22 Mart
“Yürekten istemen iyi bir şey.” (1.Krallar 8:18)
Davut’un yüreğindeki en büyük arzulardan bir tanesi Yehova için Yeruşalim’de bir Tapınak inşa etmek idi. Rab ona Tapınağı inşa etmesi için izin verilmeyeceğine dair söz gönderdi, çünkü Davut bir savaşçı idi, ama Rab sözlerine şu önemli kelimeleri ekledi: “adıma bir tapınak yapmayı yürekten istemen iyi bir şey” dedi. Bu ifadeden anladığımıza göre, Tanrı, O’nun için duyduğumuz arzuları yerine getiremeyeceğimiz zaman, eylemimiz olmasa da arzumuzu hesaba katmaktadır.
Ancak başarısızlığımız sürüncemede bırakmamızdan ya da eylemsizliğimizden kaynaklandığı zaman, Tanrının düşüncesi yukarda belirttiğimizden farklı olacaktır. Burada yürekten istemek yeterli değildir. Her zaman söylendiği gibi cehennemin caddeleri iyi niyetler ile döşenmiştir.
Ancak Hıristiyan yaşamında Rabbi hoşnut etmemiz için bir şey yapmak istediğimiz zaman, bizim kontrolümüz dışındaki koşullar tarafından engellenen pek çok durum da söz konusudur. Örneğin tövbe etmiş genç biri, vaftiz olmak ister ama imansız annesi ve babası tarafından vaftiz edilmesi yasaklanır. Böyle bir durumda Tanrı, bu genç imanlı evinden ayrılıp anne ve babasına bağımlı olmadan O’na itaat edebileceği zamana kadar onun vaftiz edilmemesini vaftiz edilmiş sayar.
Bir Hıristiyan hanım yerel topluluğun tüm toplantılarına katılmayı arzu eder, ama sarhoş kocası onun evde kalması için ısrarcı davranır. Rab hem onun kocasına olan bağımlılığını hem de O’nun adı ile diğer kişiler ile bir araya gelmeyi arzu etmesini ödüllendirir.
Yaşlı bir kız kardeş diğer kişilerin bir Kutsal Kitap konferansında yemek hizmeti vermelerini izlerken ağladı. Yemek hizmeti vermek kendisi için yıllar boyunca büyük bir sevinç olmuş idi, ama şimdi fiziksel olarak bunu yapamayacak bir durumda idi. Tanrı açısından bu yaşlı kız kardeş, döktüğü gözyaşları için, diğer kişilerin verdikleri hizmet nedeni ile alacakları ödül kadar zengin bir ödül alacaktır.
Hizmet bölgelerinde görev yapmak için istekli olarak kendilerini sunan kişilerin sayısını kim bilebilir? Ama yine de hiç bir zaman oturdukları kentin dışına dahi çıkamamış olmalarına ne demeli? Tanrı bilir – ve tüm bu kutsal istekler Mesih’in yargı kürsüsünün önünde ödüllendirileceklerdir.
Bu ilke, aynı zamanda verme konusunda da geçerlidir. Daha şimdiden Rabbin işinde fedakarlıkta bulunarak yatırım yapmış olan ve bundan daha fazlasını da verebilmeyi arzu eden pek çok kişi mevcuttur. Gelecekte bir gün tanrısal hesap defteri onların daha fazlasını verdiklerini gösterecektir.
Hastalar, özürlüler, eve kapanmış olanlar ve yaşlılar ilk onura sahip yerlerden kesilip atılmamışlardır, çünkü “Tanrı merhameti sayesinde bizi yalnız başarılarımıza göre değil, kurduğumuz hayallere göre de yargılayacaktır.”
23 Mart
“Tanrım Rabbe karşılığını ödemeden yakmalık sunular sunmam.” (2.Samuel 24:24)
Davut’a, Rabbin vebayı durdurduğu yerde yakmalık sunu sunması buyrulduğu zaman, Aravna Davut’a, yakmalık sunu için öküzler ve odun için düvenler ile öküzlerin takımlarını sundu. Ama Davut bunları satın alma konusunda diretti. Rabbe karşılığını ödemediği bir şeyi sunmak istemiyordu.
Hıristiyan olmak için hiç bir bedel ödenmesi gerekmediğini biliyoruz, ama aynı zamanda içten bir öğrencilik yaşamının çok fazla şeye mal olması gerektiğini de biliyoruz. “Hiç bir şey ödenmeyen bir dinin hiç bir değeri olmadığını biliyoruz.”
Adanmışlığımızın ölçüsüne çok sık olarak rahatlık, bedel ve refah ile ilgili düşünceler tarafından karar verilir. Evet, eğer yorgun değil isek ya da başımız ağrımıyor ise, dua toplantısına gideceğiz. Evet, eğer saati dağlarda geçirilecek bir hafta sonu ile çatışmıyor ise Kutsal Kitap sınıfında öğreteceğiz.
İnsanların içinde dua etmek, bir tanıklıkta bulunmak ve müjdeyi vaaz etmek bizi gergin yapabilir – bu nedenle sessiz kalırız. Bitlenme ya da pirelenme korkusu nedeni ile kurtarma hizmetinde görev almak için arzu duymayız. Hizmet alanına gitme düşüncesine zihnimizi kapatırız, çünkü yılanlardan ya da örümceklerden korkarız.
Verdiklerimiz genellikle bir kurban yerine bir bahşiştir. Eksikliğini hiç bir zaman hissetmeyeceğimiz bir şeyi veririz – durumumuz elinde kalan son şeyi veren dulun durumundan çok farklıdır. Konukseverliğimizin ölçüsü, masraflara, evimizde hissedeceğimiz rahatsızlığa ve karışıklığa bağlı olarak kararlaştırılır – bu durum evindeki her halının üzerine kusmuş olan sarhoşlar yüzünden lekelendiğini söyleyen canlar kazanan birinin durumundan farklıdır. İhtiyaç içinde olan insanlara verebileceklerimiz su yatağımıza uzanıp yattığımızda son bulur – bu durum ruhsal ya da maddesel yardım için her saat uyandırılmaya istekli olan kilise ihtiyarının durumundan farklıdır.
Mesih’in çağrısı bize geldiği zaman, kendimize şu soruları sorma eğilimini gösteririz, “Bu çağrıda bana düşen nedir?” “İşe yarayacak mı?” Aslında sorularımız şu tür sorular olmalıdır: “Bu gerçekten bedel ödeten bir sunu mudur?” Birinin söylediği şu sözler çok yerindedir: “Ruhsal yaşamda olması gereken en iyi şey, ödemeden çok bedel ödemektir.”
Kurtuluşumuzun Kurtarıcımıza neye mal olduğunu düşündüğümüz zaman, O’nun uğruna bedel ödemek ve fedakarlıkta bulunmak çok zayıf bir karşılık olarak kalır.
24 Mart
“Ama lütuf her birimize Mesih’in armağanı ölçüsünde bağışlandı.” (Efesliler 4:7)
Her zaman hatırlamamız gereken şey şudur: Rab bize ne zaman bir şey yapmamızı söyler ise, aynı zamanda ihtiyacımız olan gücü de verir. O’nun tüm buyrukları O’nun gücünü de kapsar, O’nun buyrukları imkansızlık alanında olsa bile.
Yitro Musa’ya şöyle dedi: “Eğer böyle yaparsan Tanrı da buyurur ise, dayanabilirsin.” (Mısır’dan Çıkış 18:23) ”İlke, Tanrının, İnsanına, ona vermiş olduğu her görevi yerine getirmesi için gerekli sorumluluğu üstlenecek gücü de sağlıyor olmasıdır.” (J.O.Sanders)
Rab İsa hizmeti sırasında en azından iki kez felçli iki adam ile karşılaştı (Matta 9:6, Yuhanna 5:9). Her iki durumda da ayağa kalkmalarını ve şiltelerini taşımalarını söyledi. Bu kişiler itaat etme isteklerini uyguladıkları zaman, çaresiz haldeki hareketsiz organlarına güç aktı.
Petrus eğer su üstünde yürümesi için kendisini çağıran Rab İsa ise, o zaman suyun üzerinde yürüyebileceğini hissetti. İsa, ona “Gel!” der demez, Petrus tekneden çıktı ve suyun üzerinde yürüyebildi.
Kurumuş eli olan adamın elini uzatabileceği kuşkulu idi; ama Rabbimiz ona elini ileri uzatmasını söylediği zaman, adam söyleneni yaptı ve eli iyileşti.
Bir kaç somun ekmek ve balık ile beş bin kişiyi doyurma fikri gerçekleşmesi imkansız gibi görünen bir fikir idi. Ama İsa, öğrencilerine, “Onlara yiyecek bir şeyler verin” dediği zaman, bu imkansız durum ortadan kayboldu.
Lazarus, İsa, “Lazarus, dışarı çık!” dediği zaman, dört gündür mezarda yatmakta idi. İsa’nın bu buyruğuna, gerekli olan güç de dahil edilmişti. Lazarus mezardan çıktı.
Bu gerçeği kendimize mal etmemiz gerekir. Tanrı bizi yönlendirdiği zaman, asla yapamayacağımızı söyleyerek oyunbozanlık etmemeliyiz. Eğer O bize bir şey yapmamızı söylüyor ise, bu iş için gerekli gücü de sağlayacaktır. Birinin söylemiş olduğu şu sözler çok doğrudur: “Tanrının isteği sizi asla Tanrının lütfunun desteklemeyeceği bir yere yönlendirmeyecektir.”
Aynı şekilde, Tanrı size bir şey yapmanızı buyurdu ise, bu buyurduğu şey için gerekli ekonomik desteği de sağlayacak demektir. Eğer bizi O’nun yönlendirdiğinden emin isek, para konusunda kaygılanmamız gerekmez. O, Sağlayacak’tır.
Halkının geçebilmesi için Kızıldeniz’i ve Şeria ırmağını ortadan ikiye ayıran Tanrı, bu gün de aynıdır. Halkı O’nun isteğine itaat ettiği zaman, Tanrı hala imkansızlıkları ortadan kaldırma görevini sürdürmektedir. O, hala buyurmuş olduğu her şeyin yapılması için gerekli olan tüm lütfu sağlar. Ve hala O’nu hoşnut eden şeyi yapmamız için bize istek veren ve güç sağlayan işleyişi ile bizde çalışır.
25 Mart
“Başlangıçta Tanrı---“ (Yaratılış 1:1)
Yaratılış 1:1 ayetinin ilk dört sözcüğünü ayırdığımız takdirde, bu sözcükler tüm yaşam için bir tür vecize oluştururlar. “Önce Tanrı” demektedirler.
Bu aynı vecizeyi ilk buyrukta görebiliriz. “Benden başka tanrın olmayacak.” Hiç bir şey ve hiç kimse gerçek ve diri Tanrının yerini almamalıdır.
Aynı konunun İlyas’ın öyküsünde öğretildiğini görürüz ve bu öyküdeki dul kadını hatırlarız; oğlu ve kendisi için son pidesini yapmak için sakladığı küpteki bir avuç ununu ve çömleğin dibindeki azıcık yağını esirgememişti.(1.Krallar 17:12) İlyas kadını çok şaşırtan bir şey söyledi: “Önce bana küçük bir pide yapıp getir.” İlyas’ın bu sözleri kulağa çok büyük bir bencillik ifadesi olarak gelmesine rağmen, bencillik değildi. İlyas Tanrının bir temsilcisi idi. Söylediklerinin anlamı şuydu: “Yalnızca, Tanrıyı ilk sıraya koy, o zaman yaşamdaki ihtiyaçların için sağlayış asla eksilmeyecek.”
Rab İsa yüzlerce yıl önce Dağda iken, şu sözleri ile aynı konuda öğretti: “Siz öncelikle O’nun egemenliğinin ve O’ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size bütün bunlar da verilecektir.” (Matta 6:33) Yaşamdaki temel ayrıcalık O’nun egemenliği ve O’ndaki doğruluktur.
Kurtarıcı yine aynı şekilde öncelik isteyen bu talebini Luka 14:26 ayetinde de dile getirdi, “Biri bana gelip de babasını, annesini, karısını, çocuklarını, kardeşlerini hatta kendi canını bile gözden çıkarmaz ise, öğrencim olamaz.” İlk yer Mesih’e ait olmalıdır.
Ama Tanrıyı ilk sıraya nasıl koyabiliriz? İlgilenmemiz gereken bir ailemiz var. Düşünmemiz gereken dünyevi işlere sahibiz. Zamanımızı ve kaynaklarımızı elde etmek için haykıran bir çok işimiz var. Tanrıyı, öyle büyük bir sevgi ile sevmemiz gerekir ki, tüm diğer sevgiler ile Tanrıya olan sevgimiz kıyaslandığı zaman, diğer sevgilerin hepsi gözden çıkarılan sevgiler olsun. Maddesel olan her şeyi O’ndan gelen emanetler olarak kullandığımız zaman, bu şeylerin hepsi O’nun krallığı ile bağlantılı olarak kullanılmış olurlar. İyi şeylerin bile bazen en iyi şeylerin düşmanı olduklarını hatırlayarak sonsuz değerler ile ilgili konulara en büyük önceliği veririz.
İnsanın en büyük ihtiyacı Tanrı ile doğru bir ilişki içinde olmasıdır. Doğru ilişki, Tanrıya ilk yerin verildiği ilişkidir. İnsan Tanrıyı ilk sıraya koyduğu zaman bile bazı sorunları olacaktır, ama yaşamdan doyum alması mümkün olacaktır. Ama Tanrıyı ikinci sıraya koyduğu zaman, sadece sorun yaşayacaktır ve sefil bir varoluş içinde hayatını sürdürecektir.
26 Mart
“Bundan sana ne? Sen ardımdan gel!” (Yuhanna 21:22)
Rab İsa Petrus’a yaşlanacağını ve sonra şehit olarak öleceğini tam söylemişti ki, Petrus hemen Yuhanna’ya doğru baktı ve yüksek ses ile Yuhanna’nın daha iyi bir geleceği olup olmayacağı konusundaki merakını dile getirdi. Rabbin Petrus’a yanıtı ise şöyle oldu: “Bundan sana ne? Sen ardımdan gel!”
Petrus’un tutumu bize Dag Hammarskjold’un şu sözlerini hatırlatır: “Size verilmeyen bir şeyden diğer kişilerin zevk almaları halinde duyduğunuz acılık, her şeye rağmen, her zaman, ani öfke ile parlamaya hazırdır. Bu acılık en iyi hali ile bir kaç güneşli gün boyunca sesini çıkarmadan durabilir. Ama yine de söz ile anlatılamaz bu kötü seviyeye geldiği zaman, kendisini hala ölümün gerçek acılığının bir ifadesi olarak gösterir – diğer kişilerin yaşamalarına izin verilmiş olması ile ilgili gerçek acıdır.”
Rabbin sözlerini yürekten kabul ettiğimiz takdirde, bu tutumumuz Hıristiyan halkı arasındaki pek çok sorunu çözecektir.
Diğer kişilerin bizden daha fazla refah içinde olduklarını gördüğümüz zaman, güceniklik duymamız çok kolay olur. Rab onların yeni bir eve, yeni bir arabaya ve göl kenarındaki bir dağ evine sahip olmalarına izin vermiştir.
Biz, iki ya da üç kronik hastalık ile mücadele eder iken, Rabbe daha az adanmış olduklarını gözlemlediğimiz diğer kişilerin sağlıkları yerindedir.
Bir aile, atletizm ve akademi konusunda başarılı güzel görünümlü çocuklara sahiptir, bizim çocuklarımız ise sıradan ve dikkat çekmeyen çocuklardır.
Diğer imanlıların bizim yapma özgürlüğümüzün olmadığı şeyleri yaptıklarını görürüz. Yaptıkları şeyler günahlı olmasa dahi, yine de onların özgürlükleri nedeni ile güceniklik duyarız.
Söylemesi üzücü, ama Hıristiyan görevliler arasında belirli ölçüde bir kıskançlık da söz konusudur. Bir vaiz gücenir, çünkü bir başka vaiz daha büyük rağbet görmektedir, daha fazla dostu vardır, herkesin dikkatini daha çok çeker. Ya da bir başka vaiz darılır ve kırılır, çünkü meslektaşı kendisinin onaylamadığı yöntemler kullanır.
Rab, tüm bu değersiz tutumlara karşı, çarpıcı güce sahip şu sözleri söyler: “Bundan sana ne? Sen ardımdan gel!” Rabbin, diğer Hıristiyanlara nasıl davrandığı bizi gerçekten hiç ilgilendirmez. Bize düşen sorumluluk, O’nun bizim için planlamış olduğu yol ne olur ise olsun, O’nun ardından gitmektir.
27 Mart
“Yel dilediği yerde eser.” (Yuhanna 3:8)
Tanrının Ruhu egemendir; dilediği şekilde hareket eder. Biz onu belirli bir şekle sokmaya gayret ederiz, ama bu konudaki girişimlerimiz her zaman hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır.
Kutsal Ruhun şekillerinin çoğu akıcıdır – rüzgar, ateş, yağ ve su. Bunları elimiz ile tutmaya çalışırız, ama onlar sanki bize, “Bizi elinizde tutmayın” der gibidirler.
Kutsal Ruh hiç bir zaman, ahlaki açıdan yanlış olan bir şey yapmayacaktır, ancak diğer alanlarda istisnai ve alışılmamış şekillerde hareket etme hakkını mahfuz tutar. Örneğin, Tanrının erkeğe baş olma görevini verdiği doğrudur, ama Kutsal Ruhun, arzu ettiği takdirde Tanrının halkına önderlik etmek üzere ortaya bir Debora çıkaramayacağını söyleyemeyiz.
Çökme günleri söz konusu olduğu zaman, Kutsal Ruh normalde yasaklanmış olan davranışlara izin verir. Bu nedenle, Davut ve adamlarına yalnızca kahinler için ayrılmış olan mayasız ekmekten yemeleri için izin verildi. Ve öğrenciler Şabat gününde buğday başakları kopardıkları zaman hatalı hareket etmiş olmadılar.
İnsanlar Elçilerin İşleri kitabında, müjdenin duyurulması ile ilgili kesin ve önceden bildirilen bir örneğin mevcut olduğunu söylerler. Ancak benim bu konuda görebildiğim tek örnek, Kutsal Ruhun egemen olmasıdır.
Elçiler ve diğerleri müjdeyi yayma konusunda bir metin kitabı izlemediler; Kutsal Ruhun yönlendirişinin ardından gittiler; bu yönlendirme genellikle insan sağduyusunun söyleyeceği şeyden oldukça farklı idi.
Örneğin, Kutsal Ruhun Filipus’u Yeruşalim’den Gazze’ye inen çöl yolunda yolculuk eden yalnız bir Etiyopyalı vezire tanıklık etmesi için Samiriyedeki başarılı bir uyanıştan ayrılmaya yönlendirdiğini görürüz.
Günümüzde Kutsal Ruha O’nun ne yapabileceği ya da ne yapamayacağı konusunda dikte etmeye karşı kendimizi korumamız gerekir. Kutsal ruhun asla günahlı bir şey yapmayacağını biliriz. Ama diğer alanlarda Kutsal Ruhtan sıra dışı şeyler yapması beklenebilir. Kutsal Ruh belirli bir yöntem dizisi ile sınırlı değildir. Bizim geleneksel yollarımız da O’nu hiç bir şekilde bağlamaz. Kutsal Ruh biçimciliği, törenciliği ve ölü işleri kendine özgü bir şekilde protesto ederek uyandıran gücü ile yeni akımlar yaratır. Bu yüzden Kutsal Ruhun bu egemen işleyişine kendimizi açık tutalım ki, O işlediği zaman, kenarda oturup eleştiri yapar halde yakalanmayalım.
28 Mart
“Amnon Tamar’dan öylesine nefret etti ki, ona duyduğu nefret, beslemiş olduğu sevgiden daha güçlü idi.” (2.Samuel 13:15)
Amnon üvey kız kardeşi Tamar için şehvet ile yanıyordu. Tamar güzel bir kız idi ve Amnon onunla yatmaya kararlı idi. Yapmak istediği şeyin Tanrının Yasası tarafından kesin olarak yasaklandığını bildiği için kızgındı. Ama Tamar’a duyduğu arzu ile öylesine yanıyordu ki, bu arzusundan başka hiçbir şey Amnon için önemli görünmüyordu. Bu nedenle, hasta numarası yaptı, Tamar’ın odasına getirilmesini sağladı ve ona tecavüz etti. Bir anlık isteği uğruna her şeyi feda etmeye istekli idi.
Ama sonra sevgisi nefrete dönüştü. Bencil bir şekilde Tamar’ı üzdükten sonra, onu küçümsedi ve belki de onu bir daha asla görmemeyi arzu etti. Uşağı çağırıp Tamar’ı odasından dışarı çıkardı ve arkasından odasının kapısını sürgületti.
Tarihin bu kısa öyküsü her gün tekrar edilmektedir. Kendince özgür toplumumuzda ahlak ölçüleri aşırı şekilde terk edilmiş durumdadır. Evlilik öncesi cinsel yaşam normal olarak kabul edilmektedir. Çiftler evlilik resmiyeti olmadan birlikte yaşıyorlar. Fahişelik yasal hale geldi. Homoseksüellik ise kabul edilen bir yaşam tarzı seçeneği olarak görülmekte.
Genç yaşlı herkes hoşlandığı birini görüyor ve bu yeterli oluyor. Birbirlerinden hoşlanmalarından daha yüksek bir yasa olduğunun farkında değiller. Hiç bir sınırlama onları bağlamıyor. İstedikleri şeyi elde etmek konusunda kararlı davranıyorlar. Bir düşüncenin doğruluğunu ya da yanlışlığını dikkate almıyorlar ve bir başka şekilde de normal bir yaşam sürebileceklerini akılları almıyor. Bu yüzden, Amnon’un yaptığı gibi tehlikeli bir girişimde bulunuyorlar ve doyuma ulaştıklarını düşünüyorlar.
Ama ilk anda çok güzel görünen şey, daha sonra genellikle çok kötü görünüyor. Suçluluk, ne kadar şiddetli bir şekilde inkar edilirse edilsin kaçınılmaz hale geliyor. Karşılıklı bir öz saygı kaybı gücenikliğe yol açıyor. Bu güceniklik daha sonra tartışmalar ile kaynıyor ve sonunda nefrete dönüşüyor. Bir zamanlar vazgeçilemez olarak görülen kişi sonradan kesinlikle itici hale geliyor. Bu noktadan sonra da dayak atmalar, mahkemelerde süren davalar ve hatta cinayet bile söz konusu olabiliyor.
Şehvet, kalıcı bir ilişki için çürümüş bir temel teşkil eder. İnsanlar, Tanrının yasasına aldırmadıkları zaman, kendi kayıplarına ve yıkımlarına yol açmış oluyorlar. Yalnızca Tanrının lütfu, bağışlama, şifa ve yenileme getirebilir.
29 Mart
“Askerlik yapan kişi, günlük yaşam ile ilgili işlere karışmaz, kendisini askerliğe çağıranı hoşnut etmeye çalışır.” (2.Timoteos 2:4)
Hıristiyan Rab tarafından çağrılmıştır ve O’nun için aktif hizmettedir. Kendisini günlük yaşamın işlerine karıştırmaması gerekir. Buradaki vurgu ‘karışma’ sözcüğü üzerindedir. Kişi, kendisini dünyasal işlerden bütünü ile ayıramaz. Ailesi için gerekli olan yaşam koşullarını sağlayabilmesi için çalışmak zorundadır. Bu noktada, kaçınılması imkansız olan bazı günlük ilgi alanları ile ilgili belirli sayıda işler olacaktır. Aksi takdirde, Pavlus’un bize 1.Korintliler 5:10 ayetinde hatırlattığı gibi, bu dünyadan çıkıp gitmesi gerekir.
Ancak bu günlük işlere karışmış hale gelmesine izin vermemesi gerekir. Önceliklerini sağlam bir şekilde muhafaza etmelidir. Kendi içinde iyi olan şeyler bile bazen en iyinin düşmanları haline gelebilirler.
Wm. Kelly “kendimizi günlük yaşamın işlerine karıştırmamızın”, iyi niyetli bir partner olarak bir başka kişinin dış işleri ile ilgilenmemizin, gerçekten dünyadan ayrılmaktan vazgeçmemiz anlamına geldiğini söyler.
İnsanların sorunlarına çözüm getirmek amacı ile dünya politikasına dahil olduğum zaman, dünya işlerine karışmış olurum. Bu davranışım “Titanik’in güvertedeki şezlonglarını yeniden düzenlemek” gibi bir konu için zaman harcamama benzer.
Ya da Müjde yerine, sosyal hizmet üzerinde daha fazla durduğum zaman, dünyanın her derdine deva bulmak isteyen biri olarak dünya işlerine karışmış olurum.
Çabalarımın çoğunu ve en iyilerini para kazanmak için harcar isem, iş hayatı beni öylesine sıkı bir şekilde kavrar ki, yine dünya işlerine karışmış olurum. Böylece yaşamımı kazanırken, bir yaşam kaybetmiş olurum.
Tanrının egemenliği ve O’ndaki doğruluk yaşamımdaki ilk yerden gittiği zaman, dünya işlerine karışmış olurum.
Sonsuzluğa ait bir çocuk olarak benim için gereğinden fazla önemsiz işler tarafından ele geçirildiğim zaman, dünya işlerine karışmış olurum – domates ve kazık otundaki mineral eksiklikleri, Wyoming antilopunun yaz alışkanlıkları, pamuklu tişörtlerin mikrobik içeriği, patates cipslerindeki yanığın reaksiyonu ya da bir güvercinin gözündeki yön hareketleri gibi. Bu tür araştırma ve incelemeler yaşamın bir parçası olarak yerinde çalışmalar olabilirler, ama bir yaşam tutkusu ile kıyaslandıkları zaman hiç bir değerleri yoktur.
30 Mart
“Tanrının, kendisini sevenler ile amacı uyarınca çağrılmış olanlar ile birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz.” (Romalılar 8:28)
Bu ayet, durumumuz en kötü hale geldiği zaman, zihnimizi en çok karıştıran ayetlerden biridir. Rüzgar yumuşak estiği sürece, “Rab, iman ediyorum” demek kolaydır. Ama yaşamın fırtınaları şiddetlendiği zaman, “Rab, imansızlığıma yardım et” deriz.
Ve yine de buna rağmen, bu ayetin doğru olduğunu biliriz. Tanrı her durumu iyilik için işler. Bunun doğru olduğunu biliriz, çünkü Kutsal Kitap böyle söyler. Göremediğimiz ya da anlayamadığımız zaman dahi iman bu söze sahip çıkar.
Tanrının karakterinden ötürü bu sözün doğru olduğunu biliriz. Eğer O sınırsız sevginin, sınırsız bilgeliğin ve sınırsız gücün Tanrısı ise, o zaman O’nun planlarının ve işleyişinin bizim için en iyisi olduklarını biliriz.
Bu ayetin doğru olduğunu Tanrı halkının yaşadığı tecrübelerden de biliriz. Choice Gleanings’de bir gemi enkazından kurtulan tek kişi olan ve tek bir insanın bile yaşamadığı bir adaya düşen birinin öyküsü anlatılır. Bu kişi kurtulmak için Tanrıya dua eder ve her gün gayret ile ufka bakar ve bir geminin geçmesini bekler. Bir gün kulübesinin yandığını görerek dehşete düşer; ıssız adada sahip olduğu tek şeyden geriye dumanlar kalmıştır. En kötü olarak görünen bu durum aslında o anda başına gelebilecek en iyi durumdur. Onu kurtarmaya gelen geminin kaptanı, “Dumanlar ile verdiğiniz işaretleri gördük” der. Eğer yaşamlarımız Tanrının ellerinde ise, o zaman “yaşadığımız her durumun iyiliğimiz için işleyeceğini” hatırlayalım.
İtiraf etmemiz gerekiyor ki, yük taşınamayacak kadar ağır ve karanlık tahammül edilemeyecek kadar koyu hale geldiği zaman, imanımız sarsılır. Umutsuzluk içinde, “Bu durumdan ortaya nasıl iyi bir şey çıkabilir?” diye sorarız. Bu sorunun yanıtı vardır. Tanrının işlediği iyiliği bir sonraki ayette okuyabiliriz (Romalılar 8:29) – “Oğlu2nnun benzerliğine dönüşmemiz için.”
Heykeltraşın keskisi, insanın görünümünün ortaya çıkması için mermeri harcar. Yaşamın darbeleri de aynı şekilde O’nun kutsanmış benzerliğine dönüştürülmemiz için bizde değersiz olan her şeyi yontup atar. Bu nedenle yaşamın krizlerinde herhangi iyi bir şey bulamazsanız, bunu, yani Mesih’in benzerliğine dönüştürülmeyi hatırlayın.
31 Mart
“Gözetmen yeni iman etmiş biri olmamalı. Yoksa gurura kapılıp İblis’in uğradığı yargıya uğrayabilir.” (1.Timoteos 3:6)
Elçi Pavlus bir gözetmenin özelliklerini sıralar iken, bu görevin imanda yeni olan bir kişi tarafından yerine getirilmesi varsayımına karşı tedbirli davranılmasını ister. Gözetmenlik, yalnızca, ruhsal olgunluk ve tanrısal deneyim ile sağlanan bilgelik ve sağduyulu yargı talep eder. Ama yine de bu ilke sık sık ihlal edilir! Başarılı genç bir iş adamı, politikacı ya da profesyonel bir kişi yerel kiliseye katılarak paydaşlığa başlar. Eğer bu kişiyi topluluğu hemen dahil etmez isek, onun bizden ayrılıp başka bir topluluğa gideceğini hissederiz, bu nedenle onu bir mancınık ile önderlik konumuna atarız. Aslında Pavlus’un kilise görevlilerinin atanması konusunda verdiği öğütleri daha iyi izlememiz gerekir, “…bunlar önce denensin.”
Bu ruhsal ilkenin daha çok göze çarpan bir ihlali müjdecilik semalarında tanıtılan ve rağbet gören yeni iman etmiş yıldızlara gösterilen davranışlarda gerçekleşir. Bu kişilerden biri Mesih’e yeni iman etmiş olan bir futbol kahramanı olabilir. Böyle birinin dindar destekleyicisi, ona sımsıkı yapışır ve onu Dan’dan Beerşeba’ya olan tüm yol boyunca afişe eder. Bir Hollywood yıldızının yeniden doğduğuna ilişkin bir söz duyulur duyulmaz, bu kişi gazetelerin baş sayfalarında yer alır. Kendisine, ölüm cezasından evlilik öncesi cinsel yaşam ile ilgili konulara kadar bir çok konuda ne düşündüğü sorulur – sanki yeniden doğmuş olması bu kişiye tüm konularda aniden bir bilgelik kazandırmış gibi hareket edilir. Ve şimdi de daha önceden bir hapishanede mahkum olan biri Rabbe gelmiştir. Terfisini temin etmeye uğraşan açgözlü kişiler tarafından istifade edilmek istenen bu kişi için endişe duyarız.
Dr.Paul Van Gorder, “Ben hiç bir zaman dizleri üstünde yeni tövbe etmiş bir günahkarı kaldırmaktan ve onu bir kalabalığın önünde sergilemekten yana olmadım. Eğlence, spor ve politika dünyasının tanınmış kişilerini zamanından önce müjdecilik platformuna getirerek sergilemek, Mesih’in davasına telafi edilemeyecek kadar büyük zarar getirmiştir. Tanrı sözünün tohumu nüfuz edinceye ve gerçekten kök salıncaya kadar böyle bir davranışta bulunmak son derece hatalıdır.”
Dostları ilə paylaş: |