Hadis-i şerif
OLGUNLUK HAKKINDA
Olgunluk! Allah Zülcelâl hazretlerinin rızasına layık olan her kula lütfeylediği yüce bir rütbedir. Olgun insan denince Akıl ve hayalimizde hemen iki cihan güneşimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimiz peyda olur.
Çünkü müntesip olduğu Hakikat yoluna ve şahsına yapılan insanlık dışı hareketlere olgunca Tahammül gösterip, hakikati bilmiyorlar. Bilseler yapmazlar deyip, cahilliklerinin nihayeti, Hakikati görme hidayetinin nasibi için, Haklarında Allah’a dua ederek, bütün insanlığa olgunluğun örneği olmuştur. O halde o yüceler yücesini kendine örnek edinen her insan! Hiç kimseyi incitmeyen ve hiç kimseden de incinmeyen olgun insan olur.
Ve bu olgunluğun verdiği huzur ve terakkiler ile mükâfatlanır. Olgunluk, en kaba insanların dahi gıpta (özendiği) ettikleri mutlu rütbedir, yalnız! Teneffüs ettiğimiz hava gibi bedava değildir. O halde ücretini de ilân etmek gerektir.
Olgunluk rütbesine talip olan her insanın başına gelecek olan, her türlü acı Tecellilere tahammül etmesi, tatlı tecelliler ile şımarmaması gerekir. Evet, olgunluk bir aşk işidir amma, aşk’ ta tahammül işidir.
Hiç meyve verir mi söğüt ağacı
Kesilip aşılanmayınca, hiç insan
Kemâli olgunluk bulur mu?
Sövülüp, taşlanmayınca
Evet, hakikat böyle değil midir? Cehaletini kesip irfaniyet ile aşılanmayan insan beşeriyete olgunluk meyvesi vermekten mahrumdur. İrfaniyet kervanında da cahillerin hışmına sabretmeyen insanlarda Veli (olgun) olamaz.
Mısri Niyazi’ de;
Bir cefasına, bin sefa geldi
Fevzi akdesten aşina geldi.
Diyerek
Her insanın bir cefaya tahammül etmesine, Allah tarafından mükâfat olarak bin olgunluk sefası verildiğini ve bu olgunluk sefası ile de ilâhi feyizlere aşina olunduğunu bizlere müjdeliyor.
Ayrıca, Yunus Emre’de olgunluğun alâmetlerini çok açık ve seçik olarak ifade ediyor.
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı severiz
Yaratandan ötürü
Bizi sevenleri canım
Bizde severiz sultanım
Bizi sevmeyen varsın
Mısıra sultan olsun
Yüksek yerden su çıkar
İner alçağa, alçağa
Gelin hep beraber
Irmak leyin alçağa inelim alçağa
Biz gelmedik kavga için
Bizim işimiz sevgi için
Gönüller dost ev için
Gönüller yıkmaya değil, yapmaya geldik.
Evet, Yunus Emre, elif harfi ile başlayan alfabeyi ve elif şeklinde olan vücut kitabını, (inşa edilen vücut nimetini) ibret ve şükranla tefekkür edip, olgun olmaktan ötürü okuduğunu, Pazar eyledik götürü demekle de memleketin maddi ve manevi ihtiyaçlarından her insanın duygulanmasını ve yaratılan her şeyi yaratandan ötürü sevmenin olgunluğunu belirtmektedir. Bizi sevenleri bizde severiz! Bizi sevmeyenlerinde, mısra sultan olmalarını dileriz ve bu dünyaya kavga için değil, sevgi için geldiğini, gönlünce söylediği gerçek ve samimi olgunluğunu aşikâr ettiği şu mısralarında burcu burcu Muhammed (S.A.V.) kokusu kokar, buğusu hala tüter. Zira Yunus’un gönlü hak ve halk sevgisi ile dolmuştur, işte bu sebeptendir ki maşukunun (Allah)’ın velilik rütbesiyle mükâfatlanmıştır. Kendini yüceltip ölmezler safına dâhil eden bu mutlu velilik rütbesine, tüm insanlığı da davet ederken şöyle çağrıda bulunuyor! ‘’Yükseklerden çıkan sular iner alçaklara’’ gelin hey insanlık bizlerde akan pak sular olgun meyve yüklü dallar, gibi aşağılara tenezzül edelim. Zira gurursuz olan kişilerdeki alçak gönüllülük olgunluğun belirtisidir.
Evet, yükseklerdeki, vahşi hayvanların rızık kazançları dahi, barındıkları yüksek dağların yalçın kayaları ile sarp ormanlarında değil! Geceleri tenezzül edip indikleri ovalardadır.
Dünyanın içtimai nizam ve intizamındaki huzur ve tekâmüller Allah Zülcelâl Velkemal Hazretlerinin lütfeylediği olgunluk ile şereflenen Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin gerçek yolcularının olgunluğu ile ziyadeleşir.
Olgun insanlar gönül ve dünya âleminin en mutlu insanlarıdır. Çünkü hak ve halk sevgisi gönüllerini ihata etmiş, hakkın kütüphanesi insanında olgunluk hanesi olan gönül! Sadece sevgi ile meşk kurmuştur. Herkesin bildiği bir gerçektir, daima güler yüz, tatlı söz insanın bütün suret kusurlarını örter, etrafına da huzur ve neşe saçarak, tüm insanları mutlu yarınlara hazırlamakta yardımcı olur. İşte bu güler yüz ile tatlı sözler, olgunluğun verdiği meyvelerdir.
Zira çöpçü idarecisinden, memleket idarecilerine kadar bütün idarecilerin başarıları, tatlı dil güler yüzlerinin verdiği moral ile kazanılmaktadır. Asrımız ilim ve medeniyet asrıdır. Kem söz ve kırbaç silleleri ile olan cehalet devrinin idarecilikleri mazide kalmış sadece nefretle anılmaktadır.
Nitekim Yunus Emre:
Söz ola kestire başı
Söz ola kese savaşı
Söz ola zehri bal eder
Söz ola balı zehreder
Demekle…
Nice güzel sözlerin milyonlarca canların kıyımına sebep olacak olan savaşları durdurduğunu ve nice güzel sözlerinde kin ve gurur zehirlerini bal ettiğini açıklıyor.
O halde olgunluğun hakiki cevherleri olan güzel ahlak, tatlı, söz, güler yüz’ün hoş görürlüğü ile eğitilen ve yönetilen milletler maddi ve manevi sahada, devamlı huzur ve terakki ile mükâfatlanırlar. Çünkü güzel ahlak nisan yağmuruna, güler yüz ilkbahar güllerine, tatlı sözlerde petekten sızan bala benzer.
Yunus Emremiz ayrıca…
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Serin evliyası ise de hakikatte asidir.
Diyerek…
İnsan olarak yaratılanda din, ırk, renk, mezhep, küçüklük ve büyüklük farkı gözetmemeyi aksi halde evliyanın başı dahi olsan hakikatte asi olursun. İkazı ile yetmiş iki millete ayrılan insanı bir millet olarak sevmeyi, ancak iyi niyet ile tüm insanlığa yararlı olmayı, yol olarak seçmeyen milletler ile işbirliğinde fikren ve fiilen daha uyanık olmayı idrak etmiş olmalıyız.
İslam Tarihinin en olgun nebisi Hz. Muhammed (S.A.V.) ile Veli, Ulema, Bilgin ve bütün olgun fertleri medarı iftiharımızdır. Hepsinin ruhları şad olsun. Işığını âlemlerin rahmetçisi Hz. Muhammed (S.A.V.) den alan Hz. Mevlana’mız! İnsanda hiçbir fark gözetmeden ümit ve kurtuluşu gerçek olan hak ve hakikat yoluna tüm insanlığı şöyle davet ediyor. ‘’Gel gene gel Eycusi, Mecusi, İsevi, Musevi, Putperest, Kâfir isen de gene gel, tövbeni yüz bin defa bozup, tövbe edip tekrar tövbeni bozmuş isen de gene gel Bizim yolumuz ümitsizlik yolu değil ümit ve kurtuluş yoludur’’. Diye tüm insanlığı hak hakikat yoluna olgunca hala davet ediyor. Ve bu olgun çağrının kervanına her milletin duygulu fertleri akın akın katılıyor. O muhterem olgun zatın manevi huzuruna KONYA’ YA bir hafta on gün, hatta bir aylık yoldan gelerek, o sevgi dolu İslam ‘ın yüce mütefekkiri Hz. Mevlana‘ nın davetine icabet eden nice gayri Müslimlerin İslam ile şereflendiklerini işitmeyen millet yoktur.
İşte İslam’ın yüceliğini dünyaya tanıtan yüce Mevlana’nın olgun maneviyatı ile İslamiyet daha erken anlaşılmakta, dolayısıyla da nüfusu artmaktadır.
Ayrıca Balkan harbinde bir manga müfreze İngiliz askerine, esir düşen bir Müslüman TÜRK çavuşuna! Şimdi seni kurşuna dizeceğiz, son arzuna müsaade veriyoruz denilince Müslüman çavuş teşekkür ederek abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra, ellerini semaya kaldırıp…
Ey kâinatın mimarı ve asıl sahibi olan yüce Allah’ım şu anda senin gönül hanen bulunan bir binanı cehaletlikleri (hakikati sezememek ) yüzünden yıkacak olan sence malum olan şu kişilere hakikati idrak etme gücü, ihsan eyle ve de Gaffar sıfatın ile onları af eyle Allah’ım diye dua edince, muhalif tarafından zulüm ve cehalet buzları bu samimi ve olgun dua sayesinde eriyivermiş, dolayısıyla da Allah’ın hidayeti ile hasımların gözleri nemlenip, dudaklarının titrek ifadeleriyle Müslüman Türk çavuştan özür dileyerek, kendilerine İslam ‘ın telkinini alarak insanlığa hakiki vasıflarını sunan İslam dini ile şereflenmişlerdir. Binlerce olgunluk örneğinden bir kaçını ve nihayet sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed S.A.V. efendimizin üç hadisi kâfi buluyoruz.
●’’Af ediniz ki af olunasınız’’
Dünya hayatımızın huzur ve terakki içinde devam edebilmesi için her asırda her milletin kemali olgunluk rütbelerine sahip olmaları şarttır.
Ve gene Resulü Zişan Efendimiz buyuruyorlar ki;
●’’Seni mahrum edene ihsanda bulun, sana zulmedeni afet’’.Sana uğramayanın ziyaretine git, olgun Müslüman demek elinden, dilinden selamet bulunan insan demektir.
Netice olarak olgun insan toprak misalidir. Hani o üzerini çiğneyip, her türlü pisliklerimizi yüzüne serptiğimiz halde bizlere gücenmeyip her türlü nimetlerini ihsanda devam eden toprak ana gibidir, olgun insan işte olgunlaşan (topraklaşan) her insan bazı cehalet sahiplerinin, nefsi emaresinden zuhur eden kin, kibir, haset, gurur, riya gibi pisliklere karşı olgunca davranmakla barışı sağlamış olur. Nitekim Hz. Allah(C.C) Mükemmel (olgun) insan başkalarına en çok faydası olan insanlardır.
Fahri alem efendimizde ‘’Mübeşşirü… Müjdeleyiniz ve Nefriku… Nefret ettirmeyiniz ve Hüsrihu… Hüsran, zorluk göstermeyiz ve Yüsrihu Kolaylaştırınız.’’ Diyerek olgunluğun bahsettiği huzur ve sevgi vicdanlara serpmektedir. Allahın Resulü bu reçetesini kendinde tasdik ve tatbik edenlerin vücutlarının da olgunluktan şifa bulup zinde olacakları hiç şüphe yoktur. Zira olgun insan demek; heyecansız, üzüntüsüz, korkusuz, kötülük düşünmeyen, üstün bir ahlaka sahip kişi demektir. İnsanlarda hal böyle olunca elbette sinir, solunum ve sindirim sistemleri normalin üzerinde çalışır. Dolayısıyla da o kişilerin vücutları sıhhat ve zindelik kazanır.
Kemali olgunluğun bahşetmiş olduğu huzur ve mutluluğu, dünya ömrünün hitamına kadar devam ettirenlerin değer ve yüceliklerini izaha kalemler aciz kalır, onların taktir ve kıymetlerinin şümulünü ancak Allah’ı Zülcelal değerlendirip mükafatına mazharkılar.
Fakirane kalbimin tümüyle dilerim ki yüce mevlamız, böyle gerçek olgunluk rütbesine sahip olanlara, tüm insanlık sevgi ve taktir gösterip onların (kemali olgun kişilerin) eğitim ve yönetimlerini hayat rehberi edinsinler.
Dolayısıyla da bu mutlu zemin üzerine güçlü dürüst bir çalışma şartıyla madde ve mananın huzur ve terakki binaları inşa edilmiş olsun.
Nihayet M.K. Atatürk ‘’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’’ diyerek olgunluğa olan hürmetini göstermiştir.
SABIR HAKKINDA
Sabır! Hz. Allah’ın emir ve nehiylerine ve elçisi Hz. Muhammed S.A.V. yoluna kendini aşk ve ilim ile gönülden bağlayan ve tüm tasarrufun sahibi Allah olduğunu bilenlere hayati, cemali ve celali ile sevmenin yani sabretmenin zevkini tadanlara Allah’ın büyük bir lütfüdür. SABIR insanoğlunun sabra olan ihtiyacına istinaden Hz. Allah Kur’ anı Keriminde müteaddit ayetler ile sabrın önemini ve lüzumunu belirtmekte ve de tavsiyelerde bulunmaktadır.
Ayrıca sabra istinaden binlerce hadis ve Atasözleri dünya ve ahiret hayatımızın selamet rotası olmaktadır.
Bunlardan bir kaçı: sabır- selamete, sabırsızlık-felakete götürür, cennetin anahtarı sabredenlere verilir, sabreden muradına erer, sabırlı iş rahmandan sabırsız iş ise şeytandandır. V.s. gibi değerli atasözlerimiz gerçek neticelerden doğmuştur. Zira her türlü sabırsız iş hatta ibadetler dahi noksandır.
Söz sabra dökülünce, akla hemen iki cihan güneşimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.) ile sabır ummanının şahsına yapılan eza ve zulüm planlarına karşı kemali sabır ile nasıl tahammül ettikleri bilmeyen yoktur.
İşte onların hayatlarının felsefesi, bizlere de hayatta sabrı sembol edip, tatbik cihetine teşebbüs ettiğimiz zamanlarda ruhumuzun nefesi oluyor.
Ve o cihan şumul(kapsam) Hz. Muhammed ile Hz. Eyüp’ten bu güne kadar onların sabrı şalelerine varis olanların devamı ve kemalidir. Bu günkü mutlu yaşantılar, ayrıca sabrın, hemen her zamanına konu olan bir Hızır ile tahsilini tamamlayıp yuvasına dönen bir yolcunun efsanesi de sabrın şumul ve kıymetine takdiri şayandır. Evet, rivayet edilir ki, bir zamanlar ilim tahsili için sıcak yuvasından mini mini yavrularından, vatanından taşraya çıkan bir genç on beş yılını ilim tahsiline, diğer beş yılını da tahsilini tamamladığı ülkede çalışmakla tamamlayan yani yirmi yılını vatan ve aile ocağından uzak kaldığı günleri nihayet bulunca, yurduna hareket ettiğinde yürüdüğü uzun ve yorucu yolların, bir yerinde kendini selamlayan ve nereden nereye uğur ola evlat diyen bir zat ile karşılaşır. Ve cevaben ilim tahsilini tamamladım yurduma yuvama dönüyorum. Pek güzel diyen zat ikinci sualine müsaade alarak. Acaba ilmin başı ile zirvesi nedir? Diye sorar, ilim tahsilli genç kendinde cem ettiği bütün ilimleri birkaç defa müşahede ettikten sonra suali sorana aczini belirten bakışlar ile sükûtu hayal ile ümidi ahvalini aşikâr edince zatı muhterem; Evet evladım seni anlıyorum. Bu sualin cevabına daha henüz mahrumsun.
Ziyanı yok, fakat dinle ki ilmin tamamlansın! ‘’İlmin başı Hazım, zirvesi de SABIR’DIR.’’ Deyip sır oluyor.
İlim yüklü olan yolcu, kendi kendine kalınca, hayretler içerisinde kalarak, meğer çok basitmiş dedikten sonra sözün özündeki hikmetine merakı düşmüş, devam eden yolculuğunda düşünceli adımlarıyla az gitmiş toz etmiş, dere tepe düz gitmiş nihayet yol bitmiş. Vatanındaki sıcak yuvasına bir gece vakti varmış, evinin penceresine yaklaşıp aralık kalan perdeden odanın içinde, kandil ışığının yardımıyla, hanımının sağ tarafındaki silah asılı duvarın dibinde bıyıklarından erkek olduğu anlaşılan birinin yattığını görünce, pür hiddetle, yolculukta ne olur olmaz diye, belinde taşıdığı silahına sarılmış, sarılmış amma hani Hızır yetişti dediğimiz gibi, o an ‘’ilmin başı hazım, zirvesi de Sabır’dır.’’ Sözü hemen hatırına gelmiş.
Ve yavaşça silahını tekrar kınına koymuş ve neticeye sabır ile şöyle varmış, yavaşça pencerenin camına vurmuş, işte o zaman ne görsün beğenirsiniz… Senelerin yetiştirdiği öz erkek evladı bir sıçrayışla duvarda asılı silahı sarılıp, yiğitçe kimsin? Bu saatte ne istiyorsun? Sesleri arasında uyanan anne dur evladım Osman belki bir garip yolcudur. Sözlerindeki sesin sahibi hanımı olduğunun karşısındaki yiğidinde öz evladı olduğunu anlayınca! Evladım Osman ben babanım, deyince bütün hiddet buzları sabır güneşi ile eriyi vermiş dolayısıyla bir zat tarafından tavsiye edilen sabır ile hiç olmaya yüz tutan 15 yıl tahsil edilen ilim ile kuvvetli ihtimale dayanan büyük bir facia önlenmiştir.
Allah ‘ın vaadi (mükâfattı) olan selamete, sabretmenin sonucu ulaşılmıştır. Nitekim yüce mevlamız Kur’ anı Kerimde zikren estteüzübillah bismillah’’Vel asri innel insane lefi hüsrin illellezine amenu ve amilus salihati veteva savbil hakkı veteva savbis sabrı’’mealen…’’Asrın insanı hüsrandadır, ancak hakikate iman edip, iyi işler işleyen hakkı ve sabrı benimseyip halka tavsiye edenler bu hüsrandan müstesnadır.’’ (ayrıdır).
Her işin kemale gelmesi için o işe güçlü bir hizmet gerekiyorsa sabrında zirve-i kemaline ermek için Kur’ an, hadis ve mesleki resulün varislerinin ve sadıklarının ışıklarıyla ışıklanmak, terbiyeleriyle terbiyelenmek, eğitimleriyle eğitilmek gerekiyor.
İmamı GAZALİ Hz. nede güzel söylemiş;
Hiç meyve verir mi
Söğüt ağacı kesilip aşılanmayınca
İnsan hiç kemal bulur mu?
Sövülüp taşlanmayınca
İşte, sabrın yüceliğine tavsiye edilen yollar ile vuslat eden her insanın olgun ve güzel hali, dünya âlemine örnek ve türlü faydalar kazandırırken, gönül âleminde kendilerine sonsuz huzur ve mutluluklar bahşeder.
Bunu tadan bilir;
O halde, tüm insanlığın hüsrandan kurtuluşa ve selamete ermesi için yüce mevlamızdan dileyelim ki, tüm insanlık sabırlı, kültürlü, eğitici ve yöneticilere saygı ve sevgi ile mensup olmanın lüzumunu idrak etsin. Dolayısıyla da özlenen dünya ve ahiretin saadet ve selametine nail olunsun, zira çalışan zerre kadar da olsa mükâfatını görür. Allah’ın vaadi hak ve gerçektir. Ve daima sabredenlerle beraberdir daha iyisini, güzelini ve tamını ALLAH bilir.
DOST HAKKINDA
Kâinatın yüce ilahi mimarı olan HZ. Allah, bizi insan olarak yarattı. Ve uçsuz bucaksız evreni her zerresiyle bizim yararımıza hizmetçi kılan, eserini müessirince(yazarınca)sevdiren, iki cihanda huzur ve terakkinin teminini ve devamını sağlamamız için yüce elçisi Hz. Muhammed S.A.V. inse ve cinne rahmetçi olarak gönderen mukaddes kitapları ve varisi nebi (kâmil) kulları ile bizlere istikamet veren Allah’ımızdan daha güçlü ve başka dost aramak ne boş bir hayal, zira o sevdirmese nasıl severiz, o güldürmese nasıl güleriz, işte hep sevmeye, gülmeye ancak onu (Allah’ı) tek ve hakiki dosttu sevmekle mümkündür.
Nitekim bu gerçek dostu kendi varlığında, sezip bulan… YUNUS EMRE!
‘’Yaratılanı severim yaratandan ötürü’’ demekle ancak halka olan gerçek dostluk sayesinde, mahlûkuna da sevgi dostluğu kurulduğunu vicdanlar tevilsiz(başkalaştırmadan)olarak serpmiştir.
’’Dost ister isen Allah yeter’’ sözü de bu gerçek neticelerden doğmuştur. Zaten tüm zuhuratın faili olan Allah ile dostluk Kur’ an her insan! Hayatı bir dost nimeti olarak sever ve ömrü hitamınca dost için yaşar, dost için ölür.
İlk insanlık tarihinden bu güne kadar zuhur eden nebi, veli ve türlü kemali has kullar mutlak dost olan Allah’ı kendilerine dost edinmekle kemal bulup, huzura kavuşmuşlar dolayısıyla da ilahi ve içtimai(sosyal) nizama dostluk örneği olmuşlardır.
Hal böyle olunca, dostça yaşamanın doğal olduğunu idrak etmek lazımdır. Öyle ya bugün dini, dili, bayrağı ayrı olan bütün milletler de ilahi dostluktan sıçrayan içtimai dostluk olmasaydı, yaşamanın zaruri kılan, fakat kendi ülkesinde yetişmeyen herhangi bir ürün veya madeni nereden ve nasıl temin edeceklerdi. Pek tabii ki böyle şartlar altında yaşam insanda güçleşecek belki de nihayet bulanacaktı.
O halde insan hayatının idamesi ve refahı için önce müessir (Allah) dostluğu devamında da Eser (evren) dostluğunun şart. Dolayısıyla da ilahi ve içtimai yönden de aynı duygu ile duygulanan bütün milletlerin samimice müttefik olmaları gerekir.
Eğer ki dostluğu maske edip, art düşünce ile egoist emellerini tahakkuk ettirmeye kalkışan veya ettiren fert ve milletler ilahi ve içtimai kanunların hışmına ergeç layık olurlar. Dolayısıyla da insanlık âlemine kötü ihtirasları nefretle anılan acı hatıra olarak kalır.
Her milletin sinesinde, şahsi veya milli bir dostluk kurmayı, kin ve gururlarına yakıştırmayanlar mevcuttur. Böylelerinin varlıklarının hiçbir kıymeti ve değeri olmadığı gün gibi herkesçe aşikardır.
Ayrıca zamanında DOST kelimesini kendilerine layık olmayanlara kullanıldığı herkesin malumudur.
Mesela cemiyetin ve insanlığın yüz karası olan, bir genel ev sermaye kadını, hatta buna paralel olan nikahlı bir kadın veya erkeğin gayri meşru cinsi münasebette bulunduğu zevata, dosttum demesine!... Hangi töre hangi ahlak kuralı uygun görür ? Göremez zira hakiki dost olan Allah’ı edinmeme suçunun ardından onun kanunlarını hiçe saydığından halik ile mahlûk arasındaki sevgisini yitirmiş olur.
Nitekim Atalarımız ne de güzel söylemiş!
DOMUZ’DAN POST
Cahilden dost olmaz.
Netice olarak diyebiliriz ki… Gerçek dostluk eseri müessiri için sevmek, Allah’ın ve sevgili Habibinin yürü dediği yolda yürüyenlerin ve tüm âlemin huzur ve terakkisi için çalışanların dostluğudur, gerçek dostluk.
Zira şu ihtiyar kürede meydana gelen maddi ve manevi huzur ve terakkiler dostça aşk ve meşkin dürüstlüğü ile kazanılmıştır.
O halde, huzur terakkilerin devamı için fertler, cemiyetler ve milletler arasında, Allah dostluğunun devamı şarttır.
Evliya ullahtan…. Mısrı Niyazi de dost hakkında görüşlerini söz kalıbına şöyle dökmüştür.
Hep görünen dost yüzü
Ondan ayırmam gözü
Gitmez dilimden sözü
Çağırırım dost dost
Derya olunca nefes
Parelenince kafes
Ta kesilince bu ses
Çağırırım dost dost
Gökler gibi dönerim
Kevn gibi dolanırım
Devr ile eğlenirim
Çağırırım dost dost
Ne yerdeyim ne gökte
Ne mürdeyim ne zinde
Her yerde her zamanda
Çağırırım dost dost
Geldim o dost elinden
Koka koka gülünden
Niyazinin dilinden
Çağırırım dost dost
Tafsilat âlemde… Cenabı Fahri kâinattan başka, kusursuz dost arayan dostsuz kaldığı da unutulmamalıdır. Ve nihayet Tasavvur ve tasavvuf bülbülümüz Mevlanamız!
‘’Toplulukta dost ol, hiç dost bulamazsan, taştan bir insan yont onunla dost ol. Zira kervan ne kadar kalabalık ve halkı bol olursa, yol vurguncuları belki o kadar kırılır.’’
(MEVLANA)
YOLCULUK HAKKINDA
Hak ve hakikat nazarında (görüşünde) tekâmül etmek (Kemalini tamamlamak) için ruhlar âleminden cisimler âlemine ünsiyet eden, insanın tekrar öz varlığının vuslatına kadar geçen zamana yolculuk denir.
Bu yolculuğun önderliğin ve nezaretinde olmayan bütün yolculuklar mecazdır. (fanidir)
O halde aslına yolculuk eden tüm akarsular vuslatına kadar etrafın türlü mecrahlarından korunursa, asliyesi olan Berrak denize pırıl pırıl rucu edecektir. Buna kıyasen ‘insanın’ esfele safiline neden geldiğini nereden gönderildiğini, nereye döneceğini ve insan olarak yaradılışındaki yüce rütbeyi idrak edip, bu fani dünya hayatını ne şekilde değerlendirmenin mesuliyet, hissini kendinde duyan ve tatbikine devam eden insanlar, aynı kayalardan pırıl pırıl hiçbir kötü madenin kirleri ile kirlenmeden aslına (denize) vuslat eden sular gibi, RABLERİNE dünyanın kin, kibir, gurur, haset, gadap, şirk, meşru şehvet gibi kirlerinden yani ulvi varlıklarına her hangi bir süfli varlığın zerresini dahi katmadan vuslat ederler.
Bunun aksini icra edelerin acı akıbetleri daha dünya âleminde kısmi olarak görülmektedir. O halde ‘’ Allah ipine sımsıkı sarılınız ‘’ ilahi hükmü uyarınca, samimi ve azimli hisler ile Allah’ın, Resulünün, Kur’ anın, Gerçek ve sadık yolcularının, Bayraklaştığı kurtuluş yolunun, meşalesine pervane olmak her insanın evvela kendine sonrada tüm insanlığa yararlı olmasına vesile olur.
Hasılı ruhi Muhammedinin tasarrufu süfli hislerden arınanlara açık ve saçıktır. Günümüzde muhtaçların yardımına koşan, çabasında hatta küçük bir yavrunun dahi yol üzerindeki bir cam veya taş parçasını, nimet kırıntısını kenar yere kaldırmasında turistlere istikamet sağlayıp, misafir perverliğimizi icra etmekte v.s. de Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin ‘’ El ütemmemel ahlak ‘’ Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Hadisi şerifi tasarruf etmiyor mu? Evet onun tahsilidir o güzel davranışlar.
Çünkü diğer bir şerefli hadisleriyle de’Mübeşşirü… Müjdeleyiniz ve Nefriku… Nefret ettirmeyiniz ve Hüsrihu… Hüsran, zorluk göstermeyiz ve Yüsrihu Kolaylaştırınız.’’ … Diyerek müntesip olduğu yolda huzur ve sükûna zemin tutmuştur.
Evet, kıymetli okuyucularım!
Hak ve hakikat yolunu bulmak ve mutluluğunu tatmak fırsatı, bütün insanlık âleminin idrakine açık bırakılmıştır.
Fakir Muzaffer Tanrıyar da nede güzel söylüyor:
Bekliyor ins ve cin resulden şefahatı
Aşkına var eyledi Zülcelâl kâinatı
İlmin babı âliden olmazsa beraatı
Varamazsın kemali mustafaya
Müddet et pençeyi zatı ali abaya
Geçen zamanlarımız zail olmuştur, geleceğimiz ise meçhul, bizim hayat sermayemiz üzerinde bulunduğumuz zamandır. O halde bize verilen zaman nimetini zayi etmeden. Fakir Muzaffer öğüdüne tabi olmamız gerekir ve ancak bundan sonra’’Asrımızın Soyunma Asrıdır’’.Sözünü beden elbisesinden, güzel ahlak ve güzel davranışlardan soyunmak olmadığını idrak etmiş olacağız. Asıl soyunmanın nefsi emmarenin, süfli ordusu olan yedi kötü sıfattan yani. Kin, kibir, şirk, gadap, haset, gayri meşru şehvetten soyunmanın lüzum ve değerini anlamış olacağız.
Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimiz: ‘’Sülbümüzden gelen değil, yolumuzdan gelendir bizden’.’Burada fakirane olarak yol hakkında olan kısmi düşüncelerime Mısri Niyazinin Allah’a Yol hasretiyle samimi yalvarışlarıyla nihayet veriyorum.
Tevfik ve Hidayet Allahtandır.
Ey kudret ıssı padişah lütfeyle açıver yolum
Bağlandı her yanım şeha lütfeyle açıver yolumuz
Şol ismi zaten hakkı için cümle sıfatın hakkı içün
İzzü şanın hakkı içün lütfeyle açıver yolumuz
Ol ismi azam hakkı içün ol nuru Ekrem hakkı içün
Ol fahri alem hakkı içün lütfeyle açıver yolumuz
Lütfunda İNSAN eyledin, valsınla handan eyledim
Hicrinle hayran eyledin lütfeyle açıver yolumuz
Saldın şikare çün beni, adem olup bulam seni
Bağladı dünyayı deni lütfeyle açıver yolumuz
Şaşırttı bizi nefsi bed, eyledi her yolları sed
Ey lütfu çok senden medet lütfeyle açıver yolumuz
Bu can yine vuslat diler, canan ile vahdet diler
Varmağa dil nusret diler lütfeyle açıver yolumuz
Her nerede kamil görürüz, bakıp ona yerininiz
Dönüp sana yalvarırız, lütfeyle açıver yolumuz
Kavilde n’ola yarına, kim sana doğru yol bula
Sensin derde deva, lütfeyle açıver yolumuz
Zikrin enis et bu dile, erişe ta ta dilden dile
Bize yol göster gülden güle, lütfeyle açıver yolumuz
Nitsün Niyazi dertment etmiş, Anasır kaybı bent
Bilmem ilahi başka fent lütfeyle açıver yolumuz
İptida yol budur kula, sadık olan, bu yolda ebed dura
Dostları ilə paylaş: |