­rif el-Cürcânî'nin yazdığı haşiyenin baş kısmına haşiyedir. Hatibzâde bu eserin­de, kendisinden önce aynı şerhe haşiye yazan hocası Alâeddin et-Tûstyi eleştir­mektedir. 3. Haşiye hle'l-Mukaddi-meti'l-erba'a. Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mes'ûd'un telif ettiği Tenkihu'1-uşûl adlı esere yine kendisinin et-Tavzih fi halli ğavâmiii't-Tenkîh ismiyle yazdığı şerhe Teftâzânî tarafından kaleme alı­nan et-Telvîh fi keşfi haköHki't-Tenkih adlı şerhin hüsün ve kubuh faslında yer alan dört mukaddimesi üzerine yapılmış bir haşiyedir. Eser, Muslihuddin Mustafa Kestelî ve Abdüssamed Samsunî*nin ay­nı kitabın aynı bölümüne yaptıkları haşi­yelerle birlikte müstakil bir mecmua ha­linde mevcut Olup (Süleymaniye Ktp., Şe-hid Ali Paşa, nr. 672) diğer bazı nüshala­rı da vardır (Süleymaniye Ktp.. Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2027, Râgıb Paşa Ktp., nr. 1459). 4. Risale iî nakdi'1-vudû1 (Sü­leymaniye Ktp., Câruilah Efendi, nr. 847; Esad Efendi, nr 951). Bazı nüshalarında Risale fî hükmi't-tathîr (Süleymaniye Ktp., Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 710) şeklinde adlandırılan eser, Sadrüş-şerîa'nın Şerhu'7-Viftâye'sinde, abdesti bozan hususlardan biri olarak bedenden bir şeyin çıkması ve akmasına dair bilgi­lerin şerhi ve tashihi amacıyla yazılmış­tır. 5. Risale ü tezâHli'l-cihâd. Birçok yazma nüshası bulunan eser (meselâ Sü­leymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1984. 1988. 1989; Lala İsmail, nr. 691), bazı nüshala­rında flİsâJe/i'i-ciJiâd {Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3498) ve ei-İrşâd fi fezâ'ili'l-cihâd (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1984) adlarıyla da anılmaktadır. Kitap ci­hadın fazileti ve onu terketmenin hükmü, cihadla ilgili olarak yöneticilere düşen gö­revler ve şehitlik mertebesi olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir.

B) Kelâm. 1. Haşiye calâ Hâşiyeti't-Tecrîd. Çeşitli nüshaları bulunan eser

464


(Millet Ktp.. Feyzullah Efendi, nr. Ill4; Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2927, 2928, Halet Efendi, nr. 442, Lâleli, nr. 2215, Ha-midiye, nr. 725), Nasîrüddîn-i Tûsfnin Os­manlı medreselerinde temel ders kita­bı olarak okutulan Tecrîdü'l-kelâm'ma Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî tarafından yapılan Teşyîdü'l-kavâ'id fi şerhi Tecridi'l-hktfid adlı şerhe Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin yazdığı haşiyeye ha­şiyedir. 2. Risale iî kelâmillâh ve rü'-yetih. II. Bayezid'in isteği üzerine yazı­lan ve müellifin olgunluk dönemine rast­layan bu eserde, klasik kelâm kaynakları kullanılarak kelâm-ı nefsînin ezelîliği ve rü"yetullahın cevazı konulan ele alınır. İs­tanbul kütüphanelerinde yazmaları bu­lunan eserin (Süleymaniye Ktp., Ayasof­ya, nr. 2276; Lâleli, nr. 2236) bazı nüsha­ları Risale iî bahşi'r-rü'ye ve'1-kelâm adını taşımaktadır (Süleymaniye Ktp., Fâtih. nr. 2997; TSMK, III. Ahmed, nr. 1842). 3. Haşiye b/â Şerhi'l-Mevâkıf. Adudüddin el-îcfnin ei-Mevâİaf ına Cür-cânî tarafından yapılan şerhin baş tara­fına yazdığı haşiye olup çeşitli nüshaları mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Câruilah Efendi, nr. 1188; Köprülü Ktp., Fâzıl Ah­med Paşa, nr. 1610; Edirne Selimiye Ktp., nr. 1034}. 4. Risale îînefyi nisbeti'1-hüs-rân ile'l-enbiya1 (Süleymaniye Ktp.. Gi­resun Yazmaları, nr. 100, 3572). Eser, İbn Hayreddin adlı bir âlimin, "Evlâ olanı ter-ketmeleri sebebiyle peygamberler de hüsran içinde bulunmuştur" sözüne kar­şılık olarak yazılmıştır. Bu görüşü redde­den ve kısmen ismet-i enbiyâ konusuna da temas eden risale bazı nüshalarda Iş-lâhu kavli İbn Hayriddîn (Süleymani­ye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2052). bazılarında da Risale iî tevcihi cumû-mi'l-hüsrân (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3547) adıyla anılır, s. eİ-Cez-rü'l-eşam (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2200). Teftâzânî'nin Şerhu'l-Maköşıd'\-nın hüsün ve kubha ait bölümüne yapı­lan bir şerhtir. Eser, Millet Kütüphane-si'ndeki nüshasında (Murad Molla, nr. 706) Haşiye hle'1-hüsn ve'i-kubh adıy­la geçer. 6. Risale iî bahşi'l-cilm ve'l-kelâm. İlim ve kelâm terimlerinin tanı­mıyla ilgili iki varaklık bir risaledir (Süley­maniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2829). 7. Risale fi ikfâri men esnede'1-cebr ile'l-enbiyâ1. Kâtib Çelebi'nin Hatibzâde'ye nisbet ettiği eserin [Keşfü'z-zunûn, I, 848) nüshası tesbit edilememiştir. Sü­leymaniye Kütüphanesinde (Câruilah

Efendi, nr. 2087) bu müellif adına kayıtlı Haşiye 'alâ Şerhi'l-'Adûd adında bir eser bulunmaktaysa da sayfanın üst kıs­mına sonradan ayrı bir kalemle yazılmış İbn Hâtib notundan başka eserin müel­life aidiyetini gösteren bir delil yoktur, kaynaklarda Hatibzâde'nin böyle bir ha­şiye kaleme aldığı da zikredilmemekte­dir.

C) Diğer Eserleri. 1. Haşiye hlâ Hâşİ-yeti'l-Keşşâf. Zemahşerfye ait el-Keş-şâf adlı tefsirin Fatiha süresiyle Bakara sûresinin ilk yirmi beş âyetinin tefsiri üzerine Seyyid Şerif el-Cürcânî tarafın­dan yazılan haşiyeye haşiyedir. Ta^lîkât *alâ evâ'ili'l-Keşşâf şeklinde de anılan eserin bazı nüshaları mevcuttur {Süley­maniye Ktp., Câruilah Efendi, nr. 202; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 268; Köp­rülü Ktp.. Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1610). Z. Risale fî'1-cihe. Osmanlı Müelliflerin­de yanlışlıkla Risale fî tacyîni ciheti'l-kıble olarak gösterilen eser (i, 294), Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî'nin Hikme-tü'l-hyn adlı eserine Muhammed b. Mü­barek Şah'ın yazdığı şerhe Seyyid Şerif el-Cürcânî tarafından yapılan haşiyenin cihetle ilgili bölümüne haşiyedir. Bazı kü­tüphane kayıtlarında Risale fî havâşî Şerhi hikmeti'l-cayn adıyla da anılan risalenin Süleymaniye Kütüphanesi'nde İki nüshası bulunmaktadır {Ayasofya. nr. 2350; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600). 3. el-Ecvibetü't-tis'ü. Müellifin, ilmin ma­hiyetiyle ilgili olarak bir grup âlimle yap­tığı tartışmada ortaya konan soruları cevaplandırmak üzere kaleme aldığı iki varaklık bir risaledir (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600).

BİBLİYOGRAFYA :

Taşköprizâde. eş-Şekâ'İk, s. 147-150, 273; Mecdî, Şekâik Tercümesi, s. 166-171; Hoca Sâ-deddin. Tâcü't-teoârîh, 11,412-413,483-485; Gazzî. el-Keuâkibû's-sâ'ire, 1, 24-25; Keşfü'z-zu-nün, I, 498, 848, 859, 889; II, 1892; İbnül-İmâd. Şezerât, VIII, 9; Leknevî. el-FeuâHdü'l-behiyye, s. 155; Osmanlı Müellifleri, I, 294; Brockelmann. GAL, I, 346, 671; II, 296; SuppL, I, 646. 847, 926; II, 320; Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi, II, 654, 659, 663; a.mlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 175; Keh-hâle, Muıcemü 'l-mü'eüifîn, VIII, 199; Bilmen. TefsirTarihi, II, 621;Baltacı. Osmanlı Medrese­leri, s. 327, 385; Orhan Saik Gökyay. Molla Lüt-fı, Ankara 1987, s. 42-47; Recep Cici. Kuruluş­tan Fatih Deorinin Sonuna Kadar Osmanlılar­da Fıkıh Çatışmaları (doktora tezi. 1994, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 227-281; İsmail E. Erünsal, "Fatih Devri Kütüphaneleri ve Molla Lütfî Hakkında Birkaç Not", TD, XXXIII (1980-81], s. 56-78. r-|


Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin