HriSTİyan ve yahudi TÜrkler



Yüklə 192,27 Kb.
səhifə4/4
tarix25.07.2018
ölçüsü192,27 Kb.
#57968
1   2   3   4

Gagauzlar‘ın en dikkat çekici özellikleri, kuşkusuz Hristiyan olmalarıdır. Bugün dünyadaki bütün Türkler’in büyük kısmı Müslümandır. Gagauzlar ise, Altay, Tuva, Çuvaş, Yakut… Türkleri gibi Müslüman değillerdir. Bu konu, geçmişten beri çok tartışılmıştır. Günümüzde sığ düşünceli bazı kimseler, “Müslüman olmayan, Türk olamaz.” gibi söylemlerde bulunmuşlardır. Bu uydurma sözlere inanmak, gözümüzü dünyaya kapatmak demektir. Türkçülerle Türk - İslam sentezcileri arasında tartışmalara neden olan Gagauzlar, ne yazık ki bu tartışmaların gölgesinde kalacak kadar ilgisiz bırakılmıştır. Hatta hep “Müslüman bir ülke ile Gagauzlar savaşsalar, hangisine yardıma gidersiniz?” diye bir soru sorulur. Bu soru, Türklüğü ve Türkçülüğü yaralamaktan başka amaç taşımayan, özünde “Türkçülükten” çok “ümmetçiliği” benimseyen kişilerce ortaya atılmış düşüncelerdir. Böyle bir durumda, gerçek bir Türkçünün kuşkusuz “Gagauzlardan” yana olması gerekir. İşte bu tartışmalar nedeniyle dinleri yüzünden eleştirilen Gagauzlar, gereksiz ve anlamsız saplantılar dolayısıyla ilgisiz bırakılmışlardır.

Gagauzlar, Ortodoks Hrisiyanlığını benimsemiş bir Türk topluluğudur. Balkanlar’a Karadeniz’in kuzeyinden göç etmeleri ve göç yolları üzerinde Müslüman toplumlarla karşılaşmamaları nedeniyle gittikleri yerde yaşayan Slavların dininden etkilenmiş ve Hristiyan olmuşlardır. Hristiyanlıkları oldukça eski tarihe dayanmaktadır. Benimsedikleri din, normal Ortodoks Hristiyanlığından oldukça farklıdır. Hristiyanlığa ters düşecek inanışları da bulunmaktadır. Çünkü Gagauzlar, eski Türk inancı olan “Gök Tanrı Dini” (Şamanizm) ile Hristiyanlığı birleştirip, özgün bir inanç yapısı oluşturmuşlardır. Örnek vermek gerekirse, Hristiyanlıkta “kurban” kesme ibadeti yoktur. Hatta bu pek uygun görülmez; fakat Gagauzlar eski Türk inancında “Iduk” (kutsal) kabul edilen Tanrı için her yıl kurban keserler. Bunun yanında Şamanizm‘deki doğaya verilen değer, Gagauzlar‘da da devam etmektedir. Gagauzlar, din konusunda tıpkı soylarına düşkün oldukları gibi bağlılık gösterirler. Kendilerine özgü inanç yapılarını, her zaman savunurlar. Çoğu zaman klasik Ortodoks öğretilerine ters düşebilecek inanışları benimserler; fakat bunu hiçbir zaman yanlış görmezler. Onlar için “aforoz” edilmek hiçbir şey ifade etmez. Yani, aslında Ortodoks olmalarına rağmen, eski dinlerine ait inançlarını da terk etmemeleriyle yeni bir yapı oluşturmuş, bu yapıya da sıkı sıkıya bağlı kalarak kendilerine doğru gelen bir inanışa sahip olmuşlardır. Bu inanışlar, kuşkusuz kişileri veya toplumları ilgilendiren konuları içerir. Bunun için Gagauzları sadece Hristiyan oldukları için eleştirmek çok bağnazca bir düşüncedir. Bugün bütün Azerbaycan Türkleri Hristiyan olsa, onların yine özleri Türk‘tür. Onları sırf Hristiyan oldular diye silip atmak, Türklük bilincini hakkıyla benimsememiş olmaya işarettir.

Gagauzça diye adlandırılan Gagauz Dili, Türkiye Türkçesine en yakın dillerden biridir. Türkiye Türkçesini bilen birisi, bir Gagauz Türk‘ü ile çok rahat anlaşabilir. Çünkü sözcüklerin çoğu ortaktır ve sesletimler Türkiye Türkçesine çok yakındır. Türkiye Türkleri’nin İslam’ı benimsemesiyle birlikte Arapça - Farsçadan sözcüklerin dilimize girmesi nedeniyle, bizim dilimizde Gagauz Türkçesinden daha çok Arapça - Farsça etkisi görülmektedir. Bizde yabancı kökenli olan birçok sözcük, Gagauzçada Öz Türkçe kökenlidir. Örneğin dilimize Arapçadan geçen “meclis” sözcüğü için Gagauzlar “topluş” sözcüğünü kullanırlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, Gagauz Dili, hafif bir Slav etkisi göz önüne alınmazsa eski Türkçeye daha yakındır, yani daha az bozulmuştur. Bugün Gagauzya’da üç tane resmi dil vardır. Bunlardan birincisi, Gagauzlar‘ın öz dili olan Gagauzça, diğer ikisi ise Moldovca (Romence) ve Rusçadır. Fakat Gagauzlar öz dillerine çok önem verirler ve çocuklarına en başta kutlu Türkçelerini öğretirler. Hatta çocuklarına “Ey, sen nesoy Gagauzsun, açan bilmersin bizimce lafetmee?” diye sorarak, onları öz dillerine bağlı kılmaya çalışmışlardır. Gagauzlar, Türkçü düşünür Necip Hablemitoğlu’nun da desteği ile 1993 yılında, o yıla kadar kullandıkları “Kiril alfabesini” değiştirip, “Latin alfabesini” kabul ederler. Onların dillerinde Slav - Latin kökenli yabancılaşmaların meydana gelmemesinin önemli bir nedeni ise, ünlü Gagauz Profesörü Ay Baba Mihail Çakır’ın İncil’i Türkçeye çevirmesi ve böylece tapınma (ibadet) dilinin Türkçe yapılmasıdır. Gagauz Türklerinin adları, genellikle dini adlar olduğu için Türkçe değildir. (Mariya, Dimitri, İvan, Saveliy…) Fakat soyadlarının neredeyse hepsi Öz Türkçe kökenlidir. (Sarı, Kuru, Demirci, Kazancı, Taşoğlu…) Ayrıca yer adları da hep Türkçe kökenlidir.

Gagauzya’da oldukça zengin bir kültür bulunmaktadır. Oradaki yaşam, ne tamamen Türk yaşantısına benzer ne de Hristiyan yaşantısına… Değerlerine sımsıkı bağlı olan Gök Oğuzlar, farklı ve özgün bir yaşam tarzını benimsemişlerdir. Gagauzlar, doğumdan sonra bebekleri vaftiz edilmeleri için kiliseye götürüyorlarmış. Rahip, çocuğu üç kere okunmuş suya batırıp çıkardıktan sonra dualar okur ve çocuk kilisenin içerisinde dolaştırırmış. Birkaç işlemden sonra bebek annesine teslim edildiğinde ise vaftiz sona erermiş. Ölümde de farklı uygulamalar var. Ölü, üç gün evden çıkartılmaz, bir bakıma sevdikleriyle görüşmesi için ona fırsat tanınırmış. Üç gün boyunca sevdikleriyle vedalaştıktan sonra, gelinlik eşyalarıyla (yorgan, döşek…) birlikte bahçeye çıkartılır, orada Şamanlık özelliği taşıyan bir iki tören yapılırmış. Daha sonra varsa o evin hayvanlarından kesilir, ekmekler ve tatlılar gelenlere ikram edilirmiş. Sonrasında ise cenazede bulunanlar ağır ağır mezarlığa gider, ölüyü toprağa verirlermiş. Bu dini geleneklerin dışında, Türk kimlikleriyle ilgili de çok önemli uygulamaları var. Bildiğimiz gibi “kurt“, Türklerin en eski sembolüdür ve Türkler, kurda çok önem vermişlerdir. Gagauzlar da kurtlara çok değer vermişler, onu bayraklarına taşımışlar ve onun adına “bayramlar” yapmışlardır. Kurda “canavar” (3) diyen Gagauzlar, her yıl 10 - 17 Aralık tarihleri arasında “Canavar Yortusu” (Kurt Bayramı) düzenleyip, kutlama yaparlar. Bu bayramlarda otağlar kurup ata biner, kımızlar içip Türklüklerini yaşatmaya çalışırlar. Gagauz erkeklerinin içinde, Oğuz Ata gibi Türk’e özgü bir tarzla bıyık bırakanlar da çoktur.

Gagauzlar, şaraba çok önem verirler. Çünkü gelirlerinin yarısından fazlası şaraptan elde ederler. Ülkenin topraklarının pek verimli olmaması ve yağış miktarlarının azlığı nedeniyle kurak iklimin görülmesi dolayısıyla, tarım bu bölgede pek gelişememiştir. Toprağı el emeği, göz nuru olarak işlemek isteyen Gök Oğuzlar, belli bölgelerde toprağı canlandırmış ve sulama sorunlarına rağmen özellikle “bağcılığı” geliştirmişlerdir. Çok kaliteli üzümler yetiştiren Gagauzlarda, hemen hemen her evde bu üzümlerden şarap yapılıyormuş. Her evin bodrum katında bir bölüm varmış ve burada şaraplar yapılıp mayalanmaya bırakılırmış. Konuklara şarap ikram edilmeden bırakılmazmış. Zaten ürettikleri şarapların çoğunu, yurt dışına çok iyi paraya satıyorlarmış. Hem böylesine güzel bir gelir kaynağı sağlayan hem de artık kültüre işleyen şaraba bu bağlamda çok önem vermişlerdir. Üzümün dışında, ayçiçeği, tütün, soya… tarımı da yapılıyormuş. Sanayi pek gelişmemiş; fakat yine de irili ufaklı 50′ye yakın farklı dallarda fabrikalar bulunmaktaymış.

Moldova Lirası (ML)’nı kullanan Gagauzlar‘da ekonomik durum orta düzeydedir. Eğitim ise oldukça gelişmiştir. Gagauzya genelinde 45′e yakın kütüphane, ilk - orta ve lise düzeyinde eğitim veren 55 tane okul ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de katkılarıyla kurulan Komrat Üniversitesi bulunuyor. Bunların dışında TİKA’nın desteğiyle kurulan Atatürk Kültür Evi ve müzeler de varmış. Türkiye’ye çok ilgili olan ve Türkiye Türklerini çok seven Gagauzların, genellikle Komrat bölgesinde dinlenebilen Gagauz Radyosu’nda Gagauzca yayınlar yapılıyor ve yayınlardan kalan kısımlarda TRT-FM yayınları veriliyor. Ayrıca her gün, hemen hemen her eve bir gazete girer. Roman, öykü, şiir… gibi türlerde eserler de yazılıp basılmaktadır.

Anlatılanlardan anlayacağınız üzere, Gagauzlar yüzlerce yıldır soydaşlarından ayrı yaşadıkları hâlde öz dilini kullanan, Türklüğüne bağlı ve çoğu Türkçülerden oluşan bir Türk topluluğudur. Oradaki soydaşlarımızın çoğu, daha iyi şeyler yapabilmek adına bizlerin desteğini ve ilgisini bekliyor. Ben, aynı boydan olduğumuz soydaşlarımıza yürekten sevgilerimi yolluyor ve varlığımızı birleştireceğimiz o kut’lu gün için şu benzetmeyi yapmak istiyorum: Korun (ateşin) üstü külle kaplansa da, ateş o külün dibinde yanmaya devam eder. Bir gün bir rüzgâr çıkar da o küller savrulursa dört yana, Türk’ün gücüne benzettiğim o ateş yeniden bütün dünyayı ışıtmaya / ısıtamaya başlar.

Gagauz soydaşlarımıza ait olan “Mari Kız” türküsünü dinlemek için “buraya” dokunabilir, “buradaki” sayfa ile de kandaşlarımızla ilgili resimlere ulaşabilirsiniz.

Tanrı, bütün soydaşlarımızı korusun!

Yavuz Tanyeri

--------------------------------------------------------------------------------

1. Eski Türkçede “ajan -düşman” anlamına gelen sözcük.

2. Gagauz’yanın başkenti olan Komrat’ta bulunan ve “Gagauz Halk Topluşu”, bugün Türkiye’deki TBMM’ye benzer amaçla kurulmuş. Elbette “özerk” bir devlet olduğu için, tam bağımsız değil ve kendi yasama - yürütme - yargı organlarını hakkıyla oluşturamıyor. Fakat var olan “Gagauz Ana Kanunu” çerçevesinde ülke içerisinde düzeni sağlamayı başarabiliyor. Sonuçta Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı olsa da, “özerk” bir devlet için işlevini yerine getirebiliyor diyebiliriz.

3. Eski Türkler, “kurt” için “börü / böri” derlerdi. Bu sözcük, bugün de bazı Türk Lehçelerinde yaşamaktadır. Hatta Anadolu’da bile bu sözcüğün kullanımına rastlamak mümkündür. Fakat bir dönem “börü” yerine “kurt” denmeye başlanmasının muhakkak ki mantıklı bir açıklaması vardır. Bildiğimiz üzere Türkler kurdu “ata” olarak kabul etmiş ve ona saygı duymuşlardır. Bunun için onu ilk ve öz adı olan “börü” yerine başka bir adla adlandırmak istemişlerdir. Nasıl ki bir kişinin babasının adı “Soner” iken, kişi ona adıyla değil de saygısını göstermek amacıyla “baba” diye sesleniyorsa; Eski Türkler de “börü” yerine “kurt” diyerek saygılarını dile getirmeye çalışmışlardır. Gagauzlar ise, “kurt” demeyi de bırakıp onu Farsça kökenli “canavar” sözcüğüyle adlandırmışlardır. Bu değişikliklerin hepsinin temelinde, Türklerin kurdu ata kabul edip, ondan çekinmeleri vardır.



"Geniş bölgelere dağilmiş olan Yahudi halkının bütün yaşanmış tecrübelerinden hiçbir tanesi Hazarlarınkinden daha olağanüstü değildir."
- Nathan Ausubel, Pictorial History of the Jewish People (1953)


"Hazar halkı ortaçağı için değişik bir fenomendi. Yabani ve göçebe kabileleriyle donanmış Hazarların, gelişmiş devletlere ait bütün avantajları vardı. Yapılanma, hükümet, geniş ve başarılı ticaret ve kalıcı ordu, O zamanlarda geniş fanatiklik ve cahillik onların Batı Avrupa'daki idaresine karşi koyduğu zaman, Hazar devleti adaleti ve hoşgörüsüyle ünlüdü. İnançlari için eziyet çekmiş insanlar her yönden Hazar İmparatorluğuna siğınmışlar, Avrupanın karanlık ufuklarında yıldız gibi parladı ve hiç bir iz birakmadan soldu."
- V. V. Grigoriev (1835; 1876 'lı kitabı Rossiya i Aziya, "O dvoystvennosti verkhovnoy vlasti u khazarov" yazısı, 66'ncı sayfa)


"Gerçi Museviler her yerde hüküm altındaydılar, ve dünyanin çoğu yerinde eziyet çekmiş, ortaçağin içinde bir tek Hazar İmparatorluğunda Museviler kendi hakimiyetini sürmüşler.... Dünyadaki baskı altında olan Museviler için, Hazarlar gurur ve umut kaynağıydı onların varlığı ispatlandı ki Tanrı insanını tamamen terk etmedi."
- Raymond Scheindlin, The Chronicles of the Jewish People (1996)


Hazarların tarihi bize büyüleyici bir örnek olarak Musevi hayatın ortaçağlarda nasıl gelişdiğini gösterir. Tüm Hıristiyan Avrupada Musevilerin eziyet çektiği zamanda, Hazar İmparatorluğu bir umut feneriğdi. Hazar Kağanların hoşgörüsüyle Museviler çok büyük gelişme gördü, İmparatorluğuna Bizans ve Pers mültecilere davette bulundular. Bu mültecilerin etkisi ile Hazarlar Musevi dinini hoşgördüler ve çoğu Museviliği benimsediler.

Hazar hakkındaki bilgilerinin çoğu güvenilir Arap, İbrani, Ermeni, Bizans ve Slav kaynaklarından gelir. Hazarlar hakkında büyük miktarda arkeolojik tanıtlar vardır. Bu tanıtlar Hazarların çeşitleri görünüş, ekonomik, sanatlar, ticaret, tarım ve balıkçılık vede ölülerin defnetme uygulamasını gösterir.

Soy: Hazar Türklerin kaynağı orta Asyadaydı. İlk Türk kavimlerinde çok çeşit vardı. Moğol fetihlerden önce çoğunlukla kırmızımsı saç vardı. Hazarların orijinal inançları Şamanlıkdı, dilleri Türkçe ve hayatları göçebeydi. Sonradan, Hazarlar Musevilik, İslamiyet ve Hıristiyanlık dinlerini benimsedi, İbranice ve Slav Dillerini öğrendi ve tüm kuzey Kafkas ve Ukraynadaki şehirlere yerleştiler. 5'inci ve 13'üncü asır arası 800 senelik zamanda Hazarların büyük tarihinde etnik bağimsızlık göründü.

Güney Rusyada olan Hazarların 6'ncı asırdan evelki tarihi belirsizlik içindedir. 550 ve 630 yılları arası Göktürk İmparatorluğun bir parçasıydı. 7'inci asırların ortasında iç savaşlar yüzünden Göktürk İmparatorluğu sona erdi, Hazarlar bağımsızlığını başarı ile ele aldılar. Hazarların Kağanlığı ve politik sistemi yine Göktürklerden geldi bunun bir örneği Hazar Kağanın tevali.

Politik güç: Hazar İmparatorluğun en yüksek derecesinde, güney Rusya, kuzey Kafkaslar, doğu Ukrayna, Kırım, batı Kazakistan ve kuzey batı Özbekistan bölgeleri hükümü altındaydı. Sabar ve Bulgar gibi diğer Türk gruplar 7'inci asırda Hazarların yetkisi altına girdi. Hazarlar bazı Bulgarları (Asparuhun liderliği ile) bugünkü Bulgaristana zorla teşvik ettiler, bazı Bulgarlar Volga nehrinin üst kısmına göç ederek bağımsız Volga Bulgaristanını kurdular. Hazarların diğer kavimlere en büyük hakimiyet sürdüğü zaman 9'uncu asırdı, Slavlar, Macarlar, Peçenekler, Burtalar, kuzey Kafkas Hunları ve diğer kavimler kontrolu altındaydı ve bu kavimlerden vergi alınırdı. Tüm bölgenin Hazarların yetkisi altında olduğu için, o bölgenin denizi "Hazar Denizi" diye isimlendirilmiş, bugün bile Türk dileri, Farsça ve Arapçada bu isimle bilinir (Arapçada, "Bahr-ul-Khazar"; Farsçada, "Daryaye Khazar").

Dolaylı olarak bugünkü Bulgaristanın kuruluşuna sebep olan Hazarlar, Avrupa ilişkilerinde daha önemli bir rol oynadılar. İslam dünyası ve Hıristiyan dünyası arasında tampon bölge haline girerek Hazarlar İslamiyetin kuzey Kafkaslardan fazla ilerleyişini durduruldu. Bunun başarısına 7'inci asırın sonu 8'inci asırın başında Arap-Hazar savaşları oldu. Bu savaşların dolayısıyla Kafkaslar ve Derbent Kenti Hazar ve Arapların arasındaki sınır oldu.

Kentler: Hazarların ilk başkenti Balancardı, Verkhneye Chir-Yurt arkeolojik sitesi ile bilinir. 720'lerde Hazarların başkenti Samandar oldu. Kuzey Kafkasların kıyılarına yakın, güzel bahçeleri ve üzüm bağları ile meşurdur. 750'de başkent Volga Irmağin kenarında olan İtil'e geçti. Ortaçağlarda "İtil" Volga Irmaği diye bilinirdi. İtil en az 200 sene daha Hazarların başkentiydi. Hazarların büyük ticaret merkezi olan Hazara, başkent İtil'e yakındı. 10'uncu asırın başinda Hazaran-İtil'in nufüsün çoğu Müslüman ve Musevi vede az sayıda Hıristiyan vardı. Başkentde çok Cami vardı. Yakında olan adada Kağanın sarayı vardı. Bu ada etrafı çember halindeydi, kiş vaktinde Hazarlar başkentde kalıyordu, ilkbahar ve yaz vaktinde etrafında olan bozkırlarda tarla sürerler idi.

Ukrayna'nın başkenti Kiev, Hazarlar tarafindan kuruldu. Kiev Türkçe'ye ait bir kelimedir (Kuyu Ev). Musevi Hazar topluluğu Kiev'de yaşıyordu. Musevi Hazar topluluğun diğer yaşadığı kentler Çerson, Kerç, Feodosya, Fanagorya ve Sari Kaleydi. Bu kentlerin yöneticileri çoğu zaman Musevilerdi. 834'de Don ırmağında önemli bir kale kuruldu. Bu kale Bizans ve Hazarlar ile beraber kuruldu, kuruluşunda bizans muhendis Petronas Kamateros hizmette bulundu.

Uygarlık ve ticaret: Hazarların başlıca ürünleri pirinç ve balıkdı. Ayrıca Hazarlarda arpa, buğday, karpuz, kenevir ve salatalık üretilirdi. Volga Irmağın etrafındaki bölgeler çok verimliydi, Hazarlarda az yağmur olduğu icin bu bölge çok önemliydi. Kürk ihtiyaçlarını karşılamak için tilki, tavşan ve kunduz avlanıyordu.

Hazar İmparatorluğu Avrupa ve Asya'yı bağlayan önemli ticari yoldu. Misal olarak, "İpek Yolu" Çin, Orta Asya ve Avrupa için önemliydi. Hazar ticari yollarında ipek, kürk, balmumu, bal, mücevherat, gümüş eşya, madeni para ve baharat ticareti yapılıyordu. Pers'in Musevi Radhanit işadamları İtil'den geçerek batı Avrupa, Çin ve diğer ülkelere girdiler. İpek Yolu ticaretinden İranlı Sogdan'larda yararlandı, lisanları ve alfabeleri Türkler arasında kullanıldı. Hazarlar Horosan (kuzey batı Özbekistan), Volga Bulgaristan, Azerbaycan ve Pers ile ticari ilişkiler kurdular. Hazarların çifte kraliyet sisteminde, Kağan üstün liderdi ve Bey siviller arasında liderdi. Kağanlar Türklerin Asena ailesinden geliyordu, ortaçagın başlangıcında diğer Orta Asya devletlerine Kağanlar vermişlerdir. Hazar Kağanları Bizans, Abbas, Macar ve Ermeni liderler ile ilişki kurdular. Bir miktarda Hazar Kağanları Hazarların dinine etki oldular, yine de diğer dinlere tölerans gösterdiler, Kağanlar Musevi dinini kabul ettikleri zaman Hıristiyan Rumlar, putperest Slav ve İranli Müslümanlar egemenliklerinde kalıyorlardı. Başkentlerinde Hazarlar yedi kişi ile yüksek mahkeme kurdular, her dinin temsilcisi vardı (çağdaş Arap tarihe göre, Hazarlar Tevrat ile hüküm gördüler, başka kavimler diğer kanunlar ile hüküm gördü).

Arkeolojik tanıtlara göre eski tarihden bu yana Yahudi topluluklar Kırımda yaşamıştır. Kırımın Hazar kontrolü altına geldiği çok önemlidir. Persli Mazdaklarından kaçan Yahudiler Kırımdaki Yahudi topluluklara sonradan eklendi, Bizans İmparatorları Leo III ve Romanus I Lekapenus'un eziyetlerinden kaçan Yahudiler. Al-Mesudi, Schechter mektupları ve Saadiah Gaon'a göre bugünkü Özbekistan, Ermenistan, Macaristan, Suriye, Türkiye ve Irakdan Hazar İmparatorluğuna göç ettiler. Arap yazarı Dimaşki'ye göre bu göç eden Yahudiler dinlerini Hazar Türklerine teklif ettiler, Hazarlar kendi dinlerinden vaz geçip Museviliği kabul ettiler. Hazarların din değişimine Yahudi Radhanit işadamlarının etkisi oldu. Hazarların Museviliği kabul etmeleri belki bağımsızlığının bir politik simgesiydi, Hazarlar Müslüman halife ve Hıristiyan Bizans İmparatorluğun arasındaydı.

Bulan Kağan ve Obadiah Kağanın önderliği ile, Hazarlar arasında ortodoks Musevilik yayılmış, 860'da Bizansın etkisi ile Sent Siril Hazar İmparatorluğuna gelerek Hazar halkını Hıristiyanlığa teşvik etmeye başlamış fakat sonunda başaramamış çünkü Hazarlar Museviliğin temel esaslarını benimsemişlerdi. Buna rağmen Sent Siril Slavların çoğunu Hıristiyanliğa benimsetti. Musevi, Hıristiyan ve Müslüman temsilcileri ile görüşerek, 838'de Bulan Kağan Museviliği benimsedi. Hazar esaleti ve genel halk Museviliği benimsedi. Sonradan Obadiah Kağan Hazar İmparatorluğunda Havralar ve Musevi okullar açtı. Hazarlara Mişna, Talmut ve Tevrat çok önemli oldu. 10'uncu asırda Hazarlar ibrani harfler ile yazmaya başladı. O asırdaki mühim dökümanlar İbrani dilinde yazılmıştır. Ukraynalı Profesör Omeljan Pritsak'in tahminine göre Hazar İmparatorluğunda 30,000'e kadar Musevi yaşıyordu 10'uncu asırda. İsveçli parabilimci Gert Rispling 2002'de bir Hazar Musevi parası buldu.

Genelde, Hazarlar hoşgörülü ve verimli bir toplulukdu, dünyanın her yer ile ticari temasda. Hazarların sanatkâr ve sanayi yeteneklerini gösteren çok eserler kaldı.

Gerileme ve yıkılma: 10'uncu asırda, İskandinav hakimiyeti altında olan doğu Slavlar birleşdi. Prens Oleg tarafından yeni devlet kuruldu, Kievli Rus. Hazarların çifte kralıyet sistemini benimsediler. Hatta Rus Prensleri Kağan rütbe ismini aldılar. Çernigov, Gnezdoro, Birka (İsveç) ve Kiev'deki Viking mezarlarında arkeologlar Hazar veya Hazar tipinde eşyalar buldular (giyisi ve çömlek). Kievli Rusda yaşayanlar kanuni sistemlerini Hazar tipinde kurdular. Doğu Slav lisanın bazı kelimeleri Hazar Türkçesinden geldi: Örneğin, bogatyr ("cesur şovalye") Hazar kelimesi bağatur'dan geliyor.

10'uncu asırın sonunda ve 11'inci asırın başında Hazarların eski karaları Rusların eline geçti. 965'de en yıkıcı yenilme oldu, Rus Prensi Svyatoslav Sarı Kale istihkamını fethetti. İki sene sonra İtil'i fethetti, bundan sonra seferi Balkanlara geçti. Ülkelerin kayıbına rağmen, Hazarlar kaybolmadı. Bazıları batıya doğru Macaristan, Romanya ve Polonyaya göçederek diğer Yahudi topluluklarla karıştılar. Timothy Miller, 11. yy. civarında Musevi Hazarların Bizans İmparatorluğu'ndaki Pera Yahudi cemaatinin üyesi olduklarını keşfetti. (bkz: Timothy S. Miller, "The Legend of Saint Zotikos According to Constantine Akropolites," Analecta Bollandiana c.112, 1994, sayfa 339 - 376)

Daha fazla araştırma için tavsiyeler. Hazarlar hakkında bazı yararlı basılmıs kitablar ve dökümanlar.

Bir Türk İmparatorluğu: Hazar Yahudileri Yazar: Kevin Alan Brook (Nokta Kitap, İstanbul, 2005).
Bozkurt selamı Hıristiyan asıllı çıktı!

Ülkücülerle özgünleşen Bozkurt selamının aslında Hıristiyan Türklerden, Müslüman Ülkücülere miras olduğu ortaya çıktı.


İşte bozkurt selamı gerçeği





MHP'lilerin ünlü 'bozkurt selamı'nın sırrını, gazeteci Hakan Akpınar 'Kurtların Kardeşliği' adlı kitabında anlattı. Kitaba göre, ülkücülerin selamlaşma ve zafer işaretini Türkiye'de ilk olarak 1984 yılında Ankara'ya gelen Gagavuz Kültür Bakanı Maria Marunoviç kullandı. Zira bu işaret, Hıristiyan Gagavuz Türkleri'nin bin yıldır kullandığı bir selamdı. Alparslan Türkeş de 1992'de Azerbaycan'da katıldığı bir mitingde Azeri Lider Elçi Bey ile birlikte bu işareti kullanarak selam verdi. Ve kısa sürede bu işaret ülkücülerin 'bozkurt selamı' olarak yerleşti. Kitapta bir de ülkücü terminolojinin açıklandığı sözlük var:

Kızılelma: Cihan hakimiyetinin simgesi olan kavram.

Reis: Teşkilat önderlerine ve üniversite gençlik liderlerine verilen gayri resmi unvan.

Tabutluk: Bir çeşit işkence hücresi. Ülkücüler, tabutlukla ilk kez 1944 Mahkemeleri sürecinde tanıştı.

Taş Medrese: Yusufiye olarak anılan cezaevlerinin diğer adı. Hoca Ahmet Yesevi'nin medreselerine atıfta bulunuluyor.

Turan: Tüm Türk devletlerinin bir bayrak ve devlet altında toplanması ülküsü.

Vatan


Türk bilimadamlarının araştırması, tarihi bir gerçeği gözler önüne serdi

Erzurum Atatürk Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Tahsin Parlak, halı ve kilim motiflerini araştırmak için gittiği Kazakistan'da, Orta Asya'da yaşayan Türkler'in Kıpçaklar aracılığıyla Avrupaya taşıdıkları kültürün izlerini buldu. Yrd. Doç. Dr. Parlak, 6 yıllık çalışmanın sonunda yazdığı `Tur-an yolunda Aral'ın sırları' kitabıyla Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı'nın (TÜRKSAV) 2007 yılı `Türk Dünyası'na hizmet ödülü'nü aldı. Yrd. Doç. Dr. Parlak, "Orta Asya'daki kaya resimlerinden yola çıkarak, tarihi İpek Yolu'nu kuran Kıpçak Türkleri'nin ticaret yoluyla kültürlerini Roma'ya oradan da Avrupa'ya yaydıklarını tespit ettim. Bugün Hıristiyan aleminin dini sembolü olan haç, Almanya'da ve birçok Avrupa ülkesinde bereket Tanrıçası sembolü olarak kullanılan Simurg kuşu gibi bir çok ögenin, binlerce yıl önce Türkler tarafından kullanıldığı ortaya çıktı" dedi.

Atatürk Üniversitesi ile Türk İşbirliği Kalkındırma İdaresi Başkanlığı'nın (TİKA) Kazakistan'da 1999 yılında başlattığı `Aral Bölgesi El Halıcılığını Geliştirme Projesi'ni yürütmek üzere bu ülkeye giden Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı, Geleneksel Türk El Sanatları Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Tahsin Parlak, halı, kilim motiflerini incelerken Türk tarihiyle ilgili saha çalışması yapma imkanı buldu. Yaklaşık 4 yıl bölgede kalan Yrd. Doç. Dr. Parlak, halı ve kilimlerde kullanılan motiflerin her birinin birer damga olduğunu, bunların kökünün Orta Asya'daki kaya resimlerinde olduğunu öğrenince araştırmalarını bu yönde genişletti. Kazakistan'da araştırma yaparken, kimliği belirsiz kişilerin bıçaklı saldırısından pencereden atlayarak kurtulduğunu anlatan Yrd. Doç. Dr. Parlak, üç omurgası kırıldığı için bir süre hastanede tedavi görmek zorunda kaldığını söyledi.

"TURAN YOLU, İPEK YOLU OLDU"

Son buzul döneminden sonra insanların Orta Asya'daki Turan ovası civarında yeniden hayata başladıklarını kaydeden Yrd. Doç. Dr. Tahsin Parlak, "Bu bölgede yaşayan insanlar, Kıpçak Türkçesi'nde `an' olarak nitelendirilen hayvanları, yine hayvanların şahı olan Şahan'ı, kartalı ve diğer kuşları evcilleştirerek, günlük hayatta yararlandılar. `Turan yolu'nu daha sonra `İpek Yolu', `Baharat Yolu' ve günümüzde de `Enerji yolu' adını aldı" diye konuştu.

"`HAÇ' VE `SİMURG KUŞU' TÜRKLER'DEN AVRUPA'YA GEÇTİ"

Halı ve kilimlerdeki motiflerde özellikle Dış Oğuz'u temsilen Ok damgası, İç Oğuz'u temsilen Oğ damgasını ve ikisinin karışımından meydana gelen Oğuz damgasını saptadığını kaydeden Yrd. Doç. Dr. Parlak şunları söyledi:

"İç Oğuz'un kullandığı Oğ damgası, çadır evlerin (keçe- Kiyüz evler) tepe penceresinin formunu teşkil eden motiftir. Söz konusu motif günümüz Kırgızistan'ının bayrağında da karşımıza çıkmaktadır. Dış Oğuz'lar ise dünyanın dört bir tarafına turlanıp gittikleri için Ok damgasını kullanıyorlardı. Dış oğuzların bilinen diğer ismi de Kıpçaklar'dır. İpek Yolu'na hakim olan Kıpçaklar, gittikleri yerlere bu motifleri götürdüler. Bu motifler içerisinde özellikle güneşi temsil eden `Oz' damgası yani çarkıfelek, Avrupa'da gamalı haç olarak karşımıza çıkıyor. Dış Oğuz'un Ok damgası ise, Kıpçakların bir kısmının Hristiyan olmasıyla birlikte 3'üncü yüzyılda Avrupa'ya taşınıyor. Oğuzlar'ın güneş damgası Tunç devrinde Azerbaycan'daki kaplarda, Erzurum'un Oltu İlçesi'ndeki koç ve koyun heykellerinde bulunurken, `Ok' damgası ise Kıpçaklar Hristiyan olduktan sonra Avrupa'da haç olarak kullanılmaya başlanıyor. Hristiyan aleminin simgesi olan haçı Türk dünyasının halı ve kilim dokumalarında, yine Ahmet Yesevi Türbesi'nin tuğla dekorasyonu arasında görebilirsiniz. Yine yarısı kartal, yarısı pars olan Dış Oğuz'un ongunu Simurg kuşu figürü, İpek Yolu'nun her yerinde karşımıza çıkıyor. Tataristan ve Hakas Devletleri'nin arması, Kazakistan'ın milli simgesi olan Simurg, Hunlar'dan itibaren bir çok Türk Devleti'nin yanı sıra Roma'nın kurucusu Tursakalardan meydana gelen Etrüksler aracılığıyla İtalya'da ve Almanya'da kullanılmaktadır. Türkistan'da bulunan Bayındır'dan İzmir'deki Bayındır'a getirilerek gemilere yüklenen mallar, Kıpçaklar tarafından deniz yoluyla İtalya'ya taşınıyordu. Böylece Kıpçaklar, kültürlerini de Avrupa'ya aktarıyordu. Orta Asya'daki Turan Denizi'nin Ege'de Tiran Denizi olarak karşımıza çıkması da bunlara örnek teşkil ediyor. Orta Asya'daki kaya resimleriyle İtalya ve bu bölgedeki amblemlerin sırrı budur."

`KURUYAN ARAL GÖLÜ'NDE TÜRK İZLERİ'

Orta Asya'da araştırma yaparken Aral Gölü'nün kuruması sürecini yaşadığını aktaran Yrd. Doç. Dr. Parlak çalışmalarının sonucuyla ilgili şu bilgileri verdi:

"Küresel ısınmanın had safhada olduğu bölgedeki kuruyan gölün tabanında Türk kültür tarihinin izleri çıktı. Özellikle Aral'ın 25 metre derinliklerinde, Korkut Ata Devlet Üniversitesi'nin yürüttüğü kazılar sonucu ortaya çıkarılan Kerderi Bölgesi'ndeki Kerderi kümbetleri ve arkeolojik kalıntılar Anadolu'dakilerle aynı. Turan yolunda yaptığım gezilerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki kiliselerin de Kıpçak Türkleri'nin menzil kiliseleri olduğunu tespit ettim. Çünkü Kazakistan'daki Akiler'in, bu günkü ismiyle Ahi teşkilatının ilk kuruluş yeri buradır. Bu teşkilatı incelediğim zaman Osmanlı Devleti'ni 600 sene ayakta tutan etkenin bu ahilik teşkilatı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu Ahilik merkezi incelendiğinde, Kıpçaklar'ın Aral'daki Akkurgan'dan başlayıp Selçuklu'nun başkenti Cankent'ten, o bölgeden hareket ederek Anadolu'ya iki koldan geldiklerini görüyoruz. Müslüman olan Oğuzlar Türi-İlkmen/Türkmen adını alarak Selçuklular'ı oluşturup Anadoluya ilerlerken, Hristiyan olan Oğuz ve Kıpçaklar ise Gürcistan üzerinden ilerleyişlerine devam ediyorlar. Bu arkeolojik ve etnografik bulgular biraraya geldiği zaman, Türkler'in dünya medeniyetine hangi katkıları olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Fakat bu Ahilik yolu dediğimiz İpek Yolu zamanla gözden kaçmış. Oysa ki Kıpçak boyları olan Çıldır Atabekleri, 1576'ya kadar Hristiyan olarak yaşamış, Lala Mustafa Paşa'nın Erzurum'a vali olmasından sonra Müslümanlığı seçmişlerdir. Çıldır Atabekleri, müslüman olduktan sonra Ahilik sistemiyle yaptıkları menzil kiliselerinin yerine menzil külliyelerini oluşturuyorlar. Böylece kültürün devam etmesini sağlıyorlar."

`3 HİLAL, 3 KÜLTÜRÜ TEMSİL EDİYOR'

Türklerin üç kültürün mensubu olduğunu vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Tahsin Parlak, bu konuda da şunları söyledi:

"Osmanlı Devleti'nin bayrağında yer alan üç hilal, bozkırdaki yarı göçebe hayatı temsil eden Akkır'ı, İpek Yolu'nu anlatan Akyol'u ve ince şehir hayatını gösteren Akkurgan'ı simgeliyor. Ve bu ince şehir hayatıyla kültür ve medeniyetin beşiği durumundayız. Ancak bugün Batı, bizi yalnızca bozkır hayatıyla ön plana çıkarıyor. Orta Asya'daki kaya resimleri incelenirse, Türkler'in binlerce yıl önce Bering Boğazı'nı nasıl aştığını, dünyaya nasıl ulaştığı görülür. Yaptığım çalışmalar bir başlangıç, bu konu daha geniş bir şekilde araştırılmalı ve Türkler'in dünya medeniyetine olan katkıları gün yüzüne çıkarılmalıdır."



Orta Asya'daki Tur-an yolundan, Akdeniz'de, Avrupa'da hatta Amerika yerlilerine kadar giden araştırmalar sonrası, bölgedeki etnografik malzemeleri birleştiren Yrd. Doç. Dr. Parlak, yazdığı 528 sayfalık `Turan yolunda Aral'ın sırları' kitabıyla TÜRKSAV'ın Türk Dünyası'na hizmet ödülünü aldı.

Yüklə 192,27 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin