Her şey İsa’da ve İsa her şey.
30 Ağustos
“Kendine ve öğretişine dikkat et.” (1.Timoteos 4:16)
Tanrı Sözünün pek çok dikkat çeken özelliklerinden biri öğretişi asla görevden ayırmayışıdır. Örneğin filipeliler 2:1-13 ayetlerini ele alalım. Bu bölüm, Yeni Antlaşma’daki Mesih ile ilgili klasik bölümlerden biridir. Bu bölümde şunu öğreniriz: Mesih, Baba Tanrı ile eşittir, O’nunla aynı öze sahiptir. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak Kendini boş kıldı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip Kendini alçalttı. Bunun için de Tanrı O’nu pek çok yükseltti ve O’na her adın üstünde olan adı bağışladı. Ama bu konu, bilimsel bir inceleme olarak değil, Filipelilere bir hitap olarak ve bize Mesih’in zihnine sahip olduğumuz göstermek için sunulur. Eğer biz de O’nun yaptığı gibi başkaları için yaşar isek, bu tutumumuz çekişmeyi ve boş gururu yok edecektir. Eğer biz de O’nun yaptığı gibi kendimizi alçaltır isek, uygun zamanda Tanrı bizi yüceltecektir. Bölüm çok yoğun bir pratikliğe yer verir.
Ben sık sık sistematik teoloji ile ilgili kitaplar okuduğum zaman, bu konu hakkında düşünürüm. Bu tür kitaplarda yazarların yapmak istedikleri şey şudur: Kutsal Kitap’ın iman öğretişi hakkında öğrettiği her şeyi, yani Tanrı, Mesih, Kutsal Ruh, melekler, insan, günah, kefaret v.b. her konuyu bir araya toplamak. Yapmak istedikleri bu şey sınırsız bir değere sahiptir, ancak tanrısal yaşamdan uzak kalarak yapıldığı takdirde, çok soğuk ve katı kalabilir. Bir kişi, önemli öğretişler konusunda zihinsel açıdan yeterli olabilir ama yine de Hıristiyan karakteri söz konusu olduğu zaman, üzüntü verecek şekilde yetersiz kalabilir. Eğer Kutsal Kitap’ı tanrının bize verdiği şekilde inceleyecek olur isek, öğretiş ve görev arasında asla bir ikiye bölünme elde etmeyiz. Her ikisi her zaman çok hoş bir şekilde aralarında dengeye sahiptirler ve birbirlerine örülmüşlerdir.
Belki de kişisel sorumluluğumuzdan en ayrı olan öğretiş konusu peygamberlik ile ilgili olandır. Peygamberlik konusu, gereğinden fazla olarak, merakı tatmin edecek olan bir yol olarak sunulmuştur. Mesih karşıtının kimliği ile ilgili olay çıkmasına neden olan spekülasyonlar kalabalıklara çekici gelebilirler, ama kutsallık geliştirmezler. Peygamberliğin amacı, kulaklara çekici gelen bir merak konusunu gidermek değildir; peygamberliğin amacı, Hıristiyan karakterini biçimlendirmektir. George Peters, görev ve karakter öğretişimizi etkilemek için hesaplanmış olan Mesih’in İkinci gelişine ilişkin 65 olay sıralar ve benim bu konuda 65 rakamının üzerinde olayın mevcut olduğuna dair hiç kuşkum yok.
Burada öğreneceğimiz ders teolojiyi, pratik tanrısayarlıktan asla ayırmamamız gerektiğidir. Kendi kişisel çalışmamızda ve diğerlerine Söz’ü öğretir iken, Pavlus’un Timoteos’a verdiği şu öğüdü vurgulamamız gerekir, “Kendine ve öğretişine dikkat et….”
31 Ağustos
“ama benim için kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım. Dahası var; uğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum, öyle ki Mesih’i kazanayım.” (Filipeliler 3:7,8)
Bir imanlı Mesih uğruna büyük fedakarlıkta bulunduğunda bu her zaman ziyadesi ile iyidir. Armağanlarının kendisine varlık ve ün getirdiği ama yine de tanrısal çağrıya itaat ederek itaatini sürdüren ve bunları Kurtarıcının ayaklarına bırakan bir kişi düşünelim. Ya da sesi sayesinde kendisine dünyanın en büyük konser salonlarının kapılarının açıldığı bir kadını akla getirelim. Ama bu kadın şimdi bir başka dünya için yaşaması gerektiğini hissetmektedir, bu nedenle Mesih’i izlemek için müzik kariyerinden vazgeçer. Ne olur ise olsun, hiçbir şey ile kıyaslanamaz bir değer olan Mesih’i kazanmanın yanında yersel ün ya da zenginliğin ne önemi olabilir?
Ian MacPherson şu soruyu sorar: “Armağanlar ile yüklü bir insanın tüm bunları hissizce ve hayranlık içinde Kurtarıcının ayaklarının dibine bırakmasından daha etkileyici bir görünüm nerede olabilir? Ve ayrıca zaten bu armağanlar olmaları gereken yerde değil midirler? Yaşlı bilge bir Gal’li imanlının şu sözlerine kulak verelim: ‘İbranice, Grekçe ve Latince kendi yerlerinde bir arada çok itidirler; ama onların yerleri, Pilatus’un onları koyduğu yer değildir; yani onların İsa’nın başına değil, ayaklarının dibine konulmaları gerekirdi.”
Elçi Pavlus zenginliği, kültürü ve dini konumu bıraktı ve onları Mesih uğruna zarar saydı. Jowett şu yorumu yapar: “Elçi Pavlus aristokratik mülkiyetlerini büyük kazançlar olarak düşündüğü zaman, Rabbi asla görmemiş idi; ama ‘Rabbin yüceliği’ onun şaşkın gözleri üzerinde parladığı zaman, tüm bunların hepsi gölgede kaldı ve hatta yok oldular. Ve Rabbin ihtişamında değerlerini kaybedenler ve elçinin ellerinde süprüntü olarak nitelendirdiği şeyler yalnızca daha önceki kazançları değil idi; elçi artık onları düşünmüyordu bile. Bir zamanlar en üstün ve en kutsal olarak düşündüğü şeyler elçinin zihninden tamamen silinmişler idi.”
Ne gariptir ki, bir kişi Mesih’i izlemek için her şeyinden vazgeçtiği zaman, bazı kişiler onun aklını yitirdiğini düşünürler. Bazı kişiler ise bu tutum karşısında şok geçirirler ve neden böyle davrandığını bir türlü kavrayamazlar. Bazıları bu duruma üzülür ve farklı yönler teklif ederler. Bazıları ise mantık ve sağduyu temelinde tartışırlar. Böyle bir durumu çok az kişi onaylar ve derinden sarsılırlar. Ama bir kişi iman ile yürüyor ise, diğer kişilerin düşüncelerini uygun bir şekilde takdir edecek güce sahiptir.
C.T.Studd yaşamını görevli hizmetine adamak için özel servetinden ve değerli evinden vazgeçti. John Nelson Darby müjdeyi yaymak, öğretmen ve Tanrının peygamberi olmak için harika bir kariyere sırtını çevirdi. Ekvator’daki beş şehit Auca kabilesine Mesih’i götürmek için Amerika Birleşik Devletlerinin refahını ve materyalizmini terk ettiler.
İnsanlar bunun çok büyük bir fedakarlık olduğunu söylediler, ama bu bir fedakarlık değildir. Biri, Hudson Taylor’ın Mesih için yaptığı fedakarlıkları yorumlamaya çalıştığı zaman şöyle dedi: “Ben, yaşamımda asla bir fedakarlık yapmadım.” Ve Darby şöyle dedi: “Reddetmekten vazgeçmek, büyük bir fedakarlık değildir.”
1 Eylül
“Ellinci yılı kutsal ayacak, bütün ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. Herkes kendi toprağına ve ailesine dönecek.” (Levililer 25:10)
İsrail’in takvimindeki her ellinci yıl özgürlük yılı olarak bilinirdi. O yıl ekilmeyecek, ürünün ardından süren biçilmeyecek, budanmamış asmanın ürünleri toplanmayacaktı. Özgürlük yılında herkes kendi toprağına dönecekti. Köleler özgür bırakılacaktı. Özgürlük yılı, sevinçli bir özgürlük, lütuf, kurtuluş ve dinlenme yılı idi.
Biri bir tarla satın aldığı zaman, özgürlük yılının yakınlığını hesaba katmak zorunda idi. Örneğin, toprak, eğer bir sonraki özgürlük yılından önce kırk beş yıllık bir zaman var ise, daha da değerli hale gelecekti. Ama eğer özgürlük yılına yalnızca bir yıl kaldığı takdirde, tarlanın satın alınması açısından hemen hemen hiç bir değeri kalmamış olacaktı. Tarlayı satın alan kişi yalnızca bir ürün toplayabilirdi.
Bu gün, imanlılara göre Rabbin gelişinin özgürlük yılına denk geleceğine dair bir sezgi mevcuttur. İmanlılar Baba’nın evindeki sonsuz dinlenmeye gireceklerdir; ölümlülüğün zincirlerinden özgür kılınacaklar ve yüceltilmiş göksel bedenlerini alacaklardır. Kahyalar olarak kendilerine emanet edilen tüm maddesel şeyler gerçek sahibine geri verileceklerdir.
Sahip olduğumuz maddesel değerlere takdir biçer iken, bu konuyu hesaba katmamız gerekir. Binlerce dolar değerinde mala, yatırıma ve banka hesaplarına sahip olabiliriz. Ama eğer Rab bu gün gelecek olsa, bizim için hiç bir değerleri kalmayacaktır. O’nun gelişi ile ilgili zamana ne kadar çok yakınlaşır isek, sahip oldukları değerlerin gerçeği o kadar çok azalacaktır. Bunun anlamı elbette şudur: sahip olduğumuz maddesel değerleri bu gün Mesih’in davası ve insanlık ihtiyacının karşılanması için kullanıma koymamız gerekir.
Aynı özgürlük yılının bir boru çalınışı ile devreye girmesi gibi, Rabbin dönüşü de “son bir boru” sesi ile ilan edilecektir. Tüm bunlardan kendimize çok güzel bir ders çıkartırız. Eğer yüreklerimiz Rabbin gelişi ile ilgili olarak kalıcı bir umut ile coşuyor ise, tüm yersel değerler gözümüzde bir şey ifade etmemelidirler. Oğul’un göklerden gelmesini bekliyor isek, o zaman şimdiki dünyaya bağlı bir tutum içinde bulunmamız ahlaki açıdan mümkün değildir. Mesih2in dönüşünü sürekli olarak bekleyen bir tutum içinde yaşayan biri, kendisini, O geldiği zaman, yargılanacak olandan ve yıkılacak olandan ayrı tutmak zorundadır. Yüreklerimiz bu gerçekten etkilensin ve tutumumuz bu en değerli ve kutsal kılan gerçek aracılığı ile her değerden etkilensin.” (C.H.Mackintosh)
2 Eylül
“Nereye gidersen, senin ardından geleceğim.” (Luka 9:57)
Bazen Mesih’in Rabliği, O’na tamamen adanmak ve kesin olarak teslim olmak konusunda fazla düşünmeden kolayca konuştuğumuzu ve şarkılar söylediğimizi düşünüyorum. Bir papağan gibi hiç durmadan şu klişe haline gelen sözleri tekrar edip dururuz, “Eğer O her şeyin Rabbi değil ise, o zaman Rab değildir.” Şu tür sözleri olan şarkılar söyleriz: “Her şeyi İsa’ya teslim ediyorum, her şeyi özgürce O’na veriyorum. Tam adanmışlık, sanki her Pazar günü kilise toplantısına katılmaktan biraz daha fazlasını içeriyormuş gibi hareket ederiz.
Böyle yapar iken samimiyetsiz davranmayız; yalnızca bu konuya dahil olan her şeyin farkına varamamışızdır. Eğer Mesih’in Rabliğini kabul eder isek, o zaman bunun anlamı yoksullukta, reddedildiğimiz zaman, sıkıntıda ve hatta ölümde O’nu izlemekte istekli olduğumuzdur.
“Bazı kişiler kan gördükleri zaman, bayılırlar. Bir gün genç ve coşkulu bir genç yüreğinde mevcut olan tüm olası amaçların en iyisi ile İsa’ya geldi ve şöyle dedi: “Rab, sen nereye gidersen, ben de senin ardından geleceğim.” Bu söylediğinden daha güzel bir şey söyleyemezdi. Ama İsa, genç adamın bu sözlerinden etkilenmedi. Genç adamın verdiği söze her şeyi dahil etmemiş olduğunu anlamadığını biliyordu. Bu yüzden ona şu sözleri söyledi: “tilkilerin ini var, kuşların da yuvası, ama Benim başımı yaslayacak bir yerim yok.” Belki de, dağın yamacında yemek yemeden uyumak zorunda olabileceğini de kast ediyordu. İsa, ona, üzerinde biraz koyu kırmızı renkler olan çarmıhı gösterdi. Ve gencin iddia ettiği tüm gayretin gerçek olmadığını ortaya koymuş oldu. İsa’yı izlemenin bedeli, bu gencin ödemeye istekli olduğunu söylediği şeyden çok daha büyüktü. Bu konu, genellikle her zaman böyledir. Bazılarınız savaşın içinde değilsiniz; bunun nedeni, Mesih’in çağrısının size çekici gelmeyişi değildir, nedeni şudur; az da olsa kan dökmekten korkarsınız. Bu yüzden sızlanarak şöyle dersiniz: “Bu kötü silahlar olmasa idi, asker olurdum.” (Chappell)
Eğer İsa, Luka 9.bölümdeki genç adam tüm yolu O’nunla birlikte gitmeye gönüllü olduğunu söylediği zaman, bundan etkilenmiş olsa idi, Jim Elliot günlüğünde şu yazdıklarını okuduğu zaman da etkilenirdi: “Eğer yaşam kanımı esirgeyecek olsa idim, Rabbimin sunmuş olduğu örneğe karşı onu bir fedakarlık olarak dikerdim – sonra Tanrının yüzünün sertliğini benim amacıma karşı olarak hissetmem gerekirdi. Ey Tanrım yaşamımı al, evet, kanımı al, eğer istiyor isen onu al ve Senin saran ateşin ile yakıp tüket. Onu korumuyor ve esirgemiyorum, çünkü korumam için benim olması gerekirdi, o benim değil, Senin. Al Rab, hepsine sen sahip ol. Yaşamımı dünya için bir adak olarak dök. Yalnızca senin sunaklarından akan Kan’ın değeri var.”
Bu tür sözleri okuduğumuz zaman ve Jim’in kanını Ekvator’da bir şehit olarak döktüğünü hatırladığımız zaman, aramızdan bazıları mutlak teslimiyet hakkında ne kadar az şey biliyor olduğumuzun farkına varırlar.
3 Eylül
“Ne var ki, Tanrının armağanı Adem’in suçu gibi değildir. Çünkü bir kişinin suçu yüzünden bir çokları öldü ise, Tanrının lütfu ve bir tek adamın yani İsa Mesih’in lütfu ile verilen bağış bir çokları yararına daha da çoğaldı.” (Romalılar 5:15)
Romalılar 5:12-21 ayetlerinde, Pavlus, insan soyunun iki başı olan Adem ve Mesih’i karşılaştırır. Adem ilk yaratılışın başı idi; Mesih ise yeni yaratılışın başıdır. İlk insan doğal idi; ikincisi ise ruhsal idi. Pavlus burada üç kez “çok daha” sözcüklerini kullanır; bunu yapmaktaki amacı, Adem’in günahının neden olduğu kayıpları, Mesih’in yaptığı işten akan bereketlerin bolluk ile telafi ettiğini vurgulamaktır. Pavlus, “Adem oğullarının Mesih’te babalarının kaybetmiş oldukları bereketlerden çok daha fazlası ile övündüklerini” söyler. İmanlılar, Mesih’te, düşmüş bir Adem’de olduklarından çok daha iyi bir konuma aktarılmışlardır.
Bir an için şöyle bir varsayımda bulunalım: Adem günah işlemedi ve yasaklanmış meyveyi yemek yerine karısı ile birlikte Tanrının sözünü dinlemeye karar verdi. O zaman yaşamlarında nasıl bir sonuç ortaya çıkardı? Bildiğimiz kadarı ile Aden bahçesinde sonsuza kadar yaşamaya devam edeceklerdi. Ödülleri, yeryüzünde uzun bir yaşama sahip olmak olacak idi. Ve aynı durum onların çocukları için de geçerli olacak idi.
Adem ve Havva’nın çocukları da günah işlemeden yaşamaya devam edecek olsalar idi, Aden’de sonsuza kadar yaşayacaklardı ve ölmeyeceklerdi.
Ama bu masumiyet durumunda bir gün cennete gitme gibi bir konuma sahip olmayacaklar idi. Kutsal Ruh’un içlerinde konut kurması ve onları mühürlemesi gibi bir vaat olmayacak idi. Hiç bir zaman Tanrının mirasçısı ve İsa Mesih ile ortak mirasçı olmayacaklar idi. Tanrının Oğlu’na benzemek gibi bir umutları asla olmayacak idi. Ve her zaman günah işlemek ve Aden’de tadını çıkarttıkları yersel bereketlerden vazgeçmek zorunda kalmak gibi korkunç bir ihtimal söz konusu olacak idi.
Bunun aksini düşünelim; İsa’nın kefaret eden işi aracılığı ile bizler için kazanmış olduğu üstün konumu aklımıza getirelim. Mesih ile birlikte göksel yerlerdeki her tür ruhsal bereket ile bereketlendik. Sevgili’de kabul edildik; Mesih’te Tanrının doluluğuna sahibiz, kurtarıldık, barıştık, bağışlandık, aklandık, kutsal kılındık, yüceltildik, Mesih’in bedeninin üyeleri haline getirildik. Kutsal ruh içimizde konut kurdu, O’nun tarafından mühürlendik ve Kutsal Ruh mirasımızın garantisi oldu. Mesih’te sonsuza kadar güvendeyiz. Bizler Tanrının çocukları ve oğullarıyız ve Tanrının mirasçıları ve İsa Mesih’in ortak mirasçılarıyız. Tanrıya O’nun Sevgili Oğlu kadar yakınız ve Tanrı bizi Sevgili Oğlu’nu sevdiği kadar çok seviyor. Ve bundan çok çok daha fazlası da var. Ancak tüm bu yazdıklarımız, imanlıların bu gün Mesih’te, masum bir Adem’de sahip olabileceklerinden çok daha iyi bir konumda bulunduklarını göstermek açısından yeterlidir.
4 Eylül
“Çalmadığım malı nasıl geri verebilirim?” (Mezmur 69:4)
Mezmur 69’daki konuşma Rab İsa’ya aittir. 4.ayette , insanın günahlarının neden olduğu kayıplar için kurtuluş konusunda yaptığı görkemli işi aracılığı ile Tanrıya kefaret ödediğini söyler. Kendisini gerçek günah sunusu olarak resmettiğine dair hiç kuşku yoktur.
Bir Yahudi bir başka Yahudi’den bir şey çaldığı zaman, günah sunusu yasası ondan çaldığı miktarı geri ödemesini ve bu miktara malın değerinin beşte birini de eklemesi ve bu şekilde ödemesi gerektiğini talep eder.
Bu durumda Tanrıdan da insanın günahı aracılığı ile çalınmıştır. Tanrıdan çalınan, hizmet, tapınma, itaat ve yüceliktir. Aynı zamanda hizmet de çalınmıştır çünkü insan Tanrının yetkisini reddetmiştir. Tanrıdan yücelik de çalınmıştır çünkü insan Tanrıya ait olan onuru O’na verememiştir.
Rab İsa Kendisinin çalmadığını restore etmek için geldi.
Dostları ilə paylaş: |