SELİM H TÜRBESİ
504
505
SELİMDİ
II. Selim Türbesi'nin dış (solda) ve iç görünümleri. Ara Güler
lığının artması üzerine ekim ayı sonlarında "ayş ü işret ve saz ü sözden bilkülliye el çekti" Tövbe ederek kendisini avutması için Şeyh Süleyman Efendi'yi yanına getirtti. Onu, tövbesine tanık kıldı ve vasiyette bulundu. Sağlığının hızla bozulup vücudunun zayıf düşmesini hekimler ve tabipler, içkinin, keyif vericilerin birdenbire kesilmiş olmasına bağladılar. Ama, II. Selim, tabiplerin ilaç diye verdikleri içkiyi almamakta direndi. Reisületibba ve eski hekimbaşı Mustafa Çelebi, II. Selim'in dimağının ve vücudunun çok ağır bir içki bunalımına müptela olduğu tanısını koydular ve "maraz-ı sersâm ilacı lazımdır" dediler, l Aralık 1574'te Serdar Sinan Paşa ile Kap-tan-ı Derya Kılıç Ali Paşa donanmayla İstanbul'a gelip ertesi gün divana katıldılar. Padişahın huzuruna çıkıp hediyelerini sundular. Nispeten iyileşen II. Selim saltanat kayığı ile Tersane Bahçesi'ne dinlenmeye gitti. Yanına çağırdığı Şemsi Pa-şa'ya hayli ağladı ve onunla derdesti. Saraya döndüğünde komaya girdi. 15 Aralık günü öldü. Nurbânu Valide Sultan(->) eşi padişahın naaşım saray buzluğuna indirip sakladı ve Manisa'da bulunan oğlu Murad'a haber göndererek istanbul'a çağırdı. 21 Aralık 1574'te istanbul'a gelen ve tahta oturan III. Murad(->) ertesi sabah cülustan sonra babasının, ardından da boğdurduğu kardeşlerinin cenazelerim Ayasof-ya'nın bahçesinde, sonradan üzerine türbe yapılan yere defnettirdi. II. Selim'in harem hamamında ayağı mermere takılıp düştüğü, yakı tedavisi uygulandığı, hummaya yakalanıp öldüğü de kimi kaynaklarca ileri sürülmüştür.
İstanbul'da vefat eden ilk padişah olan II. Selim, uzunca boylu, açık alınlı, ince kaşlı, sarışın olarak tanımlanır. Kaynaklara göre dilinde pelteklik vardı. Ava meraklı olan II. Selim bu tutkusundan dolayı daha çok Edirne'de oturmuş, Osmanlı mimarlığının en seçkin eseri sayılan Selimiye'yi de İstanbul'da değil Edirne'de yap-
II. Selim'in bir fermanında yer alan tuğrası,
16. yy.
TIEMt'Cengiz Kahraman arşivi
tırmıştır. Vezirazam Sokollu Mehmed Paşayı, bütün saltanatı boyunca görevinde bırakmış, devlet işlerine müdahalede bulunmayarak zamanını içmek, eğlenmek ve avlanmakla geçirmiştir. Çevresindeki aydınlar ve sanatçılar arasında tarihçi Âli, ressam Nigârî(->) ile Samî, Hâtemî, Fırakî, Ferdî gibi birçok kişi vardı. Kendisi de Seli-mî mahlası ile şiirler yazmıştır. Kız kardeşi Mihrimah Sultan(->) ile eşi Nurbânu Sul-tan'ın etkisi altında kalan II. Selim döneminde haremde kadın nüfuzu artmış, hareme alınan çeşitli ırklardan cariyeler nedeniyle de başta Boşnakça olmak üzere birçok dil, harem kadınları arasında konuşulmaya başlanmıştı. Nurbânu Sultan'dan ve diğer haseki ve gözdelerinden 7 oğlu, 5 kızı olmuş, bunlardan Murad tahta geçince 5 erkek kardeşini boğdurtmuştur. Kızlarından Esmihan Sultan (ö. 1585) Sokollu Mehmed Paşa ile, Şah Sultan (ö. 1580) Çakırcıbaşı Hasan Paşa ile, Gevherhan Sultan (ö. 1587'den sonra) Piyale Paşa ile, Fatma Sultan da (ö. 1580) Siyavuş Paşa ile evlenmişti. Bu sultanların her biri İstanbul'da birçok eser yaptırmışlardır. II. Selim ise yıkılma tehlikesi gösteren Ayasofya'yı Mimar Sinan'a esaslı biçimde onartmış, çevresindeki çirkin yapıları ve gecekonduları kaldırtarak geniş bir meydan açtırmış, hattâ bu çalışmalar sırasında harap binalarda yuvalanan "keseyenler, yani fare, gelincik, sansar ve yarasalar", Selânikî'nin deyimiyle bir ordu gibi İstanbul'un mahallelerine dağılarak halka hayli sıkıntılar yaşatmıştır. II. Selim'in İstanbul'daki bir eseri de Mimar Sinan'a yaptırdığı Büyükçekmece Köprüsü'dür(->).
Bibi. Tarih-i Selânikî, (haz. M. İpşirli), I, ist., 1989, s. 44-102; Altmay, Onaltmcı Asırda; Tarih-i Peçevi, I; Müneccimbaşı, Sahaifü'l-Ahbar, III, ist., 1285, s. 475 vd; Tarih-iSolakzade, 446 vd; Danişmend, Kronoloji, II, 361-422; Ş. Turan, "Selim II", M, X, 434-441; Uluçay, Padişahların Kadınları, 40-42; BOA, Mühimme Defteri, no. VII, s. 504.
NECDET SAKAOĞLU
SELİM H TÜRBESİ
Eminönü İlçesi'nde, Ayasofya(-0 naziresinde konumlanan ve tüm tezkirelerin Mimar Sinan tarafından tasarlandığını belirtmekte uzlaştıkları yapı II. Selim (hd 1566-1574) için ölümünden sonra yaptırılmıştır. İçinde adı geçen sultandan başka, III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) annesi Nurbânu Sultan, II. Selim'in III. Murad dışındaki beş oğlu ile kızları Gevherhan ve Esmihan Sultan, III. Murad'ın 21 şehzadesiyle 13 kızı gömülüdür.
Yapı giriş revağına açılan kapısının üstündeki çini kitabeye göre 984/1576-77 tarihli olmakla birlikte, en azından Ayasof-ya haziresinde konumlanmasına ilişkin karar daha II. Selim'in sağlığında verilmiş olmalıdır. Adı geçen sultanın "Ayasofya'yı ihya edüp eser-i has edinmek" biçimindeki isteği bilinmektedir. Pratik onarım zorunlulukları ve yapının çevresinin zaman içinde parazit yapılarla kuşatılması gibi nedenlerle, 1573'ten başlayarak Ayasofya'da çok kapsamlı bir onarım etkinlikleri dizisine girişilmişti. Bu sırada çevredeki özel yapı-
lar istimlak edilerek türbeyi içeren hazire de inşa edilmiştir. Ancak, sultanın ölümünde türbenin yerinde bulunan bir otağ içine gömüldüğü kesin olduğu için, inşaatının olsa olsa temel kotu düzeyinde bulunduğu ve belki özellikle bu kotta bırakıldığı düşünülebilir.
Yapı, dönemin en önemli ve masraflı yapılarında görülen ana teknik özellikleri sergilemektedir. Örneğin, ana duvarları yalnız küfekiyle değil, dışta Marmara mermeri, içte küfekiden oluşan bir karma teknikle gerçekleştirilmiştir. Bu örgünün tümüyle özel kenetlerle ve yanaşık derzli olarak yapıldığı ve dış yüzeyindeki bezemelerinin tüm kaba inşaat bitirildikten sonra yapı üzerinde oyulduğu anlaşılmaktadır. İç mekândaki boyalı bezemelerin sadece kubbedekilerin Sinan dönemine ait olduğu, geri kalanların en erken 18. yy'ın sonunda yapıldığı düşünülebilir. Özgün çini kaplamaların bir kesimi de ortadan kalkmıştır. Giriş revağımn doğu yönündeki çini panonun yerinde bugün bir taklidi vardır ve özgün panonun 20. yy'ın hemen başlangıcında resmi onarım izni verilerek yerinden söküldüğü, ama sonuçta yurtdışına kaçırıldığı doğrultusunda bir söylenti vardır. İçteki çini yazı kuşağının da bazı parçaları ortadan kalkmış ve boyayla bü-tünlenmiştir. Yapının pencere revzenleri-nin içliklerinde ihtiyatla özgün olduğu söylenebilecek ancak bir-iki tane yazı kuşağı bulunmaktadır. Kalanlar, Cumhuriyet dönemi restorasyonlarında klasik dönem tasarımlarına benzetilerek yapılmış yenileriyle değiştirilmişlerdir.
Tüm Osmanlı türbelerinde içeride gömülü olanların yaşamları sırasında yararlandıkları kullanım eşyalarının en azından bir kesiminin depolandığı bilinir. İç mekândaki dolaplar bu işlev için kullanılmışlardır. Ancak 1910'larda Evkaf Müzesi'nin kurulmasıyla bu eşyaların korunması doğrultusunda bir girişim başlatılana dek, eldeki değerli malzemenin çok önemli parçasının elden çıktığı ve gayriresmi yollardan piyasaya sunulduğu anlaşılmaktadır. Bugün söz konusu eşyanın korunduğu Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde II. Selim Türbesi'nden geldiği bilinen çok az sayıda eşya vardır.
II. Selim Türbesi, klasik Osmanlı türbe mimarisinin Kanuni Türbesi'yle birlikte en önemli iki ürününden biridir. Yapı, "çift çeperli eklemlenme" diye nitelenen ve örneklerine III. Murad ve III. Mehmed türbeleri gibi hükümdarlar için yapılmış mezar yapılarında rastlanan bir mimari tutumun sonucudur. Bu, strüktürel mekânsal yaklaşımın en karmaşık ürünü de sayılabilir. Dışta, önüne üç birimli yalın bir revağın eklemlendiği kare planlı bir prizmatik kitleden oluşur. Bu kitlenin planda köşeleri pahlanmıştır ve üzerine de yalın bir kubbe oturur. Ne var ki, iç mekân düzeni bu dış kitle biçimlenmesiyle karşıtlık oluşturan bir mekân zenginliği gösterir. Sekiz sütunun taşıdığı bir kubbesi vardır, bu merkezi nüvenin çevresini çok ince bir örtü kuşağı çevreler, ona da köşelerde yarım kubbeler eklemlenir. Söz konusu planimetri
ilk bakışta küçük bir Selimiye çeşitlemesiy-le yüz yüze olunduğu izleniminin uyanmasına neden olur. Fakat, gerçekte Selimiye'deki gibi tekil bir strüktürel-mekânsal düzen değil, biri diğerini gözden saklayan iç içe iki ayrı strüktürel gerçekliğin varlığı söz konusudur. Dıştaki prizmatik kitle ile içteki eklemlenmiş sekizgen baldaken sistemi neredeyse birbirini yadsıyan iki ayrı mimari veri olarak tasarlanmıştır. Yine de bu karmaşık strüktürel sistem birbirinden bağımsız değildir. Sözgelimi, iç örtü sisteminin köşe yarım kubbeleri aynı zamanda da dış kubbenin ana duvarlara oturabilmesini sağlayan tromplar olarak işlev görürler. Ayrıca, dıştaki sistem, içtekinin dış mekânla olan ilişkisini kısıtladığından, özellikle doğal aydınlanmayı sağlamak için örtü kotunda oldukça karmaşık bir içlik-dışlık pencere sistemi tasarlamak gerekmiştir. Bu sistemin bilinen hiçbir Osmanlı yapısında bir eşdeğerine rastlanmaz.
Genelde bu karmaşık mimari çözümün nedenleri konusu tartışmaya açıktır. Olası bir neden olarak, Osmanlı türbe mimarisinin alışılagelmiş ve 16. yy'da artık stan-dartlaşmış yalın, tek kubbeli, eklemsiz kitle düzeniyle sultan için öngörülmüş zengin bir eklemli iç mekân düzenini birbiriyle uzlaştırma amacının var olduğu öne sürülebilir. Biri diğerini kaçınılmaz olarak yadsıyan bu iki mimari gerçeklik sonuçta iç içe yerleştirilerek bir çözüm bulunmuştur belki de. Sistemin ortaya çıkış nedeni gibi, mimari etkilenme odakları da kapsamlı bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Geç antikiteden başlayarak sekizgen bal-dakenle bir çevrel kuşağı (kimi örneklerde gerçek bir ambülatoryumu) içeren bir grup yapının Doğu Akdeniz kültür alanında gerçekleştirildiği bilinir. Ancak, bu pla-nimetrik öncüllerin hiçbirinde bu iç mekân gerçekliği dışta ikinci bir örtüyle (bir ikinci yapı çeperiyle) kuşatılarak tümüyle giz-lenmemiştir. Buna karşılık 16. yy Avrupa'sında, özellikle İtalya'da çifte kubbe örtüleri yapımına yönelik çok sayıda deneme vardır. Bunların ve İran'da daha 12. yy'dan başlayarak denemelerine rastlanan, biri diğerinin üstüne oturarak alttakini gözden saklayan çifte kubbe uygulamaları-
nın "çift çeperli eklemlenme" denen Osmanlı yapı ailesiyle doğrudan bir ilintisinin bulunduğunu savlamak zordur. Yine de II. Selim Türbesi'ni tüm bu gelenekleri kapsayan bir gelişim çizgisinin Osmanlı mimarisindeki nihai sonucu olarak düşünmek yanlış olmaz. Nitekim, bu yapı ailesinin Osmanlı döneminde ortaya konan sonraki örnekleri II. Selim Türbesi'nin tanımladığı mimari sofistikasyon düzeyine ulaşamayacaklardır.
Bibi. U. Tanyeli, "Kanuni ve II. Selim Türbeleri Üzerine Bir Değerlendirme", TAÇ Vakfı Yıllığı, I (1991), s. 83-96; G. Tanyeli, "Kanuni ve II. Selim Türbeleri: Teknik Çözümleme", ae, I (1991), s. 97-113.
UĞUR TANYELİ
SELİM m
(24 Aralık 1761, İstanbul - 28 Temmuz 1808, istanbul) 28, Osmanlı padişahı (7 Nisan 1789-29 Mayıs 1807).
"Selim-i Sâlis", "Sultan Selim bin Sultan Mustafa" olarak da bilinir. III. Mustafa(->) ile Mihrişah Valide Sultan'm(->) oğludur.
III. Mustafa'nın ilk erkek çocuğu olan Selim'in doğuşu, İstanbul'da 7 gün 7 gece şenlik ve şehrayin yapılarak kutlandı. Şemdanîzade'nin Mür'i't-Tevarih 'te yazdığına göre "bed-i besmele" töreni de devlet erkânının ve ulemanın katılımıyla "şehzadenin beş yaşını tekmîl buyurub ulûm-ı vehbiyyeye nâ'at buyurmayub ulûm-ı kes-biyye ta'allümüne hahişger" olduğunun anlaşılması üzerine 24 Ekim 1766'da İncili Köşk önünde yapıldı. Selim'e ilk dersi Şeyhülislam Dürrîzade Mustafa Efendi verdi. III. Mustafa, oğlunu biniş(->) ve teftişlerine de götürerek küçük yaştan yönetim deneyimi kazanmasına çaba gösterdi.
1774'te babası öldüğünde Selim 13 yaşındaydı. Tahta geçen amcası I. Abdülha-mid(-0 saray geleneğine uyup onu kafes dairesine koydurmakla birlikte, saray içinde bir oranda özgürlük tamdı. Selim, 15 yıl boyunca müzikle uğraştı, besteler yaptı, şiirler yazdı. Fakat 1785'te, Halil Hamid Pa-şa'nın I. Abdülhamid'e karşı düzenlediği komplonun amacının, Selim'i tahta çıkarmak olduğu anlaşılınca özgürlüğü kısıtlandı. Bir iddiaya göre de dairesinde zehir-
lenip öldürülmesi tasarlandı, fakat bundan kurtulmayı başardı. 1789'a kadar süren sıkıntılı yıllarda topçuluğa ilişkin bir risale yazdı. Gizli yollardan dış dünyada olup bitenleri izlemeye çalıştı. Avrupa'da gelişen sanayiyi, askerliği ve toplumsal yapıyı öğrenmek için Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaştı. İstanbul'daki Fransa elçisi Choiseul-Gouffier(->) ile lıaberleşti. Elçi, Selim'i, geleceğin yeni Büyük Petro'su olarak görmekteydi.
L Abdülhamid'in öldüğü gece Darüssa-ade Ağası İdris Ağa dairesine giderek kendisini tahta davet etti. Şimşirlikten çıkıp ilkin, I. Abdülhamid'in naaşmın bulunduğu köşke giden Selim'i haremden çıkınca Silahdar Yahya Ağa karşıladı. Hırka-ı Saadet Odası'na girilip dua edildi. Sabah erkende de her şey hazırlanmış olarak yeni padişah Bâbüssaade önünde cülus(->) etti. III. Selim'in cülusuna ilişkin protokolü Esad Efendi Teşrifat-ı Kadime adlı eserinde ayrıntılarıyla anlatmıştır. Cülustan sonra I. Abdülhamid'in cenaze alayı düzenlendi. 11 Nisan 1789'da da görkemli bir valide alayı ile Mihrişah Valide Sultan, Eski Sa-ray'dan(->) Topkapı Sarayı'na geldi ve oğlu III. Selim tarafından karşılandı. Ertesi gün ise kılıç alayı(->) yapıldı.
Yaşlı 4 padişahtan sonra genç ve kendisinden çok şeyler beklenen bir padişahın tahta çıkması, İstanbul'da ve ülkede sevinç nedeni oldu. Sadrazam Koca Yusuf Paşa cephede olduğundan III. Selim sorunlarla doğrudan ilgilenmeye koyuldu. Devlet ve saray kadrolarında değişiklikler yapıldı. III. Selim, hemen her gün tebdil gezerek Ter-sane'yi, Tophane'yi, buralardaki çalışmaları, kentin çarşı pazar sistemlerini yakından izlemeye başladı. Tersane halkı denen, İstanbul'un en kalabalık işçi sınıfının çalıştığı Haliç tersanelerindeki düzensizliğin ve yolsuzlukların, Tersane Emini Selim Ağa ile oğlu Nazif ten kaynaklandığını saptayarak her ikisini de idam ettirdi. İstanbul'da ayrı bir ağırlığı olan Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa'yı(->) İsmail seraskerliğine atadı. 16 Mayıs 1789 günü Revan Köşkü'nde toplanan meclis-i meşverette, gündemdeki başlıca siyasi, askeri ve toplumsal konular tartışıldı ve bir dizi ön-
selim m
506
507
selim m
lem kararlaştırıldı. Anadolu'dan gelip cepheye gönderilen askerlerin, kaldıkları birkaç gün içinde İstanbul'un çevre köy ve çiftliklerini talan etmeleri, ekili arazilere hayvanlarını salmaları; başkentteki devlet ricali ile onları örnek alan sıradan halkın ve esnafın lükse ve israfa düşkünlükleri; gösteriş ve aşırı tüketim yüzünden geliri giderini karşılamayanların her türlü yolsuzluğa başvurmaları; gayrimeşru servet edinimleri, irtikâp ve rüşvet, ilmiye mensuplarının dahi rüşvet karşılığı ehliyetsiz kişilere bırakılması saptanan başlıca sorunlardı. III. Selim, bunlar karşısında dehşete kapılarak bir hatt-ı hümayununda "Kes-ret-i mezâlimden âlem harap oldu... Bizden evvel gelen Selatin-i Osmaniyân ve rical, birer nizam vermişler... Biz ise anların nizamını yıkmaktayız" diyerek dert yanmış, bir başka hattında da "eğer bana şimdilik kuru ekmeğe razı ol deseniz razıyım, Allah aşkına devlet elden gidiyor, sonra fayda vermez!" demiştir.
Tarih-i Cevdet'te anlatıldığına göre istanbul'da içki ve sefahat yaygındı. Padişah, meşveret meclisinde "meyhaneler kapatılsın" buyruğunu verdi. Şeyhülislama, sadaret kaymakamına, sekbanbaşına ayrı ayrı uyarılarda bulundu ve kararlaştırılan önlemlerin kesinlikle uygulanmasını istedi. Kibar sınıfın lüksü bırakıp hal ve zamana göre giyinmelerini, dışarıdan gelen pahalı kumaşlar yerine istanbul'da ve Bursa'da dokunan kumaşların tercih edilmesini emretti. İzleyen günlerde saraydaki altın ve gümüş eşyadan pek çoğu toplanıp Darp-hane'ye gönderildi. III. Selim bu özverisiyle bir "imdad-ı seferiye" kampanyası başlattı. İstanbul'daki zengin sınıf hattâ saray halkı da kampanyaya katıldı. Harem cariyeleri küpelerini, yüzüklerini verdiler. Buna karşılık ulema takımı "Bu padişah bizi kara çanaklı yapacak!" diyerek tepki gösterdiler ve kampanyaya katılmadılar. Oysa rasgele savaş açılmasına, bu yüzden kamu bütçesinin açık vermesine sebep olan ve ikide bir "küffar üzerine harb farzdır" fetvasını veren onlardı. III. Selim, düşmanın iki ayrı cepheden saldırıya geçtiği bir zamanda, ulemanın, hazineye sembolik yardımda bulunmak bir yana halkı da yardımdan caydırıcı dedikodularda bulunmalarından üzgündü. "Ulema efendilerin bey-tülmâle birkaç kuruş ianelerinden vazgeçtim, bari din ve devlete muzır olacak kelamı söylemeseler olmaz mı" diyordu. Ka-las'ın düştüğü haberi, bu bunalımlı ortamda İstanbul'a ulaştı. Padişah Koca Yusuf Paşa'yı azlederek 7 Haziran 1789'da Kethüda/Meyyit/Cenaze Hasan Paşa'yı sadrazam ve serdar-ı ekrem atadı. 11 Temmuz 1789'da da Rusya'ya karşı İsveç ile Beykoz ittifak antlaşması imzalandı. Cephelere aralıksız yeni güçlerin sevk edildiği sırada halkın "tufan-ı sani" dediği şiddetli yağmurlar yağdı. İstanbul'da ve çevresinde çok sayıda ev harap oldu. Yağmur sürerken 5 Temmuz 1790 gecesi sabaha kadar 20'şer, 30'ar dakika ara ile beş kez, ertesi gündüz dört kez, bir sonraki gece üç, izleyen gündüz de iki kez deprem oldu. Münec-cimbaşı, III. Selim'in huzuruna çıkıp bu be-
lirtilerin, dinsizlerin ülkelerinde kıtlığa neden olacağını, "vilayet-i Yunan'da ceng ve aşub" çıkacağını, bir düşman kralının öleceğini, Müslüman ordularının ise karada ve denizde zaferler kazanacağını göster-diğiniO) müjdeledi. Oysa III. Selim'in bu tür yorumlara ve fallara asla inancı yoktu. Daha önce de donanmanın denize açılması için müneccimlerin hayırlı saat belirlemelerine izin vermemişti.
1789 ve 1790'da İstanbul'a ulaşan Fok-şan, Boza bozgunları, Belgrad'ın düşüşü haberleri genel üzüntü uyandırdı. III. Selim, 3 Aralık 1789'da Cenaze Hasan Paşa'yı azledip Cezayirli Hasan Paşa'yı sadrazam ve serdar-ı ekrem atadı. Fakat, cephede sadrazam olan Hasan Paşa yine cephede iken 29 Mart 1790'da öldü ve yerine Çe-lebizade Şerif Hasan Paşa sadrazam oldu. Bozgun ve toprak kaybı haberleri gelmeye devam etmekteydi. Kili, İsmail kalelerinin düşüşü 1790'ın son şanssızlıklarıydı. Sadrazam Hasan Paşa 14 Şubat 1791'de idam edildi ve Koca Yusuf Paşa ikinci kez sadarete getirildi. III. Selim, bozulan moralini düzeltmek için Eyüb Sultan'a gitti ve Tanrı'ya yakarışta bulundu: Sürüyor hâk-i pâk-i ravzana sevk ile İlhâmî/Şefaatle me-ded kıl yâ Ebâ Eyyüb-i Ensâridedi. 1791'de Ziştovi, 1792'de de Yaş antlaşmalarının imzalanması ile bir barış ortamı yakalandı. 4 yıldır cephede olan ordu 3 Nisan 1792'de İstanbul'a döndü. O gün sabah namazını yalı köşkünde kılan III. Selim, alayla Da-vutpaşa'ya giderek sancak-ı şerifi(-<) karşıladı. Uzun ve yenilgilerle dolu savaşın etkileri en çok İstanbul'da yaşanmaktaydı. Göçmenlerin, kaçakların kaynadığı, asayiş sorunlarının giderek öne çıktığı bu yıllarda, taşradaki derebeyi zulmünden ve eşkıya baskınlarından kaçanlar, düşman işgaline uğrayan yerlerden göçenler İstanbul'a gelmişlerdi. "Reayadan niceleri ziraati terk ile fevc fevc Dersaadet'e" geldiklerinden araziler boşalıyor, üretim düşüyordu. Devlet adamları ise önemli başka sorunlara zaman bulamayıp "cemiyet-i beşeriye" sorunlarına eğilmek zorunda kalmışlardı. Kentte "harik ve sirkat" (yangın ve soygun) olayları artmıştı. Nisan-Temmuz 1791'de beş büyük yangın yaşandı. Kapalıçarşı çevresinde ve içinde, Yağlıkçılar, Yorgancılar, Kebeciler Hanı, Bitpazarı, Dua Meydanı, Örücülerbaşı, Kazancılarbaşi; ikinci yangında Uzunçarşı'da İbrahim Paşa Mahallesi, üçüncüde Tophane'de Hendekba-şı'nda Bozacı Sokağı, dördüncüde Kasımpaşa'da Yahya Kethüda Mahallesi yandı. Beşinci yangın Üsküdar'da Kepçe Dede Mahallesi'ni kül etti. 6 Temmuz günkü bu yangın söndürülmeden, Kadıköy'de ve Bebek'te de yangınlar çıktı. III. Selim yangın mahallerine giderek söndürme çalışmalarını izledi. Fermanlar yayımlayarak bir süredir terk edilen eski kuralların yeniden uygulanmasını istedi. Üç yılda bir kez "es-vak u dekâkin ve emakine-i mesakin"in teftiş olunmasını, kefilsiz ve kaçak gelenlerin memleketlerine iadesini emretti. İstanbul'da ve çevresinde ne kadar tekke ve medrese varsa her birine sorumlular tayin edilerek kaçak barındırılmasının önüne ge-
çilmeye çalışıldı. Eylül 1791'de Bamthane-i Amire'de çıkan yangın, şiddetli patlamalarla tüm İstanbulluları korkuttu. Yeni baruthanenin tamamen kagir yapılması kararlaştırıldı. Bu yıl, Şeyh Galibin postnişin olduğu Galata Mevlevîhanesi(->) de III. Selim'in buyruğu ve katkısı ile yenilendi.
Taşra halkı haydut baskınlarından perişanken İstanbul'da da yiyecek kıtlığından herkes sıkıntıdaydı. Buğdayın İstanbul! kilesi 80 paradan 3 kuruşa çıktığı halde yine de bulunmuyordu. Nihayet, bir süre için narh uygulamasından vazgeçildi. Anadolu'ya ve Rumeli'ye fermanlar gönderilip dileyenin İstanbul'a zahire getirip istediği fiyatla satabileceği ilan edildi. Asayişin tam sağlanamamasından İstanbul, dolandırıcıların, hırsızların, yankesicilerin "iras-ı hasar ve mazarratından" perişandı. Örneğin, Tahtakale'de Mağripli Hacı Mehmed, halkın gözünde iyiliksever, evi yoksullara açık, dindar bir adam olarak tanındığı halde, bir kalpazan ve dolandırıcıydı. Valide Ham'nda iki Ermeni sarrafı dolandırıp iflas ettirmişti.
17 Aralık 1791'de İstanbullular alışık olmadıkları bir olayı duyarak şaşkına döndüler. III. Selim Ayasofya'da cuma selamlığında iken bir başka Mağripli meçhul kişi, cebinden çıkardığı "demir misket güllesi"ni, kendi lisanıyla küfürler ve ithamlar savurarak hünkâr mahfiline fırlattı. İkincisini atmaya zaman bulamadan zabitler yakaladılar. Padişahı öldürmek kastında olduğu gerekçesiyle Bâb-ı Hümayun önünde boynu vuruldu.
1791'de Kâğıthane'de Lale Devri'ndeki bayındırlığı geri getirmeye dönük imar çalışmaları başlatan III. Selim; keşifler hazırlattı ve Tahir Efendi'yi bina emini tayin etti. Sa'dâbâd Kasrı'nın yeniden yapılması, derenin geçtiği vadinin temizlenmesi, önceden olduğu gibi elçilere resmi ziyafetlerin yine burada verilmesi için düzenlemeler yapılması ve öngörülen yeni askeri eğitimlere mahsus bir de meydan, Kâğıthane imar projesinin kapsamındaydı.
17 Nisan 1792'de, İstanbul'da ve Bursa' da üretilen kumaşların halis boyalarla boyanması için bir hüküm yayımlandı. Bunu, III. Selim'in, yasaklamalara ilişkin hatt-ı hümayunları izledi. 23 Nisan'da "nisa taifesinin" çarşı pazarda açık renk feraceler ile gezip edepsizlik ettiklerim bizzat gözlemleyen padişah, bir daha kadınların "açık renk ferace ve hadden ziyade yaka geymeyib herkesin ırzı ve edebiyle olmasını" sadrazama bildirdi. Bu konunun yoklanmasını, terzilerin de açık yakalı giysiler dikmemelerinin sağlanmasını uyardı. Yine, bir başka hatt-ı hümayun ile de tanık olduğu bir olayı ilgililere duyuran padişah çocukluğunda babasıyla birlikte gezerken softaların birbirleriyle şeker tablası kavgası ettiklerini çok zaman gördüğünü, oysa kendi zamanında softalarla yeniçerilerin kavga ettiklerini ve softaların yeniçerileri dövdüklerini hayretle izlediğini, yeniçerilerin görevi sokak başlarında güvenliği sağlamak iken zabitlerinin softadan dayak yemesinin bir "kabahat-i azime" olduğunu ve kentteki yaşam düzeninden memnun olmadığını,
sorumlulara yazmaktaydı. Sadrazama gönderdiği bir başka hatt-ı hümayunla da Babıâli'de, Ağa Kapısı'nda, diğer büyük dairelerde gelenek olan kahve, gülâb, şerbet ikramlarının, peşkir, boyama, sıkma vb hediye âdetlerinin basite indirgenmesini, bunların her biri için ayrı ayrı hizmetli istihdam edilmemesini istedi.
1792'de Divan-ı Hümayun'dan çıkan iki hükümle ise İstanbul'daki İngiltere ve Fransa elçilerine, kendilerinin ve maiyetlerinin gereksinimi için şaraplık üzüm ve şarap getirmelerine izin verildiği görülmektedir. Ancak İngiltere elçisine "Üsküdar ve havalisinden mâada mahallerden iştira ve sefinelerle münasib mahallerden Galata'da vâki hanesine" getirtmesine müsaade edildiği gibi; İstanbul'da "müskirat" (her türlü içki) yasağı olduğundan Fransa elçisine de Tekirdağ'dan getirteceği "hamr" için izin verildi ve altı aylık ihtiyaç gösterilen 15.000 okka şarabın, Fransız gemileri ile getirtilmesi bildirildi.
1793'e gelindiğinde, onca önleme karşın ekmek bile hâlâ yenmez yutulmaz nitelikteydi. III. Selim kentte yaptığı denetimlerde bozuk ekmek satışlarının sürdüğünü saptayarak 25 Haziran 1793'te İstanbul Kadısı İsmet Beyefendiyi azledip Bursa'ya sürgüne gönderdi. O yıl, padişah daha köklü yenilikleri ve düzenlemeleri gündeme getirdi. 24 Şubat 1793'te "tâlimlü asker" Ni-zam-ı Cedid(->) örgütünü kurma kararı alındı. İrad-ı Cedid, Mühimmat-ı Cihadiye ve halkın ekmek sorununa da çözüm getirecek zahire nezaretleri kuruldu. Paris elçiliğinden dönen Ebubekir Ratib Efen-di'nin izlenimlerinden etkilenen III. Selim, geniş bir reform öngördü. Devlet adamlarından ve yabancı danışmanlardan raporlar aldı. Rapor verenler arasında Fransız Bertranaud ile İsveçli d'Ohsson(->) da vardı. Oluşturulan bir komisyon önerileri değerlendirerek 72 maddelik bir reform programı hazırladı. Bunlar, genelde İstanbul'u ilgilendiren yönetsel, ekonomik, sosyal konulardı. Sırasıyla her biri için "nizamat" denen yasalar yayımlanmaya başlandı. Kumbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kışlalar yapıldı. Levent Çiftliği ile burada yapılan kışla Nizam-ı Cedid'e tahsis edildi. Tophane ıslah edilirken bu çevredeki dükkânlar ve evler kamulaştırılıp yıkıldı. Küçükçekmece havalisindeki yeni Baruthane, su kuvveti ile dönen çarklı sistemle hizmete girdi. Burayı denetime giden III. Selim, işçilere niçin az barut üretildiğini sorduğunda "altı para gündelik ile bu kadar iş olur!" cevabını aldı. Yeniçerilerin esnaflıktan el çekip askeri eğitime yönelmeleri için, Topkapı Sarayı'nın Ağa Yeri denen alanı bir talimgah olarak düzenlendi. Tersane nizamı adı altında, kentteki gemi yapım tezgâhlan ıslah edilirken yeni büyük bir havuz inşa edildi. III. Selim kaymakam paşaya gönderdiği bir hatt-ı hümayunda "Tersanenin her işi hıyanet ile görülür" diyerek işe yarar gemiler yapılmasını istemişti. Bundan sonradır ki 122 topu, 1.200 mürettebatı olan ünlü Selimiye kalyonu ile 45 parça büyük geminin inşasına başlandı. Bunlardan üçü üç ambarlı tipindeydi.
Bir gravürde III. Selim. Meüing, Voyage
1794'te de yeniliklere devam edildi. "Ref i i'ydiyye ve ref i hediyye ve rüşvet ve şüru'-ı nizâm" yasası ile yolsuzluklar ve rüşvet önlenmeye çalışıldı. İstanbul'daki gayrimüslim sarrafların vergi muafiyetlerine son verildi. Yangın söndürmelerde yararı olur gerekçesiyle Bayezid, Süleyma-niye, Nuruosmaniye. Laleli camilerinin avlularına büyük havuzlar inşa edilerek su ile dolduruldu. Babıâli'de Osmanlı diplomasisinin oluşturulmasına çaba gösterilirken 1793'ten itibaren Londra, Paris, Viyana ve Berlin'e de ilk daimi elçiler gönderildi. Yeni açılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun^) için yabancı subaylar ve uzmanlar getirtildi.
8 Temmuz 1795'te Balıkpazarı dışında Hasır İskelesi'nde çıkan yangının uyandırdığı korku ile kent ölçeğinde yeni önlemler alındı ve yeni bir imar nizamı yürürlüğe konuldu. Söz konusu yangında Balık-pazarı'ndan başka taşçılar, balmumcular, keresteciler, yağcılar, nalburlar, kutucular, kantarcılar, sepetçiler, pirinç mahzenleri ile Ahî Çelebi Camii tamamen yandı. Tekfurdağı İskelesi'nden Uzunçarşı'ya ve Pertev Paşa Ham'na kadar işyerlerinin yanması İstanbul'un ticaret yaşamına sekte vurdu. III. Selim, 19 Ekim 1894'te Melek Mehmed Paşa'yı azlederek İzzet Mehmed Paşa'yı sadrazam atadı.
İstanbul için öngörülen imar nizamına göre, suriçinde surlara 4 ziradan daha yakın bina yapılması, sur boyunca devam eden bu yol üzerine şahnişin, tahtessema, asmalık gibi eklentiler yapılmaması, sur dışında da yine aynı uzaklığın korunması koşulu konulduğu gibi, arsa ve ev sahiplerinin kale ağasından tezkire alıp surlar üzerine köşk benzeri binalar, sur dışında dükkânlar ve bunların üstüne bekâr odaları yapmaları, bunlara dışarıdan gelenlerin oturtulması da yasaklandı. Yine sur dışın-
da çıkan yangınların suriçine sirayet etmesinin çoğu yerde surlara bitişik yapılar yüzünden olduğu, binaların yüksekliklerinin de yangının yayılmasını kolaylaştırdığı vurgulanarak surlara yakın yerlerde dükkânlar için 4 zira yükseklik yeterli görüldü. Ayrıca dükkânların kagirden yapılması, çatılarının yüksek tutulmaması da kararlaştırıldı. Yangın yerlerine yapılacak pekmezci, zeytinyağcı, zahireci, pirinççi, tütüncü dükkânlarına en fazla 6 zira yükseklik verildi. Suriçinde ise işleri ateşe dayalı olan dökmeci, kazancı, kantarcı dükkânları ile Uzunçarşı esnafına, Tersane'ye mühimmat üreten işyerlerine, diğer yerlerdeki bakkallara 5,5 zira yükseklik yeterli görüldü. Yanan abacı, kebeci, yemenici, taşçı, balıkçı, attar, berber, kahveci, tenekeci vb işyerleri için de 4'er zira verildi. Buna uymayanların, kepenklerini uzatanların, evlerine ve dükkânlarına, tahtaboş, saçak, peyke, sıra-van, maksure benzeri ahşap eklenti yapanların da şiddetle cezalandırılacakları ilan edildi.
Tüm bu önlemlere ve imar uygulamalarına karşın yangınlar yine de çıktı. 28 Nisan 1796'da Azapkapı'daki yangın 7 saat sürdü ve söndürmede görev alanlardan 30-40 kişi yandı veya yaralandı. 28 Nisan 1798'deki Arnavutköy yangını ise Boğaziçi'nin bu büyük yerleşim yerini kül etti. Çarşıdaki bütün dükkânlar ile sadrazamın yeni yaptırdığı biniş köşkü, Hamid Paşa, Aziz Efendi, Hasan Halife, Mektupçu İbrahim Efendi yalıları ve sadrazamın sahil-hanesi de yandı.
19 Mayıs 1798'de Napoleon Bonaparte' m İskenderiye'ye asker çıkarıp Mısır'ı işgale başlaması, İstanbul'da siyasal olduğu kadar ekonomik açıdan da ciddi sıkıntılara neden oldu. Başta pirinç, şeker olmak üzere temel gıda maddelerinin ithal edildiği Mısır'ın işgaline halk tepki gösterdi ve III. Selim'den cihat ilan etmesi istendi. Bu oldubittiye çok üzülen III. Selim Aynalıkavak Kasrı'na(->) çekilerek müzikle uğraşmaya başladı, bir yandan da Tersane'deki ve Beşiktaş'taki askeri hazırlıklarla ilgileniyordu. 30 Ağustos'ta, İzzet Mehmed Paşa'nın yerine sadarete Kör Yusuf Ziya Paşa getirildi. İngiliz Amirali Nelson'ın Ebukır'da Fransız donanmasını yakması, Osmanlı-İngilte-re antlaşmasına olanak verdi ve bundan sonra Fransa'ya resmen savaş ilan edildi. Bu karardan bir gün sonra da 5 Eylül 1798'de bir Rus filosu Boğaziçi'ne gelerek Büyükdere önünde demirledi. Bir süre sonra da Osmanlı donanmasının bir filosu Nelson'a yardım için Akdeniz'e hareket ederken bir filosu da Rus filosuyla birlikte Ege Denizi'ne çıktı. İstanbul'da ise halk, III. Selim'in İngiltere, Sicilyateyn, özellikle de Rusya ile antlaşmalar yapmasını onaylamamakta, camilerde, padişah ve yönetim aleyhine denmedik söz ve itham bırakılmamaktaydı.
Depremde yıkılmış bulunan Eyüb Sultan Camii'nin yeniden yapımını başlatarak kentin Müslüman halkını memnun etmeyi amaçlayan III. Selim, cuma selamlıklarını da her hafta bir başka camide yapmaya özen gösterdi. Bir dizi meşveret top-
Dostları ilə paylaş: |