Havf ve reca



Yüklə 103,46 Kb.
tarix15.09.2018
ölçüsü103,46 Kb.
#82094



Havf ve Reca - 11-12-13 Kasım 2016 www.kalpehli.com




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ


HAVF VE RECA
Ümit, reca; korku da havf kelimesinin karşılığıdır. Reca, bir şeyde aşırı derece istekli ve ümitli olmaktır. Bunun karşısında olan havf ise, bir şeyden son derece çekinmektir.
Ümit ve korku ahlâkı, mümin için vazgeçilmez iki güzel ahlâktır. Bu iki ahlâk, mümin için denge ahlâkıdır. Onlarla hak yolunda yol alınır, amel yapılır ve ameller korunur. Hak Teâlâ müminlerin bu iki ahlâkından bahsederken şöyle buyurmuştur:

تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاًۘ


"Onlar, korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar."1
Âhiret azabından çekinmek ve Allah Teâlâ'nın rahmetini ummak, müminlerin sıfatlarından olup, imanın temel ahlâklarından birisidir. Zira iman, ancak Allah'ın rahmetine güvenmek ve ilâhî korku ile sahih olur.
Buna göre, havf ve reca uçan bir kuşun kanadına benzer. Nasıl bir kuş iki kanadı olmadan uçamazsa, Allah'tan korkan fakat O'nun rahmetine güvenmeyen kimse de iman etmiş olamaz.
Havf ve reca imandandır. Her ikisi de müminin sıfatlarıdır. Bunun içindir ki, hangisi kalpten çekilse, küfür tehlikesi belirir. Havf etmeyen insan, isyan yolunu tutar, bu yolun sonunun ise küfre çıkma tehlikesi vardır. Recanın azalması da ümitsizliğe yol açar. Bu da sonu küfre çıkabilecek bir başka yoldur...
Havf ve reca, insan gönlüne Allah'ın en büyük armağanıdır. Bundan daha büyük bir armağan varsa o da, bu iki duygu arasındaki dengeye riayet ederek, onları Allah'a ulaşmada birer kanat olarak kullanmaktır.
Havf ortaya çıktığı zaman kul, Allah'tan korkar ve korkutucu sıfatların tecellisini müşahedesinden dolayı onda havf hâli gözükür. Bu durumda ona havf hâli hakim olduğu için kendisine hâif/korkan denir. Ayrıca bu korkunun içerisinde reca/ümit gizli olarak bulunur. Kulda reca, hâli ortaya çıkınca, onun da rububiyetin tecellisini müşahedesinden kaynaklanan reca halleri zuhur eder. Bunun sonucunda kul, reca sıfatını kazanır. Çünkü artık onda galip olan hâl, recadır.
Âlimlerden biri demiştirki: "Reca (ümit), seni ibadete çeken şey; havf (korku) da seni günahlardan uzaklaştıran şeydir."2
Havf/Korku Nedir?
Havfın sözlükteki manası, korkmak, kaygılanmak, endişelenmektir. Genel olarak havf, "hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku" şeklinde tanımlanmıştır.
Havf kavramı dilimizde, Allah korkusu, azap korkusu, âhiret kaygısı, günah işleme endişesi gibi, âhiret hayatıyla ilgili endişeler için kullanılır. İnsanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve kaygılar, havf terimiyle ifade edilir.
Kuşeyrî'ye göre korku; manası itibariyle gelecekle ilgili bir şeydir. Kul ya başına gelecek kötü bir şeyden korkar yahut sevdiği bir şeyi kaçırmaktan korkar. Bunlar da ancak gelecekte olacak şeylerdir. Şu an elde bulunan bir şeye gelince, korku onunla ilgili olmaz. Kulun Allah Teâlâ'dan korkusu, O'nun dünyada veya âhirette kendisine azap etmesinden korkmasıdır.3
Gazâlî, havfı şöyle tanımlar: "(Havf) ileride kötü bir durumla karşılaşılacağı beklentisinin insanın ruhunda sebep olduğu elem ve huzursuzluktur."4
Cüneyd-i Bağdadî'ye korkunun ne olduğu sorulunca şöyle demiştir: "O, her nefeste azaba düşerim endişesi içinde olmaktır."5
İbn Cella, Allah'tan korkan kişiyi şöyle tanımlar: "Gerçek manada Allah'tan korkan kimse, insanların korktuğu bütün şeylerden güven içinde olur. (O sadece yüce Rabbinden korkar, gönlünü O'na bağlar)."6
Ebû Ali Dekkak (k.s) ise şöyle der: "İlahî korku, belki, ileride yaparım şeklindeki sözlerle kendini oyalamamandır."7
Ebû Amr ed-Dımeşkî de korku için şöyle demiştir: "Gerçek korku sahibi, şeytandan daha çok, kendi nefsinden korkan kişidir."8
Ebû Osman (rah.); "Samimi korku, zahiren ve batınen (gizli ve açık) bütün günahlardan sakınmaktır" diye tarif eder.9
Tabiinin, zahid ve âbidlerinden Muhammed b. Suka (r.a), havf halindeki mümini şöyle tanıtır: "Allah Teâlâ'dan korkan mümin hiç neşelenmez. Onun rengi, hiçbir zaman açılmaz. Yüzü devamlı mahzun olur."10
İmam Gazâlî hazretleri, İhyâu Ulûmi'd-Dîn'de şöyle der: "Allah korkusu, kimi zaman Allah'ın zâtını ve sıfatlarını bilmekten, kimi zaman işlenen cinayet ve suçların çokluğundan, kimi zaman da bunların her ikisinden kaynaklanır."11 Yani kişi, hem kendi suçlarının ve kusurlarının çokluğunu hem de Allah'ın celâl ve azametini bilir ve korkusu da bu bilgiden doğar. O halde kullar içinde Rabb'inden en fazla korkup sakınan, kendini ve Rabb'ini en fazla bilendir. İşte bundan dolayı Rabbimiz buyurmuştur ki; Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar.”12
Bir kimse, kendisinde bir şeyin var olduğunu iddia ediyorsa, iddiasını ispat için üzerinde o şeyden bir iz olmalıdır. Gerek havfın, gerek recanın kalpte mevcut olduğu, duyu organlarındaki yansımaları ile ispat edilmelidir.
Kulun kalbindeki Allah korkusu, hal ve davranışlarında ortaya çıkar. Dolayısıyla "Allah korkusundan" söz edip Allah'ın [cede celâluhû] emirlerini yerine getirmeyen, aksine yasakladıklarını işleyen kimselerin "Allah korkusundan" bahsetmeleri, hiçbir mana ifade etmez.
Ancak arifler, Allah âşıkları ve veliler, "Allah korkusunu", kalplerinde O'nun sevgisinin en yüksek derecesi olan haşyet (sevgiyle karışık korku), mehabet (saygı) ve muhabbet haline getirmişlerdir. Bu duygu da pek tabii olarak, Allah'ın (c.c) azamet ve celâli ile kullarına duyduğu muhabbetten dolayı onları esirgemesinden, buna karşılık kullarının zikirde, şükürde ve itaatte ne kadar zayıf ve fakir olduklarını hakkıyla bilip hissetmelerinden ileri gelir.
Onlar, bu hislerle tenhalarda gözyaşı dökerek Rablerini anarlar. Döktükleri bu gözyaşları, günahlarının hazandaki yapraklar gibi dökülüp silinmesiyle bir saadete de vesile olur. Onlar, ibadet ve taatlerini, Allah'ın azabından korkmaktan öte O'na duydukları sevgi ve muhabbetin gereği olarak yerine getirirler.
Ebü'l-Kasım Hakim hazretleri şöyle demiştir: "Bir şeyden korkan kimse, o şeyden kaçıp uzaklaşır. Allah'tan korkan ise Allah'a kaçar."
Kulun sıfatlarında Allah korkusu, kulun şehvet ve arzuları ile heva ve heveslerini kahrederek günahların çirkinliğini hakkıyla bilip güzel haslet ve huyları kazanmayı âdet edinmesiyle ortaya çıkar. Kin, haset, kibir ve gurur gibi çirkin sıfatlardan arınıp af, merhamet, yumuşak huy, tevazu ve cömertlik gibi güzel huylara alışmayı yukarıda zikrettiğimiz hususa örnek olarak verebiliriz.13
Tenbîhü'l-Gâfilîn'de nakledildiğine göre Malik b. Dinar merhum şöyle demiştir: "Bir kimse, kendisinde reca alametinin bulunduğuna inandığı vakit sağlam bir şekilde inandığı emirlere boyun eğer. Recanın alameti, Allah'ın razı olduğu amelleri işlemektir. Allah korkusunun alameti de yasaklanan şeylerden uzaklaşmaktır."
Hasan-ı Basrî hazretlerinin Câbir'den (r.a) rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mümin iki korku arasındadır. Birincisi ömrünün geçen kısmıdır ve Allah Teâlâ'nın bunun hakkında nasıl bir hüküm vereceği bilinmez. İkincisi ömrün kalan kısmıdır ve Allah Teâlâ'nın kalan ömür hakkındaki takdiri de bilinmez. Durum böyle olunca, kul kendisi için ahiret azığı hazırlamalı, dünyada ahireti için bir şeyler elde etmelidir, yani dünya hayatında ölümü için hazırlık yapmalıdır. Muhammed'in (s.a.v) varlığını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki ölümden sonra yapılabilecek bir şey yoktur. Dünyadan sonra da cennet veya cehennemden başka bir yer yoktur."14
Allah Resûlü (s.a.v) yine bu mesele ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ, izzet ve celâline yemin ederek şöyle buyurdu: Ben, kulumda iki korkuyu ve iki eminliği (Allah'tan korkmama durumunu) birden yaşatmam. Kulum dünyada iken benden korkarsa (ve o korkunun gereğini yaparsa) ahirette onu emin kılarım. Kulum dünyada benden emin olursa (korkmazsa) kıyamet günü onu korkuturum (korkuma mübtela kılarım)."15
Allah Korkusu Nasıl Belli Olur?
Fakih Ebü'l-Leys merhum şöyle demiştir: Allah korkusunun alameti şu yedi şeyle belli olur:
1. Dil ile: Allah'tan korkan kimse, dilini, yalandan, küfürden, gıybetten, iftiradan, çirkinliklerden ve lüzumsuz laflardan, dil ile işlenecek bütün günahlardan korur. Dilini devamlı ya Allah'ın (c.c) zikri ile ya Kur'an okumakla ya ilmî müzakere ile ya da benzeri hayırlı işlerle meşgul eder.
2. Yiyip içme ile: Allah'tan korkan kimse, yiyip içtiklerinde daima helâl, temiz ve faydalı olanı seçerek ihtiyacı kadarını yer. Haramdan, mekruhtan, şüpheliden ve zararlı olan yemekten uzak durur.
3. Gözlerle: Allah'tan korkan kimse, dinen ve aklen haram, çirkin ve ayıp olan şeylere bakmaz. Başkasının elinde olana göz dikmez, ayıplarını ve kusurlarını araştırmaz, kendisini beğenip başkalarını hor görmez. Dünyanın şatafatına rağbet edip ona hırsla bakmaz.
"Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur."16
İşte âyette zikredilen sorumluluktan korkan kişi, kulağını, gözünü ve kalbini, çirkin şeylerden koruyup birçok âyette de emredildiği üzere eşyaya ibret ve tefekkür nazarıyla bakarak vazifesini ifaya çalışır.
4. Ellerle: Allah'tan (c.c) korkan kimse, ellerini haram olan yasak şeylere veya mekruh olan yerlere uzatmaktan sakınır. Bunlar da haksız yere adam öldürme, hayvan öldürme, hırsızlık ve gasp, haksız yere adam veya hayvan dövme, kumar oynama, kadının mahrem yerlerine eşinden başka bir kimsenin veya erkeğin mahrem yerlerine hanımından başka bir kimsenin dokunması gibi el ile işlenebilecek bütün günahlardır.
İşte Allah korkusunun elde görülen alameti, kişinin elini bu gibi haram ve çirkin işlerden sakınıp hayırlı ve faziletli olan işlerde kullanmasıdır.
5. Ayaklarla: Allah'tan Korkan kimse, ayaklarını haram olan yasak yollara ve işlere doğru yürümekten alıkor. O kimse, ayaklarını, mescidin ve nasihatin olduğu yere sürükler, ana-baba ve akraba ziyaretlerine, âlim ve salihlerin meclisine, müminlerin hayırlı işlerine, muhtaçların yardımına, hastaları yoklamaya, velhasıl bütün iyi, hayırlı ve faydalı işlere ayakları ile koşturur.
6. Kalp ile: Allah'tan (c.c) korkan kimse, kalbini ilk olarak Allah'ın (c.c) zâtı, sıfatı ve fiilleri hakkında kötü, yanlış ve hakikate aykırı kuruntu, uydurma ve şüpheden ibaret olan bâtıl inançlardan, daha sonra da kalbini Allah'ın (c.c) sevmediği ve istemediği kötü huylardan ve meyillerden temizler. Kişi, bütün bu çirkin huyların yerine kalbe iyilikleri, hayrı ve ihlâsı yerleştirip kalbini cömertlik, tevazu, bütün mahlûkata şefkat ve merhamet gibi güzel duygularla süsler.
7. İbadet ve taat ile: Allah'tan (c.c) korkan kimsenin bu hali ibadetine yansır. Kişi, ibadet ve taatini engelleyen fesat, riya ve kibir gibi kötülüklerden evvela ihlâs ile kurtulur ve ibadet ve taatini yalnız Allah rızası için ifa eder. Bu şekilde halis bir ibadet ile haklarında birçok âyet nazil olan bir zümreye (gruba) katılma hakkı kazanır.
"Rabb'inin katında ahiret nimeti ise O'na karşı gelmekten sakınanlarındır."17
"Elbette müttakîler (Allah'a karşı gelmekten sakınanlar) güvenli bir yerdedirler. Cennet bahçelerinde ve pınar başlarındadırlar."18
Rahmân ve Rahîm olan Allah [celle celâluhû] müttakileri, yani "Allah korkusu" olan ve Allah'ın (c.c) emrine aykırı hareketten dikkatle sakınanları, Kitab-ı Kerim’inin birçok yerinde medhü senâ etmiş (övmüş) ve onların cehennem azabından kurtulacaklarını bildirmiştir.
"İçinizden, oraya (cehenneme) uğramayacak kimse yoktur. Bu, Rabb'in için kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra biz, Allah'tan sakınanlan kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız."19, 20
İmam Gazâlî (rh.a) şöyle buyuruyor: İki sebepten dolayı içinde korku taşımalısın:
1- Günahlara Düşmekten Korkmak: Günahlardan uzak durmak için içinde korku taşıman gerekir. Zira şiddetle kötülüğü emreden bu nefs, şerre çok fazla meyyal ve fitneye karşı aşırı derece arzuludur. Bu arzu ve meylinden ancak büyük tehdit ve korkutmayla vazgeçer. Nefs, tabiatı gereği vefaya değer veren ve utanma duygusu kötülük yapmasına engel olan hür ve edepli insanlar gibi değildir. Tıpkı şairin dediği gibi:
Köle ancak sopa ile uslanır,

Hür kişiye incitici bir söz yeter!


Nefsi uslandırma konusundaki tedbir; onu sürekli sözle, fiille, düşünceyle korku kırbacıyla dövmekle sağlanır. Salihlerden biri şöyle der: Bir gün nefsim beni günah işlemeye davet etti. Hemen gittim üzerimdeki elbiseleri çıkardım ve güneşin hararetinden kaynamış olan yerde yuvarlanmaya başladım. Nefsime dedim ki: “Ey geceleri bir pislik yığını ve gündüzleri tembellik timsali olan nefs, şunu tat bakalım! Cehennem ateşi bundan çok daha şiddetli!”
2- İbadetlerini Beğenip Helak Olmaktan Korkmak: Eğer Allah korkusu olmasa nefs yaptığı ibadetleri beğenerek -ki buna ucub denir- helak olur. Bu sebeple, bütün tehlikeleri içinde bulunduran kötülük ve günahlar ile nefsi kötülemek, eksiklerini söyleyerek kontrol altına almak gerekir.
Hasan-ı Basrî (rh.a.) şöyle derdi: "Bizim hiç birimiz, işlediği bir günahtan sonra tevbe kapısının kapanarak işlediği amellerin boşa çıkması korkusundan emin değildir."
İbnu's-Semmâk şu sözlerle nefsini azarlardı: "Ey nefsim! Sen zahidlerin sözlerini söylüyor fakat münafıkların amelini işliyorsun. Sonra kalkıp bu halinle cennete girmeyi arzuluyorsun. Heyhat, heyhat! Cennete girecek olanlar senin gibiler değil başka insanlardır, cennet ehlinin ameli sende yok!"
Bu gibi düşünceler bir kişinin kalbinde yerleşir ve bunları sık sık tekrarlarsa, yaptığı ibadetleri beğenip böbürlenmekten ve günah işlemekten çekinir.21
İbnü'l-Cellâ demiştir ki: "Gerçek mânada Allah'tan korkan kimse, insanların korktuğu bütün şeylerden güven içinde olur (O sadece yüce Rabb’inden korkar, gönlünü O'na bağlar)."
Denilmiştir ki: Allah'tan korkan kimse, sadece ağlayıp göz yaşını silen kimse değildir. Gerçek korku sahibi, azap görmekten korktuğu şeyleri (haramları) terkeden kimsedir.
Yahya b. Muâz demiştir ki: "Şu zavallı insan, eğer fakirlikten korktuğu gibi cehennem ateşinden korksaydı, kesin olarak cennete girerdi."
Muâz b. Cebel (r.a) şöyle demiştir: "Mümin, cehennem köprüsünü geçip onu arkada bırakmadıkça korkusu dinmez, kalbi huzur içinde olmaz."
Bişr-i Hâfî demiştir ki: "İlâhî korku bir melik (padişah) gibidir; o ancak takvâ ile temizlenmiş bir kalbe yerleşir (Padişah, kendisine lâyık olmayan yerde oturmaz)."
Zünnûn-i Mısrî demiştir ki: "İnsanlarda ilâhî korku bulunduğu sürece hak yolda gitmeye devam ederler. Kendilerinden korku gittiğinde haktan saparlar."
Hâtim-i Esam şöyle demiştir: "Her şeyin bir süsü vardır; ibadetin süsü de ilâhî korkudur. İlâhî korkunun alâmeti, kısa emeldir."
Bir adam Bişr-i Hâfî'ye, "Görüyorum ki sen ölümden korkuyorsun" dediğinde, hazret, "Öyle deme, yüce Allah'ın huzuruna çıkmak gerçekten zor bir iştir" demiştir.
Hz. Âişe'nin (r.ah) şöyle dediği nakledilmiştir: Hz. Peygamber'e (s.a.v), "Yâ Resûlallah! 'Yaptıklarını kalpleri korku içinde çarparak yaparlar'22 âyetinde anlatılan kimseler, hırsızlık eden, zina yapan ve içki içen kimseler midir?" diye sordum; Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdular: “Hayır, bu âyette anlatılanlar, oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren ve peşinden kabul edilmeyecek diye korkan kimselerdir.”23
Hallâc-ı Mansûr demiştir ki: "Kim aziz ve celil olan Allah'tan başka bir varlıktan korkar veya O'ndan başkasına ümidini bağlarsa, Allah Teâlâ ona bütün kapıları kapatır, korktuğu şeyleri ona musallat eder ve onun kalbini yetmiş perde ile perdeler. Bu perdelerin en basiti, kalbin şek ve şüphe içinde kalmasıdır. Kulların korkularının şiddetlenmesini gerektiren durum, onların âkıbetlerini düşünmeleri ve hallerinin değişme korkusudur."24
Ebû Hafs demiştir ki: "Kırk senedir kendim hakkındaki itikadım şudur: Şüphesiz yüce Allah bana kızgınlık nazarı ile bakmaktadır; amellerim bunu göstermektedir."
Hâtim-i Esam demiştir ki: "Güzel ve hayırlı bir yerde yaşadığına aldanma. Cennetten daha güzel bir yer yok iken, Hz. Âdem'in başına gelen şeyler orada gelmiştir. Çok ibadetinle de aldanma. Hiç şüphesiz İblîs uzunca bir ibadet ve kulluktan sonra ilâhî huzurdan kovulmuştur. Çok ilminle de aldanma. İsrâiloğulları içinde Bel'am b. Bâûrâ ism-i a'zamı (Allah'ın en büyük ismini) iyi bilen büyük bir âlimdi. Baksana başına nefer geldi (Şeytana uydu, azdı). Sâlih insanları görmekle de aldanma. Hiç şüphesiz Hz. Peygamber'den (s.a.v) daha yüce ve kıymetli bir kimse yokken, onunla buluşan ve beraber olan nice kâfir akraba ve düşmanları kendisinden bir fayda görmedi."
Şiblî'ye, "Güneş batarken niçin sararır?" diye sorduklarında şöyle demiştir: "O tam olarak doğduğu mekândan uzaklaştığı için makamının (varacağı yerin ne olacağı) korkusuyla sararır. Mümin de böyledir. Dünyadan ayrılması yaklaşınca rengi sararır; çünkü o da varacağı makamının ne olacağından korkar. Güneş doğduğu zaman ışık saçarak parlak bir şekilde doğar. Mümin de böyledir. O da yeniden diriltildiği zaman kabrinden yüzü parlak bir şekilde çıkar."25
Şabi (r.a) der ki, "Allah'tan korkarak kendini emniyete alman, Allah'a ümitler besleyerek sonunda endişeye kapılmandan daha iyidir."26
Reca/Ümit Nedir?
İmam Kuşeyrî (k.s), tasavvufun temel eseri olan Risâle'sinde bu konuda şu açıklamaları yapar: Ümit, kalbin ileride olacak sevimli ve güzel bir şeye bağlanmasıdır. Korku, ileride olacak bir şey için olduğu gibi; ümit de ileride olması beklenen bir şey için olur. Reca (ilâhî rahmeti ümit) ile kalpler hoş olur ve âhiret nimetlerine yönelir.
Ümit ile temenni arasında fark vardır. Boş temenni, sahibine tembellik verir, onu ciddiyet ve gayret yoluna sevk etmez. Ümit sahibi ise tam aksine hareket eder. (Ulaşmak istediği şeyin gereği olan çaba ve gayreti gösterir). Ümit övülmüştür; boş temenni ise kötü görülmüştür.
Reca (ümit), çok cömert ve kullarını seven yüce Allah'ın cömertliğine güvenmektir. Reca, Allah'ın celalini (azamet ve gazabını) cemal gözüyle görmektir. Reca, Rabbin lütuf ve ihsanlarından dolayı kalbin O'na yakın olmasıdır. Reca, âhiretteki ilâhî ikramlara bakıp kalbin sevinç içinde bulunmasıdır. Reca, Allah Teâlâ'nın rahmetinin genişliğine bakmaktır.27 Reca, Hak celle ve ala hazretlerinin affına sığınmaktır.
Sûfîler reca (ümit) konusunda pek çok şey söylemişlerdir.
Abdullah b. Hubeyk şöyle demiştir: "Ümid üçe ayrılır:
1. İyi iş yapıp kabul edilmesini umanın ümidi.

2. Kötü iş yapıp tövbe ederek affedilmesini umanın ümidi.



3. Devamlı günah işleyip de kendisini Allah Teâlâ'nın affedeceğini umanın ümidi. Bu ümid makbul değildir."28
Zünnun el-Mısrî (k.s), recayı şöyle tarif etmiştir: "Reca, ümitli olmak, kazaya rıza gösterip, acıyla kalbin sürür duymasıdır."29, 30
Ümitli Olmak
Ümitli olmak, durum ve şartlar ne olursa olsun, olaylar nasıl ve ne yönde gelişirse gelişsin, Allah'a teslim olmak, hiçbir üzüntüye ve kaygıya kapılmadan olayları sevinçle karşılamak, olayların müminler için en hayırlı sonuca bağlanacağından en ufak şüphe duymamaktır.
Ümit, bir inanç meselesidir, inanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nisbetindedir. Dolayısıyla ümitli olmak müminlerin en önemli ve ne belirgin bir sıfatı olarak belirtilmiştir. İnsan, imanı ölçüsünde Allah'tan umut eder, O'nun rahmetine ve sonsuz nimetlerine kavuşmak için büyük bir özlem duyar.
Ümitli olmak, aynı zamanda kişinin imanının da bir göstergesidir. Zira Allah, iman edenlere hem bu dünyada hem de âhirette çok büyük güzellikler vaad etmiştir. Kişi de Allah'a olan güveni, yakınlığı, teslimiyeti ve samimiyeti derecesinde bu nimetlere kavuşmayı ümit eder.
Mümin, her şeyin Allah'ın dilemesi ile olduğunu bildiği için hiçbir konuda üzüntüye, karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmez, en kötü görünen bir olayın bile imtihan ortamının bir parçası olduğundan ve eninde sonunda müminler için hayra dönüşeceğinden kuşku duymaz.
Ümitli olmanın en bariz alametlerinden biri, kulun ameline devam etmesi, sâlih amel ve nafilelerle Allah'a çokça yaklaşmaya çalışmasıdır. Çünkü ümitli kişi, Rabbi hakkında güzel zan sahibidir ve O'nun hakkında güzel ümidini muhafaza eder. Bilir ki, kendisine emrettiği iyi işleri yüce Allah mecburiyetten değil, kendi lütfu ile kabul eder. Yine yaptığı kötülükleri yüce Allah'ın ihsanı ve keremi ile örttüğünü bilir. Allah bütün bunları bir zorlama ile değil, kendi lütuf ve ihsanı ile yapmaktadır. O, kulun kendisine güzel zannı sebebiyle ikram etmektedir.31
Ümitli Olmanin Fazileti
Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah kullarına bol ihsanda bulunandır, O dilediğini rızıklandırır."32
Allah Teâlâ diğer âyetlerde şöyle buyurmuştur: "Allah, müminlere karşı çok merhametlidir."33, "(Ya Muhammed! Kullarıma benim tarafımdan) de ki: "Ey (günah işlemekte) nefslerine karşı haddi aşmış kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar."34
Allah Resülü (s.a.v) bu âyet-i kerîmeyi okuduğunda, "O günahın çokluğuna aldırış etmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir"35 buyurmuştur.
Rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v), devamlı olarak ümmeti için dua ediyordu. Nihayet Allah Teâlâ kendisine şöyle vahyetti: "Resûlüm sen, 'Hiç şüphesiz Rabbin insanların kötülüklerine karşı çok mağfiret sahibidir"36 âyetine razı olmadın mı?37
Ahmed b. Ebi'l-Havarî (k.s) şöyle diyordu: "Ümid, korkanların azığıdır."
Abdullah b. Hubeyk (k.s) diyor ki: "Ümidin en faydalısı, amel etmeni kolaylaştırandır."38
Ebû Osman Hîrî (k.s) der ki: "Korku, Allah Teâlâ'nın adaletinden, ümid ise lütfundandır."
Devamlı itaat içinde bulunmak ve her hâlde hakka uygun hareket etmek de recanın/Allah’ın rahmetine güvenmenin gerektirdiği bir hâldir. Bunu yapan kul Kerim Mevlasından büyük nimetleri ve kıymetli manevi hediyeleri bekler. Çünkü Yüce Allah’ın onun güzel zannı sebebiyle bunları kendisine vereceğini bilir. Bu konuda Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman büyük şeylere gözünüzü dikin, O’ndan Firdevs cennetini isteyin. Çünkü Allah için hiç bir şey büyük değildir.”39
Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuşlardır: “Çok isteyiniz ve yüksek dereceler isteyiniz. Çünkü siz çok cömert ve ikram sahibi olandan istiyorsunuz”40
Bazı haberlerde şöyle rivayet, edilmiştir:

“İbadet yapmakta birbirine eşit iki adam vardı. Bunlar cennete girdikleri zaman birisi arkadaşından daha yüksek derecelere çıkarıldı.


Arkadaşı: “Ya Rabbi bu, dünyada benden daha fazla ibadet etmedi. Onu neden yüksek derecelere çıkarttın?” diye sordu. Allah Teala şöyle buyurdu: “Çünkü o, benden yüksek dereceler istemişti. Sen ise benden sadece ateşten kurtulmayı istedin. Her birinize istediğini verdim.”
Hz. Peygamber’den (s.a.v) rivayet edilen bir hadiste şu anlatılmıştır: “Ahirette bir adam cehennemden çıkar, Allah Teala’nın huzuruna getirilir. Allah Teala adama: “Yerin nasıldı? diye sorar. Adam: “Çok kötü bir yerdi.” der. Allah: “Onu tekrar eski yerine götürün.” buyurur. Adam yürür ve ikide bir arkasına bakar. Bunun üzerine Allah: “Neden arkana bakıyorsun?” diye sorar. Adam: “Beni çıkardığın o kötü yere geri göndermeyeceğini ümit ettiğim için arkama bakıyorum.” der. O zaman Allah Teala: ”Onu cennete götürün.” buyurur.41
Bu haberde, kulun reca hâli onu cennete götüren bir sebep olmuştur. Nitekim yukarıda iki arkadaştan birisi için de dünyadaki ilahî korku onu cennete götüren bir sebep olmuştu.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar dua ederler ve Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar, O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.”42, 43
Havf ve Reca Dengesi
Kulun recâ halinin güzel olmasının alametlerinden birisi, ümidin içinde gizli olarak İlahî korkunun da bulunmasıdır. Çünkü insan, gönlünde bir şeye karşı ümit oluştuğunda, kalbindeki beklentisinin ve rağbetinin büyüklüğü oranında onu elden kaçırmaktan korkar. Bu durumda insan bir taraftan ümit halini yaşarken, diğer yandan ümit ettiği şeyi kaybetme korkusundan kurtulamaz.
Rivayet edildiğine göre Lokman (a.s) oğluna şöyle demiştir:
- İmtihanından emin olmayacak şekilde Allah’tan kork. Allah'a beslediğin ümidin korkundan daha çok olsun.
Oğlu:
- Babacığım, bunları nasıl yapabilirim ki? Benim tek kalbim var, deyince Hz. Lokman (a.s):
- Sen müminin iki kalp sahibi olduğunu bilmiyor musun? Birisi ile Allah’tan korkar, diğeri ile O’na ümit bağlar, dedi.
Yani demek istiyor ki, havf ve recâ müminin kalbinden çıkmaması gereken iki önemli sıfattır. Bu nedenle mümin iki kalp sahibi gibidir.44
Enes b. Malik (r.a) naklediyor: Resûlullah Efendimiz (s.a.v), ölüm halinde bulunan bir gencin yanına teşrif ettiler. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) o gence;
"Kendini nasıl buluyorsun?" diye sordu, genç;
"Allah Teâlâ'nın rahmetini umuyorum. Günahlarımdan da korkuyorum" dedi bunun üzerine Resûlullah (s.a.v);
"Bir kulun kalbinde bu ikisi bir araya gelirse, Allah Teâlâ o kula umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar"45 buyurdu.
Hz. Ali (r.a), oğullarından birine şöyle nasihat etmiştir: "Oğlum! Bütün hayır ve taatlar senin olsa, bunların seni kurtaramayacağı korkusuyla Allah Teâlâ'dan kork! Dünyadaki bütün günahlar senin olsa bile, Allah Teâlâ'nın onları af ve mağfiret edeceği ümidi ile de Allah Teâlâ'dan ümitli ol!"46
Diğer bir sözünde ise şöyle demiştir: "Kul, ümidini yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır."
Bekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle demiştir:

“Ey Âdemoğlu! Allah'tan öyle kork ki, bu korku O'nun rahmetinden ümidini kestirmesin. Ne kadar günahkâr olursan ol, yine de Allah'ın rahmet ve merhametinden ümitli ol. Tövbe ederek Allah'a dön."


Muhammed b. Vasi (rah) der ki: "Sadık ve hakiki mümin olmak için, Allah'tan korku ve ümidin beraber olması lazımdır."
Tavus b. Keysan (rah) diyor: "Müslümanda ümid ve korku aynı olmalıdır. Eğer tartılırsa eşit gelmelidir."47
Ebû Ali Ruzbarî (k.s) şöyle demiştir: "Havf ve reca, bir kuşun iki kanadı gibidir. İkisi birden bulunursa, hem kuş, hem de uçuş düzgün ve mükemmel olur. Kanatların birisi bulunmazsa, kuş da, uçuş da noksan olur. Kanatların ikisi de bulunmazsa kuş ölüme terk edilmiş olur."48
Ebû Osman Mağribî (k.s) derdi ki: "Nefsini hep ümitle meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini sürekli korku ile meşgul eden ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan, hem ümit hem korku ile meşgul olmalıdır."49
Yahya b. Muâz er-Râzî de (k.s) şöyle demiştir: "Günah işleyen her mümini iki iyilik takip eder. Birisi Allah Teâlâ'nın azabından korkmak, diğeri de rahmetini ummaktır."50
İbn Vefa (k.s) şöyle derdi: "Allah Teâlâ'nın merhameti vardır diyerek isyana kalkışma, kahrından da korkarak ümitsizliğe düşme."
Hz. Ali (r.a) gerçek âlimin, insanları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe sevk etmeyen ve Allah'ın azabından da emin kılmayan kimse olduğunu söylemiştir.51
Yahya b. Muâz (k.s) demiştir ki: "Kim Allah'a ilâhî rahmetten ümitli olmadan sırf korku ile ibadet ederse, fikir denizlerinde boğulur. Kim O'na korku olmadan ümit ve güvenme ile ibadet ederse, aldanma çukurlarında kendisini kaybeder. Kim hem korku ve hem de ümitle ibadet ederse, dosdoğru bir istikamet üzere yürür."52
Ebû'l-Kasım Nasrabadî (k.s) demiştir ki: "Ümit hali, insanı ibadet ve taat yapmaya sevkeder. Korku hali de, insanı günah işlemekten uzaklaştırır."53
Vasıtî (rh.a) demiştirki: "Korku ve ümit, kulu kötü edebe düşmekten engelleyen iki bağdır."5455
Havf ile reca iki makama giden iki değişik yoldur. Havf, alimler için ilim makamına giden bir yoldur. Reca ise, amel edenler için amel makamına giden bir yoldur. Yüce Allah, reca/ümit sahiplerinin güzel amelleriyle birlikte korku içinde olduklarını bildirmiştir. Çünkü onların recası ilahî korku ile kuvvet bulmaktadır. Ayrıca bu korku reca hâlindeki sadakatı kemale erdirmektedir. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar, Rablerine döneceklerine inandıkları için, yapmakta oldukları işleri kalpleri ilahi korkudan titreyerek yaparlar.”56
Yine Yüce Allah onların vefa hallerinden ve hayırlı işlerinden haber vererek şöyle buyurmuştur: “Daha önce biz ailemiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık. Allah bize lütfetti de bu cehennem azabından kurtardı.”57, “Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler, felaketi her yanı saran kıyamet gününden korkarlar.”58
Ebû Osman-ı Mağribî demiştir ki: "Kendisini sürekli ümide yönelten kimse tembelleşir, amelden geri kalır. Sürekli korku üzerinde olan kimse ise (ilâhî rahmetten) ümitsiz kalır. Fakat en güzeli, bazan ümit bazan korku içinde bulunmaktır."59

وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ




1 Secde 32/16.

2 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.95-96.

3 bk. Kuşeyrî, Risâle, 1125.

4 Gazâlî, Ihyâu Ulûmi'd-Din, 4/190. (Beyrut. 2000).

5 Kuşeyrî, Risâle, s. 127.

6 Ebû Nasr Serrâc. el-Luma', s. 90; Kuşeyrî, Risâle, s. 126.

7 Kuşeyrî, Risâle, s. 126.

8 Sühreverdî. Avârifû'l-Meârif, s. 497; Kuşeyrî, Risâle, s. 126.

9 Kuşeyri, Risâle. s. 127.

10 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.126-128.

11 Ihyâ, 4/2726.

12 Fatır, 35/28

13 İhyâ, 4/2727.

14 Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10581; İbnü'l-Mübârek, Kitâbû'z-Zûhd, nr. 102. Ayrıca bk. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 2/158.

15 İbnü'l-Mübârek, Kitâbû'z-Zühd, nr. 156; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, nr. 6/98.

16 İsrâ 17/36.

17 Zuhruf 43/35.

18 Duhân 44/51-62.

19 Meryem 19/71-72.

20 Elli Dört Farz Şerhi, A. Kemaleddin Üstün, Semerkand Yayınları, sf.378-385.

21 Minhâcü’l-Âbidîn, Cennete Doğru [Yedi Geçit], İmam Gazâlî, Semerkand Yayınları, sf.215-216.

22 Mü'minûn 23/60.

23 Tirmizî, Tefsîru Sûre 23/3; İbn Mâce, Zühd, 20; Ahmed, Müsned, 6/159; Hâkim, Müstedrek, 2/393; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 561; Humeydî, Müsned, nr. 275.

24 Ketit 18/103-104.

25 Kuşeyrî Risalesi, (Sûfîlerin İnanç ve Ahlâkları), Abdülkerim Kuşeyrî, Semerkand Yayınları, sf.292-298.

26 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.133-136.

27 Kuşeyrî, Risâle, s. 132.

28 Kuşeyrî, Risâle, s. 132.

29 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 9/390.

30 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.97-98.

31 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.99-100.

32 Şûrâ 42/19.

33 Ahzab 33/43.

34 Zümer 39/53.

35 Tirmizi, Tefsir, Zümer, (nr. 3237).

36 Ra'd 13/6.

37 İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, 4/343-344; Ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımeşk, 13/136, (Beyrut. 1995).

38 Sülemî, Tabakâü's-Sûfiyye, s. 145; Ibnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, 2/485; Ibn Mulakkın, Tabakâtü'l-Evliyâ. s. 338.

39 Birbirini tamamlayan rivayetler için bkz: Buhari, Cihad, 4; Müslim, Zikir, 8; İbnu Hıbban, Sahih, No: 896; Ahmed, Müsned, II, 457; Beğavi, Şerhu’s-Sünne, No: 1393.

40 Benzer bir hadis için bkz: İbnu Hıbban, Sahih, No: 889; Tabarani, el-Evsat, No: 2061; Heysemi, ez-Zevaid, X, 150

41 Ahmed, Müsned, III, 230; Ebu Ya’la, Müsned, No: 4210; Heysemi, ez-Zevaid, X, 384. Aynı konuda kısa bir hadis için bkz: Müslim; İman, 321.

42 İsra 17/57.

43 Kalplerin Azığı - Kûtu’l-Kulûb, Ebû Tâlib El-Mekkî, Semerkand Yayınları, C.2.

44 Kûtu’l Kulûb’den Ebutalıb El-Mekkî K.S., Ali Kaya, Semerkand Dergisi, Mayıs 2014.

45 Tirmizi, Cenâiz, 11 (nr. 983); İbn Mâce, Zühd, 31 (nr. 4261).

46 Gazâlî. İhyâu Ulûmi'd-Dîn. 4/2355.

47 EbûNuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 4/11; Şa'rânî, Tabakâtü'l-Kübrâ, 1/39.

48 Yâfiî, Neşrü'l-Mehâsin, s. 168; Sühreverdî, Avârifü'l-Meârif, s. 499; Kuşeyrî, Risâle. s.132.

49 Kuşeyrî, Risâle, s. 133.

50 Gazâlî, Ihyâu Ulûmi'd-Dîn, 4/2350.

51 Ebû Nuaym, Hilyetû'l-Evliyâ, 1/77; EbûTâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 1/222; Gazâlî, Ihyâu Ulûmi'd-Dîn, 3/2323.

52 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 1/242; Gazâlî, IhyâuUlûmi'd-Din, 4/2356.

53 Kuşeyrî, Risâle, s. 191.

54 Sûlemi, Tabakâtü's-Sûfiyye, a. 303; Kuşeyrî, Risâle, a. 128,439.

55 Kalp Alemi, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.2, sf.145-148.

56 Müminun suresi ayet-60.

57 Tûr suresi ayet-26-27.

58 İnsan suresi ayet-7.

59 Kuşeyrî Risalesi, (Sûfîlerin İnanç ve Ahlâkları), Abdülkerim Kuşeyrî, Semerkand Yayınları, sf.302.

Yüklə 103,46 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin