Ah, her ne kadar gözlerim görmüyor olsa da,
Ben ne kadar mutlu bir çocuğum!
Bu dünyada hoşnut olarak yaşamaya kararlıyım.
Diğer insanların tadını çıkartamadıkları ne kadar çok bereketten zevk alıyorum!
Benim gözlerim görmüyor diye sen istersen ağla ve içini çek,
Ben ağlamayacak ve iç çekmeyeceğim!
30 Ocak
“Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin.” (Matta 10:8)
Dünyanın en ünlü viyolonistlerinden biri olan Fritz Kreisler şöye der: “Ben uzuvlarımda müzik ile doğdum. Daha alfabeyi öğrenmeden önce müzik parçalarının notalarını içgüdüsel olarak biliyordum. Bu, bana İlahi Takdirin bir armağanı idi. Bunu ben kazanmadım. Bu nedenle müzik konusunda bana edilen teşekkürleri hak dahi etmiyorum. Müzik satılamayacak kadar kutsaldır. Ve bu gün müzik dünyasındaki ünlülere ödenen insafsızca paralar topluma karşı işlenen gerçek bir suçtur.”
Bu sözler, Hıristiyan hizmetindeki herkesin yürekten kabul etmesi gereken sözlerdir. Hıristiyan hizmeti bir verme değil, bir alma hizmetidir. Bu konuda sorulacak olan soru, “Benim bundan çıkarım ne olacak?” sorusu değil, Bu mesajı en fazla sayıda kişi ile en iyi nasıl paylaşabilirim?” sorusu olmalıdır. Mesih’in hizmetinde en iyi olan, mesaj için ne kadar ödemeleri gerektiği değil, mesajın bedelinin ne olduğudur.
“İşçinin ücretini hak ettiği” (Luka 10:7) doğrudur ve “Müjdeyi yayanların geçimlerini Müjdeden sağlaması” (1.Korintliler 9:14) da aynı şekilde doğrudur. Ama bu, bir insanın armağanına fiyat koymasını aklamaz. İlahilerin kullanılması için fahiş fiyatlı telif fiyatları talep edilmesini haklı çıkarmaz. Sözlü yayınların ya da şarkıların vicdana sığmayan ücretlerini doğrulamaz.
Büyücü Simon el koyma hareketi ile Kutsal Ruh’u verme gücünü satın almak istedi (Elçilerin İşleri 8:19) Hiç kuşkusuz bunu kendisi için bir para kazanma yolu olarak gördü. Simun, bu eylemi ile İngilizce diline inanç ayrıcalıklarını satın alma ya da satma konusunu tanimlayan bir ifade (“simony”= kutsal tutulan şeylerden pay çıkarma) ekledi. Bu gün inanç dünyasının kutsal tutulan şeylerden pay çıkarma eylemleri tarafından darmadağın edildiğini söylediğimiz zaman abartılı konuşmuş olmayız.
Eğer para bir şekilde burada sözü edilen Hıristiyan hizmetinden uzaklaştırılabilse idi, bu hizmetin büyük bir kısmı kendiliğinden dururdu. Ama yine de güçlerinin son gramını sarf edinceye kadar dayanacak olan Rabbe sadık hizmetkarlar olurdu.
Biz karşılıksız aldık; karşılıksız vermemiz gerekir. Biz ne kadar çok verirsek, bereket ve ödül de o kadar büyük olurdu – iyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış…
31 Ocak
“Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız.” (Matta 7:1)
Kutsal Kitap hakkında çok az bilgiye sahip olan kişiler, bu ayeti genellikle bilirler ve onu çok garip bir şekilde kullanırlar. Bir kişi, söz ile anlatılamayacak bir kötülük ile eleştirildiği zaman bile, dindarca çağıldayarak şöyle konuşurlar: “Başkasını yargılamayın ki, yargılanmayasınız.” Başka bir deyişle, bu ayeti kötülüğün herhangi bir suçlamasını yasaklamak için kullanırlar.
Bu konu ile ilgili basit gerçek şudur: yargılamamamız gereken alanlar mevcut olmasına rağmen, yargının buyrulduğu diğer alanlar da vardır.
Yargılamamamız gereken bazı durumlar şunlardır; insanların güdülerini yargılamamak gerekir. Her şeyi bilen kişiler olmadığımız için yaptıkları şeyi neden yaptıklarını bilemeyiz. Bir başka imanlının hizmeti ile ilgili yargıda bulunamayız. Onun yaptıkları kendi Efendisini ilgilendirir. Ahlaki açıdan tarafsız olan konular hakkında vicdani tereddütleri olan kişileri yargılamamamız gerekir; onların vicdanlarını ihlal etmemiz hatalı olacaktır. Kişileri dış görünümlerine göre yargılamak ya da saygı göstermek yanlıştır; önemli olan, yürekte neyin olduğudur. Ve kendimizi, katı, sürekli hata bularak eleştiren bir ruhtan sakınmalıyız. Hata bulmayı alışkanlık haline getiren kişi, Hıristiyan imanı için kötü bir reklam yapan kişidir.
Ancak, bize yargılamamız buyrulan başka alanlar da mevcuttur. Kutsal Yazılar ile uyuşup uyuşmadığını görmek için tüm öğretişi yargılamamız gerekir. Adil olmayan boyunduruklardan uzak durmamız için diğer kişilerin gerçek imanlılar olup olmadıklarını yargılamamız gerekir. Hıristiyanlar imanlılar arasındaki kavgaların sivil mahkemelere götürülmesine izin vermek yerine kendi aralarında yargılanmasını tercih etmelidirler. Yerel topluluk suçlu kişiyi, günahın aşırı şekilleri söz konusu olduğu zaman yargılamalı ve paydaşlıktan çıkartmalıdır. Toplulukta bulunanlar yaşlıların ve gönüllü yardımcıların özelliklerine sahip kişiler olarak yargıda bulunmalıdırlar.
Tanrı, eleştiri özelliğini bir kenara bırakmamızı ya da tüm ahlaki ve ruhsal ölçütlerden vazgeçmemizi beklemez. Tanrının bizden tek istediği, yasak olanı yargılamaktan uzak durmamız ve bize buyrulan konularda adil olarak yargılamamızdır.
1 Şubat
“… Mesih’in yüceliğinin müjdesi…” (2.Korintliler 4:4)
Müjdenin, Mesih’in yüceliğinin iyi haberi olduğunu asla unutmamamız gerekir. Müjdenin, çarmıha Gerilen ve Gömülen ile ilgili olduğu doğrudur. Ama O, artık çarmıhta değildir, artık mezarda da değildir. O, dirilmiştir, göğe yükselmiştir ve yüceltilmiştir. Tanrının sağında oturan yüceltilmiş İnsan’dır.
Size O’nu Nasıra’nın alçakgönüllü Marangoz’u, acı çeken Hizmetkar ya da Celile’li Yabancı olarak sunmuyoruz. Modern din sanatının erkekçe tavırları olmayan ve reform yapan naif bir idealist ya da hümanisti olarak da sunmuyoruz.
Vaaz ettiğimiz Kişi, yaşamın ve yüceliğin Rabbidir. O, Tanrının çok yükselttiği ve Kendisine her adın üzerinde olan bir Ad vermiş olduğu Kişi’dir. O’nun adı anıldığı zaman her diz çökecek ve her dil Baba Tanrının yüceliği adına O’nun Rab olduğunu kabul edecektir. O, yücelik ve onur ile taçlandırılmış olan bir Prens ve bir Kurtarıcıdır.
Vaaz ettiğimiz mesajlar ile, O’nun onuruna gereğinden fazla halel getiririz. Yetenekleri nedeni ile insanı yüceltir ve Tanrının, Kendisine hizmet edecek böyle bir insana sahip olmak ile şanslı olduğuna dair bir izlenim yaratırız. Öyle bir konuşuruz ki, sanki kulağa, insan Tanrıya güvenmek ile Rabbe çok büyük bir iyilik yapıyormuş gibi gelen sözler kullanırız. Elçilerin vaaz ettikleri Müjde bu değildir. Aslında elçilerin söyledikleri şöyle idi: “Sizler, Rab İsa Mesih’in suçlu katillerisiniz. O’nu aldınız ve kötülüğün elleri ile çarmıha çivilediniz. Ama Tanrı O’nu ölümden diriltti ve göklerde Sağında oturtarak yüceltti. O, bugün et ve kandan oluşan yüceltilmiş bir beden içinde Tanrının sağında oturuyor. Çivi delikleri bulunan elinde evrensel egemenliğin asasını tutuyor. Dünyayı adalet ile yargılamak için tekrar geri gelecek. Ve sizin yapacağınız en iyi şey TÖVBE ETMEK ve İMAN İLE O’na dönmektir. Kurtuluşun TEK yolu budur. Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiç bir ad yoktur.”
Oh, yücelik içindeki İnsan’ı yeni ve taze bir görüm ile görebilmek! Ve O’nun alnını taçlandıran çok sayıdaki yücelikleri anlatacak bir dile sahip olmak! O zaman Pentikost gününde olduğu gibi, günahkarlar O’nun önünde kesinlikle titreyecekler ve şöyle bağıracaklar,”Kardeşler, ne yapmalıyız?”
2 Şubat
“… ‘Işık karanlıktan parlayacak’ diyen Tanrı, İsa Mesih’in yüzünde parlayan Kendi yüceliğini tanımamızdan doğan ışığı bize vermek için yüreklerimizi aydınlattı.” (2.Korintliler 4:6)
“Tanrı ışığı bize vermek için… yüreklerimizi aydınlattı.” Burada öğrendiğimiz şudur: bizler Tanrının bereketlerinin ucu ya da sonu değil, yalnızca kanallarıyız. “Tanrı aydınlattı” ifadesi, tövbe etmemize işaret eder. Oysa ilk yaratılışta Tanrı ışığa parlamasını emretti, yeni yaratılışta ise Tanrının Kendisi yüreklerimizde parladı.
Ama Tanrı bunu O’nun bereketlerinin kabarmasını bencilce bir şekilde biriktirip saklayabilmemiz için yapmadı. Bunu yapmasının nedeni, İsa Mesih’in yüzünde parlayan Kendi yüceliği ile ilgili bilgi, bizler aracılığı ile diğer kişilere bildirilmesidir.
Pavlus aynı nedenle şunları söyledi: “Tanrı, uluslara müjdelemem için Oğlunu bana göstermeye razı oldu” (Galatyalılar 1:16). Tanrı, Oğlunu bize açıklar, öyle ki biz de O’nu diğer kişilere açıklayalım. Bu gerçek yıllar önce tarafımdan anlaşıldığı zaman, Kutsal Kitabımın başında boş bırakılmış olan yaprağa şunları yazdım:
Eğer onların İsa Mesih hakkında
Tek görüşleri sende gördükleri İsa Mesih olacak ise,
O zaman ne görecekler, MacDonald?
MacPherson’un şu sözlerine şaşmamak gerekir: “Vaaz etmek, muhterem, yüce, huşu yaratan ve doğaüstü bir eylem ise, bir Kişi’nin bir kişi aracılığı ile bir kişiler topluluğuna aktarılması sonsuza kadar kalıcı olan İsa’nın ifade edilmesidir.” MacPherson, bu sözlerine Kral V.George radyoda konuştuğu ve söylediklerini Amerika işittiği zaman meydana gelen bir olay aracılığı ile şu örneği ekledi: New York istasyonunda çok önemli bir kablo koptu ve personel büyük bir panik yaşadı. “Sonra Harold Vivien adlı genç bir teknisyen bir anda ne yapılması gerektiğini gördü. Kopan kablonun uçlarını bir araya getirerek onları, kraliyet mesajı sona erene kadar tüm gücü ile ve kahramanca tuttu. İki yüz elli voltluk elektrik vücudunu, başından ayaklarına kadar şiddetle sarstı ve çok büyük acı çekmesine neden oldu. Ama o yine de kablo uçlarını bir arada tutmaktan vazgeçmedi. Azimle ve kararlılık ile insanlar kralın sözlerinin hepsini işitinceye kadar kablonun uçlarına yapışmış olarak kaldı.”
Dostları ilə paylaş: |