Epeteris Etaerias
Byzantinon
Spoudon,
c. 17, 1941
özel bir yer ve 24 yataklı bir de yaşlılar yurdu bulunmaktaydı. Manastırın fırını, mutfağı, hamamı ve bir de kütüphanesi vardı.
Manastır ve kilise, Bizans'ın son zamanlarına kadar önemini korumuştur. Ancak, Latin istilasına kadar faaliyette olduğu bilinen hastane hakkında bir bilgi yoktur.
VIII. Mihael Paleologos'un (hd 1261-1282) eşi Teodora, 1284'e doğru Lips Ma-nastın'm genişletmiş ve buna bir de hastane ekletmiştir. Fetihten bir süre sonra Molla Fenarızade Alaeddin Ali Efendi tarafından cami yapılan kilisesi Vatan Cadde-si'ndedir. Vakfiyesinden buradaki hastanenin 15 yatağa, sahip olduğu, buraya ancak haftada bir gün hekim geldiği anlaşılmaktadır.
O dönemde, Avrupa'daki hastanelerde olduğu gibi, bu hastanelerde de hastalar tıbbi bilgilere göre tedavi edilmiyorlardı. Bunlar hastalan ölünceye kadar tecrit eden dini karakterde kurumlardı. Bizans İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü bin yıllık zaman dilimi boyunca, bu hastanelerin, birkaçı hariç çoğunun adlarına rastlanmaması bunların zamanla ortadan kalktığını göstermektedir.
Bizans döneminde, Konstantinopo-lis'teki sağlık kuruluşlarının sayısı ve niteliği göz önünde tutulursa, sağlık hizmetlerinin şehir halkının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı Dönemi
Osmanlılar, Selçuklulardan devraldıkları bir darüşşifa geleneğine sahipti. Fethettikleri yerlerde sağlık kuruluşu yoksa veya olanlar yetersizse hemen yeni darüşşi-falar yaptırırlardı. Nitekim Anadolu'da Selçuklulardan kalan darüşşifalar aynen korunmuş ve bunlara yenileri de eklenmişti. Bu darüşşifalardaki sağlık personeli dini bir teşekküle mensup değildi. Buralarda görevli hekimler, hastaları tıbbi bilgilere göre tedavi, etmekte ve öğrencilerine hasta başında klinik eğitim vererek hekim yetiştirmekteydiler. Bu itibarla darüşşifalar birer tıp okulu niteliği taşımaktaydı (bak. darüşşifalar).
İstanbul fethedildiğinde, şehirdeki tek sağlık kurumu olan Pantokrator Hastane-
si'nin yeterli olmadığı düşünülerek hemen Fatih Külliyesi'nin(->) yapımına başlanmıştı. Bu külliyede, dönemin en büyük hastanelerinden biri olan Fatih Darüş-şifası da yer almaktaydı. Osmanlılar ayrıca İstanbul'da, darüşşifa, bimarhane, şifa-hane, tımarhane adları verilen hastaneler ile cüzamhaneler ve tabhaneler (dinlenme evleri) de kurmuşlardır. 19. yy'dan itibaren yeni hastaneler açılmaya, başlanınca, daha önce tam teşekküllü birer hastane olan kimi eski darüşşifalar kadın ve erkek akıl hastalarına ayrılmış ve ondan sonra tımarhane, bimarhane, şifahane sözcükleri sadece akıl hastalarının bakılıp tedavi edildiği yerler için kullanılmıştır. I. Selim (Yavuz) döneminde (1512-1520) cüzamlı hastaların tecrit edilmesi için Karacaah-met'te bir de "leprazöri" faaliyete geçmiştir (bak. cüzamhaneler).
1837'de, sonradan Meclis-i Umur-ı Sıhhiye adını alan Meclis-i Tahaffuz'un kurulmasıyla payitahtın ve ülkenin salgın hastalıklardan korunması için karantina(->) uygulamaları başlatılmıştır. Bu çerçevede İstanbul'un uygun görülen yerlerinde karan-tinahaneler ve tahaffuzhaneler açılmıştır. Ordunun yenileştirilmesi sırasında, sağlık hizmetlerini görmek üzere III. Selim döneminde (1789-1807) İstanbul'da askeri hastaneler(->) hizmete girmeye başlamış, savaşlar sırasında bunların sayıları artmıştır. Orduya hekim ve cerrah yetiştirmek amacıyla 1827'de öğretime başlayan Tıbha-ne-i Âmire(->) 1839'da yeniden yapılandırılarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne(-») adını almış ve hastanesine sivil hastaları da kabul etmiştir. Ayrıca İstanbul'un Koska, Eyüp, Üsküdar, Salıpazarı, Topkapı gibi çeşitli semtlerinde açılan, okula bağlı muayenehanelerde, hocalar, halktan başvuranları ücretsiz olarak muayene etmiştir. Daha sonra Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye(-») kliniklerinde de tedavi hizmeti verilmiştir. İstanbul'da resmen hastane adını taşıyan ilk kurum ve ilk vakıf hastanesi, 1845' te hasta kabul etmeye başlayan Bezmiâlem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi'dir (bak. Gureba Hastanesi). Bu tarihten sonra büyüyen şehrin sağlık hizmetlerini karşılamak üzere çeşitli semtlerde genel has-
Dostları ilə paylaş: |