Bibi. A. Decei, "Patrik II. Gennadios Skolari-os'un Fatih Sultan Mehmet için Yazdığı Ortodoks İtikadnamesinin Türkçe Metni", Fatih ve istanbul, I (1953), s. 99-116; M. Gedeon, Khro-nika tou Patriarkhikou oikou kai tou naou, Konstantinoupolis, 1884; S. Germanos, Symbo-le eis tous Patrirarkhikous Katalogous Kons-tantinoupoleos apo tes haloseos kai hekses, I, II, Konstantinoupolis, 1935, 1938; Z. Karaca, "Fetihten Sonra istanbul ve Rum Toplumu", TT, 104 (1992), 13-17; V. Mırmıroğlu, "Fatih ve Patrik Yenadios.", TTOK Belleteni, 124(1952), 14-15.
ZAFER KARACA
RUM PATRİKHANESİ
bak. RUM ORTODOKS PATRİKHANESİ
RUMCA BASIN
İstanbul'da yayımlanan ilk Rumca gazete devletin resmi sözcüsü Takvim-i Veka-j'z'hin Rumca nüshası olan Otomanikos Monüor'dur. 1832'de başlayıp 1840'a kadar devam ettiği sanılan gazete 400 adet basılıyor ve başta Rum Ortodoks Patrikhanesi olmak üzere ilgililere dağıtılıyordu. Bir süre Patrikhane'nin daha iyi anladıkları (belki de çeviriyi uygun bulmuyorlardı) gerekçesiyle Türkçe nüshayı tercih ettiğini bildirmesi, yayımın durdurulması sonucunu yarattı. Bu durum, bir yandan Osmanlı Rumlarının özelliklerinin, diğer yandan Yunan devletinin kurulmasıyla yazı (katerevusa) ve konuşma (demotik) dilleri arasında beliren çekişmenin sonucuydu.
OtomanikosMonitor'u, daha sonra Osmanlı diplomasisinde önemli bir rol oynayan Musurus ailesinden Yogos çıkarıyordu. 1840'ta Babıâli'nin memurlarından Konstandinos Adisidis'in çıkardığı O Tileg-rafos Tu Vosporu (Boğaziçi Telgrafı) gazetesinin, Ceride-i Havadis gibi yarıresmi bir nitelik taşıdığı düşünülebilir. 1850'den itibaren İstanbul, Rumca basında önde olan İzmir'le yarışmaya başlamış ve hem dilde hem de genel politikada üç eğilimi yansıtan gazeteler belirmiştir.
Patrikhanenin
son onarımı
sırasında bina
girişinde
yapılan ve eski
tasvirlerden
harekede
İstanbul'un
fethinden
sonra II.
Mehmed'in
(Fatih) II.
Gennadios
Sholarios'a
patriklik
beratını
verişini
betimleyen
mozaik pano.
Zafer Karaca
İngiliz pasaportlu Yunanlı Dimitros Ksenis'in 1845'te kurduğu Vizandis (Bizans) 1854'te Tilegrafos'la. birleşmiş ve ara-' lıklarla 1901'e kadar birkaç kez el değiştirerek çıkmıştır. Gazete genelde Patrikhane'nin sözcüsü sayılıyordu. 1860-1870 arasında Dimitrios Kaçelidis tarafından çıkarılan Omonia da (Barış-Birlik) Patrikha-ne'den yardım alıyordu. Patrikhane'nin resmi organı Eklisiastiki Alitia (Kilise Gerçeği) 1923'e kadar yaşamım sürdürmüştür. Patrikhane'ye yakın olanlar her şeyden önce yenilikçi akımlara karşı tutucu bir çizgi izliyorlardı. Yunanistan'ın kendi kilisesinin özerkliğini ilan etmiş olması sebebiyle Yunan hükümetinin politikasına karşı da çok uyumlu davranmıyorlar, İstanbul'un üstünlüğünden vazgeçmeye razı görünmüyorlardı. Babıâli'den maddi yardım gören gazeteci Mihail Hurmuzis 1864-1868 arasında çıkardığı Armonia (Ahenk) gazetesinde ve başta Anatolikos Asft'KAna-dolu Yıldızı) olmak üzere yazı yazdığı diğer gazetelerde Osmanlı-Yunan işbirliğini destekliyor ve Patrikhane'ye yardım ediyordu.
Rum milletinin, özellikle Anadolu'daki kesiminin anadili Türkçeydi. Bunlar Rumca konuşmayı hiç bilmiyorlardı. 15. yy'dan beri eserlerini Karamanlıca (Karamanlidi-ka) adı verilen, Grek harfleriyle Türkçe olarak yayımlıyorlardı. Patrikhane bile buna karşı çıkmamış, onları kiliseye bağlı tutmak için Karamanlıca din kitapları yayımlamayı normal karşılamıştır. Evangelinos Misailidis'in 1851'de İstanbul'da yayımlamaya başladığı Anatoli(^) gazetesi Kara-manlıcanın kökleşmesine büyük katkıda bulundu. Gazetenin yanısıra bol sayıda kitap da yayımladı. R. Arhagger'e göre, Karamanlıca Rumcadan çok Türkçeye ayak uydurmuş ve Yunan yayılmacı etkilerinden çok, bir arada uyumlu yaşamanın destekçisi olmuştur. Bu sebepten Tercüman-ı Hakikat, E. Misailidis'i "Fikr-i Osmaniyi yaymakta kimsenin kâbına varamadığı kişi" olarak tanıtmıştır.
Üçüncü grup Rumca özel gazetelerden oluşmaktadır. 1861-1894 arasında Filali-tis-Kalifron-Fotiadis'in çıkardıkları Anato-HkosAstir (Anadolu Yıldızı); 1869-1876'da N. Destunianos'un Teatis'i (Seyirci); 1876-1877'de Gabriilidis'in Metaritmisis'i (Islahat); Vangelis Papadopulos'un Proia, Sa-vatiea Epiteorisis'i (Cumartesi Revüsü), Hi-aki Epiteorisis'i (Sakız Revüsü), NeaEpite-orisis'i (Yeni Revü) kısa sürelerle ilgi toplamış olanlardır. Bu grupta en önemli olanların başında Stavros Vutiras'ın 1866' da Neologos Tis Anatolia adıyla başlatıp sonra sadece Neologos adını alan yayını gelir. Sorumlu müdürü, bir Osmanlı memuru olan Hıristos Papadopulos idi. Sahibinin kültür düzeyinin yüksekliği sebebiyle o dönemin bütün Rumca basım içinde en önde yer alarak, İstanbul'un evrensel kültür merkezi niteliğine bir katkıda bulunmuştur. Bazen örtülü, bazen açık şekilde Panhelenizmi ve Megali İdea'yı savunmuş, yandaşlarından para toplayarak yaşamaya çalışmıştır. Vutiras 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında sınır dışı edildi ve ancak
RUMELİ FENERİ
354
355
RUMELİ HİSARI
nız güneybatıdaki C kulesinin Zağanos Paşa'nın nezaretinde yapıldığı, üzerindeki kitabeden, kesin olarak biliniyor. Kuzeybatıdaki A kulesi Saruca Paşa'ya, kıyıdaki B kulesi ise, Halil Paşa'ya izafe edilmekle beraber, bunun aksi de ileri sürülmektedir. Şihabeddin Paşa'nın da bir kule yaptırdığı bildirilmekte ise de, bunun hangisi olduğu anlaşılamamıştır. İnşasının arkasından Firuz Ağa kumandasında 400 kişilik bir kuvvetin yerleştirildiği hisar, kuvvetli toplan ile 1452 sonbaharında görevine başlamıştır. Nitekim 10 Ka-sım'da, Karadeniz'den gelen iki Venedik kadırgasına ateş açılmış, 26 Kasım'da An-tonio Rizo idaresindeki gemi batırılmış, 2 Aralık'ta bir Trabzon gemisi güçlükle kurtulabilmiştir. Böylece, 1453'te hiçbir geminin Boğaz'dan geçmemesinin sağlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Fakat fetihten sonra hisar, stratejik önemini kaybettiği için Boğaz'ın yukarı kıyılarına daha faydalı olabilecek kaleler inşa edilmiş, Rumeli Hisarı ise, Osmanlı dönemi boyunca hapishane olarak kullanılmıştır. Çandarlı Halil Pa-
1908'de II. Meşrutiyet ilan edilince geri dönüp daha açık şekilde kampanyasına devam etti. Neologos Yunan yenilgisi üzere 1922'de kapandı. 1863'te Raptarhis'in Eptalofos (Yedi Tepeli) adıyla başlattığı gazeteyi Dimitrios Nikolaidis devralıp ismini Konstantinopolis'e çevirdi ve aralarla 1914'e kadar yayımladı. Bir Fransızca gazete de çıkaran Bellis'in Tabidromos\ı (Postacı) Yunan çıkarlarını savunan Kyri-akopulos'un Fransızca Phare du Bospho-re'u da (1869-1890) bu grupta sayılabilir. Bu gazetelerden birçoğu Babıâli'den para yardımı görüyordu. Açık Yunanlılıktan çok, kültürel uyanışa katkı ve tercihen Rum cemaatinin çıkarlarını ön plana çıkararak ulusal bilince katkıda bulunmuşlardır.
Dergiler arasında ilk olarak 1845'te Ef-rosini Samarcidis tarafından çıkarılan kadın dergisi Kipseli belirmiştir. Aylık olan bu dergi 34 sayı yayımlanmıştır. Dergi alanında asıl etkili olan mizahi yayınlarıyla Kayserili Rum Teodor Kasap'tır. Türkçe yayınlarının yanısıra Rumca Diyojen(->), Mo-mos ve Kondonator adlı yayınlarıyla bu alanın öncülerinden olmuştur. Yeni Osmanlılarla yakın ilişkisi ve işbirliği sebebiyle mahkemelere düşmüş, yurtdışına kaçmış, ama sonra II. Abdülhamid'le anlaşıp onun hizmetine girmiştir.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla başlayan basın patlamasında Rumca gazeteler sayıca Türkçeden sonra en çok olandır. İlk 7 ayda bütün ülkede 730 olan yeni imtiyazların yüzde 50'si Türkçe, yüzde 15'i Rumca gazeteler içindi. İstanbul'da da 37 Rumca, 3 Karamanlıca ve 12'si karışık dilli (Rumcanm yanısıra Fransızca, Ermenice vb) imtiyaz alındı. Başvuruda bulunanlardan 9'unun Yunan uyruklu olması, Meşrutiyet gazetelerinin eski ihtiyatlılıktan çıkmasının izahına yardımcı olmaktadır. Meclis seçimleri vesilesiyle bu basın protestolar yayımlamış, boykotlar organize etmiş ve Yunanlılığın savunuculuğunu açıkça üstlenmiştir. Neologos ve Proodos gibi gazetelerle Ittihad ve Terakki'nin sözcüsü Tanin arasında çok sert tartışmalar geçmiştir. Bu dönemin önde gelen gazetecileri arasında Dimitraki Tomaidi, Kozmidi, Di-mitri Karasavas, Yorgi İkonomidi, Pavlo Fotiyadi, Hambailidi gibi isimleri sayabiliriz.
Daha sonra sıkıyönetimlerin kontrolü altında 1918'e kadar durgun kalan bu basın, Mütareke'nin ilam ile birlikte ayrılıkçı eğilimleri açık açık yazmaya başladı. İstanbul'un kurulacak Yunan İmparatorluğu'na terkini, Türklerin Avrupa'dan kovulmasını istiyorlardı. Yazarları da Osmanlı Matbuat Cemiyeti'nin dışında kendi örgütlenmelerine giriştiler. Anadolu'daki bozgun, İstanbul'un Rumca basınının ve yazarlarının sonu oldu. Gazeteler kapandı, gazeteciler ülkeyi terk etti. Türk düşmanlığı yapmamış bir gazeteci nesli ortaya çıktı.
1923-1941 arasında İstanbul'da 28 Rumca gazete ve dergi çıktı. Bunlardan 24'ü günlük siyasi gazeteydi: Aniksartitos, Asi-pis, Avyi, Apoyevmatini^), Dimokratia(2 defa), Dimokratis, Efimeris, Espinni, Estia,
İmeris Yana, Katimerini, Metaritmisis, Me-tapolitefsis, Otipor, Patris, Politia, Politer-sis, Proodos, Proini, Ta Hronika, Ta Neoto-ra, To Vima, To Fos. Bazıları birkaç sayı, bazıları birkaç yıl çıkmıştır. Daha sonra da Efimeris (1943-?), Vima (1946-1952), Ke-ravnos (1947-1951), Kiryakatiki Proia (1947-1960), Hronos (1947-?), Apostolos Adreas (1951-1964), Elefteri Font (1952-1965), Embros (1952-1965), Tiı Afe« (1953-?) gibi gazeteler yayımlanmıştır. İçlerinde en önemlisi günümüze kadar yaşamını sürdüren Apoyevmatini olmuştur.
Haftalık dergi olarak Fos, Foni, mizahi Okopanos, 15 günlük Kopanos, dini olarak da aylık Htristiyaniki Estia ile aylık Or-todoksia yayımlanmıştır. İstanbul'daki Rumların sayısı azaldıkça gazeteler de azaldı. Halen Apoyevmatini ile birlikte sadece Ih o (Yankı) gazetesi (kuruluşu 1977) mevcuttur. Türkiye'nin ilk kadın foto muhabiri olarak Eleni (Küreman) özel bir üne sahiptir.
Bibi. H. Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İst., 1973; Sakellarizoy, O Faros tisAnato-lis, İst., 1900; M. İzedeon, Aposemeimata Kro-nografoi 1800-1913, Atina, 1932; R. Anhegger, "Evangelios Misailidis ve Türkçe Konuşan Dindaşları", TT, S. 50 (Şubat 1988), S. 51 (Mart 1988); G. Govessis, "Şark Meselesi ve Osmanlı Rum Basını" (istanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi), 1993.
ORHAN KOLOĞLU
RUMELİ FENERİ
İstanbul Boğazı'nın Rumeli yakasında, Bo-ğaz'ın Karadeniz'e açıldığı kuzey ucunda yer alan deniz feneri.
1855'te, Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazı'nın Karadeniz girişini görebilmeleri ve Boğaz sularına rahatça girebilmeleri amacıyla yapılmıştır.
Daha önceleri, geceleri gemilere yol göstermek ve Boğaz'ın ağzını işaret etmek
Rumeli Feneri'nin denizden görünüşü. Bünyad Dinç
için Anadolufeneri Köyü'nde büyük çıra kütükleri yakılırdı. Rumeli yakasında, Karaburun'un ilerisindeki Darboğaz mevkii uzaktan Boğaz girişini andırdığından, eşkıyanın Karadeniz'den gelen gemileri karaya oturtup içindeki malı yağma etmek amacıyla Anadolu yakasındaki Anadolufeneri Köyü'nde olduğu gibi, burada da çıra yaktığı; bu ışığa aldanan gemicilerin ışığa doğru gittikleri; karaya oturdukları; pusudaki eşkıyanın da gemileri soyduğu rivayet edilir.
Rumeli Feneri, 15 Mayıs 1856 günü, karşı kıyıdaki Anadolu Feneri'yle birlikte hizmete girmiştir. Rivayete göre, ilk inşa edilişi sırasında fener kulesinin üst üste birkaç kez yıkılması üzerine, burada bir türbe olduğu ama zamanla yıkıldığı, fener kulesinin bu nedenle yükseltilemediği söylentileri yayılmış, Fransızlar da halkı memnun etmek için önce yatırın bulunduğu türbeyi yeni baştan inşa etmişler, sonra kuleyi örmeye başlamışlardır.
Karadeniz'den gelen gemilerin süvarileri, özellikle geceleri, Boğaz girişini kolay kolay fark edemezler. Boğaz'ın girişini, uzun süreler, girişten 10 deniz mili (18,520 m) mesafeye konmuş olan bir işaret şamandırasının gündüz kendisi, gece ışığı tayin etmiştir. Bu işaret şamandırasını geçtikten biraz sonra Anadolu ve Rumeli fenerleri ortaya çıkar ve Boğaz'ın ağzı böylece iyice belirlenmiş olurdu.
Rumeli Feneri deniz yüzeyinden yaklaşık 58 m yüksekliktedir. Işığı beyaz olup 18 mil uzaktan seçilebilmektedir. Bu sayede gemiler bir saatten fazla bir süre önce feneri görerek rotalarını düzeltebilmekte-dirler.
Fener kulesi 30 m yüksekliğinde olup üç kademe şeklinde inşa edilmiştir. Başlangıçta gazyağı yakılırken sonraları asetilen gazına çevrilmiştir. Günümüzde ise otomatik olarak elektrikle çalışmakta; elektrik kesintilerinde bütan gazıyla yedeklenmek-
tedir. Fenerin yer aldığı tepenin altında büyükçe bir balıkçı barınağı vardır. Rumeli Feneri ile karşı kıyıda 2 mil kadar mesafedeki Anadolu Feneri'ni birleştiren çizgi, İstanbul Limanı'nın kuzey sınırını oluşturmaktadır.
ESER TUTEL
RUMELİ HANI
Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi üzerinde 89 numaralı kagir bina. Taksim'den Galatasaray yönüne gidişte sağ kolda bulunmaktadır. Hemen yanında Ağa Camii yer alır. Ana giriş, İstiklal Caddesi üzerinde olmak üzere üç girişi bulunmaktadır. Diğer girişler Sakızağacı Caddesi ve Öğüt Sokağı'na çıkmaktadır. İstiklal Caddesi üzerindeki süslü girişe rağmen diğer girişlerde herhangi bir süsleme öğesine rastlanmaz.
Binayı II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) başmabeyincisi Ragıb Paşa yaptırmıştır. Ragıb Paşa İstiklal Caddesi üzerinde yaptırdığı üç hana imparatorluğun yayıldığı üç kıtanın adlarını vermişti: Rumeli, Anadolu, Afrika hanları.
Bina, giriş katı dışında beş kat halinde inşa edilmiştir. Cephe, simetri ekseni üzerinde üç akstan oluşmaktadır. Bu akslar arasındaki bölümlerden giriş kapısının üzerindeki bölüm diğerine oranla geniştir. İkinci ve dördüncü katlarda ise -balkonlar yer alır. Yapının genel karakteristiği ne-oklasik üslup olmasına rağmen, giriş kapısı eklektik tarzda, barok ve ampir süslemelerin yoğun olarak kullanıldığı bir biçimde tasarlanmıştır. Girişin iki yanına pasajın adı yazılmıştır.
İlk üç kat boyunca bina cephesi yatay blokla oluşturulmuş kesme taşlarla meydana getirilmiştir. Pencere etekleri dikdörtgen panolarla hareketlendirilmiştir. Birinci kat pencereleri kemerli, ikinci kat pencereleri üçgen alınlıklıdır. Yapı geniş bir silme ile sonlandırılmıştır.
Hanın iç mekânı dış cepheye oranla oldukça sadedir. Cephe düzeni olarak neok-lasik tarzda bir pencere-kapı düzenlemesi karşımıza çıkmaktadır. İstiklal Cadde-si'ne uzanan koridor, girişin yoğun süslemesi ile bağlantılı çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu koridorda pilastr başlıkları kadın başları ile tamamlanmıştır.
BANU KUTUN
RUMELİ HİSARI
Boğaziçi'nde Rumeli yakasında bulunan bir hisar olup, İstanbul'un fethi hazırlıkları arasında, Boğaz'ın kontrolünü sağlamak maksadı ile, II. Mehmed (Fatih) tarafından yaptırılmıştır. Kaynaklardan, Fatih vakfiyelerinde, Kulle-i Cedide; Neşri Tari-bi'nde "Yenice Hisar"; 1587 tarihli eski bir belgede, "Yeni Hisar"; Kemalpaşazade, Â-şıkpaşazade ve Karamanî Nişancı Mehmed Paşa tarihlerinde "Boğazkesen Hisarı" adı ile geçer. Gülşen-i Maarifte rastlanan "Nîk-hisar" (Güzel Hisar) adı yaygın değildir. Bizanslı yazar Dukas'm verdiği "Baş-kesen Hisarı" adı ise bütünüyle anlamsızdır. Anadolu yakasında I. Bayezid'in (Yıldırım) yaptırdığı Akça Hisar, Güzelce Hisar
Rumeli
Hisan'nın
planı.
G. Good\vin,
A Histoıy of
' Ottoman
Archileclure,
Londra, 1971
10 O 10 20 30 40 5ûm
veya Yenice Kale, sonraki adı ile Anadolu Hisarı'nın karşısına, Rumeli yakasında kurulan Rumeli Hisarı'nın yapılması hazırlıklarına 1451-1452 kışında başlanmıştır. Emirnameler ile malzeme ve işçi gönderilmesinin istenmesi üzerine, Boğaz'ın Rumeli yakasında seçilen bir yere yığınak yapılmış, bir rivayete göre, önce kıyıda, hisarın güneydoğu köşesindeki kule inşa edilerek, malzeme ve çalışmaların selameti emniyete alınmıştır. Yapıma 1452 Mart'ı sonlarından itibaren, bizzat Fatih'in idaresinde, 1.000 kadar usta ve onun iki misli ırgat katılmıştır. Kaynaklar genellikle hisarın 4 ay içinde tamamlandığında birleşirler. Burasının Musliheddin adında bir mimarın eseri olduğu yolundaki varsayım henüz ispat edilmemiştir. Projenin esasını Fatih'in düşünmüş olması mümkün görülmektedir. Eski geleneğe uyularak, hisarın yapılmasında ileri gelenlerden de fayda-lanıldığı ve bunların, masrafa katıldıkları gibi, muayyen kule ve beden kısımlarının yapılmasına nezaret ettikleri anlaşılmaktadır. Bununla beraber bu kulelerden yal-
Melling'in bir gravüründen ayrıntıda Rumeli Hisarı, 18. yüzyıl.
TETTV Arşivi
RUMELİ HİSARI
356
357
RUMELİHİSARI
20. yüzyıl başından bir kartpostalda Rumelihisan'nın görünümü. TETJV Arşivi
Rumeli Hisan'nın Boğaziçi'nden görünüşü. Nazım Timuroğlu, 1994
şa'nın fethin hemen arkasından hapsedildiği burcun, Edirne'de mi, yoksa İstanbul surlarının bir kulesi mi, yoksa burası mı olduğu bilinmemektedir. Hapis tutulduğu yer istanbul olduğu takdirde, Rumeli Hisarı o sırada henüz hisar halini almamış olan Yedi Kule'ye nazaran daha akla yakındır. Işkodra Kalesi'ne karşı sefere çıkmak istemeyen Gedik Ahmed Paşa'nın da kısa bir müddet bu hisarda hapis kaldığı bilinir. Suçlu yeniçeriler, Ağa Kapı-sı'nda yargılandıktan sonra, Haliç kıyısında Yemiş Iskelesi'ndeki Çardak Kollu-ğu'ndan kayık ile hisara getirilerek, burada idam edilirler ve bu bir top atışı ile ilan olunurdu. Buraya yabancı devlet mensupları da kapatıldıklarından, hisarın Avrupalılar arasında da dehşet veren bir şöhreti var idi ve bir kulesi bu yüzden "Kara Kule" olarak tanınıyordu. Yabancıların avluda gündüzleri dolaşmakta serbest oldukları bilinir. Ferdinand'ın temsilcisi Malvezzi 1551'de burada hapsolunmuş idi. 1587'de Reinhold Lubeneau ve 16. yy'ın sonlarında Mitrowitza'lı Wenzeslas Wratislaw hisarda mahpus olarak yaşamışlardır. Bunlar ve başka yabancıların duvarlara hatıra olarak kazdıkları adları ile tarihler A kulesinde bulunmuştur. Bunların arasında Wratislaw' in yazdığı kitabe dikkati çeker. 10017 1593' te 16 yabancı hisardan kaçmış ve bu yüzden muhafızlar idam edilmiştir. Venedik Balyosu Sorenzo, bütün maiyeti ile l649'da hisara hapsedilmiş ve bunlardan tercüman Grillo, burada idam olunmuştur. Bu olayı tasvir eden tablolardan başka, Venedik'te Museo Correr'deki albümde de minyatürler vardır.
1509'daki büyük depremde zarar gören hisar hemen tamir edilmiş, 17. yyin ortalarında bir yangın geçirmiştir. Son olarak da, III. Selim döneminde (1789-1807) tamir edilen hisar, geçen yüzyıl başlarından itibaren de, kendi haline bırakılmıştır. Ev-
velce dizdar ve muhafızların oturdukları evler de, yerlerini avluyu işgal eden bir mahalleye bırakmıştır. Burasının bir deniz müzesi yapılması düşünülerek, 1917'de kurulan bir Alman inşaat bürosuna tamir işleri havale edilmiş, fakat 1918'de bu işler durmuştur. 1953'te cumhurbaşkanlığından gelen bir istek üzerine, hisar tamamen tamir edilmiş ve avludaki evler istimlak edilerek, kaldırılmıştır. Bu tamir hisarı kurtarmış ise de ilaveler ve bilhassa avludaki açık hava tiyatrosu ile bazı ilave tesislerin eserin tarihi karakterine uymadığı yolunda tenkitler de yapılmıştır.
Rumeli Hisarı'nda Arapça iki inşaat kitabesi vardır. Bunlardan Zağanos Paşa kulesinde (C) bulunanı evvelden beri bilinir. Son yıllarda tanınan diğer kitabe ise, hisarın güneydoğu ucundaki burç üzerindedir. Her ikisinde de Zağanos Paşa'mn adı geçen bu kitabelerin okunuşları ve tefsiri hususunda bazı değişik görüşler ileri sürülmüştür. Ayrıca Şerh-i Tecrid-iAtik'in (Süleymaniye Ktp, Damat İbrahim Paşa kitapları, no. 792) sonunda da ikisi Türkçe, ikisi Farsça, biri Arapça olmak üzere, Rumeli Hisarı'nın yapılmasına düşürülmüş beş tarih bulunmuştur. B kulesinin dışında görülen tuğladan yapılmış satrançlı kufi yazılar ise, tezyini bir şekilde, Allah ve Muhammed adlarını ihtiva etmektedir.
Hisarın yeri seçilirken, Boğaz'ın en dar yerindeki (660 m) bu noktanın durumu hesaba katılmış, karşısındaki Anadolu Hisarı ile Boğaz geçidim kapatabilmesi düşünülmüştür. Geçişi makaslama ateş ile önlemek konusunda, akıntılar yüzünden gemilerin burada hisarın bulunduğu kıyaya yaklaşmak zorunda kalmalarından istifade ediliyordu. Hisar yaklaşan hedefleri, toplarının en uzak mesafesinden karşılayarak, güneyde İstanbul yönünde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu. Hisarın yerinde evvelce bir Bizans kalesi olduğu
yolundaki S. Toy tarafından ileri sürülen iddia esassızdır; ancak burası Bizans dönemindeki Phoneos mevkii olarak belki teşhis edilebilir. Hisar inşa edilirken, rastlanan eski harabeler Neşrî'nin ifadesi ile "kâfiri hamam" ve Dukas'ın yazdığına göre civardaki eski manastırların enkazlarından istifade olunarak, bunların taşları kullanılmıştır. Hisar, yerinin stratejik durumu ile birlikte, arazinin şekli de hesaba katılarak, bir bütün halinde ve ciddi bir plan tertibine göre tasarlanarak yapılmıştır. İddia edildiği gibi, şekli özenti mahsulü değildir. Geriye doğru yükselen kayalık arazide kısmen dik bir sahil üzerinde kurulan hisarın denizden rakımı 43 m olan bir noktada A kulesi ile 57 m rakımlı C kulesi arasında arazi çukurlaşmaktadır (en alçak yerinin rakımı 16 m). Hisar aslında denize dayanıyor ve kıyıdaki B kulesi ile yanındaki kapı bir dış duvar (hisarpeçe) ile korunuyordu. Burada herhalde ayrıca bir iskele ile kayıkların yanaşması için bir geçit ve belki bir havuz var idi. Değişik kalınlıkta olan beden duvarları, tehlikeli yerlerde 5 m'yi bulmakta, sarp kısımlarda ise, kalınlık 3 m'ye inmektedir. Avludan beden duvarlarındaki seğirdim yoluna 18 merdiven ile çıkılmaktadır. Beden duvarlarının arazi eğimini aksettirerek, dik oldukları yerlerde (güneydeki bedende), seğirdim yolu merdiven şeklinde yapılmıştır. Hisarın kapılarının adlarını Evliya Çelebi vermektedir. Bu satırların yazarına göre Dağ Kapısı (C kulesinin kuzeyindeki kapı); Dizdar Kapısı (A kulesinin doğusundaki kapı); Hisarpeçe Kapısı (B kulesinin yanında, şimdiki girişi teşkil eden kapı) ve nihayet Evliya Çelebi döneminde daima kapalı duran ve demir sürgülü Sel Kapısı (C kulesi doğusundaki kapı) olmalıdır. Gabriel'in adlandırma teklifinden böylece ayrılmaktayız. B kulesi yanındaki, biri esas bedende, diğeri koruma duvarındaki kapılar esasında biribirlerinin karşılığı olduklarından, her ikisine de Hisarpeçe Kapısı denildiği tahmin edilebilir. Bu üç büyük kuleden başka, beden duvarlarına bitişik küçük kuleler vardır. Ortaçağın askeri mimarisinin en heybetli kulelerinden sayılan üç büyük kulenin ölçüleri Gabriel'e göre şöyledir: A kulesi, B kulesi ve C kulesinin dış çevrelerinin uzunlukları sırasıyla 23,8 m, 23,3 m, 26,70 m; orta boşluk çevrelerinin uzunlukları sırasıyla 9,8 m, 10 m, 14,70 m; duvar kalınlıkları ise 7 m, 6-6,50 m ve 5,7 m'dir. Kulelerin yükseklikleri sırasıyla kapı hizasından itibaren 28 m, 22 m ve 21 m; temelden dendaneye 33,20 m, 35, 35 m ve 25,30 m'dir. Denizden yükseklik ise A kulesinde 76,20 m, C kulesinde ise 82 m'ye varır.
Kulelerin içlerindeki ahşap katlardan yalnız A kulesindekiler kalmıştır. Her katta duvar kalınlıklarında girintiler bulunmaktadır; ayrıca her katta bir ocak vardır. A ve C kuleleri avluya merdivenli kapılar ile bağlanmıştır. Seğirdim yollarından bu kulelere irtibat olmadığından, avlu ve bedenler düşman eline geçtiği takdirde, büyük kulelerin düşmana bağımsız olarak dayanması kolaylaşmıştır. Her kulede kat
sayısı, kirişleri ve bilhassa katlan bağlayan merdiven tertipleri değişiktir. Ayrıca A kulesinin en üst katını tuğladan bir kubbe örtmektedir. Küçük kulelerin güneydoğu ucundaki burç müstesna olarak, dendanlı ve külahsız olmasına karşılık, diğer kuleler malırut biçiminde, kurşun kaplı külahlar ile örtülü idi.
Rumeli Hisan'nın en eski görüntüsü İtalya'da Milano'da Biblioteca Trivulzi-ano'da bulunan 15. yy'ın sonlarına ait bir resimde görülebilir. Burada bütün kuleler külahlıdır. Geçen yüzyılın başlarına kadar yapılan resimlerde bu külahlar görülmektedir. Halbuki Allom ve Miss Pardoe'nin gravürlerinde hisarın bütün külahlarının ortadan kalkmış olduğu görülür. En uzun ölçüleri ile, kuzeyden güneye 250 m, doğudan batıya 125 m olan hisarın şeklini kufi yazı ile "Yâ Muhammed" adına benzetiş sadece bir halk inanışı olup, sağlam bir esasa dayanmaz.
Hisarın avlusunun ortasında Fatih tarafından vakfedilen bir de cami var idi. M. Raif'in Mir'at'ta. belirttiğine göre onun zamanında, harap minaresi ile enkazı görülen bu caminin bugün yalnız minaresinin gövdesi durmaktadır. Kitabesiz iki çeşmeden başka, caminin altında büyük bir sarnıç su ihtiyacını sağlıyordu. Bu çeşit hisarlarda, usulden olduğu üzere, avluda bir mahalle teşkil eden ahşap evler daha eski evlerin geleneğini sürdürüyordu.
Hisarın güneyinde, ağaçlar ile kaplı, beden duvarına kadar dayanan ve denizden sadece ince bir yol ile ayrılan Kayalar Mezarlığı var idi ki, bugün çok küçülmüş ve sahildeki parçası ortadan kalkmıştır. Burada Durmuş Dede Tekkesi(-») ile Türbesi de bulunuyordu. Ayrıca C kulesinin arka tarafında, Şehitlik adında bir Bektaşî tekkesi ile fetih sırasında şehitlerin gömüldüğü bir mezarlık ve tekke mensuplarının mezarları da vardı. Hisarın önünde sıralanan ve adları Bostancıbaşı Def-terleri'nde bildirilen ahşap yalılardan bugün artık bir şey kalmamıştır. Bunları eski fotoğraflarda görmek mümkündür.
Dostları ilə paylaş: |