Michigan’da Agos muhabbeti
Baskın Oran
Michigan’a devam ediyorum. Önce, benim bildirimin özetinin özeti:
I) 5-6 yıldır Türkiye’de Ermeni kimliği çok köklü bir yeniden yapılanma süreci yaşıyor. 20 kadar Ermeni yazar yayın yapıyor. Ermeniler hakkında 60’tan fazla kitap vitrinde. Her an televizyondalar. BBG’de halk jürisi, durup durup haç çıkaran Edi’yi kazanan ilan etti. Bu bir rönesanstır ve temel yaratıcısı da haftalık Agos gazetesidir.
II) Ama rönesans (“yeniden doğuş”) olabilmesi için önce ölmek gerek. Agos, Ermeni cemaatinin 1970’ler, 80’ler ve 90’larda yaşadığı travmalar yüzünden öleyazdığı bir ortamda yayınlandı. Bu cemaatın 70’lerde ASALA, 80’lerde PKK (“Ermeni Uşakları”), 90’larda da Karabağ’ı işgal eden Ermenistan yüzünden sürekli suçlanması büyük travma doğurdu. Cemaat içine kapandı ve kendini soyutlayarak korumaya girişti. Ama koruyamadı. Bir yandan kimliğini yitirmeye, bir yandan da göçle erimeye başladı.
Bu ortamda Agos 1) Cemaate karşı suçlamalara cevap vermek; 2) Cemaat içinde iletişimi sağlamak; 3) Ermeni entelektüel yetiştirmek için yayına başladı.
III) Agos’un gözlem ve tezleri şunlar: 1) Kendini soyutlamak, kimliği korumaya ve erimeyi önlemeye çare olmuyor; 2) Cemaat asimile olmamak (kimliğini yitirmemek) için entegre olmalıdır (kimliğini koruyarak çoğunlukla kaynaşmalıdır); 3) Cemaat tarih boyunca kendisini kullanan ve sonra felakete terk eden dış dinamiğe (yabancı ülkelere) değil, çok yavaş gelişen ama daha sağlam olan iç dinamiğe (ülkedeki demokrasiye) güvenmelidir; 4) Cemaat, haklarını “azınlıkların korunması” (uluslararası güvence altında özel azınlık hakları) üzerine değil, “ayrımcılığın önlenmesi” (ülkede gerçek eşitlik) üzerine bina etmelidir; 5) “Türk-Ermeni ilişkileri 1915 m. derinlikteki kuyudan çıkartılmalıdır” (Ermeni katliamı konusu odak noktası olmaktan çıkartılmalıdır); “jenosit” tarihsel değil, siyasal bir terimdir ve diyalogu önlediği için kullanılmamalıdır; 6) Türkiye Ermenileri diaspora değildir; Türkiye, Ermenistan kadar anavatandır.
IV) Agos’un önemi ve etkisi şu noktalardan geliyor: 1) Çizgisinin doğallığı ve tarafsızlığı: hem devleti, hem cemaati, hem diasporayı eleştiriyor; 2) Amaçlarını gerçekleştirmiş ve aşmış olması (Türk çoğunluğun cemaate ilgisi ve desteği muazzam arttı; cemaat içi katılım yükseldi, entelektüeller yetişti); 3) İlkelerinin, insan ve azınlık hakları konusundaki çağdaş eğilimlerle tamamen uyuşması.
V) Gazetenin büyük katkıları şunlar: 1) Türk-Ermeni ilişkilerine: Ermeniler haklı olarak büyük bir burukluk hissi içindedirler. Ama bundan bir an önce kurtulmalı ve birlikte nasıl yaşanacağı üzerine düşünmelidirler; 2) Türkiye’ye: Agos hem Türkiye’deki insan haklarına, hem de Türkiye’nin en büyük sorununa katkıda bulunmaktadır. Çünkü Kürt sorunu ancak Kürtlerin kendi kimliklerini koruyarak Türkiye’ye entegre olmalarıyla çözülebilir.
* * *
Gelen sorular çok sayıda ve çeşitteydi. Örneğin, biri “asimilasyon” ile “entegrasyon”dan ne anladığımı sordu. Şöyle anlattım: “Asimilasyon Türk kahvesi değirmenine benzer. Herbiri birbirinin aynı olan kahve tozcukları üretir. Yani, toplumsal belleği sıfırlar; kimlik bırakmaz. Entegrasyon ise çoban salatasına benzer. İçine domates, yeşil biber, kuru soğan ve maydanoz konur (kokusunu değiştireceğinden, salatalık zinhar konmaz), üzerine de zevke göre zeytinyağı-limon veya zeytinyağı-sirke dökülür. Salatanın lezzetini bu sos verir ama, domates domatesliğini ve biber biberliğini kaybetmez. Burada sos üst kimlik, domates vs. ise alt kimliktir. Mesele budur. Türkiye Ermenileri kimliklerini koruyarak toplumun bir parçası olmak istiyorlar”.
California Üniversitesinden (UCLA) Prof. Richard Hovannisian sordu: “İstanbul Ermenileri gittikçe diasporaya benzemeye başlamıyorlar mı?” Dedim: “Tabii başlıyorlar. Ama Müslüman Türkler Amerikan kültürü tarafından belki de daha hızlı asimile ediliyorlar küreselleşme yüzünden”. Kafasını salladı onay makamında.
Konferansı F.Müge Göçek’le birlikte düzenleyen, Chicago Üniversitesinden Prof. Ronald Suny sordu: “Yeniden yapılanma dediniz. Nereden nereye doğru yapılanma?” Demek ki iyi anlatamamışım diye düşünüp, söyle söyledim: “Gönüllü segregasyonu (ayrımcılığı) terk edip, olumlu kimlik (positive identity) edinerek topluma katılmaya dayanan bir yeniden yapılanma”.
Emekli Prof. Vahakn Dadrian her zamanki gibi kuşkuluydu: “Agos ne gibi yasaklamalarla karşılaşıyor?” Hrant Dink’le birlikte koro halinde cevap verdik: “Diğer gazeteler hangileriyle karşılaşıyorsa, onlarla”. Ben ekledim: “Türk devleti eşitlikçidir. Herkese yaptığı baskılardan Agos’u da yoksun bırakmaz, nemalandırır” (bu satırları okuyan sevgili genç kardeşlerim; bu kelime nemaaa diye uzun okunur, lütfen öğreniniz).
Şimdi hatırlayamadığım birisi sordu: “Neden Türkiye’de daha fazla çoğulculuk olamıyor?” Dedim: “Çünkü Türkiye hâlâ Sevr paranoyasını üzerinden atamadı. Üstelik, 1980’lerin sonunda yeniden parçalanma sendromuna düştü. Kendine güveni geldikçe demokratikleşecek. Bizim anlatmakta güçlük çektiğimiz şu ki, ‘parçalanmamak’ için demokrasiyi geciktirmek, vatandaşların gönüllü değil zorunlu vatandaş olması sonucunu doğurduğundan, ülke birliğinin lehine değil kesinlikle aleyhine oluyor. Gerçi, kimileri bu sendromu demokrasiyi önlemek için kullanıyor, ama temel olay bu değil”.
New York Üniversitesinden Prof. Paul Boghossian bunun üzerine sordu: “Bu korku bir sebep mi, yoksa bahane mi?”
Bunun üzerine bendeniz, “jenosit” ve “Sevr” sözcükleriyle Türkiye üzerine durmadan gelindiğinde, sanıldığının aksine Türkiye’nin demokratikleşmesine hiç de katkıda bulunulmadığını canlı bir örnek (sado-mazoşist -SM- ilişki örneği) vererek anlattım. Ayrıntısını boşverin.
Masadakilerin yüzlerinden anlaşıldığı kadarıyla biraz fazla canlı, hatta heyecanlı bir örnek vermiş olduğumu söyleyebilirim ama, iyice anlaşıldığından pek kuşkum yok doğrusu.
Dostları ilə paylaş: |