Hz. MUHAMMED'İN İSLÂM'A VE MÜSLÜMANLARA YÖNELİK SALDIRILARLA MÜCADELESİ-II
g- Hendek Savaşı (5/627)
Medine'nin çevresine şehri savunmak amacıyla kazılan hendekten dolayı bu savaşa "Hendek Gazvesi" denildiği gibi, çeşitli gruplar bir araya gelerek Müslümanlara saldırdığı için "Ahzâb Gazvesi" diye de anılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de, içerisinde bu savaştan bahsedilen "Ahzâb" adında bir sûre mevcuttur.
Bedir savaşı ile şimdi bahsedeceğimiz Hendek savaşı arasında geçen üç yıl zarfında -ileride görüleceği üzere- Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkilerde bazı gelişmeler yaşanmıştır. Hendek savaşının sebeplerinin daha iyi anlaşılabilmesi için bu gelişmelere burada kısaca temas etmek yerinde olacaktır. Yahudilerden Kaynukâ' ile Benî Nadîr, hicretten sonra Müslümanlarla gerçekleştirilen antlaşmayı kısa süre sonra bozmuşlar, Mekke müşrikleriyle işbirliği içine girmişler ve daha da ileri giderek Hz. Peygamber'i öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Bunun üzerine önce Benî Kaynukâ', daha sonra da Benî Nadîr, Medine'den çıkarılmışlardır. Benî Nadîr Yahudilerinden bazıları Hayber'e sığınmışlardır. Hendek savaşı esnasında Medine'de Yahudi kabilelerinden sadece Benî Kurayza bulunuyordu.
Hayber'e yerleşen Yahudilerden ve diğer İslâm karşıtlarından, içlerinde Huyey b. Ahtab ve Hristiyan Ebû Âmir'in de bulunduğu yirmiye yakın kişi Mekke'ye giderek Kureyş müşriklerini
Müslümanlarla savaşa teşvik ettiler. Ebû Süfyan onların bu teşebbüsüne çok sevindi. Bu heyet, Kureyş'ten sonra Gatafân, Süleym, Esed, Fezâre, Mürre ve Eşca' gibi müşrik Arap kabilelerini de çeşitli vaatlerle ayaklandırdı. Mesela Gatafan kabilesine Hayber'in bir yıllık hurma mahsulünü vermeyi kabul ettiler. Burada hemen belirtelim ki, Gatafanlılar, ister Yahudilerle, ister müşriklerle ve ister Müslümanlarla, hangisi işlerine geliyor ve menfaatlerine uygun düşüyorsa işbirliği içine giriyorlardı. Bu defa müşriklerle ittifak kurdular. Mekke çevresindeki Sakîf ve Kinâne kabileleri de Kureyş'e destek verdiler. Bu suretle Yahudiler, Kureyşliler ve diğer müşrik Arap kabileleri Müslümanlar aleyhinde birleşmiş oluyordu. Sonunda Mekke ve çevresinden dört bin kişilik ordu toplandı. Savaş sancağı Dârünnedve'de açıldı. Mekke'den hareket eden dört bin kişilik orduya çevreden gelen birliklerin katılmasıyla müşrik ordusunun toplam asker sayısı Medine'ye varıldığında on bine ulaştı.
Diğer taraftan müşriklerin Medine üzerine yürüdüğünü Huzâa kabilesinden on günlük yolu dört gecede katederek gelen bir haberci vasıtasıyla öğrenen Hz. Peygamber, Medine'de kalıp savunma savaşı yapmak veya düşmanı şehir dışında karşılamak hususunda sahâbîlerin görüşlerine başvurdu. Müzâkerede savunma savaşı yapılmasına, savunma metodu olarak da, Selmân-ı Fârisî'nin tavsiyesi üzerine şehrin hücuma açık kısımlarına hendek kazılmasına karar verildi.[355] Medine'nin taşlık, ağaçlık ve dağlık kısımları zaten düşman ordusunun şehre girişine elverişli değildi; yollar da dardı.
Hz. Peygamber bir grup sahabe ile birlikte keşfe çıkarak kazılacak yerleri belirledi. Kurayza Yahudilerinden de ödünç olarak kazı aletleri aldı. Hendeğin kazılmasında ve savunulmasında üç bin Müslüman görev aldı. Her on kişilik takıma kırk zirâ'lık (bir zirâ' yaklaşık 52 cm.) yer ayırdı. Kendisi kazı işine nezaret ettiği gibi bizzat çalıştı; toprak kazdı ve sırtında toprak taşıdı. Hendek, içine düşenin çıkamayacağı derinlikte ve karşıdan karşıya bir süvarinin atlayamayacağı genişlikte planlandı. Buna göre derinlik ve genişlik ölçüleri de tespit edildi. Hendeğin bugünkü ölçülerle yaklaşık 5500 m. uzunluğunda, 9 m. eninde ve 4,5 m. derinliğinde olduğu tahmin edilmektedir.[356] Müslümanlar hem hendeğin düşman tarafından doldurulmasını önlemek ve hem de bu toprağı siper olarak kullanmak amacıyla kazıdan çıkan toprağı kendi taraflarına yığdılar. Ayrıca düşmana atmak için kendi taraflarına taş yığdılar.[357] Hendek kazma işi tamamlandığında Medine sanki bir kale haline geldi. Hz. Peygamber İslâm ordusu için karargâh olarak Sel' dağının eteğini seçti. Kendisi için bir Türk çadırı kuruldu.[358] Aile fertlerini ayrı ayrı hisarlara gönderdi.
Düşman birlikleri güneyden ve kuzeyden Medine çevresine geldiklerinde hendek kazma işi tamamlanmıştı. Kureyşliler ve onların güney müttefikleri, Kur'an-ı Kerîm'de de bildirildiğine göre "Müslümanların alt yanlarından", kuzey müttefikleri ise, yani Gatafan ve Fezâreliler, Yahudilerin Hayber'in bir yıllık mahsulüne karşılık Esed ve Necid'de oturan kabilelerle birleşerek "üst yanlarından" gelmişlerdi.[359] Müşrikler, alışık olmadıkları bu savunma tedbiri olan hendekle karşılaşınca şaşkına döndüler. Bölgelerinden çıkarken yanlarına bu tür bir savaşta kullanılabilecek malzeme de almamışlardı. Müşrikler Medine çevresinde üç ayrı karargâh kurdular. Ordunun genel komutanı Kureyş lideri Ebû Süfyan b. Harb idi. Hendek kuşatmasından bir ay önce hasat yapılmış ve tarlalardan mahsül toplanmış olduğundan, düşman askerleri hayvanlarını beslemekte güçlük çekmeye başladılar. Ordu ile birlikte getirdikleri yiyeceklerle yetinmek zorunda kaldılar.[360]
Seçkin üç bin Müslüman asker ve otuz beş atlı, hendeği korumaya ve devriye gezmeye başladı. Çünkü sadece hendek kazmak yeterli değildi; aynı zamanda onun korunması gerekiyordu. Piyadeler ve süvariler arasında görev taksimi yapıldı. Düşman atlıları hendek boyunca dolaşıyorlar, hendeğin savunulması zayıf noktalarını araştırıyorlardı. Onlar hendeği geçebilmek maksadıyla bir geçit oluşturmak için harekete geçtiğinde Müslümanlar tarafından ok yağmuruna tutuluyorlardı. Düşmanın baskısı sonucu Müslümanlar zaman zaman sıkıntılı anlar yaşadılar. Hz. Peygamber'in öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını zamanında eda edemediği günler oldu.[361] Bazı cesur düşman süvarileri bir iki defa hendeği aşmaya teşebbüs ettiler. Bunlardan Nevfel b. Abdullah el-Mahzûmî, hendeği aşmayı başaramayarak içine düştü ve Hz. Ali veya Zübeyr b. Avvam tarafından öldürüldü. Düşman, Nevfel b. Abdullah'ın cesedinin iade edilmesi için on bin dirhem vermeyi teklif etti. Hatta Ebû Süfyan'ın yüz deve gönderdiği söylenir. Ancak Hz. Peygamber onun cesedini karşılıksız olarak iade etti.[362] Düşmanın birkaç defa daha hendeği aşma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı.
Kuşatma uzadıkça müşriklerin hem kendilerinin ve hem de hayvanlarının yiyecekleri tükenmeye başladı. Bu arada onların Hayber'den yiyecek takviyesi gördükleri anlaşılmaktadır. Nitekim bir defasında Benî Nadîr Yahudilerinden Huyey b. Ahtab'ın gönderdiği yirmi deve yükü arpa, hurma ve hurma kabuğu Müslümanların eline geçti.
Müşrikleri organize ederek on bin kişilik orduyla Medine'nin kuşatılmasına sebep olan Huyey b. Ahtab, dışarıdaki ordunun hendeği aşamayacağını görünce, vahanın güneydoğusunda oturan Kurayza Yahudi kabilesinin başkanı Ka'b b. Esed'e giderek onu müşriklerle birleşmeye ve Müslümanları arkadan vurmaya razı etmeye çalıştı. Huyey b. Ahtab'ın Ebû Süfyan tarafından yolda gönderildiği de söylenmektedir.[363] Ka'b b. Esed başlangıçta isteksiz davrandı; Hz. Muhammed (s.a.s.)'le daha önce antlaşma yaptığını, ondan sadece doğruluk ve vefa gördüğünü, bu sebeple antlaşmayı bozmayacağını açıkladı. Fakat Huyey b. Ahtab'ın ısrarlı teklifine dayanamadı. Huyey, Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olan antlaşma yazısını da getirterek parçaladı. Bu suretle işini sağlama almış oluyordu.[364] Benî Kurayza'nın bu hareketi Müslümanları zor durumda bıraktı; çünkü bu durumda iki ateş arasında kalmış oluyorlardı. Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'le birlikte çadırının içinde bulunduğu bir sırada Hz. Ömer gelerek Benî Kurayza'nın antlaşmayı bozduğunu haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl"(Allah bize yeter. O ne güzel vekildir) buyurdu ve gerekli önlemleri almak üzere faaliyete geçti.
Hz. Peygamber'in Kurayza'nın tutum ve davranışlarını izlemek üzere görevlendirdiği Zübeyr b. Avvâm, onların savaş için hazırlık yaptıklarını tespit etti. Daha sonra durumu incelemek için gönderdiği ve içlerinde Sa'd b. Muâz ve Sa'd b. Ubâde'nin de bulunduğu bir ekip, Kurayza'yı bozdukları antlaşmayı yenilemeye davet etti. Yahudiler bunu kabul etmedikleri gibi İslâm heyetine hakaret ettiler; aralarında sert tartışmalar meydana geldi. Bu girişimlerinden bir sonuç elde edemeyeceklerini anlayan Müslüman elçiler Hz. Peygamber'e gelerek durumu bildirdiler.[365] Bu gelişme Müslümanları endişe ve korkuya sevketti. Hz. Peygamber, kalelere ve sağlam binalara yerleştirilmiş olan hanımları ve çocukları Kurayza'nın ve onlarla işbirliği yapabilecek müşriklerin saldırısından korumak için gerekli askerî tedbirleri almaya başladı.
Hz. Peygamber bu arada müşriklerin ittifakını bozmak için Gatafan birlikleri komutanlarından Uyeyne b. Hısn ve Hâris b. Avf'a, kuşatmayı terketmeleri karşılığında Medine mahsulünün üçte birini vermeyi teklif etti. Bir söylentiye göre üçte bir karşılığında antlaşma metni hazırlanıp, henüz taraflar ve şahitlerce imzalanmamıştı.[366] Gatafanlılar buna razı olmayıp mahsulün yarısını istediler. Hz. Peygamber bu konuda ensardan Sa'd b. Muaz ve Sa'd b. Ubâde'nin düşüncelerini sordu. Bu iki sahâbî, Gatafanlıların câhiliye döneminde misafirlikte yapılan ikram ve satın alma dışında kendilerinden bir hurma bile almaya cesaret edemediklerini belirterek "Allah bizi İslâm ile
şereflendirdikten ve bizi doğru yola sevkedip seninle şereflendirdikten sonra mı onlara mallarımızı vereceğiz"? diyerek böyle bir antlaşma yapmaya hiç gerek olmadığını söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz bu planı uygulamaktan vazgeçti ve görüşmelere son verdi.[367]
Bu arada Müslümanlar lehine bir başka önemli gelişme oldu. Düşman saflarında bulunan Eşca' kabilesinin reisi Nuaym b. Mes'ud İslâmiyeti kabul ederek gizlice Hz. Peygamber'in yanına geldi. Kendisinin İslâm'ı kabulünden müşriklerin haberi olmadığını ve Müslümanlara yardım edebileceğini bildirdi. Hz. Peygamber ona "harp hiledir" prensibinden hareketle faaliyette bulunabileceğini söyledi. Nuaym b. Mes'ud giriştiği faaliyet sonucunda Yahudi-müşrik ittifakını bozmayı başardı. Şöyle ki; önce Kurayza'ya giderek, onların konumunun kuşatmacılardan farklı olduğunu, burasının kendilerinin yurdu olduğunu, Kureyş ve Gatafan kabilelerinin er geç kendi yurtlarına döneceklerini, o zaman kendilerinin Müslümanlarla başbaşa kalacaklarını, böyle bir durum karşısında ise Müslümanlara karşı koyabilecek güçleri bulunmadığını hatırlattı. Onun için yanlarında tutmak üzere müşriklerden rehin istemelerini tavsiye etti. Yahudiler bu görüşü isabetli buldular.
Nuaym bu defa Kureyş müşriklerinin yanına giderek Ebû Süfyan ve etrafındakilere, Kurayzaoğullarının Hz. Muhammed (s.a.s.)'le antlaşmayı bozduklarına pişman olduklarını, Kureyş ve Gatafan'dan rehine isteyeceklerini ve boyunlarını vurmak üzere Müslümanlara teslim edeceklerini söyledi. Şayet kendilerinden rehine isterlerse vermemelerini tavsiye etti. Bir müddet sonra Kurayza'nın kendilerinden rehine istemesi üzerine müşrikler Nuaym b. Mes'ud'un söylediklerinin doğru olduğu kanaatine vardılar. Yahudilere haber göndererek asla rehine vermeyeceklerini bildirdiler. Şayet savaşmak isterlerse kendileriyle birlikte meydana çıkmalarını istediler. Kurayzaoğulları ise rehine almadan onlarla birlikte savaşmayacaklarını belirttiler. Nuaym b. Mes'ud'un bu girişimi Yahudilerle kuşatmacıların birbirlerine olan güveni sarstı. Gruplardan herbiri diğerini hainlikle suçladılar. Böylece Yahudi-müşrik ittifakı bozulmuş oldu.[368]
Bu sırada Zilkade ayı girmek üzereydi. Mekke çevresinde panayırlar kurulacak ve hac mevsimi başlayacaktı. Aynı zamanda Haram Aylar da girmiş bulunuyordu. Bu nedenlerle Kureyşliler Mekke'ye dönmeye karar verdiler. Bu esnada ortaya çıkan bir fırtınada düşman çadırları sökülmeye, ateşleri sönmeye ve atları ürkmeye başladı. Bu hususa Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde işaret edilmektedir: "Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi".[369]
Peygamberimiz gece vakti Huzeyfe b. Yemân'ı müşriklerin ordugâhında olup bitenler hakkında gizlice bilgi edinmek ve elde ettiği bilgileri kendisine getirmek üzere görevlendirdi. Huzeyfe b. Yemân büyük bir cesaretle düşman saflarına girerek rüzgarın onların karargâhını altüst ettiğini, başkomutan Ebû Süfyan'ın bir konuşma yaparak kuşatmayı kaldırmaya karar verdiğini açıkladığını ve bu kararında ciddi olduğunu göstermek için devesinin ayaklarındaki bağı çözmeyi bile hatırına getirmeden üzerine bindiğini müşahede etti. Huzeyfe b. Yemân daha sonra sağ sâlim İslâm karargâhına dönerek düşman tarafında olup bitenleri Hz. Peygamber'e anlattı. Müşrik ordusunun kuşatmayı kaldırması üzerine Hz. Peygamber Müslümanlara evlerine dönmeleri için izin verdi.
Hendek Savaşı'nın Kur'an-ı Kerim'e yansıdığı ve Ahzâb Sûresi'nin 9. âyetinden 27. âyetine kadarki kısmının bu gazve dolayısıyla nâzil olduğu görülmektedir. Allah Teâlâ bu hususla ilgili ilk âyetlerde mü'minlere, kendilerine olan nimetini hatırlamalarını, üzerlerine ordular geldiğini ve bu ordulara karşı rüzgar ve görmedikleri ordular gönderdiğini; müşrik ordularının Medine'nin alt ve üst taraflarından geldiklerini; mü'minlerin denendiğini ve şiddetli bir sarsıntıya uğradıklarını[370] bildirmektedir. Müteakip âyetler, bu savaşta münafıkların psikolojisinden ve tutumlarından bahsetmektedir. Münafıkların "Allah ve Peygamber'in sadece kuru vaadlerde bulunduklarını" söylediklerini; yine onlardan bir grubun "Ey Yesribliler! tutunacak yeriniz yok, geri dönün" dediğini; bir grubun da Peygamber'den "Evlerimiz açıktadır" diyerek izin istediğini; oysa evlerinin açıkta olmadığını ve sadece kaçmak istediklerini[371] bildirmektedir. Daha sonraki âyetlerde müşriklerin ve onlara yardımcı olan Yahudilerin durumu hakkında bilgiler verilmektedir. Son âyetler ise, Allah'ın kuşatmacı kâfirleri kinlerinden dolayı geri çevirdiğini, onların bir çıkar elde edemediklerini; müşrikleri destekleyen Yahudilerin de daha sonra cezalandırıldığını haber vermektedir.[372]
7 Şevval 5/1 Ocak 627'de başlayan Hendek kuşatması yirmi üç gün devam ettikten sonra 1 Zilkade 5/24 Ocak 627'de sona ermiştir.[373] Hendek savaşının müttefiklerin başarısızlığı ile neticelenmesiyle, Kureyş'in Hz. Peygamber'i ortadan kaldırmak için son teşebbüsü de boşa çıkmıştır. Bu savaş esnasında altı Müslüman şehit düşmüş; müşriklerden de üç kişi ölmüştür.[374] Hendek Savaşı Mekke müşrikleriyle ilişkilerde önemli bir safha teşkil eder. Nitekim Kureyş müşrikleri bu savaştan sonra Müslümanlara bir daha savaş açamayacaklardır. Kurayza Yahudilerinin işledikleri savaş suçu dolayısıyla Hendek Savaşı'ndan hemen sonra cezalandırılmaları konusu Yahudilerle ilişkiler bölümünde işlenecektir.
Hendek Savaşı'nda Hz. Peygamber'in izlediği hareket tarzında altı çizilmesi gereken noktalar şu şekilde özetlenebilir: Hz. Peygamber düşman ordusunun hazırlığını duyar duymaz gerekli önlemleri almış ve hazırlıkları başlatmıştır. Kısa sürede dikkatle ve titizlikle hazırlamış olduğu projeyi hiç yılmadan ve her türlü güçlüğe göğüs gererek uygulama alanına koymuştur. Hendeğin projesinin hazırlanmasında, kazılmasında ve savunma süresince en ince detayları bile ihmal etmemiştir. Müslümanlar için çok tehlikeli sayılabilecek gelişmelerde paniğe kapılmamış, azmini yitirmemiş ve gerekli sebeplere bağlanmıştır. Düşman ordusunun bir kanadını çökertmek için Medine'nin hurma mahsulünün bir miktarını vermeyi, daha geniş bir ifade ile maddi fedakarlığı göze almış; fakat arkadaşlarıyla yaptığı görüş alışverişinden sonra bu düşüncesinden vazgeçmiştir; ayrıca gerektiğinde soğuk savaş taktiği uygulamıştır. Sonunda büyük bir tehlike, her iki taraftan da çok az sayılabilecek bir can kaybıyla atlatılmıştır. Halbuki müşrikler, Müslümanların üç katından fazla bir kuvvetle onların işini bitirmek amacıyla gelmişlerdi. Bu savaşta düşman safında yer alan Amr b. As, Halid b. Velid ve Dırâr b. Hattâb gibi pek çok cengâver daha sonra İslâm saflarına katılmıştır. Peygamberimiz Hendek kazımında ve savunma esnasında Müslümanlar arasında herhangi bir ayırım gözetmemiş, adalet ve eşitlik prensiplerine uymuştur. Her zaman olduğu gibi, olayın başından sonuna kadar attığı adımlarda ve ciddi gelişmelerde danışmaya ve görüş alışverişinde bulunmaya önemli yer vermiştir. Haber alma ve düşman hakkında bilgi toplama konusunda titiz davranmış ve bu hususta uygun gördüğü kimseleri görevlendirmiştir. Biraz evvel söylendiği gibi, Yahudi lideri Ka'b b. Esed, kendisine antlaşmayı bozmayı teklif eden Huyey b. Ahtab'a, Peygamberimizin "Sözünde duran, doğru bir insan ve iyi bir komşu olduğunu" söylemiştir. Bu, Hz. Peygamber'in iyi bir karaktere sahip olduğunun düşman tarafından bile itiraf edildiğini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber kuşatma esnasında gelişen olumsuz durumlar karşısında Müslümanların maneviyatını bozmamaya, hatta bilakis yükseltmeye ve güçlendirmeye özen göstermiştir.
h- Hendek Savaşı İle Hudeybiye Barışı Arasında Müşriklerle İlişkiler
Hz. Peygamber Hendek kuşatmasında müşrikler safında yer alan kabileler üzerine seriyyeler tertiplemiştir. Ukkâşe b. Mihsan'ı, emrine verdiği kırk kişilik bir birlikle Esed kabilesinin oturduğu Gamre'ye göndermiştir. O nedenle bu seriyyeye Gamre seferi denilmiştir. Esedoğulları Müslümanların geldiğini duyunca bulundukları bölgeyi terkederek kaçmışlardır. Ukkâşe b. Mihsan kaçanları takip ettirmemiş ve Müslümanlar hiçbir kayıp vermeden Medine'ye geri dönmüşlerdir.[375] Yine Hendek kuşatmasına katılan Süleymoğullarına karşı bir askerî birliğin başında Zeyd b. Hârise gönderilmiştir.[376]
Bu arada, daha önce Recî' olayında Müslüman irşad heyetini pusuya düşürerek bir kısmını şehit eden ve bir kısmını da esir alarak Mekke müşriklerine idam etmeleri için satan Adal ve Kâre kabilelerini cezalandırmak ve aynı zamanda Mekke müşriklerine gözdağı vermek maksadıyla Hz. Peygamber'in de katıldığı bir sefer düzenlenmiştir. Bu seferde Hz. Peygamber Medine'den çıktıktan sonra asıl hedefini gizlemek için önce Suriye'ye gidiyor gibi yapmış, daha sonra esas hedefe yönelmiş ve Usfân'a kadar ilerlemiştir. Bu arada Hz. Peygamber'in geldiğini duyan Lihyanoğulları kaçmışlardır. Hz. Peygamber Usfân'dan Hz. Ebû Bekir'i on kişiyle birlikte, buraya on yedi ve Mekke'ye altmış dört kilometre uzaklıkta bulunan Gamîm'e kadar göndermiş, o da herhangi bir tehlike ile karşılaşmadan geri dönmüştür. Bu sefere Benî Lihyan Gazvesi adı verilmektedir.[377] Bu arada Hz. Peygamber Medine-Suriye yolundaki Gâbe mevkiinde otlatılan yirmi sağmal devesini bir baskınla ele geçirerek alıp götüren, develeri gütmekte olan Ebû Zer el-Gıfârî'nin oğlu Zer'i öldürüp hanımı Leylâ'yı ve develeri kaçıran Fezâre kabilesinin başkanı Uyeyne b. Hısn'ı takip için Gâbe Gazvesi'ni tertiplemiştir. Bu gazveye İslâm ordusunun konakladığı yere nisbetle Zûkared Gazvesi de denir. Bu sefer sırasında, çalınan develerden sadece on tanesi kurtarılabilmiş, Ebû Zer el-Gıfârî'nin hanımı da bir yolunu bularak ve Hz. Peygamber'in çalınan develerinden birisine binerek Medine'ye gelmiştir. Bu kadın, düşmanın elinden kurtulduktan sonra Hz. Peygamber'e gelerek "Yâ Resûlallah! Ben, eğer Allah beni bu devenin üzerinde kurtarırsa Allah rızası için onu kurban etmeyi adamıştım" demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz tebessüm ederek şunları söylemiştir: "O deveyi ne kötü cezalandırıyorsun! Allah seni onun üzerine bindiriyor, onunla kurtarıyor, sen ise onu boğazlamak istiyorsun! Allah'a ma'siyet olan bir hususta ve sahip olmadığın bir şeyden adak olmaz. O benim develerimden biridir. Evine dön"![378]
Bu arada Medine'ye yirmi dört mil uzaklıkta bulunan Zü'l-Kassa'ya iki sefer düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi Medinelilere ait yaylım hayvanlarını yağmalamak isteyen Sa'lebe kabilesine karşı tertiplenmiştir. Hz. Peygamber, Muhammed b. Mesleme başkanlığında on kişilik bir birlik göndermiş; birlik uykuya daldıkları sırada oka tutulmuş, sadece Muhammed b. Mesleme ağır yaralı olarak kurtulabilmiştir. Zü'l-Kassa'ya ikinci sefer de yukarıdakinin benzeri bir sebebe bağlı olarak, Muhârib, Enmâr ve Sa'lebe kabileleri üzerine düzenlenmiştir. Hz. Peygamber bu defa Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı kırk kişiyle göndermiştir. Ebû Ubeyde, Muhammed b. Mesleme'nin yaralandığı ve arkadaşlarının şehit düştüğü yere kadar varmış, adı geçen kabileler de korkarak dağlara kaçmışlardır.[379]
Hz. Peygamber benzer sebeplerle birkaç defa Zeyd b. Hârise komutasında Süleym, Enmâr ve Sa'lebe kabileleri üzerine birlikler sevketmiştir. Bu arada Zeyd b. Hârise bir ticaret kervanının başında recep ayında Suriye'ye giderken Fezâre kabilesi tarafından aniden baskına uğrayarak arkadaşları şehit edilmiş ve malları ellerinden alınmıştır. Bu hücumdan güçlükle kurtularak Medine'ye dönen Zeyd, Hz. Peygamber tarafından yukarıdaki olaydan bir ay kadar sonra Fezâre üzerine gönderilmiştir. Zeyd'in komutasındaki birlik Fezâreoğullarını bozguna uğratmıştır.
Burada Mustalikoğulları Savaşı'ndan (6/627) bahsetmek istiyoruz.Vâkıdî ve Belâzürî gibi bazı kaynaklar, Mustalikoğulları gazvesinin Hendek savaşından önce meydana geldiğini kaydederler. İbn Hişâm, Taberî ve İbn Abdilber gibi bir kısım tarihçiler ise Hendek savaşından sonra meydana geldiğini kabul ederler. Biz bu olayın Hendek savaşından sonra meydana geldiğine dair görüşleri kabul ettik. Çünkü, Mustalikoğulları Gazvesi'nde iki bin deve ve beş bin koyun ganimet olarak alındığı kaynaklarda kaydedilmektedir. Şayet bu ganimetler Hendek'ten önce alınmış olsaydı, bu gazveden bir ay geçmeden hendek kazmaya başlayan Hz. Peygamber'in ve müslümanların çalışmalar esnasında açlık çekmemeleri gerekirdi. Hz. Peygamber'in binlerce koyunu ve deveyi saklayıp insanları aç bırakması düşünülemezdi. Ayrıca bu gazvede ifk olayı meydana gelmişti; bir ay kadar vahiy gelmemişti. Daha sonra vahiy gelmiş ve Peygamberimiz iftiracılara ceza vermiştir. Eğer bu gazve Hendek savaşından önce vuku bulsaydı, ifk olayı ile ilgili gelişmelerin hendek kazımı esnasında cereyan etmiş olması gerekirdi. Halbuki Hendek kazımı esnasında bu tür olaylardan bahis yoktur.[380]
Peygamberimiz, Huzâa kabilesinin bir kolu olan Mustalik kabilesi reisi Hâris b. Ebû Dırâr'ın at ve silah satın aldıktan sonra çevredeki kabileleri de yanına alarak Medine üzerine yürüyeceğine dair haber aldı. Bu haberi yerinde tetkik etmek üzere yine Huzâa'nın Eslem koluna mensup Büreyde b. Husayb'ı casus olarak karşı tarafa gönderdi. Büreyde, onları deslekleyecekmiş gibi görünerek düşman ordusunun karargâhına kadar sokuldu ve haberin doğruluğunu öğrenerek Medine'ye geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber yerine Zeyd b. Hârise'yi bırakarak bin kişilik bir kuvvetle Medine'den hareket etti. Müreysî' kuyusunun başında karşılaştığı düşmana önce Hz. Ömer'i göndererek onları İslâm'a davet etti. Mustalikoğulları bu daveti kabul etmediler ve hemen çarpışmaya başladılar.[381] Fakat İslâm ordusu karşısında tutunamayarak yenildiler ve on ölü verdiler. Mustalikoğullarından ganimet olarak altı yüz veya yedi yüz esir, beş bin koyun ve iki bin kadar deve alındı. Müslümanlar da yanlışlıkla bir şehit verdiler. Çarpışmanın meydana geldiği suya nisbetle bu gazveye Müreysî' Gazvesi de denir. Hz. Peygamber Medine'ye gelince esirler arasında bulunan Benî Mustalik'in reisi Hâris'in kızı Cüveyriye ile evlendi. Bunu duyan sahâbîler, Resûl-i Ekrem'in akrabası olarak kabul ettikleri Mustalikoğullarından aldıkları esirleri serbest bıraktılar. Bu evliliğin Mustalikoğulları ile Müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve Hz. Peygamber'in Cüveyriye ile evlenmesinin asıl hedefinin bu kabileyi İslâm'a yaklaştırmak olduğu görülmektedir. Nitekim bu evlilikten sonra başkanları Hâris b. Ebû Dırâr başta olmak üzere Mustalikoğulları İslâmiyet'i kabul etmişlerdir.[382]
Burada savaştan sonra muhâcirler ile ensar arasında meydana gelen bir olaya işaret etmek istiyoruz. Savaş Müslümanların galibiyetiyle sonuçlandıktan sonra Müreysî' kuyusundan su çekerken muhâcirlerden ve Hz. Ömer'in ücretle tuttuğu seyisi Cehcâh ile ensardan Sinan b. Vebre arasında kavga çıktı; Cehcâh, Sinan'a birkaç defa vurdu. Bunun üzerine Sinan b. Vebre "Yetişin ey ensar" diyerek onları imdadına çağırdı. Cehcâh da "Yetişin ey muhâcirler" diyerek muhâcirleri imdada çağırdı. Neredeyse muhâcirlerle ensar birbirine girecekti. İleri gelen kimseler yatıştırıcı konuşmalar yaptılar. Duruma Hz. Peygamber müdahele ederek, bunun câhiliye halkının da'vâsı olduğunu söyledi ve "Bırakın bunu! Bu, kötü bir şeydir" buyurdu.[383]
Mustalikoğulları Gazvesi sonunda Hz. Âişe'ye yapılan iftira (İfk) olayına gelince, Hz. Peygamber bu sefere hanımı Âişe'yi de beraberinde götürmüştü. Savaştan sonra Medine'ye dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe devesinin mahmilinden inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan uzaklaştı. Dönüşünde gerdanlığının düştüğünü farketti ve onu aramaya çıktı. Tam o sırada, Hz. Âişe, devesinin üzerindeki hevdec adı verilen kapalı, yuvarlak ve üstü kubbeli kafesinin içinde bulunduğu sanılarak, orduya hareket emri verildi. Hz. Âişe geri döndüğünde ordunun konak yerinden uzaklaştığını gördü ve kendisini almaya gelecekleri ümidiyle beklemeye başladı; ve bu sırada uykuya daldı. Ordu gece vakti konakladığı ve hareket ettiği için[384] olayın bu şekilde meydana gelişi son derece tabiîdir. Öte yandan ordunun ardçısı Safvan b. Muattal, Hz. Âişe'yi gördü ve devesine bindirerek orduya yetiştirdi. Bu sefere katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey, derhal Hz. Âişe ile onu orduya yetiştiren şahıs hakkında iftiraya başladı. Mistah b. Üsâse, Hassân b. Sâbit ve Hamne bint Cahş gibi bazı Müslümanlar da onun iftirasına alet oldular. Hz. Âişe'nin aleyhinde konuşanlardan Hamne, Hz. Peygamber'in diğer hanımı Zeyneb'in kızkardeşi oluyordu. Bunu da Zeyneb'e olan sevgisinden dolayı yapmıştı. Fakat Zeyneb, Hz. Âişe hakkında kızkardeşiyle aynı görüşü paylaşmamıştır.
Hz. Âişe savaştan döndükten sonra bir ay kadar hasta yattı. Bu arada Hz. Peygamber'in ve Hz. Âişe'nin anne ve babasının, dedikodulardan haberi olmuştu; fakat kızlarına bundan bahsetmemişlerdi. Hz. Âişe, kendisine yapılan iftirayı tesadüfen öğrendi. Hz. Peygamber'in izniyle babasının evine gitti ve üzüntüsünden günlerce ağladı. Annesi onu teselli etmeye çalışıyordu. Böyle bir şeye ihtimal vermeyen ve bu iftiraya çok üzülen Hz. Peygamber halka yaptığı bir konuşmada, bazı adamların, ailesi hakkındaki tavrının kendisini rahatsız ettiğini, ailesinden iyilik gördüğünü, Safvân b. Muattal'a da iftira edildiğini, onu da iyi olarak bildiğini; evine ancak kendisiyle birlikte girdiğini açıkladı.[385] Hz. Âişe'ye güvenmesine rağmen, yine de tam emin değildi. Onu boşayıp boşamama konusunda Hz. Ali, Üsâme b. Zeyd ve diğer bazı kimselerle istişâre etti. Üsâme, isnadın yalan ve asılsız olduğunu, Hz. Âişe ve diğer aile fertleri hakkında iyilikten başka bir şey düşünmediğini söyledi. Hz. Ali ise çok kadın bulunduğunu, Hz. Peygamber'in, Âişe'nin yerine bir başkasıyla da evlenebileceğini söyledi.
İfk olayının meydana gelmesinden bir ay kadar sonra Hz. Âişe'nin suçsuz olduğunu bildiren âyetler nâzil oldu. Bu âyetlerde, yapılan dedikoduların tamamen asılsız ve iftira olduğu bildirildi; Hz. Âişe'nin namuslu olduğu haber verildi. Mü'minlerin bu olayı işittiklerinde iftira olarak değerlendirmeleri gerektiği hatırlatıldı ve bu şekilde hareket etmeyenlerin tavrı kınandı. Allah'ın, inanmış insanları, bir daha buna benzer bir tutumu tekrarlamaktan sakındırıp uyardığı açıklandı. İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir azap bulunduğu bildirildi.[386] Peygamberimiz masum olduğuna dair ayetlerin nâzil olduğunu Hz. Âişe'ye bildirdi. Hz. Âişe Allah'a hamdü senâda bulundu. Daha sonra Hz. Peygamber halka bir açıklama yaparak durumu bildirdi ve nâzil olan âyetleri okudu. İftiraya adı karışanlara had cezası uygulanmasını emretti.[387] Bunlardan Hassân b. Sâbit, Hz. Âişe hakkındaki bir kasidesinde onun namuslu olduğunu dile getirerek özür dilemiştir.[388]
Kur'an'da iftiranın kötü bir davranış olduğu vurgulanmaktadır. Her iftiraya uğrayan Hz. Âişe gibi şanslı da değildir. Çünkü iftiraya uğrayanın suçsuzluğu hakkında bundan böyle âyet nazil olmayacaktır. Fakat Kur'an-ı Kerim bu konuda uyulacak esasları ana hatlarıyla göstermiştir. Bilir-bilmez, şüphe üzerine, suçsuz insanlar hakkında tamamen tahmine dayanarak hüküm vermenin kötülüğü vurgulanmış ve ağır cezalar konulmuştur.
Dostları ilə paylaş: |