yapılmış iki yayımı vardır, b) Heft Man-zai. İS.000 beyit olan bu eser, Nizâmî'nin Heft Peyke fi örnek alınarak yazılmıştır (yazma nüshaları İçin bk. Ahmed-İ Münzevî. IV. 3324-3325). c) Şîrîn ü Hüs-rev. Nizâmî'nin Hüsrev ü Şîrin'ine nazî-re olarak yazılmış ve Ali Şîr Nevâî'ye ithaf edilmiştir. 1800 beyitten meydana gelen mesnevi Sâdullah Esedüllayef tarafından neşredilmiştir (Moskova 1977). d) Ti-murnâme. Hâtifî, 4500 beyit tutan bu mesnevisini yazarken Nizâmî"nin İsken-dernâme'sinı göz önünde bulundurmasına rağmen Nizamî gibi hikâye ve efsanelerden bahsetmemiş, başta Şerefed-din Ali Yezdî'nin Zafernâme'si olmak üzere Timur'a ait önemli kaynaklardan faydalanmıştır. Biri Zafernâme-i Hâtifî adıyla taş basması olarak(Leknev 1869). diğeri Timurnâme adıyla (Madras 1958) yapılmış iki neşri vardır, e) İsmâ'îlnâme (Şâhnâme-i Hatifi). Şah İsmail devrini anlatan ve 1000 beyit kadarı yazılmış olan bu eser bir Timurnâme yazması içinde bulunurken daha sonra kaybolmuştur. Mesnevinin bazı beyitleri Tuhfe-i Sâ-mî'de örnek olarak nakledilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA :
Hâtifî, Şîrîn ü Hüsrev (nşr. Sa'dullah Esedüllayef], Moskova 1977, neşredenin önsözü, s. III-LIX; Ali Şîr Nevâî, Mecâtisü'n-nefâ'is (nşr. Ali Asgar-ı Hikmet], Tahran 1363 hş., s. 62-63; Sâm Mirza, Tuhfe-i Samı, Tahran 1314 hş., s. 94-97; Hândmîr, Fiabtbü's-siyer, IV, 354-355; Lutf Ali Beg, Âteşkede, Bombay 1277/1860, s. 375-384; Hidâyet. Mecma'u't-fuşaha'. Tahran 1284/1867,1, 54-55; Safa. Edebiyyât, IV, 438-447; a.mlf., Hamâse-serâyî der Iran, Tahran 1363 hş., s. 360-362; NeffSî. Tâfîh-iNazm u Neşr, I, 314-315; Münzevî. Fihrist, IV, 2984, 3324-3325; Browne. LHP, IV, 227-229; Fahrüzzamân-i Kazvînî. Tezkire-İ Meyhane (nşr. Muhammed ŞefT), Lahor 1926, s. 103-110; Rızâzâde Şafak. Tâfilj-i Edebiyyât-ı kân. Tahran 1321 hş./1942, s. 379; Emîn-i Ahmed-i Râzî. Heft Mim, Tahran 1341 hş./1962. III. 186-188; Hediyyetü'l-'âri-fîn. I, 471; Ethe, TârîhA Edebiyyât, s. 62-63; Kâmüsü'l-a'lâm, VI, 4721; CI. Huart, "Hâtifî", İA, V/l, s. 370; a.mlf. - [H. MassĞ], "Hatifi". El2 (İng.), III, 274; J. T. P. de Bruijn. "&hargird", a.e., IV, 1073. >—.
İRİ MÜRSEL ÖZTÜRK
F HATİM ^
Kur'an ilimleriyle
hadis literatüründe kullanılan bir tabir.
L J
Hatm ve hitâm sözlükte "örtmek, mühürlemek, bir şeyi tamamlayıp sonuna ulaşmak" gibi mânalara gelir. Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar yüzünden veya ezbere okuyarak bitirmeye, ay-
nca Şahîh-i Buhârî başta olmak üzere tanınmış hadis kitaplarını okuyup sona erdirmeye hatim (hatim indirmek, hatmetmek) denilmiştir.
D TEFSİR. Kur'an'm, okunup anlaşılması ve gereğince hareket edilmesi amacıyla indirildiği şüphesizdir (bk. M F Ab-dülbâki, el-Mu'cem, "kfe", "tlv" md.le-ri). Hz. Peygamber, Kur'an okuyup onunla amel edenlerin gıpta edilecek kimseler olduğunu, okunan Kur'an'ın her harf/ne karşılık on sevap verileceğini, okuyanlar için Kur'an'ın dünyada huzur kaynağı, âfıirette de şefaatçi olacağını bildirmiştir (Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kufân", 17, 20; Müslim, "Şalâtü'l-müsâfirîn", 243, 266, 268; Tirmizî, "Kırâ'ât", 12; Ebû Dâ-vûd, "Vitir", 14). Allah kelâmı olan Kur-'ân-ı Kerîm'in müslümanlar nezdindeki büyük değeri ve onun okunmasıyla ilgili emir ve teşvikler sebebiyledir ki ashâb-ı kiram ve onları takip eden nesiller Kur'an okumayı, onunla meşgul olmayı daima ön planda tutmuşlardır. Resûl-i Ekrem ayrıca, Kur'an'ı tertip üzere okuyarak hatim indirmeyi Allah'ın en çok sevdiği işlerden biri olarak nitelendirmiştir (Dâri-mî, "Fezâ'ilü'l-Kufân", 33; Tirmizî, "Kı-râ'ât", 13).
Hz. Peygamber ile Cebrail'in, her yılın ramazan ayında o zamana kadar nazil olan âyet ve sûreleri birbirlerine okuyarak mukabele ettikleri ve bir anlamda hatim indirdikleri bilinmektedir (Buhârî, Tezâ'ilü'l-Kur'ân", 7: bk. ARZA). Müslümanlar da ramazan ayında genellikle camilerde ve bazı evlerde Kur'an okutup dinlemek suretiyle hatim indirmeyi âdet haline getirmişlerdir {bk. mukabele). Hatim indirmenin belli bir zamanı ve süresi yoktur. Hz. Peygamber'in bilhassa geceleri çokça Kur'an okuduğu bilinmek-teyse de nasıl bir tertiple okuduğuna ve eğer o ana kadar nazil olan bütün âyetleri okuyor idiyse bunu ne kadar bir zaman içinde yaptığına dair kesin bilgi bulunmamakta, ancak, "Üç günden daha az bir zamanda Kur'an'ı hatmeden kişi ne okuduğunu anlamamıştır" dediği kaydedilmektedir (İbn Mâce, "İkâme", 178: EbÛ Dâvûd, "Kırâ'ât", 1; Tirmizî, "Kırâ-3ât", 13;). Hz. Âişe de bunu teyit ederek Resûl-i Ekrem'in üç günden az bir sürede Kur'an'ı hatmetmediğini söylemiştir (İbn Sa'd, I, 376; Münâvî, Feyzü'l-kadîr,V, 188). Ashap içinde haftada veya üç günde bir hatim indirenler olduğu gibi, bazılarının bundan daha az veya daha çok bir süre içinde bu işi gerçekleştirdikleri rivayet
edilmiştir. Sahâbîler, her gün için okuyacakları kadar Kur'an'ı bölümlere (hizip) ayırır ve her gün bu bölümlerden birini okurlardı (İbn Mâce, "İkâme", 178; Ebû Dâvûd, "Şalât", 329: Abdürrezzâk es-San-ânî, lll, 352). Hz. Peygamber'in de böyle bir uygulamayı onayladığı anlaşılmaktadır (Müslim, "Şalâtü'l-müsâfirin", 142). Bu bilgiler hatim indirmede belli bir sürenin tayin edilmediğini, herkesin kendi durumuna göre hareket edebileceğini göstermektedir. Esasen ezberleme amacı dışında Kur'an okumanın gayesi önce onu anlamak, sonra da anladığıyla amel etmektir. Resûl-i Ekrem'in, Kur'an'ı teen-nî ile ve geniş zaman içinde okumayı tavsiye etmesinin sebebi de bu olmalıdır (Tirmizî, "Kırâ^ât", 11). Sevabını bağışlamak amacıyla Kur'an okumanın caiz olup olmadığı hususu tartışmalı ise de (bk.
KURAN [Kuranla İlgili Fıkhı Hükümleri)
ölünün yıkanıp kefenlen meşinden sonra yahut defnedildiği gün veya gece Kur'an okunması veya hatim indirilip dua edilmesi bazı müslüman çevrelerde âdet hale gelmiştir.
Hatim indirilirken. Duhâ'dan itibaren her sûrenin sonunda veya bir görüşe göre başında tekbir getirme işi, yedi kıraat imamından İbn Kesîr'in râvisi Bezzî tarafından Hz. Peygamber'e isnat edilen bir hadis olarak rivayet edilmiştir (Hâkim, II!, 304). Ancak munkatı' rivayetleri mut-tasılmış gibi nakletmekle suçlanan Bez-zfnin bu tür rivayetleri muhaddislerce kabul görmemiştir (DİA, VI, 115). Bununla birlikte sûre sonlarında tekbir getirmek bir gelenek halinde devam etmiş, zamanla buna tehlîl ve tahmîd cümleleri de ilâve edilerek bazı ibareler oluşturulmuştur. Bunlardan en yaygın olanı şudur: Allâhü ekber lâ ilahe illallâhu vallâ-hü ekber Allâhü ekber ve lillâhi'1-hamd
Hatim Nâs sûresinin okunmasıyla sona ererse de ardından Fatiha ile Bakara sûresinin ilk beş âyetinin okunması yeni bir hatme başlangıç sayılmıştır.
Hatim tamamlandıktan sonra dua edilir. Bu duadan önce İhlâs sûresinin üç defa okunmasının bir dayanağının bulunmadığı ve bid'at olduğu bildirilmiştir (Zer-keşî, 1,474; İbnü'l-Cezerî, II, 451). Resûl-i Ekrem'in. "Kur'an'ı hatmeden kişinin kabul olunacak bir duası vardır" dediği (Heysemî, VII, 172; Münâvî, Künûzü'l-ha-kâftk-, I, 73), kendisinin de hatimden sonra dua ettiği bildirilmekte ve bu dualardan bazıları nakledilmektedir (Ali Mu-hammed es-Sehâvî, I, 123; İbnü'l-Cezerî,
HATİM
II, 464). Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Abbas ve Enes b. Mâlik başta olmak üzere bazı sahâbîlerin de hatim dualarına katıldıkları, aile fertleriyle birlikte hatim duası yaptıkları rivayet edilmiştir (Dârimî, "Fezâ'iiü'l-Kur'an", 33; İbnü'd-Düreyse!-Becelî, s. 51 vd.; Heysemî, VII, 172). Bu uygulama çok değişik ve gösterişli merasimler halinde günümüze kadar gelmiş olup halk arasında ilk defa hatim indiren çocuklar için bir tören düzenleyenler de görülmektedir.
BİBLİYOGRAFYA :
Râgıb el-isfahânî, et-Müfredât, "htin" m<±; Lisânü'l-'Arab, "htm" md.; M. F. Abdûlbâki, et-Mu'cem, "kr*e", "tlv" md.leri; Kamus Tercümesi, IV, 255; Dârimî, "Fezâ^ilü'l-Kur^ân", 33; Buhârî. Tezâ'ilü'l-Ku^ân", 7, 17, 20, 21; Müslim. "Şalâtü'l-müsâfirîn", 142, 243, 266, 268; İbn Mâce, "İkame", 178; Ebû Dâvûd. "Vitir", 14, "Kırâ'ât", ], "Şalât", 329; Tirmizî, "Kırâ=ât", 11, 12, 13, Tezâ'ilü'l-Kufân", 15; Abdürrezzâk es-San1 ânî, el-Muşannef, Beyrut 1983, 111, 352; İbn Sa'd. et-Tabakât, i, 376; Ebû Şâme. el-Mürşidü't-uectz.s. 193; Dânî,et-Teysirfı't-kırâ-'âti's-seb1 (nşr. O. Pretzl). İstanbul 1930, s. 226; Hâkim, et-Müstedrek, lll, 304; Gazzâlî, /hyâJ (Beyrut), 1, 250; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemi. el-Firdeus bi-me'şüri'l-Mtâb (nşr Saîd b. Bes-yûnî), Beyrut 1406/1986, lll, 451; Ferrâ ei-Be-gavî. Şerhu's-sünne (nşr Şuayb el-Arnaût - Zü-heyr eş-Şâvîş), Beyrut 1983, IV, 439; Ali b. Mu-hammed es-Sehâvî. Cemâtü'l-kmrrâ3 ue kemâ-İü'l-İkra' (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb], Mekke 1987, I, 123, 125; Nevevî. et-Tibyân p âdâbi hameleti'l-Kur'ân |baskı yeri ve tarihi yok|. (Dâ-rü'l-Fikr). s. 45, 110; İbnü'd-Düreys el-Becelî. Fetâ'ilü'l-Kur'ân (nşr. Gazve Bedîr), Dımaşk J408/1988, s. 51 vd.; Kurtubî, el-Câmi1, I, 30; İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü 'ş-şerHyye ve'l-minehu'l-mer'iyye, Beyrut 1996, II, 295; Zer-keşî. el-Burhân, 1, 474; Heysemî, Mecma'u'z-zeuâ'id (Derviş), VII, 172; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, II, 451, 464; Fîrûzâbâdî, fieşâ'/r(nşr. M. Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mektebetü'l-İlmiyye). II, 526; İbn Hacer. Fethu'l-bâri (Sa'd), Kahire 1978, IX, 82; a.mlf.. el-Metâlibü'i-'âliye, Kuveyt 1973, II, 526; Süyûtî. el-hkân. Kahire 1951, 1, 110; Münâvî. Feyzü'l-kadir, V, 188; a.mlf.. Künûzü'l-hakâ'ik, Beyrut 1996,1, 73; Ahmed b. Muham-med el-Bennâ. İthâfü füzalâ'i'l-beşer (nşr. Sabân M. İsmail), Beyrut 1407/1987, II, 640; M. Tayyib Okiç. Kur'ân-ı Kerîm'in Üstûb ue Kıraati, Ankara 1963, s. 25; Tayyar Altıkulaç, "Hatim İndirme", Diyanet Dergisi, sy. 108-109, Ankara 1971, s. 169; a.mlf.. "Bezzî", DİA, VI, 115.
İKİ Abdurrahman Çetin
D HADİS. Bazı hadis kitapları için de hatim merasimleri yapılmıştır. Bu merasimler, o kitapların ya bir hoca tarafından talebelerine okutulup bitirilmesi veya bir cemaat tarafından sevap kazanmak için okunup tamamlanması üzerine icra edilmiştir. Sevap kazanma yanında maddî ve mânevi sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan, düşman istilâsından kurtul-
469
HATİM
ma ve her türlü murada nail olma amacıyla en fazla okunup hatmedilen hadis kitabının Şahîh-i Buharı olduğu bilinmektedir. Mısırlı tarihçi İbn İyâs, 1SOS yılında Mısır sultanına ait sarayın bahçesinde kurulan büyük bir çadırda Şahîh-i Buhârî hatmi yapıldığını haber vermekte, daha önceki tarihlerde eserin sarayda okunduğunu, hatim merasiminin büyük sarayda yapıldığını, bu esnada kadılara ve ileri gelen âlimlere hil'atler giydirilip bahşişler verildiğini, fakat sonraları hatmin Kale Camii'nde okunup sultanın huzurunda yapılan kısa bir merasimle bitirildiğini söylemektedir [Be-dâ'L'u'z-zühür, IV. 88). Şahîh-i Buharı'-nin 1798 yılında Kahire'de Ezher Camii'nde Napolyon Bonapart'ın şehre girmemesi dileğiyle, 12 Eylül 1902'de yine aynı yerde kolera tehlikesi sebebiyle hatme-dildiği belirtilmekte, Türkiye'de Birinci Büyük Millet Meclisi açılacağı zaman ülkenin her yerinde Şahîh-i Buhârî hatim-ieri yapıldığı bilinmektedir (geniş bilgi için bk. DM, VII, 118).
Hadis hatmi merasimlerinde okunmak üzere bazı eserlerin kaleme alındığı görülmektedir. Bunlar arasında, Muham-med b. Abdurrahman es-Sehâvfnin Kü-tüb-i Sitte'nin her biri için telif ettiği risalelerden şu ikisi zikredilebilir: 'Umde-tü'1-kâri* ve's-sâm? fî hatmi'ş-Şahî-hi'l-câmic, Ğunyetü'l-muhtâc fî hatmi Sahihi Müslim b. el-Haccâc (Dârü'l-kütübi'l-Misriyye, Hadis, nr. 2569, 26 varak) Bu tür eserlerde bir hadis kitabının son hadisi geniş bir şekilde şerhedilmiş veya hatmi yapılan eserin ve musannifinin değerine ve benzeri hususlara dair rivayetler bir araya getirilmiştir. "Bu türde yazılan eserler arasında İbnü'1-Ce-zerfnin el-Maşhdü'!-ahmed ü hatmi Müsnedi'1-İmâm Ahmed'i (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, Kahire, ts., Mektebe-tü't-türâsi'1-İslâmî, Talâ'i'u'l-Mûsned ile beraber, s. 12-40) ve İbn Zahîre diye tanınan Ebû Hâmid el-Kudsî'nin Tuhfe-tü'1-kârî Hnde hatmi'l-Buhârîs\ (DTCF Ktp., İsmail Saib Sencer, nr 3732; diğer nüshalar için bk. Sezgin, l, 129-130) anılabilir. Sehâvî, hadisle dolaylı olarak ilgili bulunan başka önemli eserler için de şu hatim kitaplarını kaleme almıştır: el-Kavlü'l-mürtaki İî hatmi Delâ'ili'n-nü-büvve Îi'1-Beyhakî, eİ~İntihâz fî hat-mi'ş-Şifâ3 li'l-Kİyâz, er-Riyâz fî hat-mi'ş-Şifâ* li'l-cİyâi, el-îlmâm iî hat-mi's-Sîreti'n-nebeviyye li'bni Hişâm ve Refu'l-ilbâs bn hatmi Sîreti İbni Seyyidi'n-nâs.
470
BİBLİYOGRAFYA :
Kirmanı. el-Keuâkibû'd-derâri fî şerhi Şahl-hi'l-Buhâri, Beyrut 1401/1981, 1, 5; îbn iyâs, Bedâ'i'u'2-zühûr, IV, 88; Sehâvî. Buğyetü'r-râ-ğıbi'l-mütemennî fi hatmi'n-fiesâ'i rivayeti İbni's-Sünnî|nşr. Ebii'l-Fazl İbrahim b. Zekeriy-yâ). Kahire-Beyrut 1411/1991, neşredenin mukaddimesi, s. 12-13; Sezgin, CAS. 1, 129-130; M. Yaşar Kandemir, "el-Câmiu's-sahîh", DİA, VII, 117-118. ı—ı
İMİ M. Yaşar Kandemir
r HATÎM ^
(bk. HİCR).
L J
HATİM el-ESAM
Ebû Abdirrahmân Hatim
b. Unvan el-Esamm
el-Belhî el-Horasanî
(ö. 237/851)
İlk dönem Horasan sûfîlerinden.
L J
Belh'te doğdu. Kendisinden "a'cemî bir kişi" olarak söz eden rivayetten (Ebû Nu-aym: VIII, 92; Hatîb, VIII, 242) ve Müsen-nâ b. Yahya el-Muhâribî'nin (ö. 223/838) mevlâsı olduğuna dair kayıtlardan (Süle-mî, s. 91; Ebû Nuaym, VIII, 83) Arap asıllı olmadığı anlaşılmaktadır. "Esam" (sağır) lakabını, kendisine bir soru sorarken yel-ieniveren bir kadını mahcubiyetten kurtarmak amacıyla, "Duymuyorum, sesini yükselt" diyerek sağır taklidi yaptığı İçin aldığı bildirilir.
Birkaç yolculuğu dışında hayatını Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde geçiren Hatim Horasan şehirlerinde tahsil görmüş, şeyhi Şakik-i Belhî'den tasavvuf terbiyesini aldıktan sonra Mâverâünne-hir'e geçerek uzlete çekilmiş ve müridle-rinin eğitimiyle ilgilenmiştir. Bu sebeple onun, Horasan'daki tevekkül ağırlıklı tasavvuf anlayışını Mâverâünnehir'e taşıyan kişilerden biri olduğu söylenebilir.
Tasavvuf kaynaklarında Hâtim'in hadis ilmiyle de meşgul olduğu ve bazı tabiîlerden hadis rivayet ettiği kaydedilmektedir (Sülemî. s. 91-92; Ebû Nuaym, VİN, 83; İbnü'l-Cevzî, Şıfatü'ş-şafue, IV, 163). Hadis ricali kaynaklarında yer alan ve bu alandaki üstatlarıyla talebelerini gösteren bir listeye göre Şakik b. İbrahim el-Belhî ve Şeddâd b. Hakîm el-Belhî'den, Mâverâünnehirli Abdullah ve Recâ b. Mik-dâm {Muhammed) es-Sâgânî kardeşlerden ve Mervli Saîd b. Abdullah el-Mâhi-yânîden hadis okumuş; kendisinden de
Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî, Hamdan b. Zünnûn el-Belhî, Muhammed b. Fâris el-Belhî, Ebû Abdullah el-Havvâs, Ebû Ca'fer el-Herevî, Abdullah b. Seril er-Râ-zî, Ebû Türâb en-Nahşebî, Ebû Osman Saîd b. Abbas es-Sûfî, Ebû Ali Hasan b. Saîd es-Sekkâ gibi bir grup âlim rivayette bulunmuştur (Sbn Ebû Hatim, 111, 260; Hatîb. VIII, 242;SenVânî, I, 181; İbn Hal-likân, II, 26: Zehebî, A'tûmü'n-nübetâ*, XI, 485) Sika bir râvi olmakla birlikte rivayetleri tasavvuf çevreleriyle sınırlı kalmış, hadis âlimleri tarafından kendisine başvurulmamıştır.
Hatim, Horasan şeyhleri içinde tevekküle dayanan tasavvuf anlayışıyla tanınan Şakik b. İbrahim el-Belhfnin müridi ve Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî'nin şeyhidir. Mâverâünnehir'de Türkler'e karşı savaşlarda silâh arkadaşlığı yaptığı Şa-kîk'le (Kuşeyrî, s. 91; Attâr, s. 268-269: Kütübî, I!, 106) otuz üç yıl sohbet ettiğine ve tasavvuf! hayatı ondan öğrendiğine dair bilgiler (İbnü'l-Cevzî, Şt/atü'ş-şa/-ue, IV, 161) Hâtim'in Şakik'in fikirlerini geliştirerek devam ettirdiğini göstermektedir.
Şeyhinin vefatından sonra (194/810) otuz yıl uzlet hayatı yaşayarak manevî yönünü geliştiren Hatim daha sonra 320 müridiyle birlikte hacca gitti (Zehebî, A'lâmü'n-nübetâ1, XI, 486). Belh E-mîri İsâm b. Yûsuf ile yakın ilişkisi dışında, dönemin meşhur ilim ve siyaset adamlarıyla yaptığı görüşmeleri anlatan haberlerin hemen hepsi bu görüşmelerin hac yolculuğu sırasında gerçekleştiği kaydını taşımaktadır. Rey'de şehrin kadısı Muhammed b. Mukâtil, Kazvin'de Tanâfisîve Medine'de şehrin valisiyle yaptığı görüşmelerde onların yaşayışındaki lüks ve refahı tenkit etmiş (Ebû Nuaym, VIII. 80-83). Bağdat'ta Ahmed b. Hanbel'e de beşeri münasebetler konusunda tavsiyelerde bulunmuştur (a.g.e., VIII, 82; Hatîb, VIII, 242; İbn Hallikân, II, 26-27; Zehebî, Aclâ-mü'n-nübelâ\ XI, 486-487). Uzlet yıllarında sorularını cevaplandırması dışında insanlarla konuşmamış, herhangi bir ihtiyacı için onlara başvurmamış, bu sebeple bazı çevrelerde adı deliye çıkmıştı. Halife Hârûnürreşîd. Hâtim'in durumunu tahkik için aralarında İmam Muhammed el-Bâkır, Kisâî ve Câhiz'in de bulunduğu bir heyeti görevlendirmiş, bu heyet onun "zamanın en akıllısı" olduğuna karar vermişti (Ebû Nuaym. VIII, 74). Cüneyd-i Bağdadî de ondan, "Zamanımızın sıddîkı Hatim el-Esam'dır" diyerek övgüyle bahseder (Hücvîrî, s. 214; Attâr, s. 328).
Hacdan sonra Mâverâünnehir'e dönen ve son yıllarını burada geçiren Hatim, Ceyhun nehri üzerinde küçük bir şehir olan Vâşecird'in güneyindeki bir dağda bulunan evinde vefat etti ve buraya defnedildi. Onun burada yetiştirdiği mürid-lerinin en meşhuru, Mâverâünnehir'in tanınmış sûfîlerinden Ebû Türâb en-Nah-şebfdir.
Zühd, riyazet, sabır, havf, hüzün, ve-râ. takva, marifet, edeb, taat. ihlâs. sıdk, infak. tevekkül gibi devrindeki tasavvuf düşüncesinin temel konuları üzerinde duran Hatim, zühd ve tevekküle dayanan sade bir tasavvuf anlayışına sahiptir. Nitekim Zehebî. onun zühd hayatının esaslarıyla ilgili bazı görüşlerini naklettikten sonra bunları, "Ariflerin nükteleri ve işaretleri işte böyle olur" diye övmüş, daha sonraki sûfîlerce ortaya atılan fenâ-be-kâ, mahv-isbat, cem'-fark. hulul, itti-had. vahdet-i vücûd gibi görüşlerin onda bulunmadığına işaret etmiştir (A'lâmü 'n-nübelâ3, XI, 487). Zehebî'nin bu değerlendirmesinden, Hâtim'in tasavvuf anlayışının Selefiyye'nin kabul ettiği çerçevenin dışına çıkmadığı anlaşılmaktadır.
"Ümmetin Lokmanı" diye tanınan Hâtim'in tasavvuf anlayışını üç esasa dayandırdığı söylenebilir: İnsan-dünya ilişkilerinde istikrarlı bir zühd, İnsan-toplum ilişkilerinde iyi niyete dayanan bir davranış biçimi, insan-Allah ilişkisinde ihlâs ve samimiyete dayanan bir ibadet.
Hâtim'e göre yeme, içme, barınma, giyinme, konuşma ve bakma nefsin belli başlı istekleridir. Bu isteklerin sınırlandırılmamak insanı doyumsuzluğa şevke-der ve insan olma onurunu kaybettirir; çünkü bunlar bir yandan kişiyi dünyaya bağlayıp maddeci bir hale getirirken öte yandan kötülüklere iterek Allah tan uzaklaştırır. Bu sebeple onların fikrî telkinler ve fiilî kısıtlamalarla kontrol altına alınması şarttır. Zühd. bu tehlikeli arzuları kontrol altına alarak dünya ve âhiretteki gerçek mutluluğu sağlayan dünyevî ve dinî bir disiplindir. Bundan dolayı nefsânî arzuların yol açacağı tehlikeler, bunlara karşı alınması gereken tedbirler ve bu şekilde elde edilecek mânevi başarılar, Hâtim'in zühd hayatıyla ilgili olarak sistematik bir biçimde ele aldığı belli başlı konulardır. Onun bu sistematik çabası bir sözündeki üçlemelerinde açıkça görülebilir. Bu sözünde Hatim yeme, konuşma ve bakma arzulannı nefsi azdıran ve insanı kötülüğe sürükleyen başlıca tutkular olarak saymış, tevekkül, sıdk ve ibreti onları engelleyecek ve ıslah edecek ta-
savvuf? değerler olarak göstermiş, arzuların bu değerlerle terbiye edilmesi halinde artık helâl rızık. zikir ve müşahedenin süreklilik kazanacağını söylemiştir
(Sülemî, s. 96; Ebû Nuaym, VİN, 83).
Yeme içme. giyim kuşam ve mesken konularındaki tutkuları. "Ölümü tadacağım, kefeni giyeceğim, mezarı mesken edineceğim" diyerek yenmeyi prensip edinen Hatim, insanın Allah'a teslimiyetini bu tutkuları tesirsiz kılan en iyi formül olarak belirler. Ona göre nefsânî arzular ve tabii ihtiyaçlar konusunda izlenmesi gereken en gerçekçi yol Allah'a tam bir güven ve teslimiyettir. Bu yaklaşımının bir gereği olarak Hatim rızık konusunda tevekkül üzerinde ısrarla durur. Tevekkül, onun tasavvuf anlayışının en temel ve muhtevalı kavramı olarak dikkati çeker. Hatim, rızık için çaba sarfet-meyi değil hiçbir azığı olmadığı halde Allah'a güvenmeyi gerçek tefvîz ve tevekkül kabul eder. Bundan dolayı ne yiyip içtiğini ve nasıl geçindiğini soranlara, "Rızkınız semadadır" (ez-Zâriyât 51/22); "Yerlerin ve göklerin hazineleri Allah'ındır; fakat münafıklar bunları kavrayamazlar" (el-Münâfikün 63/7) mealindeki âyetleri okuyarak cevap verirdi (Hatîb, VIII, 244).
Hatim. Allah'ın takdiri olan rızık için kulun tedbir peşinde koşmasını anlamsız bulmuş, bu konuda Allah'a karşı tam bir güven içinde olmayı öğütlemiş, bu güveni de darlığa üzülmemek, bolluğa sevinmemek, fakir veya zengin olduğuna aldırmamak şeklinde tanımlamıştır (Sülemî, s. 94}. Allah'a karşı titiz bir kulluğu, şeytana karşı da amansız bir düşmanlığı savunurken Hatim cihad kavramına başvurmuştur. Çünkü ona göre müminin, bozguna uğratıncaya kadar içindeki şeytanla yapacağı gizli cihad. farzları istenen şekliyle yerine getirinceye kadar yapacağı açık cihad ve Allah düşmanlarıyla yapacağı cihad (Sülemî, s 95-96) şeklinde üç türlü cihadı vardır. Bu son anlamdaki cihad konusunda yaşadığı bir olay onun teslimiyet ve tevekkülünün canlı bir örneğini teşkil eder. Katıldığı bir savaşta düşman askerinin kendisini kıskıvrak yakalayıp hançeri boğazına dayadığını, fakat buna rağmen kalbini hiç bozmadığını. "Yâ rabbi! Ben senin müikünüm, hükmün böyleyse başım gözüm üstüne!" diye düşünürken bir mücahidin attığı okun düşmanın gırtlağına saplandığını ve kendisinin aynı hançerle onu öldürdüğünü anlatır (Kuşeyrî, s. 96; Attar, s. 325).
Güzel giyinmeyi bedenin, çok konuşmayı dilin, her yere ve her şeye bakmayı gö-
HÂTİM el-ESAM
zün tutkusu olarak niteleyen Hatim, sağlıklı bir zühd hayatı İçin bu arzuların mutlaka denetlenmesi gerektiğini söyler. Yamalı abâ giymeyi zühd hayatına girişin temel şartlarından biri olarak görür. Ancak Hatim, gönlünde beş paralık elbise giyme arzusu varken iki paralık abâ giymenin kişiyi zâhid yapmayacağını (Sülemî, s. 97), bu kişinin önce giyim tutkusundan kurtulması, bunun için de zenginlik düşüncesinden sıyrılması gerektiği kanaatindedir. Gerçek zâhid nefsinden önce kesesini, zâhid geçinen ise kesesinden önce nefsini eritmeye çalışır (Kuşeyrî, s. 215).
Hâtim'in insan-toplum ilişkileri konusundaki düşünceleri temelde, zühd hayatını işlerken üzerinde durduğu nefis terbiyesi kavramına dayanır. Ona göre insan beşerî münasebetlerinde kendisine karşı katı ve acımasız, başkalarına karşı ise sabırlı ve hoşgörülü olmayı prensip edinmelidir (Kuşeyrî, s. 351; Attâr, s. 336). Bu prensip ona hem kendisinin istikamet sahibi olmasını, hem de ona başkalarına istikameti tavsiye etme hakkını sağlar. İnsan, kendisi istikamet sahibi olmadan başkalarına istikameti tavsiye edemeyeceğine göre iyilikleri emretme ve kötülükleri yasaklama ilkesini önce kendi şahsında uygulamalıdır (Süiemî, s. 95). Nitekim ziyaretine gittiği Rey Kadısı Muhammed b. Mukâtil'in hizmetçilerle dolu bir konakta lüks içinde yaşadığını görünce durumu çok yadırgamış, bunun Hz. Peygamber'e ve ashabına değil Firavun ve Nemrut'a tâbi olma anlamına gelen bir hayat tarzı olduğunu, ilim adamlarının dünyaya düşkünlüğünün kötü örnek teşkil edeceğini anlatmış, abdest alırken bir organı dört kere yıkamayı su israfından dolayı mekruh sayan fukahanın böylesine lüks bir yaşantıyı kendilerine mekruh görmemelerindeki çelişkiye dikkat çekmiş, bu ince nüktesi. Muhammed b. Mukâtil'in evini barkını terkedip tasavvuf yolunu tutmasına vesile olmuştu
(Şa'rânî. I. 80-81).
Ahmed b. Hanbel. Bağdat'taki evinde kendisini ziyarete gelen Hâtim'le dertleşirken ona mihne* olaylarında mâruz kaldığı baskı ve işkenceleri anlatmış ve insanlardan kurtulup huzurlu bir hayat yaşamanın mümkün olup olmadığını sormuştu. Hatim de malını insanlara vermesini, fakat onlardan bir şey almamasını, insanlara haklarını ödemesini, fakat onlardan kendi hakkını ödemelerini beklememesini, insanların baskılarına katlanmasını, fakat onların hiçbirine hiçbir
471
HATİM el-ESAM
konuda baskı yapmamasını tavsiye etmiş, Ahmed b. Hanbel bunların çok doğru, ancak uygulamasının çok zor olduğunu söyleyince Hatim ona, "Keşke bunları yapabilseydirT demişti (Ebû Nuaym, VIII. 82; Hatîb, VIII, 242; İbn Hallikân, II, 27; Zehebî, Aciâmü'n-nübetâ\ XI, 487).
Hatim insan-Allah ilişkisinin menfi şeklini mâsiyet, müsbet şekiini taat olarak değerlendirir ve bu iki tavrı bazan ayrı ayrı, bazan da beraberce ele alarak zengin bir zühd kültürü içinde yorumlar. Bütün günahların maddî ihtiraslar, nefsânî arzular, ahlâkî zaaflar gibi sebeplerden dolayı meydana geldiğini, buna karşılık bütün taatlerin de Allah korkusu, Allah sevgisi, cehennem kaygısı, cennet arzusu gibi dünya atmosferini aşan daha yüce değerlere bağlı olarak gerçekleştiğini söyler. Ona göre taatin aslı havf, recâ ve ha-seb (umulan ecir), mâsiyetin aslı da kibir, hırs ve hasettir (Sü)emî, s. 95; Ebû Nuaym, VIII, 78-79). Mâsiyetle taat birbirine ne kadar zıtsa nefis ile Allah, dünya ile âhiret arzuları da birbirine o kadar zıttır; sadece nefsi ve dünyayı gözeterek işlenen her fiil mâsiyeti, sadece Allah'ı ve âhireti gözeterek işlenen her fiil de taati meydana getirir. Zühdü sıhhatli bir amelî hayatın temeli olarak gören Hâtim'İn insan-Allah ilişkisi konusundaki görüşleri daima zühd hayatıyla ilgili motifler taşır. Ona göre dünya malını hırsla toplayan, bunu fakirliğe düşme korkusuyla elinde tutan, sarfederken de riyakârca harcayan kimse ancak münafık olabilir. Çünkü mümin dünyadan aldığını korkarak alır, elinde istemeden tutar ve sadece taat maksadıyla Allah için harcar. Fakirliği sevmeden Hz. Peygamber sevgisinden, malı taat amacıyla harcamadan cennet arzusundan, haramlardan dikkatle kaçınmadan Allah sevgisinden veya Allah korkusundan bahsetmek kuru birer yalandan ibarettir (Sülemî, s. 97; Ebû Nuaym, VI11, 75). Muradı Allah olan müridin bütün çabası da Allah için olmalıdır. Ona göre tövbe günahkârın bu noktadaki gafletinden uyanması, Allah'tan utanması ve memeden çıkan süt misali bir daha günahlara geri dönmemesidir. Hatim, böyle bir tövbe ile mâsiyetten kurtulan mümin için daima bağlı kalması gereken dört esas belirler: Rızkının bir başkasına verilmeyeceğini bilerek Allah'a tevekkül etmek, Allah'ın gözetiminden bir an bile uzak kalamayacağını bilerek günah işlemekten haya etmek, kendisi adına bir başkasının yerine getiremeyeceğini bilerek amelleri titizlikle eda etmek, ecelinin peşinde olduğunu bilerek her an yakala-
Dostları ilə paylaş: |