elkâb, "Sen ki vezîr-i a'zam ve vekîl-i mut-lak-ı hamiyyet-âlemim ... paşasın" (BA, HH, nr. 51177) vb. diğerlerinden farklı olurdu. Sadrazamın serdâr-ı ekrem sıfatıyla sefere gittiği zaman gönderilen beyaz üzerine hatt-ı hümâyunlar, "benim serdâr-i ekremim" gibi basit elkâblar yanında, "Sen ki vezîr-i a'zam ve vekîl-i mut-lakım ve bi'1-istiklâl serdâr-ı zafer-reh-berimsin" vb. uzun ve tekellüflü elkâb-larla da başlatılabilirdi.
Padişah, sadrazamdan başka çeşitli meselelerde ilgili şahıslara da beyaz üzerine hatt-ı hümâyunlar gönderirdi. Bunlar genelde "sen ki" ile başlar ve"... valisi ... paşasın", "kaptan-ı derya... paşasın", "bostancıbaşısın" yahut "kethüda kadınsın" şeklinde hatt-ı hümâyunun yazıldığı şahsın vazifesi eklenerek devam ederdi. Sıfattan sonra hatt-ı hümâyun gönderilen şahsın isminin yazıldığı da olurdu. Şeyhülislâma ve padişah hocalarına İse sade ve hürmetkar elkâblar kullanılırdı. Bundan sonra konuya geçilirdi.
Alenen okunacak hatt-ı hümâyunlarda elkâbdan sonra hemen konuya geçilmesine karşılık kılıç ve kaftan gönderilenlerde. "Seni selâm-ı şahanemle teşrif eylediğimden sonra malumun ola ki" (BA, HH, nr. 51099) vb. selâma da yer verilirdi (Feridun Bey, s. 210). Serdâr-ı ekreme yazılan hatt-ı hümâyunlarda selâm kullanılabildiği gibi {Suuer-i Hutût-ı Hümâyun, vr. T, 1 la) selâmsız da yazılabilirdi. Kırım hanlarına yazılanlarda da selâm kullanılırdı.
Sistemdeki değişikliğe, yani genelde padişahla sadrazam arasındaki resmî muhaberede araya Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibinin girmesine rağmen Tanzimat'tan sonra da padişahlar, yüksek kademedeki tayin ve tevcihler gibi mühim konularda beyaz üzerine hatt-ı hümâyunlar yazmaya devam etmişlerdir (BA, irade-Dahiliye, nr. 32464; BA, YEE, nr. 23-1802-11-7İ, 27-2605-14-75). Geç devir
hatt-ı hümâyunlarının çoğunda iradelerde olduğu gibi tarih de bulunmaktadır. II. Abdülhamid'in geç devirlerdeki hatlarında imzası da vardır.
Telhis, Takrir ve Arz Üzerine Hatt-ı Hümâyunlar. Çeşitli meselelerle ilgili olarak sadrazamın sunduğu telhis üzerine padişahın yazdığı emir veya kararına denir. Telhisler, sadrazam veya sadâret kaymakamı tarafından yazıldığı için üzerindeki hatların elkâbı da yazan hangisi İse ona olur ve "benim vezirim" veya "kaymakam paşa" gibi kısa bir elkâb kullanılırdı. Tel-
his üzerine yazılmış hatt-ı hümâyunların bir kısmında ise hiç elkâb bulunmaz; hatt-ı hümâyunun muhtevası da bazan "verdim/verilsin", "olmaz", "varsın", "yazılsın" gibi tek kelimelik; bazan da "malûm oldu / malûmum olmuştur", "tedârik edesin", "manzûrum oldu / manzûrum olmuştur", "cevap verile", "mukayyet olasın", "tedârik görülsün", "berhûrdâr olsunlar" gibi ikişer kelimelik olurdu. Padişah, ihtiyaç duyduğu takdirde telhis edilen mesele hakkındaki görüşünü çok daha tafsilâtlı olarak da bildirirdi.
Sadrazamın telhisi üzerine hatt-ı hümâyun, II. Mahmud'un saltanatında. 1832-1834 yılları arasında yerini yavaş yavaş Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibinin padişahın iradesini bildirmesine bırakmıştır. Nâdir olmakla beraber bu tarihten sonra da sadrazamların padişaha hitaben yine "şevketlü. kerâmetlü, mehâ-betlü, kudretlü velinimetim efendim padişahım" hitabıyla takrir gönderdikleri ve bunların cevabının da bizzat padişah tarafından yazıldığı (hatt-ı hümâyun) bilinmektedir. Bu hatt-ı hümâyunlara tarih de konulmuştur (BA, İrade-Dahiliye, nr. 18202, 32463).
Alt kademe yetkililerinin takrir ve benzeri yazılarının padişaha bildirilmesi her zaman ayrı bir telhisle olmazdı. Sadrazam, çok defa konuyu ayrı bir kâğıt üze-
rine özetlemekle beraber bazan da defterdar veya seraskerin takriri, taşradaki bir vali, nazır yahut başka bir yetkiliden
HATT-l HÜMÂYUN
gelen kâime, tahrirat veya şukkanın üzerine kime ait olduğunu ve belgenin cinsini yazarak, bazan da belgedeki olayın geçmişini kısaca özetleyerek padişaha sunardı. Bu tip belgelerde padişahın konuyla ilgili karar veya görüşünü bildiren hatt-ı hümâyun takrir / kâime / şukka üzerinde yer alırdı.
Arzuhal Özetleri Üzerine Hatt-ı Hümâyunlar. Padişahlar cuma selâmlığı veya başka bir münasebetle saray dışına çıktıklarında halk tarafından kendilerine verilen arzuhaller ilgili divanlarda görüşülerek karara bağlanır ve alınan kararlar arzuhal özetleriyle birlikte aynı kâğıt üzerinde bend bend yazılarak padişahın tasdikine sunulurdu. Padişah da her bend hakkındaki emir veya görüş bildiren hatt-ı hümâyununu, telhis veya takrirde olduğu gibi kâğıdın üst tarafına "manzûrum olmuştur" ibaresinden sonra kaçıncı bende ait olduğunu belirtmek suretiyle yazardı. Hatt-ı hümâyunun yerini Mâbeyn kâtibinin yazdığı iradelerin almasından sonra artık arzuhal özetleri üzerinden de padişahın hattı kalkmış; karar, sadrazamın ayrıca yazdığı arz tezkiresi altına hepsi için birden bildirilir olmuştur.
Hatt-ı Hümâyunların Bazı Özellikleri.
Hatt-ı hümâyunların büyük ekseriyeti padişahların kendi el yazısı olmakla bera-
HATT-I HÜMÂYUN
ber zaman zaman Mâbeyn-i Hümâyun başkâtibi yahut sarayda bir vazifelinin hattıyla kaleme alınmış olanları da vardır. Devlet işleriyle ilgili mühim meselelerde yazılan hatt-ı hümâyunların müsveddeleri ise reîsülküttâb, kaptanpaşa gibi önemli mevkileri işgal edenlerce hazırlanırdı [Suoer-i Hutût-ı Hümâyun, vr. 67a"b). Bununla birlikte başka bir elden çıkanların da hiç değilse zaman zaman padişahın kontrolünden geçmiş olduğu muhakkaktır {III. Selim'in tashihinden geçen böyle bir hatt-ı hümâyun için bk. TSMA, nr. E 806/38). Bazılarında ise hatt-ı hümâyunun kimin eliyle sâdır olduğuna dair belgenin arkasında kayıt bulunmaktadır (TSMA, nr. E 7020}.
Hatt-ı hümâyunlarda genellikle tarih bulunmaz. Telhisler de tarihsiz olduğu için bu durum çok defa belgenin değerlendirilmesinde zorluklarla karşılaşılma-sına sebep olur. Ancak hazineden para çekilmesi için yazılmış bazı hatt-ı hümâyunlarda olduğu gibi bunun istisnalarına da rastlanmaktadır (TSMA, nr. E 7041/ 1). Pek fazla olmamakla beraber telhis ve arz üzerindeki hatt-ı hümâyunlarda da tarih görülür.
Sultan I. Abdülhamid'in, diğer padişahlara nazaran tarih atma konusunda oldukça hassas davrandığı, gerek beyaz (TSMA, nr D 2175) gerekse telhis üzerindeki hatt-ı hümâyunlarının bir kısmında tarih bulunmasından anlaşılmaktadır. Onun son, III. Selim'in ilk sadrazamı Koca Yûsuf Paşa ise bu usulü bir teamül haline sokmak istemiş. III. Selim'e cülusunu müteakip gönderdiği takririnde, takrirlere ve beyaz üzerine yazacağı hatt-ı hümâyunlara ne vakit sudur ettiğinin bilinmesi için tarih atması tavsiyesinde bulunmuşsa da (BA, HH, nr 55665) pek rağbet görmemiştir.
Hatt-ı hümâyunlar daima telhis ve takririn üst tarafına yazılmakla beraber yazının istikameti padişaha göre değişiklik göstermiştir. Uzun hatt-ı hümâyunlarda yazının paragraf aralarına taştığı da vâ-kidir. Kaligrafi ve imlâlar ise çok kere bozuktur. Özellikle IV. Murad ve IV. Meh-med gibi çocuk yaşta tahta çıkanların yazılarında bu husus daha açıktır. IV. Mustafa'nın yazısı sadece iri yazılmış olmasıyla değil okunaksızlığıyla da dikkat çekmektedir. III. Selim'in yazısında ise zaman zaman imlâ yanlışlarına rastlanmaktadır. Hattatlıkları dolayısıyla 111. Ahmed ve II. Mahmud'un yazılan padişah yazıları içinde belki de en güzelleridir.
488
BİBLİYOGRAFYA :
BA, HH, nr. 9372, 16287, 51095, 51099, 51113, 51115, 51117, 51132, 51139, 51166, 51177, 53187, 55665; BA, İrade-Dahiliye, nr. 18202, 32463, 32464, 32564; BA. YEE, nr. 23-1802-11-71, 27-2605-14-75; BA. Müzehheb Fermanlar, nr. 68/1; BA, MD, nr. 98, s. 1; nr. 153, s. 241; TSMA, nr. E 806/38, 7020, 7031/ 5, 7041/1, 8393/46, D 2175; TİEM, nr. 2247, 2291, 2304, 2319, 2352; Hatt-t Hümâyun Suretleri, İÜ Ktp., TY, nr. 6094, vr. 7', 25", 26b-27a; Suoer-İ Hutût-ı Hümâyun, İÜ Ktp., TY, nr. 6110, vr. 7", 11", 29"b, 67""; Münşeat Mecmuası, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 5867, vr. 136b; Feridun Bey, Münşeat, il, 175, 187, 210; Enver Ziya Karal. ///. Setim'in Hatt-ı Hümayunları: Nizâm-ı Cedid 1789-1807, Ankara 1946, tür.yer.; Cengiz Orhonlu, Osmanlı Tarihine Ait Belgeler, Telhisler: 1597-1607, İstanbul 1970, s. XIX; Süha Umur. Osmanlı Padişah Tuğraları, İstanbul 1980, s. 157, 218, 249, 261, 265, 281, 286-287, 292; Mübahat S. Kü-tükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili: Diplomatik, İstanbul 1994, s. 172-183; İsmail Baykal. "Hazine-İ Hümâyun ile Bagdad Köşkü ve Revan Odası Saray Kütüphaneleri Hakkında İki Hatt-ı Hümâyun". TV, 11/9 (1942), s. 190-191; a.mlf.. "Silâhdar-ı Şehriyârî ve Dârüssaade Ağası Tayinleri Hakkında Hatt-ı Hümâyunlar", a.e., 11/11 (1943), s. 338-339; Klaus Schvvarz. "Zur Blockade der dardanellen Wâhrend des Venezianisch-Osmanischen krieges um kreta imjahre 1650", WZKM, LXXVII (1987). s. 81.
İRİ Mübahat S. Kütükoğlu
HATT-i OSMÂNÎ
Hz. Osman zamanında
Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan
Mushaf İstinsah Heyeti'nin
kitabette uyguladığı usuller hakkında kullanılan bir tabir
(bk. MUSHAF).
L J
r n
HATTAB
Ebû Abdillâh Şemsüddîn
Muhammed b. Muhammed
b. Abdirrahmân el-Hattâb er-Ruaynî
{ö. 954/1547)
Mâliki fakihi.
L J
18 Ramazan 902 (20 Mayıs 1497) tarihinde Mekke'de doğdu. Endülüs'ten Mağ-rib'e göç eden bir aileye mensup olan babası Hattâb el-Kebîr 877'de (1472) Mekke'ye yerleşmişti. Hattâb Kur'an'ı ezberledikten sonra bir ilim adamı olan babasından. İzzeddin İbn Fehd, Ahmed b. Mû-sâ b. Abdülgaffâr ve Ebü'l-Feth Burhâ-neddin İbrahim b. Ali b. Ahmed el-Kalka-şendî gibi âlimlerden ders aldı. Mısır, Hicaz ve Trablus'a çeşitli seyahatler yaptı.
Tefsir, hadis, fıkıh, usul, tasavvuf, sarf ve nahiv ilimlerinde derin bilgi sahibi olan ve Hicaz Mâliki imamlarının sonuncusu kabul edilen Hattâb, yaşadığı dönemde İslâm dünyasının yetiştirdiği en önemli simalar arasına girdi. Aralarında oğlu Yahya el-Hattâb, Abdurrahman b. Hâc Ahmed et-Tâcûri, Muhammed el-Mekkî ve Muhammed el-Kaysî gibi önemli âlimlerin bulunduğu birçok talebe yetiştirdi. Trablus'a yerleşen Hattâb 9 Rebîülâhir 954 (29 Mayıs 1547) tarihinde burada vefat etti.
Eserleri. 1. Mevâhibü'l-celîî li-şerhi Muhtasarı Halil. Halîl b. İshak el-Cün-dfnin Mâlikî fıkhının önemli kaynaklarından olan el-Muhtaşar'ınm şerhidir. Çok veciz ve kısa olduğu için birçok şerhe konu olan bu eserin en önemli şerhlerinden biri Hattâb'ın kitabı kabul edilir. Eserin müsveddeleri Hattâb'ın oğlu Yahya tarafından dört büyük cilt halinde tertip edilmiştir. İmam Mâlik'in hayatının anlatıldığı bir mukaddime ile başlayan eser altı cilt halinde yayımlanmıştır (Kahire İ328-1329, 1331). Z. Tahrîrü'l-kelâm ü mesaili'1-ilüzâm. İltizam* hakkında yazılmış ilk eserlerden biridir. Mâlikîler'in temel kaynaklarına dayanılarak hazırlanan kitap bir mukaddime, dört bölüm ve bir hatimeden meydana gelmektedir. Müellif eserin mukaddimesinde Mâlikî fıkıh kitaplarında iltizamla ilgili müstakil bir bölüm bulunmadığını, temel kaynaklarda dağınık halde bulunan meseleleri toplayarak hükümlerini açıkladığını belirtmektedir. 1305'te (1888) Faşta basılan eser, daha sonra Abdüsselâm Muhammed eş-Şerif tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır (Beyrut 1404/1984). 3. Kurretü'l-'uyn şerhu Varaköti îznâ-mi'l-Haremeyn. İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin fıkıh usulüne dair eserinin şerhi olup Muhammed b. Hüseyin et-Tû-nisî'nin Haşiye calâ Kurreti'l-'ayn'ı ile birlikte basılmıştır (Tunus 1299. 1310-1312). 4. Mütemmimetü'l-Âcurrûmiy-ye iî 'ilmi'l^Arabiyye. İbn Âcurrûm'un nahivle ilgili eserinin bir nevi şerhidir. Müellif bu kitabını, el-Âcurrûmiyye'nin muhtevasını tamamlayıcı mahiyette ve nahiv ilmine bir giriş olarak hazırladığını belirtmektedir. Mütemmimâtü Âcurrû-miyye, Afîfüddin Abdullah b. Ahmed el-Fâkihînin el-Fevâkihü'1-ceniyye (Kahire 1298. 1302, 1304, 1306. 1309) ve Muhammed b. Ahmed el-Ehdel'in eJ-Kevd-kibü'd-dürriyye (Kahire 1302; Bulak 1312; Beyrut 1410/1990) adlarıyla bu esere yazdıkları şerhlerle birlikte basılmış-
tır. S. Tahrîrü'l-makale fî şerhi Nezâ'i-ri'r-Risâle. İbn Ebû Zeyd el-Kayrevânî'-nin Mâliki fıkhına dair er-Risâle's\ üzerine Ebû Abdullah İbn Gâzî'nin hazırladığı Nezâ'irü'r-Risâle {Mazmu müşkilâti'r-Risale, bk. Brockelmann, GAL, I, 188; SuppL, I, 302) adlı manzum eserin şerhi olup 943 (1537) yılında tamamlanmıştır. Eser Ahmed Sahnûn tarafından neşredilmiştir (Rabat 1988). 6. Hidâyetü's-sâliki'l-muhtâc li-beyâni ficli'l-mucte-mir ve'l-hâc. İskenderiye'de el-Mektebe-tü'l-belediyye'de bir nüshası bulunmaktadır (Fikhü'l-Mâlikî, nr. 16). Brockelmann, İrşâdü's-sâHki'l-muhtâc ilâ be-yâni'l~muctemir ve'l-hâc adlı bir eseri hem Hattâb'a hem de oğlu Yahya'ya nis-betle iki yerde zikretmektedir (GAL, 11. 508; SuppL, II, 537). 7. Risale fî ma'rife-ü istihracı evkâti'ş-şalât. Namaz vakitlerinin herhangi bir alet kullanılmadan tesbit edilmesiyle ilgili bir eserdir. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı olan risale (Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2145/3), astronomi ve ilimler tarihi alanlarında önemli bir kaynak olup bir mukaddime, on bölüm ve bir hatimeden meydana gelmektedir. 8. Tefrîhu'1-ku-lûb bi'1-hişâli'l-mükeffire limâ tekad-deme ve mâ tehhhara mine'z-zünûb. 945 (1538) yılında kaleme alınan eser bazı kaynaklarda (Karâfî, s. 230; Izâtıu'l-
meknûn, i. 301) Tefricü'l-kulûb şeklinde de geçmektedir (yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, II, 508; SuppL, II, 526). Hattâb'ın bunlardan başka birçok eseri bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir (eserlerinin oğlu Yahya tarafından hazırlanan bir listesi için bk. Karâfî, s. 230-231).
BİBLİYOGRAFYA :
Hattâb. Tah.rtrü'1-kelâm fi mesâlli'l-iltizâm (nşr Abdüsselâm M. eş-Şerîf}, Beyrut 1404/1984, neşredenin mukaddimesi, s. 7-55; Bedreddin el-Karâft, Teuşîtıu'd-Dîbâc (nşr. Ahmed eş-Şü-teyvî). Beyrut 1403/1983, s. 229-231; Ahmed Bâbâ et-Tlnbüktî. rieytü 'i-ibtihâc (ed-Dtbâcü 't-müzheb içinde), Kahire 1329-30, s. 337-338; Keşfü'z-zunûn, II, 1628;Serkîs. Mu'cem, I, 496, 779-780; II, 1432, 1630, 1814-1815; Brockelmann. GAL, I, 188; II, 102, 508; SuppL, I, 302; 11, 526, 537; İzâhu'l-meknün, I, 183, 233, 234, 301, 304; II, 121, 223, 252, 256, 720; Hediy-yetü'l-'âriftn, II, 242; Ziriklî, eM'Jâm, VII, 286; Kehhâle, Mıfcemü'l-mü'ettifın, XI, 230-231; Ati Mustafa el-Mesarrâtî, A'lâm min Tarâblus, Trablus 1392/1972, s. 140-146; Muhammed b. Hasan el-Hacvî. el-Fikrü's-sâmî fi târihi'l-fık-hi'l-isiâmî, Medine 1397/1977, II, 270; Abdül-vehhâb İbrahim Ebû Süleyman, Kitâbetü't-bah-şi'l-'itmî, Cidde 1403/1983, s. 350-351; Maca7-mektebe, s. 362-363; Muhammed el-Habîb el-Hîle, et-Târth ue'l-mü'erritjûn bi-Mekke, Lon-don 1994, s. 194-195; Muhammed Mahlûf, Şe-ceretü'n-nûri'z-zekiyye, Beyrut, ts. (Dârü'1-Ki-tâbi 1 -Arabî), 1. 269-270. ı—ı
[Al Ferhat Koca
HATTÂBÎ
r - „ ~ı
HATTABI
Ebû Süleyman Hamd (Ahmed)
b. Muhammed b. İbrâhîm
b. Hattâb el- Hattâbî el-Büstî
(Ö. 388/998)
Muhaddis ve lugatçı.
Receb 319'da {Ağustos 931) Kabil'e komşu Büst şehrinde doğdu. Asıl adı Hamd olmakla beraber yakın çevresi ona Ahmed diye hitap ettiği için her iki isimle de tanınmış, Hattâbî nisbesini büyük dedesi Hattâb'dan almıştır. Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd b. Hattâb'ın soyundan geldiği için bu nisbeyi aldığı ileri sürülmüş-se de bu görüş nesep âlimlerince kabul görmemiştir. Hattâbî'nin ailesinin yaşadığı ve kendisinin doğup büyüdüğü Büst şehrinin bir Türk şehri olması, bölge halkının İslâmiyet'le tanışmasından sonra da şehrin müslüman Türkler'in hâkimiyetinde kalması Hattâbî'nin Türk asıllı olduğu kanaatini güçlendirmektedir.
İlk öğrenimine Büst'te başlayan Hattâbî daha sonra Nîşâbur, Bağdat, Basra ve Mekke gibi ilim merkezlerini dolaştı. Nî-şâbur'da Şafiî mezhebinin Horasan bölgesindeki temsilcisi Muhammed b. Ali Kaffâl eş-Şâşî'den fıkıh dersi aldı. Arap dili ve edebiyatındaki öğrenimini Bağdat'ta Gulâmu Sa'leb'in derslerine devam ederek tamamladı. Hadis ilmini Mekke'de Ebû Saîd İbnü'l-A'râbî; Bağdat'ta Ebû Ali İsmail b. Muhammed b. İsmail es-Saffâr, Ebû Amr İbnü's-Semmâk, Ebû Bekir en-Neccâd; Basra'da Ebû Dâvûd'dan es-Sünen'ı rivayet eden ve İbn Dâse diye tanınan Ebû Bekir Muhammed b. Bekir el-Basrî gibi muhaddislerden tahsil etti. Öğrenimini Mâverâünnehir ve Hicaz'da tamamladıktan sonra 350 (961) yılı civarında Horasan bölgesine döndü. 3S9 (970) yılma kadar Nîşâbur'da kalarak talebe yetiştirdi; bu arada Ğarîbü'l-hadîs adlı eserini yazdı. Nîşâbur'dan Buhara'-ya, oradan Belh'e geçti. Daha sonra Gaz-ne, Fâris, Sicistan gibi şehirlerde ders verdi. Tekrar Büst'e dönerek hayatının sonuna kadar ilmî faaliyetlerine burada devam etti. Lügat âlimi Ebû Ubeyd Ahmed b. Muhammed el-Herevî, Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Hâmid el-İsferâyînî ve Ebû Zer el-Herevî gibi şahsiyetler onun talebeleri arasında yer aldı. 16 Rebîülâ-hir 388 (17 Nisan 998) tarihinde Büst'te vefat etti.
Hattâbî'yİ yakından tanıyan Ebû Man-sûr es-Seâlibî, onun Arap dili ve edebiya-
HATTAB!
ti. fıkıh, hadis ve kıraat âlimi Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'a denk olduğunu söyler. Hattâbî, hadisin hem rivayet hem dirayet alanlarında seçkin bir âlim ve aynı zamanda hadis hafızı olup bu ilimdeki yeri "sika. müsebbit, sadak" gibi tabirlerle belirtilmiştir. IV. (X.) yüzyıla kadar tasnif edilen hadis rivayet kitaplarının çoğuna vâkıf olan Hattâbî. dirâyetü'l-hadîs ilminin kapsamına giren konulardaki bilgisi itibariyle de devrinin önde gelen âlimle-rindendir. Hadisleri "sahih", "hasen" ve "zayıf" olmak üzere üçlü bir taksime tâbi tutmuş olup sahih hadisin ilk kapsamlı tarifi de ona aittir. Hasen hadisi Ttrmizî'-den farklı olarak tarif etmiş ve bu tarif İbnü's-Salâh tarafından "hasen Ii-zâtihî" için esas alınmıştır.
Hadislerin vahiy mahsulü olup olmaması yönünden kaynağını ve hüküm ifade etmesi bakımından durumunu, Hz. Pey-gamber'in peygamberlik görevi ve insanî yönü açılarından değerlendirmek suretiyle ortaya koyan Hattâbî hadis tenkidini daha çok metin üzerinde yoğunlaştırdı: bunu da kelime ve muhteva tenkidi olmak üzere iki kategoride ele aldı. Sahih olduğu bilinen hadislere, fiilî sünnete, tarihî olaylara ve ümmetin icmâına muhtevası bakımından uymayan hadisleri zayıf kabul etti. Öte yandan Arap diline vukufu sayesinde, bazı râvilerin dil melekesinin gelişmemesinden kaynaklanan, bu sebeple hadislerin asıl maksadına uygun şekilde anlaşılmasını güçleştiren kelime hatalarını ortaya koymak suretiyle de hadis tenkidinde bulundu. Hadisleri ve hadis âlimlerini bid'at mezheplerinin hücumuna karşı büyük bir gayretle savunan Hattâbî, hadis ilmiyle meşgul olanların sadece nakille yetinmeyip hadisler-deki mâna ve hükümleri tam ve doğru anlamaları gerektiği kanaatindeydi. Hadisleri anlayabilecek seviyede dil bilgisine ve İslâm kültürüne sahip olmayanlara yol göstermek amacıyla hadisleri şerhe yöneldi ve Buhârî'nin el-Câmfu'ş-şa-hîh"\ ile Ebû Davud'un es-Sünen'ini ilk defa o şerhetti.
Hattâbî itikadı konularda da söz sahibi bir âlimdir. Ehl-i sünnet itikadını Müşeb-bihe ve Mücessime'nin yanlış fikirlerinden korumak, Mu'tezile mensuplarının hadisler hakkında yaymak istedikleri şüpheyi önlemek ve onların muhaddislere karşı ithamlarını tesirsiz hale getirmek İçin Selef âlimlerinin te'vil etmeden kabul ettikleri itikadî meselelere dair bazı hadislerin te'vil ve yorumunu yapmıştır. Onun bu husustaki temel görüşü. Kur-
490
'an'da ya da mütevâtir hadislerde lafız veya mâna olarak zikredilmeyip sadece haber-i vâhid türü sahih hadislerde geçen ve zahirî mânası tecsîm ya da teşbih ifade eden lafızların Arap dili kurallarına uygun olarak te'vil edilmesi gerektiği şeklindedir. Hattâbî bu çerçevede kadem, ricl. esâbî*. şahs, suret ve ferah gibi sadece âhâd hadislerde geçen haberî sıfatları te'vil etmiş ve böylece Selefin temel ilkelerine bağlı kalarak kendisinden sonra gelenlere bir ufuk açmıştır.
Fıkhın usul ve fürûunda da yetkin bir âlim ve müctehid olan Hattâbî. ictihad kapısının kapandığını Öne sürüp fıkıh il-'mini ve öğrenimini sadece mezhep imamlarının görüşleriyle sınırlandırmaya çalışan anlayışa karşı çıkarak hadisin eskiden olduğu gibi fıkıh öğrenimine temel alınmasını istedi. Dinin ikinci temel kaynağı olan Peygamber'in hadislerini bir tarafa bırakıp fıkıh ilmini mezhep imamlarının görüşleriyle sınırlamanın İslâm dinine fayda getirmeyeceğini savundu. Bu konuya hem hadis ilmine, hem de zamanında kabul gören bütün mezheplerin ve pek çok müctehidin görüşlerine vâkıf bir müctehid olmanın kendisine kazandırdığı dirayet ve cesaretle yaklaşan Hattâbî, o dönemdeki mezhep taassubunun dışında kalarak mezhepleri değerlendirmede sahih sünnete uygunluğu esas almış ve Şafiî'nin vücuttan kan çıkmasıyla abdes-tin bozulmayacağı, kadınların yanında mahremi bulunmadan hacca gidebileceği, ziynet eşyalarından zekât alınmayacağı gibi bazı ictihadlannı tenkit etmiştir.
Hattâbî, derin ilmi yanında üstün şahsiyetiyle de kendisini tanıyanların takdirini kazanmıştır. Yumuşak huylu, dünya malına ve şöhrete önem vermeyen bir insandı. Devlet adamlarıyla yakınlık kurmaya ve resmî görev üstlenmeye karşı olmamakla beraber şartların uygun olmadığı düşüncesiyle idarecilerden uzak durmayı tercih etmiş, ilmini bir kazanç aracı olarak kullanmamış, ticaret yaparak geçimini sağlamıştır. İhtiyaç fazlası gelirini yoksullara dağıtırdı. Çevresine faydalı olabilmeyi hayat görüşü kabul ettiği için uzleti toplumdan kendini soyutlamak değil, insanlarla beraber yaşayıp kötülüklerden ve faydasız konuşmalardan uzak durmak şeklinde anlardı. Onun bazı sözleri ve şiirleri bu uyumlu, hoş görülü ve zâhid karakterini yansıtır. "Zenginlik, seni yoran şey değil başkalarına muhtaç etmeyen şeydir" sözüyle, "Hoş görülü ol, hakkın olan şeyin tamamını is-
teme, bir kısmını bırak, çünkü kerîm İnsan hakkını sonuna kadar almaz. Herhangi bir şeyde haddi aşma, orta yolu tut. zira orta yolun her iki ucu da kötüdür" anlamındaki mısraları onun hayat felsefesinin bir özeti gibidir.
Eserleri. 1. Beyânü Fcâzi'l-Kur'ân. Eserde Kur'an'ın lafız ve mânasının İ'câzı ele alınmış, sarfe* meselesiyle Kur'ân-ı Kerîm'in geleceğe dair haberler ihtiva eden yönü üzerinde durulmuştur. Kitap Abdülalîm et-Tehâvî (Aiigarh 1372/1953) ve Abdullah Sıddîk el-Gumârî (Kahire 1372/1953) tarafından neşredilmiştir. Muhammed Halefullah Ahmed ve Mu-hammed Zağlûl Sellâm da eseri tahkik ederek Rummânî ve Abdülkâhir el-Cür-cânfnin aynı konudaki eserleriyle birlikte Selâsü resâ'il ü itcâzi'l-Kiiriân içinde yayımlamışlardır (Kahire 1955, s. 17-66). Ömer Muhammed Ömer Bâhâzık'in şer-hettiği kitabı [Şerha risâleti Beyâni iıcâ-zi'l-Kur'ân, Dımaşk-Beyrut 1416/1995)
Claude-France Audebert uzun bir mukaddimeyle birlikte al-Hattâbî et l'ini-müabilite du Coran adıyla Fransızca'ya tercüme etmiştir (Damas 1982). Sabbâh Ubeyd Dirâz'ın bu eser üzerinde eJ-fîeJd-ğatü'I-Kur'âniyye 'inde'l-İmâmi'l-Hat-tabî adlı bir çalışması bulunmaktadır (Kahire 1406/1986). 2. Ğanbü'l-hadîş. Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın ve İbn Ku-teybe'nin Ğarîbü'l-hadîş'lenne almadıkları ya da Hattâbî'nin bu iki âlimin yaptığı izahlara katılmadığı garîb kelimeleri açıklamak amacıyla telif edilmiştir. Eserde uzun bir mukaddimenin ardından sırasıyla merfû hadislerde, sahabe kavillerinde (mevkuf) ve tabiîn sözlerinde (maktu) bulunan garîb kelimeler açıklanmaktadır. İçinde garîb kelimelerin yer aldığı hadisler ve haberler senedleriyle birlikte yazılmış, önemli kişilere ait olup sened-leri bulunmayan rivayetlerdeki bazı garîb kelimeler eserin sonunda izah edilmiştir. Ğarîbü'l-badîş, Abdülkerîm İbrahim el-Azbâvî'nin tahkiki ve Abdülkayyûm Ab-dürabbinnebfnin hadisleri tahrîci ile neşredilmiştir {[-III, Dımaşk 1402-1403/1982-İ983). 3. Işlâhu ğalatilhata'ıyi-muhad-dişîn. Taşhîhu'l-muhaddişîn li-elfâz mine'î-hadîş adıyla da bilinen eserde Hattâbî, bazı muhaddisler tarafından yanlış rivayet edildiğini söylediği 140 kadar kelimenin doğrusunu göstermiş, bunların bir kısmını da açıklamıştır. Müellif, kaynaklarda müstakil bir eser olarak anılan ve ayrı baskıları da yapılan bu çalışmayı esasen Ğarîbü'l-badîş'm son bölümü olarak yazmıştır [öarîbü't-hadîş, 1.
49). İlk defa Burhâneddin ed-Dağıstânî tarafından yayımlanan eseri(Kahire 1355/ 1936; Delhi 1406) daha sonra Hatim Salih Zâmin [MMİlr., XXXV/4 11405/19841, s. 289-360; Beyrut 1405/1985; Mekke 1408). Muhammed Ali Abdülkerîm er-Rudeynî (Dımaşk 1407/1987), Hüseyin İsmail Hüseyin ei-Cemel (Beyrut 1409/1988) ve MecdîSeyyid İbrahim (Bulak 1409/1988) neşretmiştir. Ayrıca Işlâhu'1-ahtâ'i'l-ha-dîşiyye elletî yervîha'n-nâsü muhar-refeten ev melhûneten adıyla da basılmıştır (Beyrut 1409/1988). 4. Me'âlimü's-Sünen. Ebû Davud'un es-Sünen'inin şerhi olup ilk hadis şerhi olarak bilinen eser Garîbü'l-hadîşten sonra yazılmıştır. Nüshalarının önemli bir kısmı İstanbul'daki kütüphanelerde bulunan eserin (Sezgin, I, 150) çeşitli baskılan vardır (nşr. Muhammed Râgıb et-Tabbâh. I-1V, Halep 1339-1343/1920-1924, 1351-1353/ 1932-1934; nşr. İzzet Ubeyd ed-De"âs -Âdil es-Seyyid, 1-V, Humus 1389-1394/ 1969-1974; nşr. Ahmed Muhammed Şâ-klr- Muhammed Hâmid el-Fıkî, I-VII1, Beyrut 1367-1369/1948-1950 |Münzirîve Ibn Kayyım el-Cevziyye'nin 7e/izî£>'!eriyle beraber]; nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed, I-IV, 1411/1991 Isadece Hattâ-bî'nin şerhini İhtiva eden kısımlar]). S. A(İdmü(/c/âmü)'i-hadîş fî şerhi Şahî-hi'l-Buhân. Buhârî'nin eî-CâmiSı'ş-şa-hîh'inm ilk şerhi olan eser kaynaklarda değişik adlarla anılmaktadır [Kitâbû'l-Atlâmfîşerhime'ânîCâmiti'ş-şahîh.,Atlâ-mü's-sünen şerhu'l-Buhârî, A'lârnü's-sü* nen fi şerhi'l-müşkil min ehâdtşi'l-Buhâ-n, Kitâbü Şerhi'l-Buhârî, A'lâmü's-sünen fî şerhi Sahihi 't-Buhâri, A*tamu 'i-muhad-diş; bazı kaynaklarda "a'lâm" kelimesinin "i'lâm" olarak harekelendiği görülmektedir). Hattâbî bu eserini MecdJi-mü's-sünen'den sonra yazmakla beraber bu iki şerhini âdeta birbiriyle bütün-leştirmiştir. Zira her iki kitapta bulunan hadisleri ikinci defa şerhetmemiş, bunları kısaca açıklasa bile önceki şerhine atıfta bulunmuştur. Bu sebeple A'lâmü'l-Ziadiş'te el-Câmfu'ş-şûhîh'tetâ hadislerin ancak 1238'inin şerhi bulunmaktadır. Esasen Hattâbî'nin Ebû Davud'un eserini fıkıh açısından, Buhârî'nin eserini de itikad açısından şerhettiği söylenebilir. A'lâmü'I-hadîş üzerinde Muhammed b. Sa'd b. Abdurrahman Âl-i Suûd doktora çalışması yapmış (1984, Câmia-tü Ümmi'l-kurâ). daha sonra bu çalışma A'lâmü'l-hadîş fî şerhi Şahîhi'l-Buhâ-rî adıyla yayımlanmıştır (I-IV, Mekke 1409/
Dostları ilə paylaş: |