SALGINLAR
Bilimin gelişmediği dönemlerde insanlar, salgınları Tanrı'nın gazabı ve günahkâr kullarına gönderdiği bir ceza olarak kabul etmişler ve salgınlara karşı önlemler almayı yararsız bulmuşlar, bunun Tanrı'ya karşı gelmek, hattâ isyan olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle 19. yy'ın başında İstanbul'da görülen bir veba salgınında yatsı ezanından sonra minarelerde "sure-i ah-kaf" okutuluyor ve sur kapıları dışına yerleştirilen görevliler sadece çıkan tabutları sayıp ölü sayısını tespit ediyordu. Halk vebanın mızraklı bir cinin dürttüğü yerde çıkan yumurcak sonucu oluştuğuna inandığından bu cinin zarar vermesini önlemek için muskalar da yazılırdı.
Eski Türk hekimleri taun sözcüğünü hı-yarcıklı veba için, veba sözcüğünü ise mahiyeti tam olarak bilinemeyen salgın hastalıkları ifade etmek için kullanmışlardır. Konstantinopolis'te veba ilk kez 542'de I. İustinianos (Jüstinyen) döneminde görülmüş ve bu nedenle tarihçiler tarafından "Jüstinyen vebası" olarak anılmıştır. Bu hı-yarcıklı veba salgınında Konstantinopolis'te 10.000'den fazla kişi ölmüştür. Bu salgından sonra Avrupa'da ortaçağın sonuna kadar 32 veba salgını görülmüş, İstanbul da hemen hemen bunların hepsinden etkilenmiştir.
Evliya Çelebi'ye göre, Bayezid Hama-mı'nm zemininde bin parçadan oluşan dört köşe bir sütun İstanbul'u tauna karşı korumaktaydı. Bayezid Hamamı'nın yapımı sırasında bu taşın yıkılmasından sonra İstanbul taun istilalarına uğramaya başlamıştır. Yine Evliya Çelebi, Bizans döneminde taunlu yerlerden gelenlerin, Yedi-kule'de yedi gün durmadıkça İstanbul'a giremediklerini bildirir.
MÖ 10-9. yy'dan beri bilinen veba (peşte), önceleri Hindistan ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde endemik olarak bulunan bir hastalıktı. Zamanla ticaret yollarının açılmasıyla Orta Asya, Mezopotamya ve Yakındoğu'ya ulaşarak ticaret merkezlerine yerleşmiştir. Buralardan da İskenderiye, İstanbul, Rusya'ya, Anadolu üzerinden ise Afrika ve Avrupa'ya yayılmıştır. Zaman zaman büyük salgınlara yol açarak çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur. 1346-1353 arasında Avrupa'ya da yayılan ve "kara ölüm" adı verilen dehşet verici salgında toplam 40.000.000 kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. Avrupa'nın bu salgındaki kaybı ise, nüfusunun dörtte biri olan 25.000.000 kişidir. Ölenler arasında, Bizans İmparatoru VI. İoannes Kantakuze-nos'un oğlu da bulunmaktaydı.
1466-1467'de görülen salgın, Makedonya ve Trakya'yı kasıp kavururken İstanbul'u da etkisi altına almıştı. Bundan sonra İstanbul'da 1539, 1573, 1576, 1578, 1591-1592 ve 1596'da veba salgınları görülmüştür. 1591-1592 salgınında günlük ölü sayısı 325'e yükselmiş, halk bu afetin yok olması için dağlara duaya çıkmış, padişah sarayını terk etmiş, dükkânlar kapanmış ve tutuklular affedilerek salıverilmiştir. 1596'da Hersekzade Ahmed Paşa,
1865 kolera
salgınında,
mücadele
çalışmalarında
başarılı
olanlara
verilen kolera
madalyasının
ön ve arka
yüzü.
Nuran Yıldırım
16 sultan ve Halep Valisi Hızır Paşa taundan ölmüştür.
1615, 1617, 1620, 1637, 1650 ve Iö55'te görülen salgınlardan 1637'deki "büyük taun", 1655'teki ise "şiddetli taun" olarak adlandırılmıştır. 1751 salgınında İstanbul'da binlerce insan ölmüş ve ardından şehrin büyük bir kısmı yanmıştır. 18. ve 19. yy' larda küçük salgınlar görülmüştür. 1803'te İstanbul'da vebadan 150.000, 1813'te ise 110.000 kişi ölmüştür.
1831'e kadar kolera ve vebalıların tecrit ve tedavileri Maltepe Askeri Hastanesi'nde yapılmaktaydı. Ancak 1831 yazında İskenderiye'den gelen bir ticaret gemisinde veba çıkması üzerine burası ihtiyaca cevap vermediğinden Kız Kulesi, Kız Kulesi Mat'ûnîn (Vebalılar) Hastanesi adıyla Asâkir-i Has-sa-i Şâhâne'nin koleraya yakalanan erlerine tahsis edilmiştir. 1836-1837'de İstanbul'da görülen ve ölü sayısının, 20.000-30.000 olduğu tahmin edilen son büyük salgında hastalar kısmen burada tecrit ve tedavi edilmiştir.
1837'de Osmanlı İmparatorluğu'nda ka-rantina(->) uygulamasının başlaması ve örgütlenmesi ile veba salgınları büyük ölçüde önlenmiştir. İstanbul'da 1901'deki veba salgını, hastalık görülen yerlerin dezen-feksiyonu ve alınan ciddi önlemlerle kısa sürede önlenmiştir. Şehremaneti Hıfzıssıh-ha Komisyonu, bu salgın için hazırladığı istatistiği; 1317 Senesi Zarfında Dersaadet'te Zuhur Eden Veba Hastalığının İstatistiki-dir(lst, 1902) adıyla yayımlamıştır. Bu salgında vebalı hastaları muayene ve tedavi eden hekimlerin giymeleri için Viya-na'dan muşamba elbiseler getirtilmiştir.
1919'daki salgında, Şişli'deki Etfal Hastanesi bahçesindeki barakalar vebalı hastalara ayrılmıştır. Tophane'den başlayan veba oradan Galata, Karaköy, Arap Camii civarı, Makaracılar, Yağkapanı ve Nusretiye Camii yöresine yayılmıştır. 1929'a kadar tek tuk veba vakaları görülmüş, bu tarihten sonra İstanbul'da vebaya rastlanmamıştır.
18. yy'ın ikinci yarısında İstanbul'a gelen seyyahlara göre veba İstanbul'a gemilerle İskenderiye'den geliyordu. Yayılmasında ise ölenlerin elbiselerinin eskiciler tarafından satılması ve para kullanımı önemli etkenlerdi. Ayrıca veba genellikle kıtlık görülen yılların ilkbaharında başlıyor ve kuvvetli sıcaklar gelinceye kadar devam ediyordu. Veba salgınlarında ölenler gömüldükten sonra günlük hayat kısıtlama olmaksızın devam ediyordu. Elçilikler ve ticaretle uğraşan Avrupalılar ise hastalık
başlar başlamaz Beyoğlu'ndaki evlerini terk ederek Boğaziçi'ndeki köylere çekilirlerdi. Böyle zamanlarda en revaçta olan yerler, Tarabya, Büyükdere ve Kefeliköy' dü. Taksim'de bugün Fransız Kültür Merkezi olarak kullanılan binanın yerinde H6-pital deş Français de la Peşte a Pera (Pe-ra Fransız Veba Hastanesi) vardı (bak. Fransız Pastör Hastanesi).
İmparatorluğun ticaret merkezi olan İstanbul'da kolera salgmları(->) da sık sık görülmekteydi.
Çok eskiden beri bilinen çiçek hastalığı zaman İstanbul'da salgınlar yapmış, önceleri bu hastalık ile mücadelede telkih-i cüderi (varialation) adı verilen Türk usulü çiçek aşısı kullanılmıştır. Tarihlerimizde Anadolu'dan gelen bir aşıcının l679'da İstanbul'daki çocukları aşıladığına dair kayıtlar vardır. Bu aşının 18. yy'ın başlarında Edirne'de de yapıldığı bilinmektedir. Bu aşı yöntemi ilk kez İstanbullu Dr. Emanu-el Timonius'un 1714'te yayımlanan Latince kitabı ile tanıtılmıştır. Lady M. W. Monta-gue(->), Şark Mektupları adlı eserinde, Türklerin çiçek hastalığını bir aşı ile önlediğini bildirmiş ve bu usulün İngiltere'de de uygulanmasını tavsiye etmiştir. Türk usulü çiçek aşısı Avrupalı hekimler tarafından hükümlüler üzerinde denenerek olumlu sonuçlar alınmış, İngiliz kraliyet ailesinin de bu aşı ile aşılanması bu usulün bütün Avrupa ülkelerine yayılmasına neden olmuştur.
Edward Jenner'in, 1796'da telkih-i ba-kari (cow-pox, vaccination) adı verilen inek çiçek aşısını bulmasıyla, Türk usulü çiçek aşısı önemim kaybetmiş ve İstanbul'da Jenner usulü ilk aşı, 23 Aralık 1800'de yapılmıştır. Dışarıdan aşı getirme, aşının saklanmasının zorluğu ve pahalığmı göz önünde bulunduran Şânizade Ataullah Efendi(->) Ayazağa Köyü'nde bulunan çiçekli ineklerden aldığı madde ile aşıladığı kişilerden aldığı cerahati başkalarına bulaştırarak pek çok kişiyi aşılamıştır. Bu şekilde aşı maddesi elde edebileceğini padişaha arz etmişse de kendisine karşı olanların engellemeleri yüzünden gerçekleştirilememiştir.
Tanzimat'ın ilanı ile sağlık alanında başlayan atılımlar çerçevesinde 1839'da Mek-teb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, çiçek aşısı uygulamasıyla görevlendirilmiştir. 1840' ta aşının parasız yapılması yolunda bir irade çıkmış ve aşıcı olarak, Dr. İstefanaki Bey (İstefan Karateodori) görevlendirilmiştir. 1847'de Cerrahhane Müdürü İsmail Paşa, yerli hayvanlardaki virüslü aşıyı ye-
Dostları ilə paylaş: |