( M.Akif)
AŞK HAKKINDA
Pek muhterem okuyucular!
Şu fani dünyanın insanların da aşk iki türlüdür. Biri mecazi (geçici),diğeri ilâhi olan baki aşktır.
Mecazi aşk eseri sevmektir. İlâhi aşk ise eseri müessir ile beraber sevmektir. Zira mahdut bir ömür ile misafiri olduğumuz şu koskoca dünya, bir ilâhi eserdir, müessiri de Allah’tır.
Eser olan dünyayı sevip, müessiri olan Allah’ı sevmemek, diğer deyimle, geçici olanı sevmek, baki olanı sevmemek çok büyük bir gaflettir. Efdâl’i nakşı, nakşeden ile beraber sevmektir.
Nitekim Tasavvuf bülbülümüz Yunus Emre;
Elif Okuduk Ötürü
Pazar Eyledik Götürü
Yaratılanı Severiz
Yaratandan Ötürü
Diyor.
Pek çok sevdiğimiz, annemiz, babamız, evlâdımız, akraba veya dolarımız fena (ölüm)bulunca üzülmemek elden gelmiyor. Fakat bu anlarımız da en güçlü teselliyi Allah’ımızın baki olduğundan temin ediyoruz. Yani baki olan ilâhi aşka sığınmaktan başka çaremiz yoktur. İşte bu gerçek aşktır. Bu gerçek aşk nimeti, her insan da ancak iyi niyetten doğan tefekkürlerden (düşüncelerden) zuhur eder.
Bu ilâhi ve gerçek aşk Allah’ü zülcelâlden başlar. Nitekim mevlüdü nebevinin müellifi (yazarı)Süleyman Çelebi hazretleri cenabı haktan, sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize naklen diyor ki:
Ben sana âşık olunca ey lâtif
Senin olmaz mı bu âlem ey şerif
Cenabı hakkın bu deyiminden, şu görünen kainatın aşkın zuhuru olduğunu anlıyoruz.Değerli mütefekkir Fuzuli’de “ Her ne var ise bu alemde aşk imiş.”diyerek bu gerçeğe daha açık bir ifade kullanılmıştır.
Yalnız şu hususu da belirtmeyi ihmâl etmeyelim!.. Nakşı, Nakşeden ile beraber, yani Allah’ı halk ettiği her zerresi ile beraber sevdiren ilâhi aşkın en yüksek mertebesi, TAHAMMÜLDÜR.
Şu dünya kesafetindeki türlü cefalara aşk ve azimle tahammül edemeyen insanlar, mutlu ve münevver bir âşık olamazlar. Zira en basit kazançlar dahi azim ve tahammül ile temin edildiği gibi, en yüce olan ilâhi aşkta, her türlü cefalara azim ile tahammül edenlere Allah’ü Zülcelâl tarafından lütfedilir.
Nitekim tasavvur ve tasavvuf bülbüllerimiz! Yunus Emre;
Türlü, türlü cefaların
Adını aşk koymuşlar
Fuzûli’de;
Aşk ehline figan etmeyi kanun ettin.
Diyerek bir anayasal basirette birleşiyorlar. Çünkü o yüce kimseler (evliyalar) tüm zuhurun faili ile dostluk kurmuşlar bulundukları veli mertebesine!
Hatır ve tesadüf ile değil, türlü çile imbiklerinin imtihanından aşk, azim ve tahammül ile süzülerek sözlerindeki özleriyle ulaşmışlardır.
İşte Mısrı Niyazi:
Yağmur gibi yağarsa belâ
Sen baş açarsın
Cümle enbiyavü evliyaya
Aşk oluptur rehnüma(rehber)
Yine Yunus Emre:
Aşkım galip geldi
Yüreğim harlar
Âşık olan kendini
Hakka ve halka fedakâr eyler
Ve daha niceleri ilâhi aşka Teslimiyetlerinde sadık olduklarını, enbiyalık ve evliyalık mertebelerine vuslat için ancak ilâhi aşkın rehber olduğunu ve bu uğurda her insanın türlü cefalara aşk ve azimle tahammül ederek, Hakka ve halka kendini feda etmesi ve her şeyin yararına hizmet etmenin gerektiğini açıklamaktadırlar.
İşte Hz. Âdem’den bu güne kadar meydana gelen ve devam eden huzur ve mutluluk dolu günlerin ve her çeşit terakkilerin müsebbipleri! İlâhi aşkın sahipleri olan peygamberler, veliler ve bilginlerdir. Zaten bu herkesin bildiği gerçektir. Aşk olmayınca meşk’te olamaz. Çalışma olmayınca huzur ve terakkinin eseri görülmez.
O halde ehli aşk gibi zorluklara, aşk ve azimle tahammül edip çalışmanın ilhamını yüce kitabımız Kur’ an dan Hz.Muhammed (S.A.V.)efendimizin örnek hayatından hadislerinden ve yolunun sadık ve gerçek yolcularından olmamız lâzımdır.İlâhi aşkın lüzumunu hisseden Şirazlı Şeyh Sadi:Efendinin ilâhi aşkı çağrısına buyrun kulak verelim!
Evet, sen gel de yüreğimin gamı gitsin
Kederim dağılsın kabımdan dertler taşsın
Onun (Cehlin ) yerine sen gel gir
Ve onun(Cehlin) yerini sen tut.
Evet, muhterem okuyucular! İlâhi aşkı yaratılanı yaratandan ötürü sevmektir. Çünkü o aşk nefsi emmare işi değil, gönül işidir.
Nefsi emmare daima faniye âşıktır. Gönül ise daima bakiye taliptir. İşte bu itibarla evliyaullahın kutuplarından Hz.Abdülkadir Geylâninin de bizlere güzel bir ikazı var, derki!
Zahirdeki kâbenin! Ziyarete gelecek
Kulları için temiz olması kadar!
Gönül kâbesinde Hakkın nazarı
İçin temiz olması gerekir.
Ve nihayet olarak ilâhi aşkın şerhine en güçlü kalemler ve kelâmlar dahi aciz kalır diyebiliriz. Bu konuya istinaden yüce Hz. Mevlâna şöyle diyor:
Aşkın şerhini yine aşk yapar
İki cihana rahmet, huzur, terakki ve zindelik saçan ilâhi aşk. Tesadüf ve hatır ile değil! Ancak helâl kazanca kanaat edip, israftan kaçınan, haddi aşmayan ve iyi niyette talep eden her insana Allah’ın hidayeti ile ilâhi aşk ehli olan kâmillerin (kemâl sahiplerinin)eğitimlerine gönülden tabi olmak ve tatbik etmekle nasip olunur.
Güzel hayat sürmek isteyen insanlar,
Bunu doğuştaki Burç’ta, Onur ve asaletle,
Zenginlik veya herhangi bir vasıta ile
Elde edilmezler. Bu ancak ve ancak
AŞK ile elde edilir.
(EFLÂTUN)
MEŞK HAKKINDA
Meşk “çalışmak” demektir. Atalarımızın “aşk olmayınca meşk olmaz” sözü, çalışmanın aşktan doğduğuna delildir.
Nitekim Hz. Allah Kur’ anı kerimde estteüzübillah bismillah (veen leyselil insane illâ masia) mealen ‘’insan yücelir ancak hayırlı mesai (çalışma) sayesinde’’ işte bu ilâhi ferman ile gerçek insanlığımızı bulmak için, hayırlı ve çok çalışmak gerektiğini öğrenmiş oluyoruz. Zaten maddi ve manevi terakkilerin ve huzurun, başlıca amili ilâhi ve içtimai aşktan zuhur eden meşkler (çalışmalar) dır.
Herhangi bir işe aşksız (isteksiz) başlanılırsa, başarı yüzde 10’dur.Aşk ile başlanan işler de ise başarı yüzde yüzdür.
Âlemlere rahmetçi olarak gönderilen sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin insanları çalışmaya teşvik eden şu hadislerine gönlümüzün tümüyle kulak verelim.
● ‘’İki günü müsavi olan zarardadır.’’
● ‘’Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyanız için
Yarın ölecekmiş gibi de ahiretiniz için çalışın’’
● ‘’Sizin hayırlınız! Dünyası için ahiretini
Ahireti içinde dünyasını terk etmeyen
Ve insanların sırtına yük olmayandır.’’
İşte o Basiret dehası peygamberimiz (S.A.V.) tek kanatlı kuşun uçmayacağına, sadece dünyası için ve yahut ta sadece Ahireti için çalışanlara, iki cepheli ve çok çalışmanın lüzumunu, insanlara da güçlük çıkarıp yük olmamayı! Hayırlı insan diye vasıflandırıp, tüm insanları bu kutsal meşk kervanına davet ediyor. Tüm insanlığı madde ve mana alanında çalışmaya, dürüstlüğe, ilme teşvik eden nurlu kitabımız KUR’ANA ve âlemlere rahmetçi olarak gönderilen Hz. Muhammed (S.A.V).e büyük cehalet ve gafletlerinden dolayı dil uzatanlara hayıflar (yazıklar olsun).Biz böylelerini, Allah’a havale edip, hakikati görmeleri için hatalarını idrak edip, pişmanlık ile Allah’a yönelmelerine dua edelim ve yeni neslimizin bu gaflete düşmemeleri için gereken tedbiri almalıyız.
Ayrıca çalışmanın lüzumun da teşviki olan Atasözlerinin bir kaçını dinleyelim:
● Sekiz günlük ömre dokuz gün çalış
● Çalış, öğün, güven
● Çalışan iğne paslanmaz.
● Çalışanı Allah’ta sever, kullar da sever
Hatta: J.J.Rou Sseau:
● Yaşamak sadece nefes almak değil, çalışmaktır. Demiş
● Sakıp Sabancı ‘’Başarıya üç şeyle ulaşılır; Çalışmak, çalışmak, çalışmak.
Şanlı Atalarımızda! Şu güzel vatanı, bizlere hediye etme uğrunda, çalışmanın ve şerefli şehitlik örneği göstermişlerdir. Çalışkanlıklarını tarihe yazdırıp bulundukları ülkeleri şeref levhaları ile süslemişlerdir. Böyle bir ecdadın nesilleri olan bizlerin nesi noksan?
Büyük önder M.K. Atatürk’te bizlere hitaben;
● Ey Türk gençliği!
Muhtaç olduğun kuvvet damarlarındaki asil olan kanda mevcuttur.* diyerek bizleri ümitsizlikten silkinip, azimli bir çalışmaya davet ediyor.
O halde çok yaşayıp insanlığa faydalı olmayan ömürden daha hayırlıdır insanlığa faydalı olan az bir ömür. Hz. Ali de “Çalışmayıp insanlara faydalı olmayanlar ölüler gibidir” diyor. Zira bugün hizmet ve vazifeden kaçan yarın cepheden de kaçar. Bizlere emanet olan şu güzel vatan: Emin ve çalışan kişiler ile elbette daha çok yükselecektir. Ve bu uğurda bütün dünya milletlerine, gerçek aşk ile meşk olma örneği, bu şanlı ay yıldızlı bayrak altında yaşayan Türk milletinin aziz ve muhterem Halkı gösterecektir. İşte bu mutlu ve muzaffer meşk kervanında erkeği, kadını, ninesi, dedesi, çocuğu, köylüsü, kentlisi, amiri, memuru, sanatkârı, talebesi, işçisi ve her sınıf insanı ile yürüyen her millet, Allah’ın vaadi olan devamlı huzur ve maddi, manevi terakkiler ile mükâfatlanır. Allah’ın vaadi hak ve gerçektir.İşte bu yolun saliklerine değerli İslam şairimiz M.Akif Ersoy…
Vaat ettiği günler doğacaktır
Sana hakkın, kim bilir:
Belki bugün belki yarın
Belki yarından da yakın
Diye müjde veriyor.
Cenabı Hak C.C. İnşirah suresinin nihayetin de ‘‘Her zorlukta mükâfat vardır, zorluklara devamlı sebat edin’’ buyurmuştur. Elbette zorluklara azimle tahammül etmek şartıyla ne de güzel söylemiş üstadımız merhum Naci Kasım… Eğer dünya da zorluklar olmasaydı başarılarda olmazdı, zorluklar insanın kuvvetini teşbihe eder onu gelecekteki muafakiyetler için hazırlar çalışanlar, hayatlarını iyilikle doldurmaya gayret edenler ‘Zaman akıp geçiyor’ diye dertlenmezler, çalışmaktan bunu düşünmeye bile vakitleri yoktur.
Şu hadisi şerifle konumuzu noktalamış olacağız.’’Seyyidil kavm fi Hadimuhum’’ insanların efendisi insanlara en çok hizmet edendir. Hayat bir mücadeleden ibarettir, bir veya birkaç defa başarısızlığa uğrasanız bile mücadele etmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin diyen batılı bilgin Ralph Walde Esmerson, batının madde alanındaki ilerlemenin zihniyetini aşikâr etmektedir.
İLİM HAKKINDA
İlim! Bilim demektir, bilim ise ilahi kuvvet müstesna, en üstün kuvvet ve MÜRŞÜD (Kemal sahibi öğretici) demektir.
Nitekim M.K. Atatürk bu anlamı şöyle perçinlemiştir!
●’’Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir.’’
Görünen şu koskoca kâinat, ilahi ilmin eseri olduğu gibi, devam eden maddi ve manevi tekâmülü de müspet ilmin gücüdür.
Bu gerçek böyle aşikâr olunca insan olarak yaratılana, teneffüs ettiği hava kadar ilim ihtiyacı vardır ve her insanın bu tabii hakkıdır.
Nitekim: Hz. Allah’ta ilim ihtiyacının lüzumuna mahsuben, insanlara ilim deryası olan KUR’ANI ve onun yüce mütefekkiri Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizi ikram etmiştir, bu lutfa talip olan ve tatbikine devam eden her milletin maddi maneviyatının ihya olmayacağına asla şüphe olamaz.
İşte ilim deryası olan o yüce kitabımız Kur’ an’ın, nazil olan ilk ayeti, estteüzübillah bismillah’’İkrağ bismi rabbikellezi halaka * halakal insane minalek * ikrağ verabbükel ekremü * ellezi alleme bilkaleme * Mealen!... ‘’OKU Seni halk eden Rabbinin ismi ile (besmele ile *** Bismillahir Rahmannir Rahim ***) diyerek oku. Mükerrem olan rabbin insana bilmediğini kalem ile öğretir.
Ülamai, Zahir ile Ehli TASAVVUF bu ilk ayete ciltler dolusu, tefsir ve mana yazmışlar, fakat en sonuna daha iyisini ve tamını Allah bilir demişlerdir.
Bu fakir, de aynı imanla yukarıda zikredilen oku ayetinden aldığı ilham ile diyor ki ! İnsanı gerçek rütbesine vuslat ettirecek olan ilim, ancak besmele ile yapılan tahsil (okumak) ile temin edilir ve rabbimiz bize bilmediğimizi nasıl ki kalem ile (satıra yazılı kuran, insanı kâmil )öğretiyorsa, bu ilahi örneğe biz insanların da dâhil olması gerekiyor. Öyle ise her insan devamlı bir sözlü öğretici ile meşgul olamaz, buna zaman ve bütçe kâfi ve müsait değildir.
Hâlbuki öğreticilerin tebeşirinden ve kalemlerinden meydana gelen yazılardan daha fazla istifade edilip daha tez irşat olmak herkesin malumudur. O halde ilim nimeti ile şereflenmek isteyen her millet, ilim tahsilini Allah’ın adı ile (Besmele ile okuyup, Allah’ın adıyla yazmalıdır.) Bu hakikati benimsemeyip ihmal edenler, şöyle bir evveli hak ve hakikat imanı (inancı) ile şereflenen Yüce Mimar SİNAN’IN inşa ettiği eserler sağlamlığını ve zarafetini dünya milletlerine hala hayranlıkla ziyaret ettirirken, bu günün hak ve hakikat inancını mühimsemeyen bazı besmelesiz mimarlarımızın inşa ettikleri binaların noksanlıkları ise, gülünç ve korkunç nazarlara hedef olmaktadır ve nihayet bu oku ayetinden aldığımız ilhamın ışığı ile gelin hep beraber dönelim, ilim hakkında iki cihan güneşimiz Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizin âlemlere rahmet saçan
HADİSLERİNE…
● Beşikten mezara kadar ilme talip olunuz.
● İlim tahsil etmek, kadın ve erkek üzerine FARZ dır dır.
● İlim Çin de dahi olsa arayınız.
● İlim müminin kaybolmuş malıdır, her nerede bulursa alsın.
●İlim servetten üstündür. Çünkü ilim seni, sen ise serveti korursun.
● İlim sarf olundukça çoğalır
● Bildiği ilmi, bilmeyenlere öğreten bilmedikleri ile mükâfatlanır.
● En hayırlı sadaka, bildiği ilmi bilmeyenlere öğretendir.
● Kün alimen, âlim ol. (yani ilim sahibi ol )
● Ev mütealimen, Talim edici ol (ilmi )
● Ev müstemian, dinleyici ol (ilmi )
● Ev muhiben, sevici ol ( ilmi )
● Velatekün min hamisan fetühlek. Sakın beşinci (cahil ) olma helak olursun. İkazı İle itiyat edindiği
●( Rabbi zitni ilma ,) Rabbim benim ilmimi arttır duasıdır. Bunlar Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimizin ilim hakkında söylediği yüzlerce hadisten bir kaçıdır.
İşte bütün veliler bilginler, ulemalar ve tasavvuf erbabı ışığını bu hadislerden ve tafsilinden almışlar ve almaktadırlar. Çünkü dünya âleminde her çağın ve her milletin müspet ilimleri, Kur’ ana ve hadise istinat ettiği bilinen gerçeklerdendir.
Şayet, Kur’ an ve hadislerin, teşriflerinden evvel meydana gelen müspet ilimlerin, nereye istinat ettiği sual edecek olan olur ise, kalp kulağı ile dinlesin sözdeki özümü!
Efendim, mensubu olduğumuz yüce kitabımız nazil olan üç kitabı kendin de cem ettiği aşikârdır. Şu halde Hz. DAVUT ‘a nazil olan Zebur, Hz. Âdem’den Davut’a kadar suhuf (sayfa ) yani kısmi ayetler verilen peygamberlerin suhufları (sayfaları, ayetleri) Zebur’da cem olmuş ve böylece ZEBUR vücuda gelmiştir. Ve bunu müteakip ZEBUR, TEVRAT, İNCİL, hep beraberce hatemen nebi olan iki cihan güneşimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimize nazil olan KUR’ANA iltihak etmişlerdir.
Demek oluyor ki, KUR’AN da mevcut olan muhtelif ayetler Hz. Âdem’ den bu güne kadar zamanın ihtiyacına ve beşeriyetin ( insanlığın) müspet ilmin lüzumu için evvela suhuf (sayfa) daha sonra da çoğalan insanlığın tekamülüne cevap verecek nitelikte olan Zebur’u Hz. Davut’a Tevrat’ı Hz. Musa’ya, incili Hz. İsa’ya ve bu üç kitabı kendinde cem eden Kur’ anı da Hz. Muhammed(S.A.V.) vasıtasıyla, son kitap Kur’ an son Peygamber de Hz. Muhammed insanlığa lütfedilmiştir.
Hz. Allah, o halde Hz. Âdem’den --- Hz. Muhammed (S.A.V.) kadar müspette şeklini alan ilahi suhuf ve kitaplar ( Zebur, Tevrat, İncil,) hatemen nebi olan Hz. Muhammed S.A.V. ‘e nazil olan Kur’ an da ciltleşerek Kur’ an vücuda gelmiş ve Allah tarafından insanlığa iki cihanda istikbal temin edecek Kur’ an dan dan başka peygamber gönderilmeye de lüzum kalmamıştır. Ve nihayet Hz. Kur’ anın nüzulünden ve Hz. Muhammed S.A.V. teşrifinden evvel müspet ilimlerin… İlâhi suhuflar ile diğer ilâhi üç kitaplardan temin edildiğini ve bu ilâhi suhuflar (sayfalar) ile ilâhi üç kitabın KUR’AN, da mevcut olduğunu anlayıp inandıktan sonra, Hz. Âdem’den bu güne kadar zuhur etmiş ve edecek olan bütün müspet ilimlerin Hz. Kur’ ana istinat ettiğini, kalbimizin mutmainliği ile itiraf edebiliriz.
Şu hadisi kutsi ile de!(Küntü nebiyyen ve âdeme beynel mahi vettiyn ) Hz. Âdem su ve toprak arasında iken (ben nebi idim) Hakikatte Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin ruhunun, ruhların evveli olduğunu ve Hz. Âdem’den, kendisinin cismaniyetli ruhunun, Teşrifine kadar, insanlığın kalbine ruhaniyeti ile nebilik edip, Hadis ilhamı naklettiğini ve bütün müspet ilimlerde Kur’ ana istinat olan hadislerin payı olduğunu anlamış olduk.
Şurası muhakkak bilinmesi lüzum olan bir gerçektir ki! Hz. Allah’ın yüce Kur’ anının Dünya ve insanlık hayatına şamil olmadığını iddia edenlerin görüşleri ve Hz. Allah (Levlâke levlâke levlâk vema halektül eflâk vemaerselnake illâ rahmeten lila lemin)Sen sen sen olmasaydın bu eflâki (Âlemleri)halk etmezdim ve seni âlemlere rahmetçi olarak gönderdim, diyerek methüsena ettiğin o habibim (sevgilim) dediğin Hz. Muhammed(S.A.V.)efendimizi sadece cisimden ibaret görmek görüşlerin en kısırıdır.
Kur’ anın levenzel, nasında zikredilen! (Alimül gaybı veşşehade) Gaybın âlimi Allah’tır oraya o şahittir. Hükmü uyarınca fakirhane izahımı her şeyin tamını ve iyisini Allah bilir diyerek noktalıyorum. Zira bazı konuları kalem, lisan, misal ile izah etmek imkânsızdır. Çok nazik ve incelik arz eden öyle konular vardır ki ancak zevk ile müşahede edilir ve meyvesini yazısız, sözsüz verir.
Değerli okuyucular! Buyurun gene hep beraber dönelim ilim hakkında zikrettiğimiz hadislerin özüne; Âlemlerin rahmetçisi olan yüce mütefekkir ve basiret dehası sevgili peygamber (S.A.V.) efendimiz… İlim tahsil etmek! ‘ kadın ve erkek üzerine farzdır ‘ diyerek Allah‘ın gönül konağı olan insanda müspet ilim için dişilik -erkeklik ayırımı yapılmamayı, müspet ilim nimeti ile kadın ve kızlarında gerçek rütbesine ulaşması için insanda eşitlik çığırı açmıştır. İşte bu şerefli çığırdan ilham alan ülkemizin yönetici ve eğiticileri kadın ve kızlarımıza, tahsilin önem ve zevkinin hakkını tanımışlar, talihi üzerinde huzur ve istikbali engelleyen acı ihmalleri izale (yok ) etmişlerdir.
Şurada ihmale uğrayan gerçek, fakat çok acı olan yüzlerce misallerden birini izah etmeyi faydalı buluyorum. Çok yakın senelere kadar ülkemizde kadın doktorlarının hiç denecek kadar kifayetsiz oluşundan, hastalandıkların da kendilerini… Erkek doktorlara tedavi ettirmeyi hayâ (utanma) edinen, aynı zamanda da kadınlığın çoğunluğunu teşkil eden Köylü kadın ve kızlarımız ile kentli kadın ve kızlarımızın yüzde doksanı müptela oldukları, tahammülü güç olan muhtelif dertlerin ızdırablarına, hatta bu ızdırabların ölümüne terk edilmekten müspet ilim tahsil hakkı tanınan kadın doktorları sayesinde kurtarıldığı herkesin bildiği bir gerçektir.
● ‘’İlim Çin de dahi olsa arayınız’’ demekle de müspet ilim için millet, mesafe farkı gözetmemeyi ve ilim için araştırmanın zaruri olduğunu ikaz etmektedir.
● ‘’İlim müminin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın’’ İkazı ile de müspet ilimin lüzumunu ve ben Müslüman’ım diyen her insanın öz malı olduğunu müjdeliyor.
●’’İlim servetten üstündür’’Diyerek insanın ancak servetini koruduğunu, ilmin ise ! İnsanın kendini maddi ve manevi fakirlikten cümle cehalet ve şerlerden koruma üstünlüğüne sahip olduğunu açıklamaktadır.
●‘’En hayırlı sadaka öğrendiğin ilmi, bilmeyenlere öğretmektir.’’
●‘’Beşikten mezara kadar ilme talip olunuz.’’
●‘’İlim sarf olundukça çoğalır.’’
●’’Bildiği ilmi bilmeyenlere öğretenler, bilmedikleri ilimlerle mükâfatlanırlar.’’ Hadis şeriflerinden de ilim sahiplerinin gurursuz ve gayet cömert araştırıcı ve sorucu olmalarının gerektiğini anlamış oluyoruz.
●’’Kul rabbi zitni ilma’’ Rabbim benim ilmimi arttır, duasını aşk ile devamlı söyle! Yalnız, ilim sahibi olun denmekle sadece din ilmine ait olan ilimler kastedilmemiştir, zikrettiğimiz tüm hadisi şeriflerde din ilmiyle beraber insanlığın hayrına olan bütün müspet dünya ilimlerine de talip olmaya davet vardır.
● Hz. Ali de bana bir şey öğretenin kölesi olurum… Diyerek ilmin insan için ne derece lüzum olduğunu ve ilme olan sevgi ve saygısını aşikâr etmiştir.
Ve yine Veliyyullah! Değerli mütefekkir… Yunus Emre bizlere, ilmin başlıca amilini ( sebebini) şu mısraları ile açıklıyor…
İlim, ilim demek
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmez isen
O, emek boşuna emektir.
Evet, ilmin başı tefekkür (düşünce) olduğu gibi esası da, kendini bilmektir. Kendinin İNSAN olarak yaradılışındaki yüce rütbeyi idrak edemeyen her insan, müspet ilim nimetlerinden mahrum kalmakla beraber ömür sermayesini de boş yere, bir hiç uğruna heba edeceği muhakkaktır.
Bu hakikat böyle aşikâr iken! Hak ve halk ile dostluk kurup, kendi hakikatini bilmiş bir mürşide (mananın sırlarına vakıf olan ehil bir öğreticiye ) ve yahut maddenin müspet ilimlerinin ehil olan öğretici ve eğiticilerine canı gönülden neden? Bağlanmayalım neden? Onların ışığı ile aydınlanmayalım. Sözü Tasavvuf Erbabından Mısri Niyazi’ye bırakalım….
Hiç kılavuzsuz kuş mu uçar
Mürşüt’tür doğru yolu açar
Mürşüd’ü olmayanlar kalır naçar
Bir mürşüd’e hizmet gerek
Mürşüt gerektir bildire
Hakikatı hakkal yakın
Mürşüd’ü olmayanların
Bildikleri güman (boş) imiş
Her mürşüd’e el verme kim
Yolunu sarpa uğratır
Mürşüd’ü kamil olanın
Yolu gayet asan (iyi) imiş
İşte bu güzel, açık, seçik ve burcu burcu irfan teşvik kokan mısralardan da gerek dünyaya taalluk eden müspet ilimler için, gerek manaya taalluk eden (din, ahlak, tasavvuf) ilimlerimiz olduğunu ve ehlinden ısrarla talep edip talim etmenin gerektiğini, ben bilginim, mürşüdüm, âlimim fetvaları ile insanları karanlık emellerine alet edinmeye kalkışanlardan daha uyanık olup, tedbirli olmamız gerektiğini öğrenmiş oluyoruz.
İlim, tahsilinde bilinmesi çok önemli olan hususlardan biride şudur! İlmin, insan sureti (dış görünüşü ) ile hiç ilgisi yoktur. Tarih ve zamanımız buna şahittir, zira en büyük ilahi aşk, ilim ve devlet adamları Allah tarafından insanlığa suret zarafetinin yerine, heybetli çehrelere lütfedilmiş ve lütfedilmektedir.
İki cihan serverı Hz. Muhammed (S.A.V.)‘e coşkun bir aşk ile bağlanan sureti Arap sireti Nur, Veysel Karani ve daha niceleri, Amerika’yı keşfeden Kristof Klomb’un, Edison’un, Barborosun, Fatih’in, M.K. Atatürk’ün ki ilim ve zafer fışkıran bu zatların o heybetli çehreleri sadece suretini (dışını) temizleyip süsleyenlerin hayatına! Akıllarını ihtirasla yitirmiş şehvetli kadınlar musallat olur, fakat sireti mana ile suretini de madde ile tertemiz edenlerin gönlüne evvela Allah ve Resulü (S.A.V.) konuk olur. Sonrası malum Allah’ın ve Resulü (S.A.V.)’ın memnun olduğu insanlardan, hayat’ ta her şeyi ile memnun olur.
Şu halde insanları ilim nimetinden mahrum eden sebeplerin başta geleni dış görünüşe aldanmaktır. Yaşadığımız şu asırda iç âlemi ilim ve fazilet dolu olup, fakat dış görünüşü sade olanlara rağbet edilmiyor da, sadece dış görünüşü süslü püslü olup, iç âlemi zulmet yuvası olanlara secde edercesine yakınlık gösteriliyor. Meğer bu iltifat ya mevki’e, rütbe’ye ve yahut parasına veya karısına, kızınadır. Hani nede güzel demişler…
Eğer var ise makamın, rütben, mevkiin, paran kör olsan da ela gözlüm, kel olsan da sırma saçlım, beyim, efendim diye peşinden ayrılmazlar.
Ayrıca esnafın bazıları, müşterilerinin dış görünüşlerine göre muamele ettikleri herkesin malumudur. Yani Bütçe darlığından kalitesi düşük elbise giyinmiş müşteriye kahveci! Lakayt davranır, fakat şatafatlı bir giyiniş ile müşteri olana muamele daha canlı ve renkli olur.
Ve gene ayrıca, işittiğimiz pek muhterem ilim ve irfan yüklü bir üstadın konferansına zevkle gittiğimizde! O üstat kürsüye çıktığında aşikâr olan suret noksanlıklarından, mesela boyunun ufak veya kambur, gözünün şaşı hâsılı herhangi bir aza noksanlığını bahane edip, her tarafı ilim olsa neye yarar bu kambur, şaşı, bacaksız herif deyip ilim sofrası olan o konferansı terk etmek çok büyük gaflettir.
İşte asrımızın insanlarının bazıları ilmi efendiliği ve her şeyi dış görünüşte aradığı herkesin bildiği acı bir gerçektir. Nitekim bir ziyafet davetinde suretinin eskimsi libaslarıyla izzet ve ikram görmeyen Nasrettin hocamız, pür hiddet eve dönüp, yeni libas ve yeni kürk’ü ile davete teşrif ettiğinde padişahları kıskandıracak izzet ve ikram ile karşılandığını ve kürküm bu hürmet bana değil sana deyip yemek kâsesine kürkünü bandırdığını işitmeyen pek azdır.
Her müşkülümüzde ve her meselemizde bizleri aydınlatan, iki cihan güneşimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimiz, bu mevzuda da şu şerefli hadis’i ile bizleri aydınlatıyor.’’İnnallahe suvariküm velyenzurune amaliküm ve kulubiküm ve niyetiküm’’ Allah sizin suretlerinize (dış görünüşünüze)bakmaz. Ancak yaptığınız işlere ve kalbinizin niyetine bakar. İşte bu hadis ile de siretin (iç âlemimizin) birinci, suretin (dış görünüşün) ise ikinci plânda yer aldığını öğrenmiş oluyoruz.
Müspet ilim hiç durmadan ebedi akan nehirler gibidir. O nehirlerin sonu olamadığı gibi müspet ilimlerinde nihayeti yoktur ve nehirlerin uğradığı yerlerde nasıl ki nebati yeşillikler meydana geliyor ise, müspet ilim nehrinin uğradığı yerlerde de Tekâmül çiçekleri açılır, dolayısıyla da çevresi bu mutlu havanın teneffüsü ile huzur ve selâmete erer.
Ve gene nehirlerin aktığı yerler nasıl, temizlenip berraklaşıyor ise müspet ilim nehrinin uğradığı Ruhların ve cisimlerin huzur ve terakki için de pırıl, pırıl olmayacağına hiç şüphe olamaz. Müspet ilimsiz insanlar susuz kalan bitkiler gibidir.
(Cehaletin hüküm sürdüğü yerde sevgi intizam, ahenk ve huzurun yerini, nefret, karışıklık ve can sıkıntısı alır.)sözünü! İlimin yüceliğini, cehaletin ise adiliğinde doğan zararları keşfeden üstat Naci Kasım söylemektedir. Batının ünlü Filozofu Konfüçyüs de “insan bir hakikati bilince itiraf etmeli, bilmediği hakikatleri da (ehlinde) öğrenmeye ısrar etmelidir. Esas bilgide budur” demiştir.
“Açlık yemekle, ilimsizlik ise okumakla giderilir.”Çin atasözü: Oku ayeti ile başlayan Yüce kitabımız Kur’ anın ilhamı olan şu yukarıdaki sözün bir Çin Atasından zahir olduğuna şaşılmaz herhalde. Çünkü günde iki saat olsun okumaya zaman ayırmıyorsak hayatın büyük nimetlerinden mahrum kalıyoruz demektir.
Yüce İslâm şairimiz M.Akif’te;
Kimse evlâdını cahil komak
İster mi ayol
Bize lâzım olan iki şey var
Biri mektep, biride ‘’doğru’’ yol
Evet, muhterem okuyucular! Okumak, okumak, gene de okumak. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize nazil olan Yüce kitabımız, Kur’ an ile şu kâinat kitabını, besmele, gönül, aşk ve vicdan duyguları ile okuyup, Hakka vasıl olunacak yolu bulmaktan daha büyük şeref olur mu? Hayır, işte bu mutlu şeref ancak, bizlere kitabı tenzili, kitabı tekvini okutabilecek ehil ve gerçek bir mürşidin nezaretinde eğitimle mümkün olur.
Müspet ilmin yüceliğin; Lâyıkıyla izah etmeğe en güçlü kalemler dahi aciz kalır. Yukarıdan buraya kadar âcizane olarak müspet ilim hakkında Ayet, hadis, veli, bilgin ve kitabı tekvinden aldığım ışık ile aşikâr ettiğim düşüncelerimi okuyucularımın vicdanları ile baş başa bırakıyorum. Müspet ilimleriyle amil olmayanlar, müspet ilim kitaplarını taşıyan Eşerlerden farksızdırlar.
Nihayet olarak küçük bir Dua: Rabbi zitni ilma. Rabbim bizim ilmimizi arttır. Ve tüm insanlığı sana, Hz. Muhammed(S.A.V.) efendimize, Bütün peygamber ve evliyalarına, Bilginlerine ve eserlerine sevgili, saygılı olmayı, Bilmediklerimizi onlardan veya eserlerinde Tahsil etmenin aşk ve Tenezzülünü ve öğrendiklerimiz ile de Amel etmenin zevkini nasip eyle Allah’ım… Âmin
‘’Kendisinden istifade olunan Âlim(ilim Sahibi) bin Abid’ten (ibadet edenden) hayırlıdır.’’
Dostları ilə paylaş: |