Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 7,93 Mb.
səhifə128/148
tarix08.01.2019
ölçüsü7,93 Mb.
#92679
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   148

SELAMLIK

Tanzimat yenilikleri, selamlık dairelerini daha çok etkiledi ve Batı mimari üsluplarıyla inşa edilen yeni büyük konaklarda selamlık dairelerine bütün bir ön cephe ayrıldı. Dolmabahçe Sarayı'mn(->) ma-beyn-i hümayun denen, kentteki selamlık dairelerinin en büyüğü ve görkemlisi olan bölümü de bu yeni dönemdeki selamlık anlayışına bir örnek teşkil etti. Sa-hilsaraylar, yalılar, kent içi konaklar, Tanzimat'ın getirdiği modalara ve açılışlara uygun planlara göre inşa edilirken selamlıkla haremi tek çatı altında bir araya getiren ve mabeyin dairesinin işlevselliğini artıran bir yapılanmaya yönelindi. Giderek haremle daha iç içe, "dönme dolap" düzeneği ile tek mutfaktan servis olanaklı, hattâ daha modern konaklarda harem ve selamlık ayrımlarına yer verilmeksizin simetrik planlar tercih edilmeye başlandı. Bu süreçte, selamlığı 2-3 mabeyin odası ile bir "başoda" temsil ederken tek çatı altında aile bireylerinin daha sık bir araya gelmeleri, kaçgöç geleneklerinin terk edilmesi de tedricen yaşandı.

İstanbul evlerinin selamlık dairelerinin, Lale Devri'nden Tanzimat'a kadarki süreçte saptanabilen bir diğer özelliği, kültürel ve sanatsal etkinliklere mekânlık etmesidir. İstanbul selamlıklarına özgü etkinlikler, içkili eğlencelerden, heyet-i vükelâ oturumlarına, padişah ağırlamalarına, dinsel törenlere ve toplantılara, özel derslere ve söyleşilere değin çok yönlü ve kent kültürünün oluşumunda etkili olageldi. Bu gelişim özellikle konak sahibinin kişiliğine ve babadan oğula korunabilen mevkilerin ve servetlerin sağladığı olanaklara bağlı kaldı. Vezir ve ulema ailelerinin konakları, çoğu kez 3-5 kuşak boyunca birer resmi, dini kurum, okul işlevinde olabilmek-

Eski bir kartpostalda bir İstanbul evinin selamlık kısmının dıştan görünüşü.



Cengiz Kahraman arşivi

SELAMLIK

494

495

SELANİKLİLER

teydi. Hekimbaşızadelerin(->), Samipaşaza-deler'in(-t) selamlıkları, bu tür işlevlere verilebilecek yüzlerce örnekten ikisidir.

Büyük konakların ve sahilhanelerin selamlıkları, sahiplerinin serveti ve mevkii ile uyumlu olarak "paşa dairesi", "kethüda dairesi", "ağa odaları" vb iç bölümleri kapsayan en az 20-25 oda ve salondan oluşurken orta hallilerin evlerinde, yola cepheli ve 2-3 odadan ibaret "hariciye" denen küçük selamlık bölümleri vardı. Ailenin sosyal ve ekonomik durumuyla binanın büyüklüğü ve küçüklüğü, selamlığın iki ya da üç kat olmasını engellemeyen faktörlerdi. Esasen İstanbul evleri için çok katillik, yoksul-zengin her kesim için ortak bir gelenekti. Selamlıkların alt katında, hizmet personeline ayrılan odalar, kiler, koğuş vb bölümler yer alırken üst katlarda da kabul salonları, erkek konuklar için odalar, teneffüshane, kütüphane bulunurdu. Kahve ocağı, selamlıkların vazgeçilmez bir öğesi olup burada oturan uşak, ayvaz, çubukçu vb hizmetliler, ev sahibine ve konuklarına kahve, şerbet, çubuk, nargile servisi yaparlardı. Mutfakta hazırlanan yemekler de ya tabla usulü veya dönme dolap ile selamlıktakilere tevzi edilirdi. Dönme dolap düzeneği, selamlığa bitişik harem veya mabeyin odasının duvarına yerleştirilmiş, kat kat gözleri olan ve dön-dürülebilen ahşap birer dolaptı.

İstanbul yaşamının asıl renkli ve zengin gelenekleri, örneğin sünnet düğünleri, bayram kutlamaları, mevlitler, ziyafetler ve iftar davetleri çoğunca selamlıklarda yapılırdı. Edebi söyleşiler, dil, müzik, hat, tezhip çalışmaları, lisan öğrenimleri ile özel eğitim faaliyetleri de konak selamlıklarında sürdürülürdü. Bir konağın se-lamlığındaki bu tür etkinliklere düzenli olarak katılan ve konak sahibinin dostluğunu kazananlara "hanegî" denmekteydi. Her selamlığın paşa dairesi, kethüda ve ağa odaları da, Anadolu'daki "oda" geleneğinde olduğu gibi, semtin muhtelif tabakadan erkeklerine açık tutulur, herkes ko-

Kaçgöç geleneğinin değişmeye başladığı 19. yy'ın sonlarında selamlıkta toplu halde bir aile. Engin Çizgen, AH Sami 1866-1936, ist., 1989

numu gereği paşa dairesinde, kethüda odasında veya ağa odalarında akşam toplantılarına katılabilirdi.

Mabeyin, konut planında, arsanın ön tarafında yer alan selamlık ile arkadaki harem arasında ve daha çok selamlığın bir parçası işlevinde özel bir bölümdü. Burası, ailenin erkek ve kadın bireyleriyle çocuklarının sık sık bir araya geldiği salon ve odaları kapsardı. Yabancı erkek konuk bulunmadığı zamanlarda harem kadınlarının selamlık dairesine geçmeleri doğaldı. Bu nedenle de selamlığın sokağa bakan pencerelerinde "selamlık kafesi" denen parmaklıklar bulunurdu. Erkek konukların bulunmadığı, tören, toplantı, ziyafet olmadığı zamanlarda, geceleri selamlıkta oturulmaz, ailenin erkek bireyleri gecelik entarilerini giyerek mabeyinde veya haremde otururlardı. Sabahleyin, günlük veya resmi elbiselerini giyen erkekler haremden selamlığa geçerler, sabah kahvesi içip günlük direktiflerini verdikten sonra, selamlık kapısından uğurlanarak işlerine giderlerdi. Dönüşte de ilkin selamlığa çıkılırdı.

Zeyrek ve Fatih semtlerindeki ulema konaklarının selamlıkları daha çok birer medrese işlevinde olup Cevdet Paşa'nın deyimiyle buralara "vüzeradan ve ricalden pek çok zevat gelip konak sahibinin dini tasavvufi sohbetlerinden" yararlanırlardı. Örneğin şair Süleyman Fehim Efendi'nin Karagümrük'teki konağının selamlık dairesi bir edebiyat okulu, "mecmâ-i urefâ ve zurefâ" idi. Fehim Efendi "masrafını iradına uydurduğundan", özel olarak Farsça okutur, bu amaçla gelenler arada politika da konuşurlar, hattâ dedikodu da yaparlardı. Ulema konaklarmdaki kültürel ağırlıklı toplantılara "bezm-i urefâ" denir, bu oturumlarda şiirler okunup divanlar incelenir, yeni şairlerin eserleri eleştirilir, genç şairlere mahlaslar verilirdi. Karagümrük'teki Kuşadalı İbrahim Efendi'nin selamlığında, gündemi her zaman salt tasavvuf konularının oluşturması gibi, kimi devlet adamlarının, ulemanın, ricalin konakların-

da da çiçekçilik, kitap, hat vb gibi ihtisas konulan gündemde olurdu. Buna karşılık Tanzimat döneminde, alafranga yaşama sıcak bakan devlet adamlarının ve aydınların, örneğin Mustafa Reşid, Âli, Keçeciza-de Fuad, Midhat paşaların selamlıklarında hemen her akşam âb âlemleri(->) düzenlenir, bu içkili toplantıların gündemini ağırlıklı olarak politika oluşturur, arada fasıllar geçilir, nüktelere yer verilirdi. Bu toplantılara İstanbul'daki azınlıkların ileri gelenleri ve yabancı elçilik mensupları da katılırlardı.

19. yy'ın ikinci yarısında İstanbul selamlıklarının protokolü, konuk kalabalığı artarken dairelerin donanımları ve eşyası da Avrupai görünümler kazanmaya başladı. Sayıları yüzlerle ifade edilebilecek olan yeni selamlıklar arasında büyük vezirlerin konakları ve sahilhaneleri başçıl örnekleri oluşturmaktaydı. Mustafa Reşid Paşa'nın Baltalimanı ve Emirgân'daki; Hekimbaşıla-rın Bebek'teki; Fuad Paşa'nın, Saffet Paşa'nın Kanlıca'daki; Abbas Hilmi Paşa'nın Çubuklu'daki; Sadullah Paşa'nın Çengelköy'deki; Fethi Paşa'nın Kuzguncuk'taki; Hasib Paşa'nın Beylerbeyi'ndeki yalıları, selamlık daireleriyle ünlü olduğu gibi, Âli Paşa'nın, Midhat Paşa'nın, Kâmil Paşa'nın Beyazıt'taki; Saffet Paşa'nın Şehzadeba-şı'ndaki; Derviş Paşa'nın Çapa'daki; Abdur-rahman Sami Paşa'nın Horhor'daki konakları da modern atmosferleri ve eksilmeyen konukları ile ünlüydü. Nişantaşı'nda ise Tunuslu Hayreddin Paşa'nın, Necib Paşa'nın, Tophane Müşiri Zeki Paşa'nın; Maçka'da Kürt Said Paşa'nın konaklan yine se-lamlıklarıyla ünlenen mekânlardı. Keçeci-zade Fuad Paşa'nın yalısı, sık sık yinelenen ziyafetlerle ayrı bir üne sahipti. Çamlıca, Yakacık, Erenköy, Caddebostan, Kızıltop-rak, Kadıköy taraflarındaki sayfiye köşkleri, daha modern anlayışlarla yapıldığından, bunlarda selamlık-harem ayırımları yoktu. Buna karşılık, bu köşklerin arkalarında küçük hizmet yapıları vardı.

İstanbul'a özgü selamlık gelenekleri ve yaşamı, harem yaşamına ve geleneğine koşut biçimde, 20. yy'ın başındaki siyasal, toplumsal değişimlerle hızla sona erdi. Büyük selamlık dairelerini içeren konaklar veya müstakil selamlıklar, okul, hastane, resmi daire olarak daha bir süre kullanıldı veya tadil edilerek birkaç ailenin barınabileceği mekânlara dönüştürüldü. 20. yy'ın ikinci yarısında da kentteki hızlı nüfus artışı ve yapılaşma sürecinde ise hemen hemen tamamı yıkıldı. (Ayrıca bak. konaklar.)

Bibi. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü'l-Vukuat, III-IV, Ankara, 1980, s. 108 vd; A. C. Eren, "Selamlık", 1A, X, 334-335; Cevdet, Tezâkir, IV, 14 vd; A. Adıvar, Osmanlı Türkleri'ndeilim, İst., 1982, s. 214; Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, İst., ty; Musahibzade, İstanbul Yaşayışı; A. Ş. Hisar, Geçmiş Zaman Köşkleri, İst., 1956; ay, Boğaziçi Yalıları, İst., 1954; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi- N. Sakaoğlu, "istanbul Evleri", Anadolu'da Ev ve insan, (yay. M. Sözen-C. Eruzun), İst., 1992, s. 184-207; ay, "18. Yüzyılda İstanbul Evleri ve Sorunları", TT, S. 70 (Ekim 1989), s. 26-33.

NECDET SAKAOĞLU



SELAMLIK ALAYI

bak. CUMA SELAMLIĞI



SELÂNİKÎ MUSTAFA EFENDİ

(?, Selanik - 1600, istanbul ?) Tarihçi.

Yaşamı konusunda, Osmanlı kaynaklarında bilgiye rastlanmayan Selânikî'yi yalnızca Âyine-i Zurefâ yazarı Cemaleddin Efendi anmış ve adının Mustafa olduğunu, fakat özgeçmişinin bilinmediğini, Sipahi Ocağı'nda kâtiplik yaptığım, tarihle ilgilenen kişilerden duyduğunu vurgulamıştır. Buna karşılık Selânikî, kendi eserinin muhtelif yerlerinde aldığı görevler ve başardığı hizmetlerle ilgili kısa açıklamalarda bulunarak büsbütün meçhul bir yazar olmaktan kurtulmuştur.

Verdiği bilgilerden ve eserine hâkim üsluptan, Enderun'da yetiştiği sanılan Selânikî, 1565'te, babasının Selanik'te öldüğü haberinin geldiği sırada İstanbul'da Di-van-ı Hümayun'da kâtipti. Buna dayanılarak 1540'tan daha önce doğduğu söylenebilir. Divan kâtibi ve Haremeyn mukata-acısı olarak İstanbul'da ve sefere çıkan ordularda görev alan yazar, 1580'de azledildikten sonra 4 yıl Nişancı Mehmed Paşa'ya divittarlık yaptı. Vezirazam Özdemiroğlu Osman Paşa tarafından himaye gördü. 1587'de silahdar kâtibi oldu. Ertesi yıl, orduyla Gence seferine gitti. Bu sırada der-gâh-ı âli müteferrikalığı rütbesini almış bulunuyordu. 1589'da sefer dönüşü sipahi oğlanları kâtipliğine atandı ise de kısa süre sonra azledildi. 1590'da Vezirazam Koca Sinan Paşa tarafından, İstanbul'a gelecek Safevi Elçisi Haydar Mirza'ya tahsis edilen sarayın hazırlanıp döşenmesi, elçilik heyetinin karşılanıp ağırlanması ile görevlendirildi. 1591'de Ferhad Paşa'nın vezirazamlığı sırasında ruznamçeci ve Anadolu muhasebecisi oldu. 1592'de eski kalem rütbesi olan dergâh-ı âli müteferri-kalığını yeniden elde etti. 1593'te İstanbul'a geİen Gilân Hâkimi Ahmed Han'a mihmandarlık hizmetini üstlendi.

III. Mehmed'in 1595'te tahta çıkışı münasebetiyle cülus bahşişi almak için İstanbul'a gelen serhat sipahilerinin bahşişlerini dağıttı. Bir yıl sonra yeniden ruznamçeci ve ek olarak evkaf muhasebecisi oldu. 1596'da, Haçova meydan savaşından kaçanların İstanbul'daki mallarını müsadere etmekle görevlendirildi. 1598'de evkaf muhasebeciliğinden alındıktan sonra 1599'da ikinci kez Anadolu muhasebecisi oldu. Bu görevi sırasında seferden dönen sipahilerin birikmiş ulufelerini dağıtma işini üstlendi. Tamamlayamadığı tarihinde son olarak Nisan 1600 olaylarına yer verdiğine göre bu tarihte veya biraz sonra öldüğü sanılmaktadır.



Selânikî Tarihi, Tarih-i Selânikî adlarıyla, bilinen eseri, 20 Eylül 1563'ten Nisan 1600'e kadar geçen olayları, bir "muhtıra" ve "ruzname" tekniğiyle vermektedir. Çok yönlü değeri ve bilgi zenginliği olan eser, Osmanlı tarihinin 37 yıllık bir dönemi için birincil bir kaynak olduğu gibi, İstanbul'da yaşanan olaylar bakımından da önemlidir. O dönemin İstanbul Türkçesinde ve

resmi dilinde yer alan yüzlerce özgün kelimeyi ve deyimi içeren Selânikî'nin üslubu ve olaylara, kişilere bakışı, sonraki tarihçilerden (örneğin Naima'dan) çok farklıdır. Eser, derlenen belgelerden değil, doğrudan gözlemlere, olayların tanıklarından dinlenenlere dayalı olarak yazıldığı için bir bakıma bütünüyle belgesel niteliktedir. Bu yönüyle bir Osmanlı vekayina-mesi olmaktan ziyade, toplumsal içerikli özgün bir tarihtir. Selânikî, zamanın akışıyla ortaya çıkan bozulmaları, ekonomik çöküntünün nedenlerini ve sonuçlarını da sık sık vurgulayarak yorum ve eleştirilerde bulunmuştur. Bu tür paragraflar için genellikle "havadis-i rüzgâr", "şikâyet-i ez-ahval-i rüzgâr", "hasbıhal" gibi başlıklar kullandığı görülür. Kimi yerde de örneğin Devlete göre âsitane olur/Herkuş için bir âşiyâ-ne olur / Sanmanız halk olur zamane göre/Belki halka göre zamane o/«rdörtlüğü gibi manzum yorumları vardır. Rüşveti, saraya kadar uzanan yolsuzlukları çekinmeden yazmış olması da düşündürücüdür. Devlet adamlarını, döneminin ünlü kişilerini tanıtan pasajlar, tören, ziyafet, yangın, hırsızlık, cinayet vb olaylar eserde epeyce bir yer tutar. Fakat medrese çevrelerinin tarihe ve edebiyata olumsuz bakışı nedeniyle Selânikî Tarihi yazıldığı gibi kalmış, çoğaltılmamış, sonraki tarih yazarları ve az sayıdaki tarih meraklıları dışında okunmamıştır.

Batıya ve doğuya yapılan birkaç seferin anlatımı dışında Selânikî Taribi'nin, 2.000'e yakın başlık altında toplanan konularının büyük bir bölümü, İstanbul'la ilgilidir. "Kıssa-ı harik-ı İstanbul", "Matbah-ı Âmire yanduğudur", "Şahzade Sultan Murad Han giceyle kalyete ile geldüğüdür", "şehzadelerim cenazeleri çıktığudur", "kışlıklar geyildüğüdür", "leyle-i kadr-i mübarek Ayasofya'da saadetlü padişah namaza çık-duklarıdur", "ulufe alan bölük halkı gulgu-le ile divana geldükleridür", "iyd-i şerif olduğudur", "vüzera-yı i'zâm a'let-tertib ziyafet olunduğudur", "kıssa-i sûr-ı sünnet-i hümayun-ı şehzade", "kıssa-i garibedür", "nâgehanî İstanbul efendisi ma'zul olduğudur", "ay tutulduğudur", "âsitane-i saadet ahbanndandur", "minarelerde kanadil yanmak buyrulduğudur", "Âsitane-i saadetde sipahiler cemiyet idüb beğlerbeği kıssası haberi geldiğüdür", "İstanbul'da nâgehanî ateş düşüb azîm ihrak olduğudır", "İstanbul bezzazistanında emanet konulan mübalağa akçalar zayi olub yine bulunub iden siyaset olunduğudur", "Sadrazam Sinan Paşa hazretleri Ayan gölünü İznikmid deryasına akıtmak tedarük eyledüğüdür". "Sakarya suyu ve Sapanca Gölü İznikmid deryasına câri olmak hususudur" vb yüzlerce başlık ise doğrudan İstanbul'la ilgili olayları vermektedir.

Eserin 1592'ye kadarki olayları kapsayan bölümü Tarih-i Selânikîadıyla 1863'te İstanbul'da basılmıştır. Tamamı ise Mehmet İpşirli tarafından 1989'da 2 cilt olarak yayımlanmıştır.



Bibi. M. İpşirli, "Selânikî Mustafa Efendi", Tarih-i Selânikî, I, ist., 1989, s. XI-XXXHI; ay, "Mustafa Selânikî and His History" TED, S. 13

(1987), s. 209-256;, Osmanlı Müellifleri, III, 68; Ahmed Refik, Alimler ve Sanatkârlar, Ankara, 1980, s. 25-45; ay, "Müverrih Selânikî Mustafa Efendi", Yeni Mecmua, S. 5 ve 6 (1917); Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 150-151; "Selâniki", 1A, X, 349-351.

NECDET SAKAOĞLU

SELANİKLİLER

17. yy'da Sabetay Sevi'nin önderliğinde önce İzmir'de başlayan, daha sonra tüm dünyadaki Yahudi cemaatlerine sıçrayan ve bugün İstanbul merkez olmak üzere devam eden Rabanik harekete genel olarak verilen ad olan "Sabetaycılık" "Avdetilik", ve "Dönmelik" kelimeleriyle de ifade edilmiştir. Sabetaycılığı benimseyen gruplar 1924'teki ahali mübadelesiyle Selanik'ten Türkiye topraklarına gelmelerinden sonra "Selanikliler" olarak da tanınmışlardır.

Hareketin kurucusu olan Sabetay Sevi küçük yaşlarda Tora ve Talmud eğitimi almışsa da ilgisi daha çok mistik Yahudiliğe, Kabbala ve onun ana kitabı olan Sefer Zo-har üzerindeydi. Yaşadığı dönem genel olarak Yahudilerin tüm dünyada soykırımlara uğradığı yıllara rastlamaktaydı. Haham İsac Luria tarafından doktrine edilen kurtarıcı Mesih fikri Sevi üzerinde oldukça derin etkiler bıraktı, birtakım Kabalistik metotlarla kendisinin beklenen Mesih olduğu inancım edindi. Dönemin Yahudi kültürü için önemli olan merkezleri dolaşarak düşüncelerini yaydı. Düşünceleri genel olarak Kabalistik bir açıyla Tevrat'ın yeniden ele alınması üzerinedir. Bu yüzden de Ortodoks Yahudi inancıyla pek çok noktada çelişir. l665'te Mesih'liğini kesin olarak açıkladı. İhbarlar sonucunda tutuklandı, Müslüman olması konusunda ikna edildi. Ancak gerçekten bu dini benimsemediği bir süre sonra anlaşılınca Arnavutluk'a sürüldü ve inanca göre de 50 yaşında orada kayboldu. Bir kısım Yahudi fikirlerini benimseyerek (gizli Sabetaycılar), genellikle sayıları 200'e ulaşan bir grup da din değiştirerek onu takip etmiştir. İşte gerçekte Müslümanlığı bir din olarak benimsemeyen, bu görüntü altında Zohar'% dayalı bir Yahudiliği uygulayan bu cemaate "Dönmeler" denilmektedir.

"Dönmeler", Sevi'nin prensiplerine bağlı olarak Selanik şehrinde yerleşmişler, 1924'teki ahali mübadelesine kadar da burada yaşamışlardır. Bu süreçte kendi aralarında oluşan dini tartışmalar sonucunda Yakubi, Kapancı, Karakaş adları altında üç alt gruba ayrılmışlar, cemaat içi evlilik ve ayrı sosyal kurumlarla (özel okullar, ayrı mezarlıklar gibi) farklılıklarım korumuşlardır.

19. yy'ın sonlarına kadar Osmanlı siyasetinde rol almayan "Dönmeler", özellikle II. Meşrutiyet sonrası siyasi olaylarda etkinlik göstermişlerdir. İttihad ve Terakki gibi siyasi örgütlere, mason locaları, Mevlevîlik, Bektaşîlik, Melamîlik gibi tarikatlara girmişler, sahip oldukları gazetelerde (Yeni Asır gibi) açıkça siyasi ağırlıklarını ortaya koymuşlardır. Bu sebeplerle de zaman zaman merkezi hükümetin ve İslamcı grupların hedefi haline gelmişlerdir.

SELÇUK HATUN TÜRBESİ

496

497

SELÇUK SULTAN CAMÖ

1912-1913 Balkan Savaşı sonrasında Rumeli'deki Osmanlı topraklarının kaybedilmesi neticesinde istanbul başta olmak üzere izmir, Samsun, Adana gibi şehirlere de Sabetaycı ailelerin göç ettiği bilinmektedir. Asıl toplu göç 1924'teki ahali mübadelesi ile gerçekleşmiştir. Ancak Selanik'teki hayatları İstanbul'da sekteye uğramış, aynı yıl Karakaşlar grubundan Rüştü Bey'in cemaat hakkında günlük gazetelere yaptığı açıklamalar hükümetin cemaat üzerinde baskılarına yol açmıştır. Yaşanılan korku, cemaat üyelerinin Selanik'ten getirdikleri önemli kaynakların bir kısmını yok etmelerine neden olmuştur.

Genellikle istanbul'un Bakırköy, Şişli, Nişantaşı gibi semtlerine yerleşen Selanikliler dini kurumlarını ve okullarını (halen de faaliyet göstermekte olan ancak bugün hiçbir dini niteliği kalmayan Şişli-Terakki ve Işık liseleriyle kısa bir süre faaliyet gösteren Feyz-i Ati Lisesi buna örnektir) bir süre daha korumuşlardır. Ancak Varlık Vergisi(->) ve 1950'de başlayan Demokrat Parti iktidarı ile döneminde dinci akımların güçlenmesi cemaatlerin asimilasyonunu hızlandırmıştır, istanbul'un ekonomik (tekstil, bankacılık, tütün ticareti) ve kültürel (basın, sinema, tiyatro gibi) yaşamında oldukça etkili olan ailelerin köken olarak Sabetaycı gruplardan geldikleri bilinmektedir. Özellikle basında Yalmanlar, sinemada ipekçiler, tekstilde Bezmenler buna örnek teşkil etmektedir.

İstanbul Üsküdar'da Karakaş ve Kapan-cılar gruplarına ait bir cemaat mezarlığı, her üç grubun da ancak pek az üyesi tarafından kullanılan dini mekânları (Khal veya ortaevi adı verilen) olduğu bilinmektedir.

Sabetaycılık bugün için dini fonksiyonlarını büyük ölçüde yitirmiştir, halen sadece küçük bir azınlık tarafından bu kurallar uygulanmaya çalışılmaktadır. Ancak Türkiye'nin ve istanbul'un sosyal yaşamında ve kurumlarında Sabetaycı kökenli kişilerin önemli roller üstlendiği de bir gerçektir.

İLGAZ ZORLU



SELÇUK HATUN TÜRBESİ

bak. BAYEZİD KÜLLİYESİ

Üsküdar Bülbülderesi'nde Selanikliler Mezarlığı'ndan bir görünüm.

İlgaz Zorlu arşivi

SELÇUK, MÜNiR NURETTİN

(1899, istanbul - 27Nisan 1981, İstanbul) Ses sanatkârı, bestekâr ve koro şefi.

Beyazıt semtinde doğdu. Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda 1900, 1901 olarak da kaydedilmiştir. Darülfünun ilahiyat Fakültesi Fars edebiyatı müderrisi ve Kadıköy Sultanisi Fransızca öğretmem şair Mehmed Avni Nureddin Bey'in oğludur. Beyazıt ilk mektebi ve Soğukçeşme Askeri Rüştiye-si'ni bitirdikten sonra Kadıköy Sultani-si'nde okudu. 1917'de ziraat öğrenimi için Macaristan'a gitti, fakat öğrenimini yarıda bırakarak istanbul'a döndü.

Musiki kabiliyeti küçük yaşlarda sesinin güzelliğiyle keşfedildi. İlk musiki derslerini amatör bir musikici olan babasından aldı. 1915'te Kadıköy'de Ali Şamil Paşa Ko-nağı'ndaki Darü'1-Feyz-i Musiki Cemiye-ti'ne girdi. Bu dernekte Edhem Nuri Bey' den 40 kadar faslı meşk etti. Babasının konağında düzenlenen ve devrin önde gelen musiki ustalarının katıldığı toplantılardan feyz aldı. Rauf Yekta Bey'in(-») aracılığıyla Ahmet Irsoy'dan 4 yıl ders aldı. Geleneksel icranın özelliklerini Bestenigâr Ziya Bey'den öğrendi. Hocası Ahmet Irsoy'un teşvikiyle, Yusuf Ziya Paşa'nın başkanlığı

Münir

Nurettin

Selçuk

Ara Güler

döneminde sınavla Darü'l-Elhân'a(->) girdi. Aynı dönemde yaşayan büyük musiki ustalarının hemen hepsinden yararlanarak bilgi ve görgü dağarcığını genişletti. Ali Rifat Çağatay'ın(-0 başkanı olduğu Şark Musiki Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı.

Selçuk, 1923'te mülazim rütbesiyle hanende olarak Muzıka-i Hümayun'a(-t) girdi. Cumhuriyet'in ilanıyla aynı rütbe ile, sonradan sivil hanende olarak Riyaseti-cumhur İncesaz Heyeti kadrosuna geçti. 1926'da bu görevinden ayrılarak istanbul'a döndü ve musiki hayatına serbest olarak devam etti. Sahibinin Sesi şirketiyle anlaşarak plak çalışmalarına başladı. 400 kadar plağa 800 civarında parça okudu. Bu şirket hesabına 1927'de Paris'e giderek bir yıl Paris Konservatuvarı'nın önde gelen hocalarından şan, solfej ve piyano dersleri aldı.

1926'da doldurduğu ilk plağında Sub-hi Ziya Özbekkan'ın(->) "Neden hiç durmadan sevmiş..." güfteli uşşak şarkısıyla, acemaşiran makamında bir gazel okudu. Plaklarında klasik Türk musikisinin en sanatlı eserlerinden türkülere kadar çok değişik beste şekillerinden eserleri seslendirdi. Birkaç plağında da Türk musikisi üzerine çoksesli denemelere yer verdi. Bu çalışmalarında Selçuk'a Mesud Cemil(->), Ruşen Ferit Kam, Fahire Fersan, Refik Fer-san(->), Artaki Candan, Nubar Tekyay ve Feyzi Aslangil gibi dönemin seçkin saz sanatçıları eşlik ettiler. 1942'de Belediye Kon-servatuvarı'na(->) girdikten sonra arşiv için doldurduğu 18 plakta ise Türk musikisinin en sanatlı eserlerini okudu. Bu plaklarda Nuri Duyguer, Reşat Erer, Dürrü Turan, Sedat Öztoprak, Neyzen Tevfik, Nuri Halil Poyraz ve Ahmet Irsoy gibi saz sanatçılarıyla birlikte çalıştı. Türk musikisinin ülke çapında yaygınlık kazanmasında Selçuk'un plaklarının etkisi büyük oldu.

Türk musikisi tarihinde bir ses sanatçısının tek başına, frak giymiş olarak, ayakta ve konser disiplini içerisinde musiki icra etmesi Selçuk'la başladı. 1930'da Fransız (Ses) Tiyatrosu'nda verdiği ilk solo konseri büyük yankılar uyandırdı; konserden istanbul basınında günlerce söz edildi.

Konser verdiği her mekânda sanatının ağırlığını etkili biçimde duyurmak ve büyük bir ciddiyet havası estirmekle de kendisinden önceki icracılardan ayrılıyordu. Koro eşliğinde solo icra da onun getirdiği yeniliklerdendir. Fransız Tiyatrosu, Melek (bugünkü Emek), Saray, Hale sinemaları gibi mekânları, verdiği konserlerle istanbul'un musiki merkezleri haline getirdi. Moda Deniz Kulübü, Kalamış Kulübü gibi açık mekânlar ise yaz konserlerini verdiği yerlerdi.

Selçuk'un bir ses sanatçısı olarak en büyük özelliği, Türk musikisinde eski okuyuş üslubuyla yeni bir anlayışı, olağanüstü hacimli sesinde birleştirerek soylu bir icra tekniği geliştirmiş olmasındadır. Üsküdarlı Ziya Bey'le Hafız Osman Efendi'nin(-») üsluplarından etkilenmiş olabileceğini belirten Selçuk, bu adların temsil ettiği geleneksel kaynaktan beslenerek fakat yeni bir üslubun kurucusu olarak Türk musikisi tarihindeki yerini aldı. Gazel tarzına yaklaşımı da alışılmıştan farklı bir özelliktedir. Icracılığının seyrek görülen bir yanı da ileri yaşlarına kadar sesinin güzelliğini kaybetmemiş olması dolayısıyla musiki uğraşım ömrü boyunca sürdürebilmesiydi.

Selçuk döneminin en ünlü ses sanatçılarından biri olmasına ve geçimini sadece sanatıyla sağlamasına rağmen, en çekici teklifleri bile reddederek gazino sahnelerine çıkmaya yanaşmadı. Allahın Cenneti, Kahveci Güzeli, Sadullah Ağa gibi bazı şarkılı filmlerde oynadı. Ayrıca birçok Mısır filmiyle yerli film için film musikisi parçaları hazırladı.

Selçuk, 1953'te Nevzad Atlığ'm istifasıyla boşalan Belediye Konservatuvarı icra heyeti şefliğine getirildi. Onun görev aldığı dönem topluluğun tarihinde en parlak yıllar olarak anıldı. Yönettiği İcra He-yeti'nin Şan Sineması'ndaki konserleri uzun yıllar büyük ilgi gördü; bu konserler istanbul Radyosu'ndan da canlı olarak yayımlandı. Aynı yıllarda konservatuvar-da üslup hocalığıyla, istanbul Radyosu'nda musiki müşavirliği görevlerini yürüttü. İcra heyeti şefi olarak yönettiği konserlerde kendisinin ve yeni bestekârların eserlerini programlara alması; koronun icrasını sürprizlerle kesip soloya başlaması bazı çevrelerce eleştirildi.

Selçuk, bestekârlığa 1920'de Tevfik Fikret'in "Bu bir teranedir" şiirini besteleyerek başlamıştı. Bir yıl sonra bir şarkı daha besteledikten sonra 20 yıl hiç eser vermedi. Bu konudaki asıl çalışmaları 1940'lardan sonra başladı. Tevşih, ilahi gibi dini formlardan ve kârçe, şarkı, marş, ninni, fantezi, tango, mehter marşı, yürük semai gibi dindışı formlardan 150'den fazla eser besteledi.

Eserlerinde Ahmed Paşa, Fuzulî, Nedim, Vâsıf, Mustafa Nafiz Irmak, Behçet Kemal Çağlar, Cahit Sıtkı Tarancı ve özellikle Yahya Kemal Beyatlı gibi Türk edebiyatının çizgiüstü şairlerinin şiirleri üzerinde çalıştı. Çağdaşı Yesari Asım Arsoy(->) gibi bütün eserleriyle İstanbul'a bağlı, tam bir İstanbul bestekârı olarak anıldı.

Rast makamından "Erdi bahar sardı yi-

ne neşe cihanı", "Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül", "Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış" ve "Sevda ile dillendi bu son şarkı sesinle"; nihavent "Ruh-sanna aybetme nigâh ettiğimi", "Yâr senden kalınca ayrı", "Yok başka yerin lütfü ne yazdan ne de kıştan" (Kalamış), "Hatırla mazi-i mesudu", "İstinye körfezinde bu akşam garipliği" ve "Bahçemde açılmaz seni görmezse çiçekler"; mahur "Ne doğan güne hükmüm geçer ne halden anlayan bulunur", "Âşıka Bağdad sorulmaz", "Otomobil uçar gider" ve mehter marşı "Vur pence-i alideki şemşîr aşkına"; kürdilihi-cazkâr "Zil şal ve gül" (Endülüste Raks), "Rakkas" ve "Beni kör kuyularda merdi-vensiz bıraktın"; Sultaniyegâh "Sen şarkı söylediğin zaman" ve "Hayat gençlik boyunca"; hüzzam "Sahilden uzaklaştık şimdi elin elimde" ve "Sevdiğim dünyalar kadar"; hicaz "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul", "Gittin de bıraktın beni aylarca kederde" ve "Gümüş saçlarına eğip başımı" (Anneye Ninni); hüseyni "Dumanlı başları göklere ermiş"; muhayyer "Çep-çevre bahar içinde bir yer gördük" ve "Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde" ile segah "Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç" gibi çok sayıda eseri, sesi ve tipik bir istanbul beyefendisi profili çizen yaşama biçimiyle istanbul'la özdeşleşmiş bir sanatçı kimliğindedir.

Selçuk yalnızca bir bestekâr veya bir ses sanatçısı değildi. Eski tarz meşkten Fransa'daki Batı musikisi eğitimine; Muzıka-i Hümayun'dan Riyaseticumhur Fasıl Heyeti'ne; Darü'l-Elhân'dan Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'na; Fransız Tiyat-rosu'ndakilerden Saray ve Şan sinemaların-daki konserlerine ve taş plaklarından TV ekranlarına kadar, Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemler arasında bir kültürel birikim köprüsüydü. Musiki hayatı boyunca, kendisinden sonraki kuşaklara her bakımdan örnek bir musiki adamı oldu. Bu özelliğiyle de Türk musikisinde apayrı bir yeri vardır.

Tanbur ve piyano da çalan Selçuk'un musikide son resmi görevi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı repertuvar öğretmenliğiydi. Yaşlılığa bağlı bir beyin rahatsızlığı geçirdikten bir yıl sonra öldü; Aşi-yan Mezarlığı'nda toprağa verildi. Ölümünün 10. yılında çeşitli etkinliklerle anıldı. Kadıköy Belediyesi tarafından Kalamış sahilinde bir caddeye ve parka adı verildi. Yakın arkadaşı Orhan Telmen'in çabalarıyla Yapı ve Kredi Bankası tarafından eski ses kayıtlarından kaset ve CD'ler hazırlanarak önemli bir yayın etkinliğine girişildi.


Yüklə 7,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin