“GENÇLİK CİNNETTEN BİR ŞUBE “
Gençlik cinnette olduğu için evlilik müessesesi gün geçtikçe çökmekte, bu çöküşün daha hızlı olması için medya da elinden geleni yapmaktadır. Batı’da gerçek manada aile zaten kalmadı. Gençler normal evlenme yerine "Beraberliği” tercih etmekteler. Bizde de bu akım hayli mesafe aldı; çünkü bazı çevreler devamlı bunu körüklemektedirler.
Halbuki, toplumun yapısını ilgilendiren yapılanmalarda, değişikliklerde çok dikkatli olunmalıdır. Çoğu zaman yapılan yanlışlığın telafisi mümkün olmamaktadır. Bunun için, “cinsiyet konusunda” yayın yapan kuruluşlar, mutlaka, ama mutlaka, “kadın ve erkek psikolojisini”, “cinsiyet motivinin mahiyetini ve gücünü” çok iyi bilmek durumundadırlar.
Bütün canlılar, üremek zorundadırlar. Üreme de türlere göre değişmektedir. İnsanlarda üremenin, yüce kitabımız Kur’an-ı kerimde buyurulduğu üzere “nikahlı çiftler arasında” cereyan etmesi gerekmektedir..
Kur’an-ı kerimde bildirildiği üzere, kadın ile erkek arasında “bir sevgi, gönül bağı” vardır. Nitekim, ayet-i kerimde, “Sizi bir tek candan (Hz. Adem’den) yaratan, ondan da gönlü buna ısınsın diye eşini (Hz. Havva’yı) yaratan O’dur.” buyurulmuştur. (Araf/189.)
Böylece beşeriyet, iki cinsi birbirine kaynaştıran sevgi gücü ile o günlerden, bugünlere üreyerek gelebilmiştir. Bunun için halk arasındaki, “ Nikahta keramet vardır” sözü meşhur olmuştur. Bazıları beşeriyeti, bu konuda “başı boşluğa” teşvik etmişler; her türlü sosyal ve vicdanî sansürü ortadan kaldırmak istemişlerdir. Bu konuda, İslâmın gösterdiği gerçekçi ve mutedil yolu terk etmişlerdir.
Sosyalleştirme dayatması
Bunun için de çocuk, ergen ve genç psikolojisinden habersiz kişiler, cinsel eğitim ve sosyalleştirme adı altında çok yanlış davranışlar içine düşmüşlerdir. Meselâ, çocuklar ısrarla bir arada tutularak “sosyalleştirilmeye” çalışılmıştır.
Halbuki, bu konuda psikologların ve pedagogların tespitleri tamamı ile farklı. İlim adamlarına göre, 0-6 yaşları, insan hayatında “ilk çocukluk” dönemidir ve bu yaştaki çocuklar kız-erkek ayırımı yapmadan birlikte oynamaktan, birlikte hareket etmekten hoşlanırlar. Fakat, “ikinci çocukluk” dönemi adı verilen 6-12 yaş çocukları ve ergenlik çağı için durum, tamamı ile tersinedir.” (Rıza Kardaş – Eğitim Psikolojisi)
Yani, bu yaşlarda, kızlı-erkekli karma gruplar meydana getirmekten hoşlanmazlar; onlar, “kendi cinsleri” ile birlikte çocuk grupları oluşturmaya çalışırlar. Hatta, onlara göre, bu yaşta bulunan çocuk grupları, karşı cinsin meydana getirdiği gruplara “öfke” ile bakarlar. Beraberlikte ısrar psikolojik bozukluklara sebep olur. Bu konuda bütün psikolog ve pedagoglar aynı görüştedir. Bu hususu, E.B. Hurlock da, “Psikometri”nin kurucusu Moreno da teyid ederler.
Bu yaş dönemleri içinde bulunan çocukları ve ergenleri “sosyalleştireceğim” ve “karşı cinse intibak ettireceğim” diye ortaya çıkan, onların psikolojik özelliklerine ters düşen zorlamalara giden kişi ve müesseseler, başarılı olmak şöyle dursun, çok ters tepkilerle karşılaşmaktadırlar.
Ateş ve barut
Toplumun “delikanlılık çağı” dediği, bu dönemde gençler önemli psikolojik ve fizyolojik değişimlere uğrarlar, yepyeni meseleler karşısında kaldıklarını görürler. Hele, “delikanlıların” bu durumunu, istismar ve tahrik eden çevreler ve uyarıcılar fazla ise, buhranın boyutları gittikçe büyür; iş, birçokları için “cinnet” mertebesine varabilir.
Amerika ve Avrupa cemiyetlerinde, kısmen de bizde görüldüğü üzere, çeşitli suçlar işleyen ve korkunç sapık davranışlar gösteren “gençlik akımları” oluşur. Genişleyen, büyüyen ve kalabalıklaşan bütün “sanayi toplumlarında” görüldüğü üzere, aile ve cemiyet zayıfladığından, başıboş kalan genç nesiller, akla, hayale gelmeyecek; şeytana tapma, sapık ilişkiler, uyuşturucu kullanma gibi her türlü çılgınlıklara başvurabilmekteler.
Sevgili Peygamberimizin buyurdukları gibi, başıboş bırakılan gençlik gerçekten de şimdi, “Gençlik cinnetten bir şube...” dir. Hele bu gençlik, sahipsiz, himayesiz ve kontrolsüzse... Üstelik bir de kışkırtıcı film ve yayınlarla karşı karşıya ise...
Ecdadımızın “ateş ve barut” misâli ile tehlikeli bulduğu, genç kız ve erkek ilişkilerinin, Amerika ve Avrupa cemiyetlerinde gençleri ne hale getirdiğini, çok iyi tahlil etmek gerekir. Başıboş ve kontrolsüz bir cemiyette, “serbest beraberliklerin” insanı hayvanlaştırdığı bir gerçektir. İnsanlıkla, medeniyetle hiç alakaları kalmamıştır. Yeme içme ve çiftleşmeden başka bir düşünceleri yoktur.
Böyle bir toplum, teknolojide ne durumda olursa olsun, yok olmaya mahkumdur. Çünkü toplumları ayakta tutan teknoloji değil, medeniyettir; ruhu besleyen manevi ve ahlâki değerlerdir.
BARDAK BOŞ KALMAZ!
Görünüşte basit gibi de görünse bazı olaylar iz bırakıyor hafızada... Fizik öğretmenimiz birgün derse girdiğinde çantasından çıkardığı su bardağını masanın üzerine koymuştu. Biz bardağı ne yapacak diye merakla beklerken, defteri imzaladıktan sonra boş bardağı gösterip sordu:
- Çocuklar bu gördüğünüz bardak dolu mu, boş mu?
Biz hep bir ağızdan bağırdık:
- Boş öğretmenim!
- Bilemediniz çocuklar, hiçbir şey boş kalmaz. Şu anda bardak hava ile dolu. Su koyduğunuz zaman da hava çıkar su ile dolar!...
Bu fizik kuralı sadece madde için değil; insanın ruhî yapısı için de geçerlidir. Öyle veya böyle bir şeye inanmak zorundadır insan, boş kalamaz. Ateistler bile inançsız değildir aslında, kendilerine göre bir inançları vardır.
Çekilen sıkıntıların sebebi
Bugün çekilen sıkıntıların sebebi, insanın sadece madde olarak görülmesi ve mana tarafının ihmal edilmesidir... Allahü teâlâ, insanı madde ve mana olarak dengelemiş. Bu denge bozulunca, felâketler birbirini izliyor...
Bugün, her türlü imkâna, lükse rağmen gençlik bunalımda. Gençlerin ölüme giderken söyledikleri sözler, bunu ortaya koyuyor fakat bunu anlayacak insan nerede? Hâlâ çare başka yerde aranıyor. İlâç yerine zehir veriliyor...
Sen, çocuğa Allaha inanmanın lüzümunu öğretmezsen, aksine bunu gericilik, yobazlık olarak empoze edersen, o da gider şeytana tapar; nasıl olsa böyle bir duruma karışan, ayıplayan da yok...
İnanma ihtiyacı, insanın yaratılışında mevcut. Bunu yok etmek veya bunun yerine başka şeyi koymak mümkün değil... Her türlü maddî imkânlarla donatılmış, lüks içinde yüzen, fakat maneviyattan uzak tutulmuş kolejli gençler, “Hepinizi seviyoruz, ama buraya ait değiliz” diyerek, onbeşinci kattan merdiven boşluğuna kendilerini bıraktılar ve beton zeminde feci şekilde can verdiler. Neye böyle yaptılar, çünkü onlara buraya, bu dünyaya ait oldukları öğretilmedi.
Onların sadece maddelerine hitap edildi... Her türlü ihtiyacı karşılandığında insanın mutlu olacağı zannedildi. Maneviyat aksesuar olarak görüldü...
Fakat bütün maddî imkânlara, lüks dairelere rağmen onlar, huzuru terk edilmiş metruk hâldeki tarihi binada buldular!... Burada içki, fuhuş ve uyuşturucu eşliğinde ayinler düzenleyerek kedi, köpek kurban ettiler. İnanç boşluklarını böylece doldurmaya çalıştılar kendilerince. Huzuru yanlış yerde aradıklarından da, susuz olanın deniz suyu içerek daha da susadığı gibi daha çok huzursuz oldular. Neticede bu huzursuzluk onları intihara sürükledi. Biz gerçek huzurun yerini öğretemediğimiz için, birileri gerçek huzurun intiharda olduğunu empoze etmişti onlara. Hem de nereden? Ta okyanus ötesindeki ABD’den...
Bugün dünyada yaklaşık 10 milyondan fazla kişi şeytana tapıyor... Türkiye’de de yayılmaya başladı bu sapık inanç. Sen bardağı doldurmazsan, birileri gelip dolduracak, bardak boş kalmaz çünkü...Ama su ile ama hava ile ama zehir ile...
İntihar zayıf inancın eseri
Bu arada yeri gelmişken biraz da çocuklara kadar inen intihar üzerinde duralım. İntiharın ne olduğunu da anlatamadık toplumumuza. Anlatamadığımız bir yana filmlerde, intiharı sıkıntılardan bir kurtuluş yolu olarak gösterdik.
İntihar genelde inanç boşluğunu veya zafiyetini gösterir. Müslüman intiharı düşünmez bile. Çünkü intihar, bir çare, bir kurtuluş değil, aksine tarifi imkânsız azaplara kendini atmak demektir. İntihar etmek, küfre yakın çok büyük günah olduğu için, ölürken dayanılmaz acılara maruz kalır. Bu acı azap sonsuz olarak devam eder. Bunu bilen intiharı nasıl düşünsün?
Bizde intihar olayları, maneviyatın zaafa uğradığı dönemde yani Batı ile içli dışlı olduğumuz Tanzimat’tan sonra görülmeye başladı. İntihar kelimesi, Tanzimat’tan önce yazılan lügatlarda bile yoktu.
Dinsizliğin ve inanç zayıflığının intihar üzerindeki etkisi büyüktür. Avrupa’da, hayat standardı yüksek olan yerlerde, intihar oranı daha yüksektir. Avrupa’daki intihar oranı Türkiye’dekinden 15-20 kat daha fazladır. Meselâ Fransa’da 100 bin kişiden 44’ü intihar etmektedir. İntiharda Türkiye en alt sıralardadır. Türkiye’de de batıdan doğuya gittikçe inanç kuvvetlendiği için intihar oranı düşmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki, huzursuzlukların, intiharların panzehiri sağlam bir inançtır... Gerisi havanda su döğmektir.
Dostları ilə paylaş: |